• Sonuç bulunamadı

C. BİLMECELERİN DİĞER TÜRLERLE İLİŞKİSİ

3. Bilmecelerin Saz Şiiriyle İlişkisi

Muamma hem klasik edebiyatta hem de halk edebiyatında kullanılan bir türdür. Çeşitli kaynaklarda muamma ile ilgili tarifler yapılmıştır. Bir fikir vermesi açısından bu tarifleri vermeyi uygun bulduk:

İslâm Ansiklopedisi: “....zahirî, bazen müphem bir manası olan bir cümle veya manzûmenin, birtakım usûller yardımı ile bazı harflerini kullanmak, bazılarını düşürmek ve bazılarının müterâdiflerini almak vb. üzere tertip etme sanatıdır.” (8. Cilt, 1971: 435).

Kamus-ı Türkî “Manası gizli ve güç anlaşılır söz veya şekil vesaire bilmece, yanılmaç” (Şemseddin Sami, 1995: 1376).

Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat : “Usûlüne göre tertib olunmuş bulunan ve çok defa insan ismine delâlet eden bilmece, yanıltmaca.” (Devellioğlu, 1993: 658).

Ali Fuat Bilkan: “Edebiyatımızda, bir ismin gizlenmesi şeklinde düzenlenmiş bilmecelere ‘muamma’ denmiştir.” (Bilkan, 2000: 11).

Türk Bilmeceler Hazînesi’de Âmil Çelebioğlu ve Yusuf Ziya Öksüz: “Gizli, örtülü, anlaşılmaz veya anlaşılması güç, yahut işaret ve remiz yoluyla söylenmiş söz veya şey manalarına gelir.” demektedirler (Çelebioğlu-Öksüz, 1995: 33).

Şükrü Elçin ise kelimeyi şöyle tarif etmiştir: “Arapça ‘körletmek’, ‘gizli ve güç anlaşılır söz’ manalarına gelen muamma, bir isme delâlet eden söz, mısra veya beyit demektir.” (Elçin, 1983: XIV).

Muamma edebiyatımıza XVI. yüzyılda girmiştir. Başlangıçta sadece Allah’ın 99 ismi (esmâ-i hüsnâ) için yazılan muammalar zamanla padişahlar, paşalar, beyler, vb. için de yazılmıştır. Hatta Namık Kemal bile kendi ismi için muamma yapmıştır. Edebiyatımızda aralarında Ali Şir Nevai, Fuzûlî, Bâkî, Fıtnat Hanım gibi ünlü isimlerin de bulunduğu pek çok şair muamma yazmıştır. Hatta Cem Sultan Divanı’nda 41 muamma bulunmaktadır (Bilkan, 2000: 80).

Muamma genellikle tek bir ismi sormak üzere oluşturulur, ancak birden fazla ismi soran muammalar da vardır. Genellikle isimle ilgili bilgi son mısrada verilmesine rağmen bu kural her zaman için geçerli değildir (İslâm Ansiklopedisi, 1971: 436). Muammayı çözmek için Arap alfabesini, ebced hesabını ve bazı muamma çözüm metotlarını iyi bilmek gerekmektedir. Bunun için muamma risaleleri yazılmıştır (Çelebioğlu-Öksüz, 1995: 33).

Muammalar bazen bir olayı üstü kapalı bir şekilde anlatmak için de kullanılmıştır. Osmanlı vakanüvistlerinden Şefik Efendi, Şefik-nâme adlı eserinde Edirne vakasını herkesin anlayamayacağı bir tarzda anlatmak için muamma ve lûgazlerden yararlanmıştır (İslâm Ansiklopedisi, 1971: 436).

