• Sonuç bulunamadı

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3.1.FERDÎ DUYGUYA BAĞLI TEMALAR

3.1.2. Bireyin Kendini İspat Duygusu

Sabahattin Kudret Ak sal, özellikle son dönem oyunlarında hiçlik ve ölüm karşısındaki insanın var olma çabalarını, toplumun insanı öğüten çarkının karşısında çaresiz insanın haykırışlarını, “d üşünüyorum öyle ise varım” düşüncesinden hareketle insanın “ var olma” bilincine kendini tüketerek de olsa ulaşma is teğini ve kendini gerçekleştirerek varlığının bilinc ini duyumsama gereğini felsefî ve şiirsel bir söylemle dile getirir. Dolayısıyla, onun “ Bay Hiç”, “Sonsuzluk Kitabevi”, “Önemli Adam” ve “Kral Üşümesi” oyunlarını varoluş felsefesinden hareketle incelemek daha doğru olacaktır.

Yirminci yüzyılın ilk yarısının sonlarına yaklaşırken Fransa’da yaygınlık kazanan Varoluşçuluk her şeyden önce bir felsefe akımıdır (Aksoy, 1981: 314 ). Weil’e göre Varoluşçuluk bir bunalım, Mounier’ye göre umutsuzluk, Hamelin’e göre bunaltı, Banfi’ye göre kötümserlik; Wahl’e göre baş kaldırış; Marcel’e göre özgürlük, Lukacs’a göre idealizm, Benda’ya göre usdışılık, Foulgue’ye göre saçmalık felsefesidir… Bir dönem slogancı gençliği n peygamberi ve Varoluşçu papası sayılan J.P. Sartre’a göre ise, varoluş insanda -ama yalnız insanda - özden önce gelir. Bu demektir ki insan , önce vardır; sonra şöyle ya da böyle olur Çünkü; o, özünü kendi yaratır. Nasıl mı? Şöyle: Dünyaya atılarak, orada acı çekerek savaşarak yavaş yavaş kendini belirler. Bu belirleme yolu hiç kapanmaz.(Sartre, 2005 :6 -8)

Kişinin kendi kimliğiyle var olma çabası, Varoluşçuluk felsefesinin özüdür.Ancak, yazarın son dönem oyunlarındaki kişilerinin bir adları bile yoktur. Yani onlar genel kişilerdir: “Kadın, Kız, Oğlan, Şemsiyeli Bayanlar, Bastonlu Bay”lardır. Bu

durum, onların birey olarak var olma bilincine ulaşamadıklarını gösterir . Zaten, “Bay Hiç”in karakterinin “hiçliği” oyunun adı ol muştur. “Sonsuzluk Kitabevi” ve “Önemli Adam” ın kişilerinin (Erkek, Kadın, Teyze, Kız) de belirgin özellikleri yoktur.Bu yüzden onlar, var olma mücadelesi sonucunda hiçliğe yenilmişlerdir.

