• Sonuç bulunamadı

“Ölüm bu kadar yakından kokladığı insanların peşini kolay kolay bırakmıyordu. Er geç bir tarafta karşılarına çıkıyor, sofrasını açıyor, “Buyurun!”

diyordu.”141

Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir’de, Türk kültür ve tarihinin izlerini taşıyan Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve Đstanbul şehirlerinin portrelerini, kendi iç dünyasından gelen izlerle birleştirerek anlatmaktadır. Üslûbu, bir düz yazıdan çok şiir havasındadır. Ona göre Beş Şehir’in konusu: “…hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır.

Đlk bakışta birbiriyle çatışır görünen bu iki duyguyu sevgi kelimesinde birleştirebiliriz. Bu sevginin kendisine çerçeve olarak seçtiği şehirler, benim hayatımın tesadüfleridir. Bu itibarla, onların arkasında kendi insanımızı ve hayatımızı, vatanın manevî çehresi olan kültürümüzü görmek daha doğru olur.”142 Tanpınar’da asıl belirleyici unsur, yitirilmiş zamanların ve tarihin ardından duyduğu hüzündür. Toplumsal değişimimizin şehirlerimizi de etkilediğini, özellikle mimarî ve sanatsal estetiğimizin kayboluşunu, özlem ve suçluluk duygusunun bir karışımı olarak ifade etmiştir: “Bizden evvelki nesiller gibi bizim neslimiz de, bu değerlere şimdi medeniyet değişmesi dediğimiz, bütün yaşama ümitlerimizin bağlı olduğu uzun ve sarsıcı tecrübenin bizi getirdiği sert dönemeçlerden baktı. Yüz elli senedir hep onun uçurumlarına sarktık. Onun dirseklerinden arkada bıraktığımız yolu ve uzakta zahmetimize gülen vaitli manzarayı seyrettik.”143

Tanpınar’a göre, toplumu oluşturan kişilerin kimlikleri de ulusları gibi tarihlerinden gelmektedir: “Đnsanın yaşadığı zaman hayatı ise milletinki de tarihidir.”144 sözü ile Mehmed Çavuşoğlu, Tanpınar’daki insan, millet ve tarih kavramlarını özetlemiştir.

141 Tanpınar, Beş Şehir, s. 33.

142 A.g.e., s. 7.

143 A.g.e., s. 7.

144 Uçman - Đnci, a.g.e., s. 184.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir adlı eserinde, şehirlere bina, yol, tarihî eser olarak değil, arkalarında yatan derin anlamlarıyla bakmıştır.

Türklerin 1071’de Malazgirt ile başlayan Anadolu serüvenin, Selçuklularla bütünleşip Osmanlıya, oradan da Türkiye’ye kadar uzanan zaman dilimlerini, gördüğü şehirlerdeki yansımalarıyla aktarmak istemiştir. Şehirler, mazinin birer tanığıdır ve değişimin de somut göstergeleridir; fakat Tanpınar bizdeki değişim sürecinden memnun görünmemektedir. Batıdan gelen moda anlayışının götürdüklerinden ve geçmişe ait izleri silmesinden üzüntü duyduğunu şu şekilde ifade eder: “Gideceğimiz yolu hepimiz biliyoruz. Fakat yol uzadıkça ayrıldığımız âlem, bizi her günden biraz daha meşgul ediyor. Şimdi onu, hüviyetimizde gittikçe büyüyen bir boşluk gibi duyuyoruz, biraz sonra, bir köşede bırakıvermek için sabırsızlandığımız ağır bir yük oluyor. Đrademizin en sağlam olduğu anlarda bile, içimizde hiç olmazsa bir sızı ve bazen de, bir vicdan azabı gibi konuşuyor.”145

