• Sonuç bulunamadı

C. Over-The Counter (OTC = Reçetesiz) Beyazlatma İşlemleri

6. BEYAZLATMA TEDAVİSİNİN RESTORATİF MATERYALLER ÜZERİNE

6.3. Beyazlatmanın Kompozit Rezinler Üzerine Etkisi

Hastaların doğal görünüme olan ilgileri, estetik bakımından artan talepleri ve amalgamın sahip olduğu birtakım dezavantajlar nedeniyle, daha uygun mekanik ve fiziksel özelliklere sahip diş rengine uygun farklı materyal ve tekniklerin arayışına gidilmiştir. Yapılan araştırmalar sonucunda, adeziv teknolojisinin çok hızlı ilerlemesiyle birlikte, farklı türlerde kompozitler rezinler piyasaya sürülmüştür (132). İlk kez 1962 yılında tanıtımı yapılan kompozit rezinler, silika ile desteklenmiş polimerik esaslı restoratif materyallerdir. Kompozit rezinlerin; organik matriks, ara bağlayıcılar ve inorganik doldurucu partiküller olmak üzere 3 ana bileşeni mevcuttur. Genellikle ön grup dişlerin restorasyonunda kullanılan kompozit rezinler; adeziv materyaller ve kavite preparasyon tekniklerindeki gelişmelere bağlı olarak önemli kullanım alanı bulmuştur (132).

Kompozit rezinler; mekanik, fiziksel, kimyasal ve biyolojik yönden birçok olumlu özelliğe sahiptir. Bu özellikler temelde; estetik görünüm, çeşitli renk seçenekleri, mine ve dentine adezyon kapasitesi, sertleşme zamanının kontrol edilebilmesi, uygulama kolaylığı, ideal akışkanlık, ısı iletiminin düşük olması, yüksek dayanıklılık, cilalanabilirlik, ağız ortamında düşük çözünürlük ve diş yapısı ile iyi bir retansiyondur. Olumsuz özellikleri arasında ise; su emilimi, renklenmeye sebep olma, polimerizasyon kontraksiyonu sonucu mikrosızıntı, çekme ve gerilme kuvvetlerine karşı düşük direnç, postoperatif hassasiyet, abrazyona karşı düşük direnç, deri ile temasında kontak dermatit sayılabilir (132).

Kompozit rezinlerde tek bir sınıflamadan bahsetmek mümkün değildir. Polimerizasyon yöntemlerine ve viskozitelerine, inorganik doldurucu partiküllerinin büyüklüğü ve hacimsel yüzdesine göre farklı şekillerde sınıflandırılırlar (132).

Kompozit rezinler polimerizasyon yöntemine göre; kimyasal olarak polimerize olan, ışıkla polimerize olan ve hem kimyasal hem de ışıkla polimerize

olan kompozit rezinler şeklinde 3 gruba ayrılır. Viskositelerine göre ise; kondanse edilebilen ve akışkan kompozitler şeklinde sınıflandırılırlar. Günümüzde geçerliliğini halen koruyan Lutz ve Philips’in sınıflandırmasında, inorganik doldurucu partiküllerin büyüklüğü ve miktarı esas alınmıştır (Tablo 1) (132).

Kompozit Rezin Tipi Partikül Büyüklüğü Partikül Yüzdesi

Megafil Kompozitler 50-100μm --- Makrofil Kompozitler 10-100μm %70-80 Midifil Kompozitler 1-10μm %70-80 Minifil Kompozitler 0.1-1μm %75-85 Mikrofil Kompozitler 0.01-0.1μm %35-60 Hibrit Kompozitler 0.04-1μm %75-80 Nanofil Kompozitler 0.005-0.01μm ----

Tablo 1: İnorganik doldurucu partikül büyüklük ve yüzdelerine göre sınıflandırma.

a. Megafil Kompozitler

Partikül büyüklükleri 50-100 μm arasında değişen bu kompozitlerde, “insert” diye adlandırılan cam partiküllerinin, okluzal değim yüzeylerine veya çok aşınan bölgelere yerleştirilmesi önerilmektedir (132).

b. Makrofil Kompozitler

Doldurucu partikülerinin büyüklüğü 10-100 μm arasında değişmektedir. Ağırlık olarak yaklaşık %86 oranında inorganik doldurucu içerirler. İnorganik doldurucular, 14μm boyutlarında kuartz veya ağır metal cam partiküllerinden oluşmaktadır. Kuartz partiküllerinin sert ve büyük olması, organik matriksin inorganik partiküllerden daha fazla aşınmasına yol açar. Bu nedenle yüzey pürüzlülüğü ve renklenme meydana gelebilir (132).

c. Midifil Kompozitler

Doldurucu partikül büyüklükleri 1-10 μm arasında olan bu grup, geleneksel kompozitler olarak da adlandırılırlar. Midifil kompozitlerin ağırlıkça yaklaşık %70- 80’ini organik polimer matriks içerisine dağılmış inorganik doldurucular oluşturmaktadır. Günümüzde, makrofil kompozitlerdekine benzer sorunlar nedeniyle, fazla tercih edilmemektedirler (132).