“Kral Üşümesi” oyununda ise, daha çok aydınlık isteyen, kurallara karşı çıkan, yalnızlık duvarını yıkmaya ve tek sesliliği çok sesliliğe dönüştürmeye çalışan; krallığın kurallarla çevrili kulesinden kurtularak insanî özelliklere sahip olmak i steyen Kral’ın var olma savaşı anlatılır. “Fert oluşun (ontogenez) Türk anlatı geleneğindeki ilk örneklerinden birisi”(Arslan, 2007: 501) olan Dirse Han oğlu Buğaç Han gibi, “Kral Üşümesi”ndeki Kral da, ‘biz’ olmanın çoğu zaman hükmedici bağlamından ‘ben’ olmanın tarifsiz ve tarafsız/bağımsız açılımlarına y önelen bir bilinçlenme sürecini” (Arslan, 2007: 505)yaşar.Bu yüzden de Kral, kendi kurduğu düzende kendisi ni yargılayacaktır. Ayşegül Yüksel’in deyimiyle : “Kral Üşümesi’ (1970) kendi kurduğu katı toplum ve yaşama düzeniyle ‘düşünme’ eylemini yok eden bir kralın, insan olarak yaşadığı ‘tutsaklaşma’ sürecinin ve ‘düşünce’yi yeniden var ederek özgürlüğe açılma yolunda, kendi kurduğu düzene karşı çıkışının öyküsüdür ” (Yüksel, 1993 :15)Kral, halkı için en iyisini bilen, ülkenin en doğru ve tek düşünürü olarak kabul edilir. Kral’ın korku ve baskı yoluyla düzeni korum ası ve sürdürmesi gerekir. Bu anlayış, bütün krallık sisteminin yapısında da vardır. Krallığın varlığını sürdürebilmesi buna bağlıdır.Fakat daha çok “aydınlık” isteyen ve “üşüme” simgesiyle “var olma” isteğini vurgulayan “Kral Üşümesi” oyunundaki Kral, bir filozof gibi düşünmeye başlar ve “var olmak” için krallığını bırakmaya karar verir: “KRAL: Benim de sana kendimi adamam için önce var olmam gerekirdi. Var olduğumu bilmem, var olduğuma inanmam gerekirdir. Bunun için de bugün artık krallığımı inanmam gere kirdi. Bunun için de bugün artık krallığımı bırakmaktan başka bir çözüm yolu yok!... ”(Aksal, 1970 :36)İşte bu karar, Kral’ın düzene karşı çıkmasına ve ölümüne neden olur.O, kişiliğini kazanmak, tekrar insan olarak hayata dönmek için ölümü seçer.Fakat , bu ölüm onun dirilişi ve var oluşu olacaktır. Sabahattin Kudret, bir yazısında “Kral Üşümesi” oyunundaki Kral’ın var olma savaşını düşünme eylemine bağlar:“Kuşkusuz insana inanmaktır. İnsan tekinin var olmak çabasını var olmayı düşünmek eylemine bağlamasıdır . Kral ülkesinde, çok uzun bir süreden beri kendi adına olsun, toplumun adına olsun, gereksindiği her türlü dengeyi matematiksel bir biçimde kurmuş, düşünmeyi durdurmuştu r, ama sonra gene uzun bir süre artık kimsede yeşermediğini görünce onu birdenbire ken disinde yeşertecektir ”(Atilla, 1969 :18) Kral,

görüldüğü gibi düşünme eylemini yasaklar . Kral, doğruların tek mihenk taşı ve ülkenin tek düşünürüdür. Kral, gerçeği bulmak için sorgulamalara başlayınca yani düşünme eylemine kendisi geçince , karşısında yine kendisini bulur. Karşıtlık ve tepki kendisi olur: “KRAL: (Dönerek) Bir süredir benim düşüncemin var olabilmesi için, yazın kışı gündüzün geceyi beklediği gibi bir başka düşünceyi… bir karşıt düşünceyi beklediğimi anladım. Benim var olabilmem için bir tepki beklediğimi anladım.Bu benim olmak yada olmamak bunalımımdı. (Bir susuş) Karşıtlık yok, tepki yok, olmayacak da…KRAL: Karşıtlık benim! (Bir susuş) Tepki benim! “(Aksal, 1970 : 31).Düşüncenin var olabilmesi için nasıl karşıt düşüncelere ihtiyaç varsa, insa nın varlığını duyumsadığı düşünceler de olmayınca insan yoktur. Tıpkı Descartes’in “Düşünüyorum, öyle ise varım” görüşü (cogito’su) gibi insanın bir aracıya başvurmaksızın kendini anlaması özünü bilmesi ve varlığını hissetmesi gerekir. Bunun için de “düşün mek” karşıt fikirlerin varlığı yani “demokrasi” vazgeçilmez iki unsurdur.