Klasik edebiyatta iki ayrı tür olan muamma ve lûgaz bazen birleştirilerek kullanılmış ve ortaya yeni bir şekil çıkmıştır: Muamma ber-tarîk-i lugaz (Bilkan, 2000: 56). Aşağıda âşık şiirinde kullanılışıyla ilgili bolca örnek vereceğimiz muammaların divan edebiyatındaki kullanımı ve çözümüyle ilgili birkaç örnek vermek istiyoruz:

“Usandı gönül musâferetden Zülfeyn içinde hâne dutdı

Yukarıdaki beyitte “hâ-ne” kelimesinin eş anlamlısı olan “ev” kelimesi alınıyor. Teşbih yoluyla “zülfeyn” (iki zülf) kelimesi “dal” harfini ifade ediyor. Bulduğumuz bu iki “dal” harfinin içerisine beytin anlamını da düşünerek “ev” kelimesini yerleştiriyoruz ve “Dâvud” ismi ortaya çıkıyor.” (Bilkan, 2000: 96-97).

“Şevk ile hâtır-ı gamkin niçe gelsün cûşa Şem’-i bezm almayacak sâyesini âgûşa

Şem’-i bezm’in müteradifi mum, sâyesinin müteradifi zill olduğuna göre, bu ikinci kelime birincinin ortasına getirilince, Mazlûm ismi çıkar.” (İslâm Ansiklopedisi, 1971: 437).

Asıl konumuz olmadığı için muammanın divan edebiyatındaki yeri hakkında bu kadar bilgi ile yetinip âşık edebiyatındaki muammalara gelmek istiyoruz:

Muamma Asma Geleneği

Edebiyatımıza İran’dan gelen muamma divan şairlerine özenen halk şairlerinin etkisiyle halk edebiyatına da girmiştir. XVII ve XIX. yüzyıllarda ise âşıklar tarafından yaygın olarak kullanılmıştır. Âşık şiirinde muamma, divan şiirinde olduğu gibi sadece isimleri değil lûgazler gibi hemen hemen her şeyi konu edinmiştir. Bu açıdan bakılınca aslında âşık edebiyatında muamma ve lûgazın aynı görevi yaptığı ortaya çıkmaktadır.

Muamma asmak ve indirmek âşık edebiyatında bir geleneğe bağlanmıştır. Muamma asmak isteyen âşık, yörede âşıkların daimi uğrak yeri olan kahvehanelerden birisine giderek muammayı kahve duvarına asar buna “muamma asmak” denilir. Muammanın çözümünü (cevabını) ise kapalı bir zarf içerisinde kahveciye teslim eder. Bazen muammanın çözülemeyerek günlerce duvarda asılı kaldığı olur. Muammanın çözüleceği gün usta âşıkların çırakları kahvede bulunanlardan bahşiş (para, şal, çuha, vb.) toplar. Bunlar muamma tepsisinde biriktirilir. Muamma asan âşık, bir gazelden sonra muammayı çözen kimsenin olup olmadığını şiirle sorar. Muammayı çözüme kavuşturmak isteyen âşık ise bir fasıldan (koşma, semai, destan) sonra muammanın cevabını manzum olarak verir. Bu cevap daha önceden kahveciye teslim edilen zarftaki cevapla karşılaştırılır, eğer doğru ise muamma duvardan indirilir, buna da “muamma indirmek” denilir (Onay, 1996: 379; Elçin, 1983: XV; Halıcı, 1992: 15; Türk Dünyası Ortak Edebiyatı Türk Dünyası Edebiyat Tarihi, Cilt 3, 2003: 249). Muamma tepsisinde toplanan hediyeler ise ya âşıklar arasında eşit olarak paylaşılır ya da sadece muammayı çözen âşık hediyeleri alarak çırağıyla paylaşır (Türk Dünyası Ortak Edebiyatı Türk Dünyası Edebiyat Tarihi, C. 3, 2003: 249, 2003: 249).

Muammanın cevabını veren âşık saz çalmayı bilmiyorsa saz çalan bir kişi fasla katılarak cevabı okur (Onay, 1996: 379). Eğer muammayı hiçbir âşık çözemezse asan âşık cevabı verir. Toplanan hediyeler de böylece ona kalır.