Doldurucu partikül büyüklüğü 0,1-1 μm arasında değişen küçük partiküllü kompozitlerdir. Makrofil kompozitlere oranla daha fazla miktarda partikül içermektedirler. Aşınmaya karşı dirençleri yüksek olduğundan sınıf II kavitelerde kullanılmaktadırlar. İnorganik doldurucu olarak kuartz yerine, daha kırılgan baryum ve stronsiyum gibi ağır metalleri ihtiva eden cam ile yoğunlaştırılmış partiküller içermektedir. Yüzeyin pürüzlü olmasında, partiküllerin büyüklüğü kadar yapıları da etkilidir. Ayrıca estetik açıdan iyi olmalarına rağmen, çiğneme kuvvetlerine karşı dirençleri düşüktür (132).

e. Mikrofil Kompozitler

Doldurucu büyüklükleri 0,01-0,1 μm arasında değişen kolloidal silika partikülleri içeren bu kompozitler, cilalanabilir kompozitler olarak da adlandırılmaktadır. İnorganik doldurucu partiküller ile organik matriks aynı hızda aşınır, bundan dolayı da makrofil kompozitlere oranla mikrofil kompozitler daha düzgün yüzeylidir. Estetik açıdan avantajlı olmalarına rağmen, strese karşı direncin zorunlu olduğu alanlarda kullanılmaları tavsiye edilmektedir. Elastisite modülünün düşük, termal genleşme katsayısı ve su absorbsiyonunun yüksek olması gibi bazı dezavantajlara sahiptir (132).

f. Hibrit Kompozitler

Farklı büyüklükteki doldurucu partiküllerin karışımıyla oluşan rezinlere hibrit kompozitler adı verilmektedir. Doldurucu partikül yüzdesi %75-80 olan hibrit kompozitlerin, ağırlıkça yaklaşık %10-20’sini kolloidal silika oluşturmaktadır. Mikrofil kompozitlerle karşılaştırıldığında; radyoopak olmaları, daha az polimerizasyon büzülmesi göstermeleri ve daha az teknik hassasiyet gerektirmeleri önemli avantajlarındandır (132).

g. Nanofil Kompozitler

Nanodoldurucu teknolojisi ile geliştirilen nanometre boyutunda (0.005– 0.01μm) doldurucu partiküllerin rezin kompozitlere eklenmesiyle üretilmişlerdir. Nano-partiküllü kompozit materyallerin organik yapısı da diğer geleneksel ve hibrit kompozitler gibi benzer polimer yapılarından meydana gelir, inorganik yapıyı meydana getiren partiküller nanomer ve nanomer gruplarından (nanocluster) oluşmaktadır. Kompozitin organik yapısına katılan nanomer grupları, 50 nm’den küçük nanomerlerin gevşek bağlarla meydana getirdiği yapılardır. Silika ve

zirkonyum partikülleri içerir. Hibrit kompozitlerle karşılaştırıldığında, nano kompozitlerin kırılma ve aşınma dirençleri daha yüksektir. Doldurucu oranının yüksek olması organik yapının hacimce azalmasına ve sonuç olarak polimerizasyon büzülmesinin %1.5 civarına kadar inmesine yardımcı olmaktadır. Nano doldurucu partiküllerin boyutlarının görünür ışığın dalga boyundan çok daha küçük olması, anterior restorasyonlarda rahatlıkla kullanılabilmelerine olanak vermektedir (132).

Kompozit rezinler, beyazlatma ajanlarına diğer restorasyonlardan daha fazla maruz kalmaktadır. Beyazlatma ajanlarının mine, dentin ve sementte morfolojik ve kimyasal değişimlere yol açmanın yanı sıra, kompozit restorasyonları yumuşatması ve rezin matrikste çatlaklar oluşturmasından endişe edilmektedir. Uygulanan beyazlatma materyalinin türü ve dozundaki farklılıkların, kullanılan restoratif materyallerin yüzey sertliği üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesi gerekmektedir. Beyazlatma kaynaklı kimyasal yumuşamanın, estetik materyallerin renk, mikrosertlik ve pürüzlülük gibi fiziko-mekanik özellikleri üzerinde potansiyel etkisinin olduğunu göz önünde bulundurulmalıdır (34).

Konuyla ilgili yapılan bazı araştırmalarda; %10’luk karbamit peroksit kullanımı sonrasında kompozitlerde önemli renk değişimleri gözlemlenirken, diğer çalışmalarda ise; %10’luk karbamit peroksit ile muamele edilen kompozitlerdeki renk değişiminin suda bekletilen kompozitlere benzer olduğu ve insan gözüyle seçilemeyeceği belirtilmiştir (13, 143).