Krallık o kadar kolay deği ldir:“Krallar, ancak, kral olarak var olabilirler. Bir Kral’ın eski Kral olmaya hakkı yoktur. Ancak ölü kral olabilir. Kral, kurduğu düzen in tutsağıdır”(Atilla, 1969 : 18).Kral özgür değildir, tıpkı bir kukla gibidir. Kuklalar iplerini kesen ve onları ortada b ırakan kuklacıyı bağışlamazlar.Bu nedenle Saray Bakanı, Kraliçe ve halk, onun öldürülmesine karar verirler. Kral, insanların iki yüzlülüğünden, yapmac ık davranışlarından, yalnızlık, korku ve baskıdan oluşan ve insanı bir değirmen gibi öğüten bu düzenden kurtulmak için bedenini tıpkı Cervantes’in kahramanı “Don Kişot” gibi feda edecektir. Ancak, bu şekilde “var olabilecek” ve “üşüme”si so na erecektir. Kral, Elif Şafak’ın “Şehrin Aynaları” romanındaki kahraman İsak gibi : “Bireyleşim sürecinde, içindeki evrensel özünü keşfedecek ve bir anlamda evrendeki yerinin bilincine varacaktır. Artık o reel zamanı aşarak ve hayatın içindeki gelişimini algılayarak bütün cül, evrensel bir varlık olarak kendini gerçekleştirecektir” ( Arslan, 2007: ).

Kral, “kendi kişiliğini oluşturmak için mücadele eder ve bu düzene karşı çıkar. Varoluşçuluk felsefesinde de: “Özgür insan, kendi varlığına, kendisini belirleyen kendisini yaşatan eylemiyle bir anlam kazandırmak zorundadır “(Aksoy, 1981: 319)düşüncesi hakimdir. Yani insan, kendi özünü kendi yaratmak zorundadır. Nasıl mı? Şöyle: Dünyada acı çekerek, mücadele ederek, birtakım zorlu savaşların üstesinden gelerek varlığını yavaş ya vaş oluşturur. Bu düşünce Varoluşçuluğun özüdür. Varoluşçuluğun babası Sartre’a göre:“İlkin insan vardır; yani insan önce dünyaya gelir, var olur, ondan sonra tanımlanıp belirlenir, özünü ortaya çıkarır… Varoluşçuya göre

insan daha önce tanımlanamaz, belir lenemez; hiçbir şey değildir. Ancak sonradan bir şey olacaktır ve kendini nasıl yaparsa öyle olacaktır .“(Sartre, 2005 : 39)Bu düşünceden hareketle denilebilir ki, Kral’ın düzene karşı çıkışı, mücadelesi ve sonunda ölümü, yoklukta (ölüme) yok olmak gibi gö rünse de, aslında bu durum okyanustan ayrı olan bir damlanın tekrar okyanusa karışarak okyanusun kalıcılığını kazanması , gerçek varlığına kavuşması , kendini var etme çabasıdır. Diğer bir ifadeyle o: “ Dünyadaki varlığını sabitleme, kendini diğerinden farkl ı kılma adına yoğun