Âşıklar arasında muamma asmak veya indirmek oldukça önemlidir. Bir muammayı çözüme kavuşturmak veya bir muamma asmak âşığın ustalığının delili olmuştur. Nitekim muamma asmayan veya indirmeyen âşığa tam âşık gözüyle bakılmamıştır. Muamma asmak bir çeşit meydan okumadır. Hatta çoğu zaman kendi memleketinden başka bir memlekete giden âşık, o yörenin âşıklarına üstünlük sağlamak için muamma asar. Muammayı asan âşık, diğerlerinin bilgisini sınamaktadır ve eğer onlar muammayı

çözemezlerse yenilmiş sayılacaklardır. Hatta bazen muammayı çözemeyen âşık cezalandırılarak sazı elinden alınır. Bu, yenilen âşık için oldukça küçük düşürücü bir olaydır. Nitekim İzanî ile Şenlik’in karşılaşmasında Şenlik, İzanî’nin sorduğu muammaya cevap verir; ancak İzanî onun sorduğuna cevap veremez. Bunun üzerine İzanî, Şenlik’e sazını elinden almaması için yalvarır (Halıcı, 1992: 21). Saz alma olayı muammayı çözemeyen âşığa verilmiş bir çeşit cezadır ki, bunun benzerini bilmecelerde de görüyoruz.

Âşıkların birbirlerine âdeta meydan okuma tarzında sordukları bu muammalar onların ünlerini arttırmıştır. Öyle ki, bazılarının muamma asmaları ve indirmeleri bile dilden dile anlatılmıştır:

Âşık Kenzî’nin memleketi Karaman’da bulunduğu bir zaman şehre iki âşık gelir. Şehre girerlerken elleri kınalı bir gelinin bir inekle yavrusu dişi bir buzağıyı götürdüğünü görürler. Hemen gördükleri bu olayla ilgili bir muamma hazırlayarak şehirdeki bir kahvenin kapısına asarlar:

“Bu muamma âşık aklı Kınayaklı, kanayaklı Kanayaklı, kanayaklı Üç başlı ve on ayaklı”

Muammayı indiren Âşık Kenzî olur. Kanayaklı dişi için kullanılan bir tabirdir. Bunun üç defa tekrar edilmesinden üç dişiyi vurguladığını anlayan Kenzî, bunların başlarının üç, ayak toplamalarının ise on olduğundan hareket ederek muammayı çözer (Halıcı, 1992: 18-19).

Muamma asma ve çözme konusunda oldukça usta olan Kenzî ömründe bir defa Âşık Şem’i’ye yenilmiştir. Kenzî, Konya’ya giderek devrin ünlü âşıklar kahvesi olan Sulukahve’ye bir muamma asar:

“Ol nedir ki muallaktır kâşanesi? Temeli yok üstad kendi kurar anı Zinciri var, kemendi var hem şanesi Sakit duru lâkin yakar nice canı.”

Âşık Şem’i muammanın cevabının örümcek olduğunu bilir. Daha sonra Şem’i Kenzî’ye bir muamma sorar. Ancak Kenzî buna cevap veremez (Halıcı, 1992: 17).

Cemal Hoca, Âşık Divânî’ye bir muamma gönderir. Ancak Divânî muammayı çözemeyince cevabı yine Cemal Hoca verir (Yardımcı, 1999: 206).

Halk şairlerinin muamma ile bu derece iç içe olmaları bilmeceler ile muammaların birbirlerini etkilemelerine sebep olmuştur. Nitekim bunun sonucunda bazı muammalar bilmece olarak da sorulmuştur. Çalışmamızda bu türden örnekler yer almaktadır. Yukarıda verilen Âşık Kenzî’nin çözdüğü muamma inek, dana, süt sağan kimse cevaplarını karşılamak üzere bilmece olarak da kullanılmıştır:

Âşık der kan ayaklı Kan tutmuş kan ayaklı Bir acibe rast geldim Üç başlı on ayaklı (851.1.).