Bu konuda Mustafa Armağan, Tanpınar’ın görüşlerini şu şekilde özetlemektedir: “…hatıralar, hafızada birbirinden bağımsız durmaz; onlar dağ doruklarında hiç erimeden kalan karların üzerine yeni mevsim karlarının yağmasına benzer bir birikim sürecinden geçer. Her hatıra öncekilerin üzerine yağar. Onlara eklemlenir; birbirinden ayrılmaz olur.”146 Đşte Tanpınar için, şehirler de hafıza birikimine benzer. O, Beş Şehir’de, şehirlerimizin tarih köprüsündeki hafızalarını gün ışığına çıkarmak için uğraşır. Mazi ile anın yer yer uyum yer yer de çatışma içinde olduğu bu şehirleri, kendi penceresinden tanıtır. Maziyi, yani toplumsal hafızanın birikimini, şehirlerimizde arar: “Sade millet ve cemiyetlerin değil, şahsiyetlerin de asıl mâna ve hüviyetini, çekirdeğini tarihîlik denen şeyin yaptığı düşünülürse, bu iç didişme hiç de yadırganamaz. Mazi daima mevcuttur. Kendimiz olarak yaşayabilmek için, onunla her an hesaplaşmaya ve anlaşmaya mecburuz.”147

145 Tanpınar, a.g.e., s. 7.

146 Mustafa Armağan, “Tanpınar’ın Tılsımlı Aynasında Şehirler”, Hece (Ârafta Bir Süreklilik Arayışı Olarak Ahmet Hamdi Tanpınar Özel Sayısı), Yıl: 6, Sayı: 61, Ankara, Ocak 2002, s.

241.

147 Tanpınar, a.g.e., s. 8.

Ankara

Đlk bölüm Ankara’dır. Tanpınar, Ankara’ya ilk olarak 1928 sonbaharında gelmiştir. Eski mahalleler, Ankara Kalesi’ne çıkan yollar, Cebeci tarafları ve Hacı Bayram Cami, Tanpınar’ın Ankara izlenimlerinin temel noktalarıdır. O dönemde Ankara, Đstiklâl Savaşı’nın izlerini taşımaktadır. Mustafa Kemal Atatürk ve Đsmet Đnönü Ankara’dadır ve Tanpınar, Malazgirt’ten başlayarak Anadolu’nun bütün kahramanlarına tarihsel bir köprü kurar. Halûk Sunat’a göre: “…zaman zincirinin baklalarını tek tek ilerlediğimizde, gerçek hayat anlayışı ve yaratma sürecinde o zincirin ucundan tutan, sevgili Tanpınar’a ulaşmış oluruz.”148 Tanpınar’a göre, bir şehri anlamanın asıl noktası, onun bütün mazisinde gizlidir.

Erzurum

Đkinci bölüm Erzurum’dur. Tanpınar, Erzurum’a üç kez üç farklı yoldan gittiğinden bahseder. Đlk olarak 1913’te Balkan Harbi sonlarında, çocuk yaştayken gitmiştir. Bu kısımda, Erzurum’dan çok yolculuk esnasındaki anıları ön plandadır. On bir gün süren bu yolculukta Tanpınar, geçtikleri yollardaki doğa karşısında duyduğu izlenimlerini anlatmaktadır.

Đkinci gelişi ise 1923’tedir. Bu dönem de Birinci Cihan Harbi ve Đstiklâl Savaşı sonlarıdır. Bu bölümde Tanpınar, on yıl önce geldiği Erzurum’dan çok farklı bir Erzurum’la karşılaşır. Bu gelişte, özellikle çarşı ve çarşıda çalışan zanaatkârlar dikkatini çeker. “Erzurum’un asıl hayatını bu esnaf yapıyordu.”149 sözüyle çalışma hayatının Erzurum’u nasıl değiştirdiğini vurgulamak istemiştir.

Öte yandan, Erzurum’da yaşadığı deprem de Tanpınar’ı derinden etkiler. Şehrin kazalarındaki insan kayıpları, şehre göç eden insanlar, bir anda şehrin manzarasını değiştirmiştir. Bu felaketin etkisi bir ay sürer.