Villata ve arkadaşları, renklenmenin ve beyazlatmanın kompozit rezinlerdeki renk değişikliği üzerine etkilerini incelemişler, beyazlatma sonrasında renklenmenin tamamen giderildiğini rapor etmişledir (144).

%30’luk hidrojen peroksit içeren diş beyazlatma ajanlarının mikrofil, hibrit ve posterior kompozitlere etkisinin araştırıldığı bir çalışmada; özellikle mikrofil kompozitlerde önemli renk değişikliğinin yanı sıra uygulamadan bir hafta sonra gerilme kuvvetlerinin anlamlı miktarda azaldığı bildirilmiştir. %30’luk hidrojen peroksitin 14 gün boyunca kullanıldığı diğer bir çalışmada, rezin ve poliasit modifiye restoratif materyallerde 3.0’dan daha fazla renk değişim değeri saptanmıştır (145).

Yalçın ve Gürgan ise, in-vitro olarak yaptıkları bir çalışmada, bazı beyazlatma yöntemlerinin estetik materyallerin parlaklığını etkilediğini belirtmişlerdir (146).

Yüksek konsantrasyonda hidrojen peroksit kullanımının, kompozitlerin mineye olan tutuculuğuna hiç etki yapmadığını bildiren çalışmalar bulunduğu gibi, tutuculuğu azalttığını bildiren araştırmalar da mevcuttur. Bu durum mine yüzeyinde kalan artık oksijen varlığına bağlanmıştır. %10’luk karbamit peroksitin kısa süreli kullanımının kompozitlerin bağlanmasını etkilemediği, ancak uzun süreli kullanımının restorasyonun yüzeyini aşındırdığı bildirilmiştir (147, 148).

Ulukapı ve arkadaşlarının karbamit peroksitle yaptığı in-vitro bir çalışmada, beyazlatma sonrasında amalgam restorasyonlarda hiçbir olumsuz etki görülmezken kompozit rezinlerde kenar sızıntısı tespit edilmiştir (149).

Crim, iki farklı kompozit kullanarak yaptığı in-vitro bir çalışmada, 9 gün süreyle karbamit peroksit uygulanmasının ardından, beyazlatmanın her iki restoratif materyalin marjinalinde olumsuz etkiye neden olduğunu belirtmiştir (25).

Üç farklı beyazlatma ajanının kompozitlere etkisini araştıran diğer bir çalışmada Bailey ve arkadaşları; hibrit kompozitlerde hafif bir pürüzlülük artışı ve mikrosertlikte anlamlı azalma olduğunu vurgulamışlardır (24).

Schemehorn ve arkadaşları ise, diş yüzeyine uygulanan %6’lık hidrojen peroksit jelin kompozit rezin ve yüksek bakırlı amalgamın yüzey morfolojisi üzerinde anlamlı bir etkiye sahip olmadığını vurgulamışlardır (150).

SEM ile yapılan bazı çalışma ve profilometrik analizlerde; %10-16’lık karbamit peroksit beyazlatma jellerinin, mikrofil ve hibrit kompozit rezinlerde yüzey pürüzlülüğü ve porozite miktarını arttırdığı, dört haftalık bir süre sonunda ise mikro- çatlaklar oluştuğu, ancak bu artışın istatistiksel olarak fazla anlamlı olmadığı gösterilmiştir (140).

Polydorou ve arkadaşları, %15’lik karbamit peroksit ve %38’lik hidrojen peroksitin 4 farklı kompozit materyalin yüzey özelliklerine etkisini in-vitro olarak incelemişler, yüzey özelliklerinde büyük değişikliklerin olmadığını ve beyazlatma sonrası tekrar cilalama işlemleriyle bu etkilerin giderilebildiğini bildirmişlerdir (151). Beyazlatma tedavisinin kompozit restorasyonlar üzerine Streptococcus mutans ve Streptococcus sobrinus’un tutunmasını arttırdığı gösterilmiştir (152).

Yapılan araştırmalar; gece koruyuculu vital beyazlatma tekniğinin, altın ve amalgamda olduğu gibi porselen ve diğer seramik materyallerin renk ve fiziksel özellikleri üzerinde önemli bir etkisinin olmadığını göstermiştir (153).

Karbamit peroksitin mine, kompozit ve porselen yüzey pürüzlülüğüne etkilerini araştıran Moraes ve arkadaşları, 21 gün sonunda %10’luk karbamit peroksitin sadece porselen grubunda anlamlı pürüzlülük artışına neden olduğunu belirtmiştir (154).

Karbamit peroksitin ağızda kullanılan seramik braketlere etkisinin araştırıldığı bir çalışmada ise, gerilim kuvvetlerinin anlamlı olarak azaldığı gösterilmiş ve böylece ortodontik aparey kullanımına başlamadan bir hafta önce beyazlatma uygulamalarına son verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır (155).

Benzer Belgeler