bir çabaya giren insanın ilk tapu senedi birey/fert olabilme iç tepisi ”( Arslan, 2007: 2)nin evrensel bir sembolüdür. Varoluşçuluk felsefesinin ikinci önemli özelliği ise, insanın kendini aşması, aşkın amaçlara ulaşmaya çalışmasıdır. “Sonsuzluk Kitabevi” ve “Önemli Adam” oyunlarındaki kişiler, toplumda herkes tarafından bilinen biri olmak, sonsuzluğa erişip ölümsüz olmak isterler: “Aksal, düşünce ve duygu evreninde, insanoğlunun niteliğini, belirleme yolunda yoğun bir arayış içindedir. Bu çok başarılı iki tek kişilik oyundaki arayışlar birbirine karşıt gibi görünse de, her ikisi de sınırsız bir özgürlüğün özlemiyle güdülenmiştir. Belki de ölümsüzlük özleminin… ”(Yüksel, 1997: 92) Sonsuz olma, ölümsüzlüğe erişme isteği, aşkın isteklerdir. “Sonsuzluk Kitabevi”ndeki Adam, bu isteğine ulaşmak için, “ Sonsuzluk Kitabevi”ne giderek, şimdiye kadar biriktirmiş olduğu parasıyla kitabevindeki soy yapıtları yani, yaşamın gizlerini yaprak yaprak çözmüş, sözünü başka insanlara ulaştırmış, insanların yüreklerinde en yüce ateşleri yakmış kitapları satın alır ve kitapların gerçek yazarıymış gibi imzalayıp üzerlerine güzel sözler de yazarak tanıdıklarına ve tanımadıklarına postayla gönderir. Ve öldükten sonra, çok tanınan bir yazar olur, büstü bile dikilir. Adam’ın sonsuzluk isteği şu cümlelerde açıkça görülür: “ADAM: … Bayanlar, sonsuz olmak istiyorum ben, anlamıyor musunuz, sonsuz olmak istiyorum. Çok sonsuzum, sonsuzluğa susadım, eskiden beri, doğduğumdan bu yana çok susuzum. Hep bu işe hazırladım kendimi bu güne değin, paramla canımla kanımla… Siz de yardım edin bana, sonsuz olacağım upuzun bitmez, tükenmez… yıldızların ışıttığı gece kervanları, aydınlık mı aydınlık gündüz kervanları geçecek üstümden… zaman sonsuz bir nehir gibi olacak üstümden. Durmadan yıka yacak tozumu toprağımı leş gibi çamurumu, ışıtacak beni! Düşünün herkes geniş zamanın içinde sapır sapır dökülürken ben bir kaya gibi dimdik…”(Aksal, 1998 : 651) Varoluşçuluğa göre, insan ilk önce “hiçbir şey”dir.Daha sonradan bir şey olacaktır. Kendisi, k endi var oluşunu tamamlayıp “bir şey” olacaktır. Bu da ancak aşkın amaçlar gözetilerek olur. Çünkü: “İnsan kendi dışında vardır, kendi dışına çıkarak var olur. Yani ancak dışa atılarak dışta kendini yitirerek varlaşır, aşkın