Uzun süre kimsenin cevap veremediği bu nedenle muammanın sahibi Âşık Yesarî’nin cevaplandırdığı aşağıdaki muamma karşımıza bilmece olarak da çıkmaktadır:

“Namaz, namaz, o namaz, Onu kimse kılamaz.

Etten mescit, su kıble,

Onu kimse bilemez.” (Halıcı, 1992: 19). Namaz namaz bir namaz

Cahil bundan anlamaz Etten mescit su kıble

Onda kılmış kim namaz (311.1.). Muammanın da bilmecenin de cevabı Hz. Yunus’tur.

Yine aynı şekilde namazla ilgili olan bir başka muamma: “Ol nedir ki: Hak yaratmış beş yemiş Beşi dahi birbirini görmemiş

İkisi gündüz bulunur, yaz ve kış,

Üçü dahi gün yüzünü görmemiş.” (Öztelli, 1977: 11). çalışmamızda yer alan metinler içerisinde bilmece olarak tespit edilmiştir:

Hak Taâla hoş yaratmış beş yemiş Beşi dahi birbirini görmemiş

İkisine gün dokunur yaz ve kış

Üçü dahi gün yüzünü görmemiş (305.3.).

Cevabı böcek olan ve Âşık Bulduk’un çırağına sorduğu; “Ol nedir ki ustalardan ustadır?

Ol nedir ki hastalardan hastadır? Ol nedir ki bağırsağı destedir?

Âşık çocuk muammamı bil benim!” (Halıcı, 1992: 19).

bu muamma biraz değişikliğe uğrayarak yine ipekböceği cevabını vermek üzere karşımıza bilmece olarak çıkmıştır:

Selâmünaleyküm hastalar Aleykümüsselâm ustalar Öyle bir kuş tanırım ki

Kendi bağını desteler (178.11.).

b. Bilmece-Lûgaz

Esas itibariyle divan edebiyatının ürünü olan lûgaz, bilmece ile yakın ilişki içerisinde bulunan bir türdür. Bir zamanlar hem divan hem de halk şairlerini meşgul eden bu türle ilgili olarak değişik tarifler yapılmıştır:

Ahteri-i Kebir: “Meyl etmek, yaban faresinin delikleri mânâsınadır” veya “Eğri çapraşık yol derler, sâlikine müşkül ola.” (Ahderi Mustafa Çelebi, 1292: 193).

Kamus-ı Türkî: “Fehmi ve hâlli müşkil olacak surette uydurulmuş söz, bilmece, yanılmaç” (Şemseddin Sami, 1995: 1341).

Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat: “Bilmece, bulmaca; yanıltmaca; manzum bilmece, eski dîvanların çoğunda bulunan ve halk dilinde hece vezni ile yazılmış olan bilmece.” (Devellioğlu, 1993: 554). Devellioğlu, örnek olması açısından şu bilmeceleri lûgatına almıştır: “Bir küçücük fıçıcık / İçi dolu turşucuk: limon.”, “Bir küçücük Arabcık / Başındadır tablacık: çivi” (Devellioğlu, 1993: 554). Demek ki, yazarın lûgaz tabirinden anladığı asıl şey bilmecedir.

Tahirü’l Mevlevî ise kelime ile ilgili olarak “Manzum bilmece demektir.” tarifini verdikten sonra örnek olmak üzere Devellioğlu’nda yer alan metinleri vermiştir (Tahirü’l Mevlevî, 1973: 93).

Şükrü Elçin: “Lügaz, Arapça bilmece demektir. Bir ismi değil, bir şeyi gizlemek üzere düzenlenen hünerdir.” şeklinde tarif etmektedir. (Elçin, 1983: XV).