Bir sonraki bölümde Tanpınar, Atatürk’ü ilk defa Erzurum’da gördüğünden bahseder. Daha sonra da Konya, Đstanbul ve Ankara’da da Ata’yı görme fırsatı bulduğunu söyler. Atatürk’ün, onun üzerinde bıraktığı derin etkiyi

148 Sunat, Boşluğa Açılan Kapı, s. 275.

149 Tanpınar, a.g.e., s. 39.

şu cümleleriyle özetlemek doğru olacaktır: “Atatürk her şart içinde kendisini empoze edenlerdendi. Bakışında, jestlerinde, ellerinin hareketinde, kımıldanışlarında ve yüzünün çizgilerinde bütün bir dinamizm vardı. Bu dinamizm etrafını bir çeşit sessiz sarsıntı ile dolduruyordu.”150

Tanpınar’ın üçüncü ve son kez Erzurum’a gidişi Đkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına rastlar. Yataklı vagonda yaptığı yolculuktan pek hoşlanmaz. Bu tarz bir gidişin yolculuğu öldürdüğünden bahseder ve ekler: “Gerçek hayatı halk arasında aramak lâzım geldiği gibi…”151 der. Bu son gidişinde Erzurum’u toparlanmış ve gelişmiş bulur. Erzurum’dan Cinis’e gider; burada on iki-on üç yaşlarında bir kız ile ölümün eşiğinde olan ihtiyar bir çiftçi onu çok etkiler:

“Harp yıllarının iskelet takırtılarıyla dolu dünyası içinde, dört bir yanı kavrayan yangın ortasında onlar benim için yeni bir âlemin, asıl insanlığın dersini verir gibiydiler. Đnsanlar çalışırken nasıl mesut oluyorlar! Yaratmanın hızı, onları içlerinde kavrayıp kurduğu zaman bu ölüm makinesi ne kadar güzel, ne temiz bir ahenkle işliyor…”152

Konya

Tanpınar, 30 Ağustos zaferi kutlanırken Erzurum’dan trenle ayrılarak bir sonraki durağı Konya’ya gider. Konya, “bozkırın tam çocuğu”, Tanpınar’da esrarlı bir güzellik hissi uyandırır. Yazar önce Selçukluların parlak dönemlerinden bahseder. Daha sonra Haçlı ve Moğol istilalarında yaşanan karışıklıklarla tarihî bir yolculuk yapar. Bu karışıklıklarının sonucu olarak Konya’nın mistisizmin merkezi oluşunu: “Bu karışıklığın içinde anarşinin ta kendisi alır yürür.”153 cümlesiyle anlatır ki, bu ifadesiyle durumun pek de hoşuna gitmediği anlaşılmaktadır. Hemen ardından Mevlânâ ve Şems-i Tebrizi’den söz eder ve Mevlânâ’yı Doğu’nun en büyük şairlerinden bir olarak selamlar.

150 Tanpınar, a.g.e., s. 45.

151 A.g.e., s. 58.

152 A.g.e., s. 61.

153 A.g.e., s. 73.

Bursa

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yolculuğunun önemli diğer bir durağı ise Bursa’dır. Bursa, Osmanlı Đmparatorluğu’nun kuruluş dönemi şehridir. Yüz otuz yıl boyunca bir Türk şehri olarak yaşamış, kültürümüzün manevî mirasını korumuştur. Tanpınar, Bursa’ya birkaç defa gitmiştir ve her gidişinde kendisini

“efsanevî” bir tarihin içinde bulmuştur. Ona göre, “Bu şehirde muayyen bir çağa ait olmak keyfiyeti o kadar kuvvetlidir ki insan ‘Bursa’da ikinci bir zaman daha vardır.’ diye düşünebilir.”154 Bu zaman; takvimle saatle alakası olmayan, sanatla, ihtirasla, imanla yaşanmış bir hayatın ve tarihin şehirle bütünleşmesinin doğurduğu “yekpâre” bir zamandır. Şehir, camileriyle, türbeleriyle mazide yaşasa da, aslında modern çağın nabzında atmaktadır. “Bu şehre tarih, damgasını o kadar derin ve kuvvetle basmıştır.”155 Kısacası Tanpınar, Bursa’yı tarihin aynasına bakarak gezmektedir.