(trascendant) amaçları kovalaya rak var olabilir. Bu yönden alınırsa, insan ilerleyiştir, aşıştır, oluştur; ilerlemenin, aşmanın göbeğindedir… Bu aşkınlık ilişkisine ‘varoluşçu insancılık’ adını veriyoruz… ‘İnsancılık’ diyoruz, çünkü kişioğluna bununla, kendinden başka yasa koyucu bulunm adığını hatırlatmış oluyoruz… İnsancılık diyoruz; çünkü kişioğluna bununla kendi içine kapanarak ve başkalarından koparak değil, ancak dışında bir amaca yönelerek varlığını gerçekleştirdiğini göstermiş oluyoruz.” (Sartre, 2005 : 75)”Sonsuzluk Kitabevi”nin Adam’ı da, insancılık kavramından hareketle , aşkın amaçlarını yani ölümsüzlüğü kendine hedef edin erek toplumla mücadeleye girişir, şimdiye kadar biriktirdiği paraları bu amacı için harcar.

“ Önemli Adam” oyununda ise, kendi kabuğuna çekilmiş, dünyadan yal ıtılmış bir evde yapayalnız yaşay an yaşlı karı kocanın telefonu çalmalarını bekleyişleri anlatılır. Birbirine bağımlı bu evli çiftin hayatı telefonlarının çalacağı hayatlarının deği şeceği o önemli günü “beklemek” le geçer. Bu “bekleme” sırasında zamanın akı şı da en katıksız ve açık bir biçimde duyumsanır. Kadın ve Erkek’in bekleyişleri, onların umutlarının sarsılmaz inançlarının bir göstergesidir. Tıpkı Samuel Beckett’in “Godot’yu Beklerken” tiyatrosundaki Viladimir ile Estragon’un Godot’yu bekleyişleri gib i. Önemli bir yerden Adam’ı arayan kimliği belirsiz bir kişi, Adam’ın herhangi bir konuda beş bin kişiye söylev vermesini ister. Onun gelmesi için uçak tutulacağını, taksi gönderileceğini, kendisine üç gün kalacağı yerde kat tutulacağını söyler. Adam; düny ada iz bırakmak ve yaşadığını gelecek nesillere göstermek, önemli bir kişi olmak, hiçliğinden kurtulmak için yola çıkmaya hazırlanır; fakat önüne bir takım saçma engeller çıkar. Düğmeleri yavaş yavaş dökülür, birdenbire evinin kaldırımları belediye ekipleri tarafından sökülür, her yer karmakarışık olur. Kadın, Adam ’ın gitmesine engel olmak için geçmişe dönerek tango ve fokstrot çalıp Adam’la oynamaya başlar. Bütün bu engelleri aşan Adam, sonunda kapıdan dışarıya çıkar. Kapı, hiçlikten varlığa ulaşmada bir eşiktir. Fakat, bu eşiği zamanında atlamak da önemlidir. Adam, tekrar geri gelir ve Kadın’a geç kaldığını; Kadın’dan bütün telefonların fişlerini çekmesini, yeryüzüyle iliş kisini kesmek istediğini ifade eder. Telefon, aynı zamanda dışarıya açılan bir pencer edir. Adam, bu eşiği zamanında atlayamadığı ve kendinde dışarıda yaşayacak özgüveni bulamadığı için, tekrar bir sümüklüböcek gibi kabuğuna çekilir. Kabuğunda, kendini güvende hisseder. Fakat, herhangi bir insan olmaktan kurtulamaz. Hiçlikten varlığa geçemez. Çünkü, aşkın (Trascendant) amaçlarını gerçekleştiremez. Var olabilmes i için, kendini gerçekleştirmesi, var oluşunu tamamlaması gerekir. Varoluşçuluğun özünde de bu vardır zaten. Aksoy’un

ifadesi ile:“İnsanın kendini gerçekleştirmesi, insan varoluşunun rastlantılar içinde oluşu, güvensizliği, söz konusudur; güçsüzlüğü ve hiçliği içinde insan, zaman içinde ve tarihselliği içinde insan, hiçliği içinde insan, ölüme mahkum bir varlık olarak insanın varoluşu, hiçlik karşısında insanın varoluşu… topluluk için de kaybolmuş tek insanın kendini bulması… bütün bu sorunlar söz konusudur varoluşçuluk felsefesinde“( Aksoy, 1981 :315)Yazarın eserine “Önemli Adam” ismini koyması da kahramanın önemsizliğini vurgulamasının yanında, kahramanın kendine olan güvensizliğinin , hiçliğe mahkum oluşunun bir başka ifade biçimidir.

Sabahattin Kudret Aksal’ın diğer oyunlarından farklı bir “var olma” sorununu işlediği oyunu “Bay Hiç”te, “hiç”likten çıkmakla bu “hiç”liği korumak ikircikliğini yaşayan ve eylemsiz olmayı tercih eden bi r Erkek’in trajik durumu anlatılır. “ Bay Hiç”in Erkek’i de var olmanın hiçliğine ulaşmak için kendini algılamaktan kaçar. O, neyi isteyip neyi istemediğini bilmez. Bir şey istediğini ya da istemediğini, istiyorsa da ne istediğini, istiyorsa da ne istemedi ğini bilmez. Erkek, Kadın’ın deyimiyle: “ayrıksı bir kişidir.” İki yıla yakın bir süredir, binlerce ışık arasında koskocaman karanlıklar içinde sadece kadının ışığına bakar ve onun üzerine hayaller kurar. Bir hayaller ülkesinde yaşar. Aynı durum kadın için de geçerlidir. Kadın da, Erkek’in durumu ile ilgili düşler kurmaya başlar. Ona ozan, sokaklardan bezmiş bir mutsuz, kan emici bir katil, hırsız, eski kocasının kendisini yoklamak için gönderdiği bir aracı gibi sıfatlar yakıştırır. Fakat, Erkek bunların hi çbirisi değildir. O, bir “hiç”tir ve bu durumundan da memnundur.