İnsan adı dışında her şeyi konu alabilen genellikle ferdî bir bilmece türü olarak tanımlayabileceğimiz lûgazler, edebiyatımıza Araplar’dan geçmiştir. XV. yüzyıldan itibaren ise yaygın olarak kullanılmaya başlamıştır (Çelebioğlu-Öksüz, 1995:17). Beyler, paşalar, hatta padişahlar bile lûgaz söylemişler ve zaman zaman lûgazler yoluyla haberleşmişlerdir. Nitekim Sultan III. Murat’a ait olduğu zannedilen şu lûgaz bunu kanıtlamaktadır:

“Ol nedir kim: Dört ayaklı canı yok, Sanki bir kuru deridir, kanı yok. Üstüne güp güp düşer âşıkları, Onları men’ etmeğe dermanı yok. Durmayup hançer çekerler göğsüne, Hançere göğüs gerer, kalkanı yok. Ey Muradî, bu muammayı bilen

Aklı kâmildir, velî noksanı yok.” (Öztelli, 1977: 10).

Lûgaz hem manzum hem de mensur şekilleri bulunan bir türdür. Bu bakımdan bilmecelere benzeyen lûgazler ferdî olmalarıyla onlardan ayrılırlar. Halk arasında yaygın olarak bilinen şu bilmece aslında mensur bir lûgazdır:

“Yanında bir koyun ve bir kurt ve ot bulunan bir adam bir nehirden geçmeğe mecbur olarak nehirdeki kayık yahud kelek ise kayıkçısız olduğu hâlde kendiyle beraber onlardan ancak birini alabilse o adam koyunu kurt ile yahud ot ile bırakamayacağı cihetle ne yapmalıdır?

Cevap: Evvelâ koyunu karşı yakaya geçirip bırakmalı. Ba’dehu dönüp otu götürmeli ve koyunu alıp gelmeli. Ondan sonra kurdu götürüp otun yanına koymalı ve ba’dehu gelip koyunu geçirmelidir.” (Mehmed Zihni, Elgâz-ı Fıkhiyye, İstanbul 1309, s. 337’den Çelebioğlu-Öksüz, 1995: 18).

Ancak mensur lûgazlerin sayısı manzumlara göre oldukça azdır. Bilmece ile lûgaz arasındaki en önemli farklardan birisi de vezindir. Manzum bilmeceler genellikle hece ölçüsü ile söylenirken lûgazler aruzun çeşitli kalıplarıyla özellikle fâ’ilâtün/fâ’ilâtün/fâ’ilün

kalıbıyla yazılmaktadırlar. Genellikle kafiyenin kolaylıkla bulunması açısından mesnevi tarzında, yani her beyit kendi arasında kafiyelenmiştir. Manzum olanlarının beyit sayısı 1- 25 arasında değişmektedir (Türk Dünyası Ortak Edebiyatı Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri Ansiklopedik Sözlüğü, C. 1, 2001: 438). Lûgazler ferdî olmalarına rağmen bunların sonlarında şairin mahlası yer almaz. Ancak uzun olan bazı lûgazlerde mahlas kullanılır (Çelebioğlu-Öksüz, 1995: 18).

Lûgazlerin başında genellikle “Ol nedir ki”, “Bir acayip nesne gördüm” veya “Ben bugün bir nesne gördüm” ifadeleri yer almaktadır. Bu onların bilmeceden ayrılan taraflarıdır. Çünkü asıl halk bilmecelerinde bu tür ifadelere rastlanmaz. Hatta bir çoğunda soru kelimesi bile yoktur. Ayrıca bilmecelerin sonunda görülen tehdit, hakaret veya aşağılamanın yerini lûgazlerin bazılarında iltifat alır: “Arif olan kişi fehmeder anı.”, “Bilmeceyi halledenin aklı tamam noksanı yok.”