Đstanbul

Beş Şehir’in son bölümü Đstanbul’dur. Tanpınar’da “Đstanbul, geçmişi anımsattığı kadar (ya da anımsattıkça) Đstanbul’dur.”156 Onun nesli için Đstanbul, atalarımızın algıladığından çok farklı bir şehirdir: “O muhayyilemize sırmalı, altın işlemeli hil’atlere bürünerek gelmiyor, ne de din çerçevesinden onu görüyoruz. Bu kelimeden taşan aydınlık bizim için daha ziyade, kendi ruh hâletlerimize göre seçtiğimiz mazi hâtıralarının, hasretlerin aydınlığıdır.”157 Tanpınar’a göre her Đstanbullu az çok şairdir; çünkü insan, Đstanbul’da

“muhayyile oyunu” içinde yaşar.

Tanzimatla birlikte Đstanbul değişmeye başlamıştır. Bu değişim o kadar hızlı ve ani olmuştur ki, 1908 ile 1923 arasında artık eski kimliğini kaybetmiştir. Tanpınar, çocukluğunun mehtap sefalarını, Kâğıthane âlemlerini, Çamlıca gezilerini, Boğaz mesirelerini, kısaca şehrin birlikte yaptığı eğlence hayatını kaybettiğinin altını çizer. Đstanbul artık çalışan bir şehirdir ve ona yeni bir zaman lazımdır.

154 A.g.e., s. 94.

155 A.g.e., s. 94.

156 Sunat, a.g.e., s. 288.

157 Tanpınar, a.g.e., s. 119.

Beş Şehir, mazi ile anın, gelenek ile yeninin, insan ile toplumun hesaplaşmasının bir ürünüdür: “Beş Şehir işte bu hesaplaşma ihtiyacının doğurduğu bir konuşmadır. Bu çetin konuşmayı, asıl olan meselelere, daha açıkçası, biz neydik, neyiz ve nereye gidiyoruz? suallerine indirmek ve öyle cevaplandırmak, belki daha vuzuhlu, hattâ daha çok faydalı olurdu. Fakat ben bu meselelere hayatımın arasında rastladım. Onlar bana Anadolu’yu dolduran Selçuk eserlerini dolaşırken, Süleymaniye’nin kubbesi altında küçüldüğümü hissederken, Bursa manzaralarında yalnızlığımı avuturken, divanlarımızı dolduran kervan seslerine karışmış su seslerinin gurbetini, Itrî’nin, Dede Efendinin musikisini dinlerken geldiler.”158

Eserin geneline baktığımızda, Tanpınar’ın, gezdiği şehirlerde toplumsal değişimimizin izlerini aradığı görülür. Şark temelli geleneklerimizin sanatta, estetikte, müzikte, eğlencede Batı tarzı modayla ne şekilde bir uyum gösterdiğini, ya da tam tersi, ne şekilde bizi biz olmaktan uzaklaştırdığını anlatmak istemiştir. Sonuçta şehirler, onun düşüncelerinin sembolik bir dışavurumu olarak Beş Şehir’de karşımıza çıkmıştır: “Her düşünen insanımız gibi, ben de hayatımızın değişmesi için sabırsızım. Daima hayranı olduğum yabancı bir romancının hemen hemen aynı şartlar içinde söylediği gibi “Eski bir garpçıyım”. Fakat canlı hayata, yaşayan ve duyan insana, cansız madde karşısındaki bir mühendis gibi değil, bir kalb adamı olarak yaklaşmayı istedim.

Zaten başka türlüsü de elimden gelmez. Ancak sevdiğim şeyler bizimle beraber değişirler ve değiştikleri için de hayatımızın bir zenginliği olarak bizimle beraber yaşarlar.”159

158 A. g. e., s. 8.

159 A. g. e., s. 9.