Erkek, hiç olma aşamasına nasıl gelmiştir?K endisi mi istemiştir yoksa onu bu duruma “hiç fabrikası” adını verdiği acımasız dünya mı getirmiştir? Erkek, her ne kadar “hiç” olmayı çok istediğin i söylese de, onu bu duru ma getiren dünyadaki her şeydir:

“KADIN: Aman çok hoş! Hiçliğe doğru mu koştunuz hep?Ne gibi? Ne gibi? ERKEK: O en sert en kuru yelinin önüne takılmış yaprak gibi! (…)

ERKEK: Her şey… Evim, sokaklarım, kentim beni hiçliğe doğru i tiyordu. Sonra ben de biraz törpüleyebilmek, daha d a kamaştırabilmek için o maden (…)

ERKEK:Hiç fabrikasına girdim.

ERKEK: … Hammadde olarak girdim. Döküldüm, büküldüm, öğütüldüm eğitildim ve çıktım, gördüğünüz gibi hiç olarak! (…)

ERKEK: Her yerde bayan, her yerde! Nerede isterseniz orada!Önünüzde arkanızda, sağınızda, solunuzda, dışınızda! Çalışıyor,çalışıyor çalışıyor, büyük bir gürültüye, büyük bir sessizlikle! Hammadde bekliyor, öğütmek için o kocaman dev ağzı!”(Aksal, 1998: 622)

Bay Hiç, hammadde olarak girdiği hiç fabrikasında (dünyanın insanı öğüten düzeni) yalnızlaşmaya, yabancılaşmaya başlar; Cengiz Aytmatov’un “ Gün Uzar Yüzyıl Olur” romanındaki “mankurt” gibi: “ Siyasal, sosyal anlamda kimliksiz/kişiliksiz insan topluluklarının genel adı olur(Arslan, 1998: 49).O; özünü, benliğini, bilincini, kişiliğini, yitirmemek için mücadele bile etmez.Asım Bezirci, bu durumu makinenin üretimde kullanılmasına bağlar. İnsanın git gide ürettiği mak inenin egemenliği altına girdiğini; özünü, benliğini, bilincini, kişiliğini, yitirmeye başladığını; b öylece, dönen çarkın bir vidası haline geldiğini; m akinenin getirdiği toplumsal mülkiyet düzeni ile bireysel mülkiyet düzeni arasında bir uyum sağlanamayınca da, insan ın tedirgin olduğunu; kendine yabancı, saçma, ezici güvensiz bir ortamda h içlikle yaşamak zorunda kaldığını; insanın, doğasına aykırı bu durum içinde toplumdan yabancılaşmaya, yalnızlaşmaya, kendi kabuğuna çekilmek zorund a kalmaya bırakıldığını ve en sonunda da nedensiz, sorunsuz, anlamsız bir varlık haline geldiğini söyler (Sartre, 2005 : 10)

Varoluşçuluk felsefesinde insan hiçbir şeydir. “ Bay Hiç” oyunundaki Erkek de bir “hiç”tir. O, kendi olamamış, sistem tarafından hiçliğe mahkum edilmiştir. Kadın, ona evlenme teklif ettiğinde, Er kek umudunu yitirmemek ve korumak için eyleme geçmek istemez ve hiçbir şey yapmamayı Kadın’a önerir: “ERKEK: (Bir çıkışla) Çiçekler gibi, hayvanlar gibi, umutlar da korumakla yaşar. Çiçekleri korumanın yolu nasıl güneş ve su sağlamaksa onlara hayvanları kor umanın yolu nasıl yuva ve besin sağlamaksa onlara, umutları korumanın yolu da (… )ERKEK: O alanda, o umudun olanında neyse o, hiçbir şey yapmamaktadır, anlıyor musunuz, hiçbir şey yapmamak! Bayan çok rica ederim sizden, koruyalım umutlarımızı” (Aksal, 1998 : 593) diyen Erkek, yine kendi karanlığına gömülmeyi, “kabuğunda sümüklüböcek olmayı” (Aksal, 1998 : 624) ve bir ömür boyu hiçbir şey yapmadan Kadın’ın ışığına bakarak düşler kurmayı tercih eder. Böylece, “Bay Hiç”, hiçliğinden kurtulamaz ve varoluşunu tam amlayamaz.