Lûgazler konu bakımından muammadan farklıdırlar. Çevrede görülen hemen hemen her şey (tabiat, bitki, hayvan, insan, eşya, vb.) ile ilgili olabilirler. Bu bakımdan bilmecelerle aralarında benzerlik bulunmaktadır. Ayrıca bilmeceler gibi çözüme yarayacak ipucunu da bünyelerinde bulundururlar. Bir çok bilmeceye de konu olmuş olan gök cisimlerinden ay, bir lûgazde şöyle işlenmiştir:

Nedir ol kim yigirmi on yaşında Cihânın yükü hep anın başında Acebdir geh arıklar geh semirir Görünmez gâhi sankim yere girir Çıkıp çardağın üstüne gâhi Oturur başı çıplak yok külâhı Zokaklara çıkıp dün yarısı hep Gezer hırsız gibi bî-bâk ü bî-gam Varır evden eve her şeb ol âfet

Soyut kavramlarla ilgili olan lûgazler de vardır. Baht cevaplı şu lûgaze bir göz atalım:

Nedir ol kim ola sermaye câna Sebebdir rahat-ı halk-ı cihâna Doğurmuş herkesi anınla mader Velikin mevt ile ölmüş beraber Değil sam ü Nerîmân zabtına kâdir Olur gâhi seninle câya hazır Eder şâh-ı cihân geh bir gedâyı Gehi düşman eder bir âşinâyı Şekerden tatludur amma ki yenmez Hüdâ ihsân eder ol yerde bitmez Olursan nûr-ı dîdemsin ana yâr

Reşid derdmendi etme ağyâr (Letâif-i Elgâz, 1873: 27-28).

Lâmiî, Âşık Ömer, Vehbî, Rahmî, Ferdî, Sücudî, Vahyî, Nedim, Zarifî, Zamirî, Fazlî, Saidî, Râşid, Lebib, Fennî, Emînî, Sâbit, Ziver, Sâmî, Cihadî ve Müdamî gibi şairler lûgaz yazmışlardır (Türk Dünyası Ortak Edebiyatı Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri Ansiklopedik Sözlüğü, C. 1, 2001: 438).

Divan edebiyatı şairlerinden etkilenen halk şairleri de lûgaz yazmışlardır. Âşıkların lûgaz yazmaları halkın malı olan bilmeceler ile ferdî ürünler olan lûgazler arasında bir köprü kurmuş, bunun sonucunda bu iki tür birbirinden etkilenmiştir. Zaman zaman bir halk bilmecesi bir lûgaza zaman zaman da bir lûgaz bir halk bilmecesine kaynaklık etmiştir. Bunlar birbirlerinden bu alışverişi yaparken lûgaz bilmeceyi, bilmece de lûgazı kendi üslubuna uygun bir hâle getirmiştir.

Üç kardaşlardır ki Biri yerde gezer Biri gökte gezer

cemrelerle ilgili olan bu bilmecemizin kaynağı Fitnat Hanım’a ait olan şu lûgazdır: “Ol nedir kim üç birader her zaman

Birbiri ardınca olmuşdur revân Yılda bir kerre gelirler âleme Makdemiyle kesb-i feyzeyler cihân Kimseler görmüş değildir yüzlerin İsmi vardır cismi amma ki nihân Birisi oldu havâya münkalib Birisi âb içre tutdu âşiyân Gördü bulmuş her birisi yerlerin Biri dâhi eyledi hâki mekân Serleri üç, pâları beş anların

Kıl tefekkür eyledim sana beyân” (Tahirü’l Mevlevî, 1973: 93).

Aynı şekilde yukarıda III. Murat’a ait olarak gösterilen lûgaz dili sadeleşerek şu şekilde bilmeceleşmiştir:

Kuru kafa kanı yoktur dört ayaklı canı yoktur Üstünde güller açar kokusu reyhanı yoktur Bin bir hançer girer çıkar ayağa kalkanı yoktur Bunu bilen yiğidin aklının noksanı yoktur (522.3.).

Nitekim biz de çalışmamız için kaynak taraması yaparken lûgaz olan bazı metinlerin çeşitli kaynaklarda bilmece olarak yer aldığını gördük. Bunları çalışmamızın II. cildinde bilmece metinlerinden sonra “Bilmece Olarak Tespit Edilmiş Lûgazler” başlığı altında verdik.

Burada yer alan pek çok lûgaz asıl metinlerimiz ile benzerlik göstermektedir. Örneğin; cenaze ile ilgili olan bir bilmece (250.8.) ile bir lûgaz (10.2.) birbirine çok benzemektedir. Cevabı kestane olan şu bilmecemiz ise;

Eştemen eşteri

Cümle âlem lezzetine müşteri Giydiği kaftan kara gömleği sarı Anası yüz yaşında bir koca karı (85.3.).

yine cevabı kestane olan bir lûgaze kaynaklık etmiştir: Ol nedir kim bindir anın neşteri Giydiği kaftan kara gömlek sarı Anası var yüz yaşında bir karı

Cümle âlem lezzetine müşteri (28.1.).

Aynı şekilde şu lûgazın kaynağı da kestaneyle ilgili bilmecemizdir: Ol nedir ki yüz yaşında bir karı

İrili ufaklı oğlancıkları Her birinin vardır türlü sayesi

Onları hep sütle besler teyzesi (23.1.).

Yumurta ile ilgili olan şu lûgaz ise yine yumurta cevaplı bir halk bilmecesine kaynaklık etmiştir:

Bir acaip kubbe gördüm bassam alnı yarılır Nısfı kabuk nısfı sarı nısfı anın zar olur Kendi canlı değil amma ister ise canlanır

Canlı olsun cansız olsun hastaya derman olur (56.1.).

Bir mücevher hokka buldum Yarı altın yarı gümüş

Hastaya versem canlanır Arzu etsem kanlanır (243.8.).

c. Bilmece-Bağlama

Bağlama, âşık edebiyatı türlerinden birisi olup âşıkların birbirlerine karşılıklı olarak sordukları manzum bilmecedir. Örnekleri daha çok Azerbaycan edebiyatında görülür. Tür, âşıklar tarafından yaratıldığı için muamma ve lûgazlere benzemektedir. Manzum bir

soruya verilen manzum bir cevap olmasından dolayı da bilmecelerden farklıdırlar. Çünkü bilmecelerde cevap kısmı manzum değildir. Ayrıca bağlamalarda soru kısmı kaç mısra ise cevabın da o kadar olması gerekir. Bilmeceler için ise böyle bir durum söz konusu değildir. Bilmeceler anonim olmalarına rağmen bağlamalar ferdî ürünlerdir.

Bağlamalar iki değişik şekilde söylenebilirler: a. İki saz şairi veya iki ayrı âşıklar bölüğü bir dernekte veya iddialı bir toplantıda karşılaşınca “yabancı-garip” veya “misafir” olan yahut yaşlı bulunan taraf bağlamasını söyler, karşıki veya öteki taraf da açmasını “yeğden” (irticalen) söyler. b) İkinci tür söyleme sebebi de, usta bir halk şairi, dilediği bir sırada kendi kendisine bir bağlama söyler ve çoğu zaman bunun bir de açmasını veya açmacasını yapar (Sakaoğlu, 1979-1983: 231).

Sual: O nedi ki, gece gündüz lahlıyar? O nedi ki, her ne versen sahlıyar? O nedi ki, kişileri hahlıyar?

Üstad isen bunan mene cavab ver? Cavab: O geyimdir gece, gündüz lahlıyar

O torpagdı her ne versen sahlıyar O bilikdi kişleri hahlıyar

Al cavabın usta söyle başgasın. (Sakaoğlu-Alptekin-Şimşek, 1992: 210).

4. Bilmecelerin Kalıplaşmış İfadelerle İlişkisi