• Sonuç bulunamadı

“Şiir bir nevi sükûnetin çocuğudur ve ancak onu bulabildiği zaman ruhaniyetini kazanır, kendi kendisi olur.”118

Đlk şiirini119 1920’de yayımlayan Ahmet Hamdi Tanpınar, şiirlerini 1961 yılında kitaplaştırarak okuyucusuna sunmuştur. Otuz yedi şiiri içine alan kitap

“Şiirler” adıyla Tanpınar’ın ölümünden önce Yeditepe Yayınları’ndan çıkmıştır. Şairliğiyle edebiyat dünyasında adı ön plana çıkan Tanpınar’ın şiirlerinin sayısının azlığı, onun şiir sahasında takındığı titiz tutumla açıklanabilir. Ölümünden kısa bir süre önce yazdığı günlüklerinde de şiirlerini bir türlü tamamlayamamaktan ve istediği forma ulaştıramamaktan şikâyetçidir:

“Bir yığın projeyi o kadar aziz düşünceyi raflarda ve masamın üstünde bırakarak gideceğim.”120 Bu bıraktıkları arasında özellikle, “…yalnızlığın, mecalsizliğin, ölüme rızanın ve bu rıza ile hayatın fethi olacak.”121 dediği Eşik şiirini de uzun süre üzerinde çalışmasına rağmen tamamlayamamıştır. En iyiyi arayışının yanı sıra, şiirlerini tamamlayamamasının bir sebebini de kendisini geç idrak etmesine bağlar: “Ne hazin, kendimi çok geç buldum. Başka bir insan gibi yaşamaya, eb’adına erişmiş bir şair olmaya vakit bulabilecek miyim?”122 1960’ta yazdığı bu satırlarda ölüme yaklaştığını hisseden bir insanın çaresizliğini bulmak da mümkündür.

Tanpınar’a göre şiir dilinde, “…alelâde konuşma ve nesir lisanından ayrı olması gibi büyük ve esaslı bir hakikat mevcuttur.”123 Bu hakikati onun mükemmeliyet arayışı olarak da görmek mümkündür; çünkü ona göre

“…münakaşasına imkân görülmeyen hakikatlerden biri de şiirin her türlü menfaat endişesinden uzak, gayesini yalnız kendinde bulan bir mükemmeliyet

118 Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, s. 22.

119 Musul Akşamları, Altıncı Kitap, 1920, s. 99–100.

120 Enginün - Kerman, a.g.e., s. 163.

121 A.g.e., s. 255.

122 A.g.e., s. 195.

123 Tanpınar, a.g.e., s. 18.

olmasıdır.”124 Mükemmel olanı arayışı, şiirini tekrar tekrar işleyerek oluşturmasını sağlamıştır. Şiire Dair adlı yazısında hocası Yahya Kemal’le bir anısından bahsederken, gerçek şiirin sabır ve zaman gerektirdiğini, ancak üzerinde çok çalışılarak ve emek harcanarak meydana getirilebileceğini söyler.

Şiire gerekli özeni göstermeyenler içinse, “Bir sigara paketinin arkasında yahut beşlik bir defter sahifesinin üstünde ve yarım saat içinde bir manzumeyi bitirmekle övünenler, ne bu sabrı, ne de bu olgunluğu anlayabilirler.”125 diyerek, bu tarz bir tutumla şair olunamayacağının altını çizer. Gerçek şairin büyüklüğünü anlamak için, yaptıkları kadar bozduklarını da hesaplamak gerektiğini ifade eder; çünkü ona göre sanatkâr, bozarak yapar.

Sosyal problemleri derinlemesine işleyen nesrinin aksine, Tanpınar, şiirlerinde toplumsallığı dışta tutarak insanı ve insanın ruh hallerini temel alan bir bakış açısı geliştirmeye özen göstermiştir. Tanpınar’a göre malzemesi dil olan şiir, diğer sanatlara oranla tekniği farklı olan bir uğraştır. Birçok dönemde, fikrin ve sosyal endişenin ispatının sunulduğu bir araç olarak görülmesine rağmen şiir, Tanpınar’da, “…sadece muzdarip ve huzursuz ruhun saf bir lisanı olması lâzım gelen”126, hayatımızın aynasıdır. Nesir, her türlü fikrin rahatlıkla anlatılabileceği geniş bir yapıdadır. Buna karşın şiir, fikir aktarımı için dar ve toplu bir yapıya sahiptir; çünkü, “Büsbütün başka bir nizamın birleştiği bu kesik cümleler, söze kâh yontulmuş bir mermerin düzgün salâbetini, kâh bir manzaranın renk ve gölgelerini veren ve her an tarifsiz bir musikiyi peşinden sürükleyip götüren değişikleri ile hiçbir nazariyeyi izaha ve hiçbir davayı ispata müsait değildir.”127 Bu bağlamda şiirin amacı, “…bir yılan gibi kendi üstüne çöreklenen ruhun bir an için kendi kendini temaşasından doğan bir”128 mükemmeliyettir. Tanpınar’a göre hakiki şiirin, kendi varlığından başka bir hedefi yoktur: “Kendisinden başlar, kendisinde biter.”129 Bu yönüyle şiir, maddî olanla, toplumsal sorunlarla değil, insan ruhuna dair saf olanı açığa çıkarmakla ilgilenir. Bir başka manada, insanın en mutlak surette kendini idrak ettiği

124 A.g.e., s. 13.

125 A.g.e., s. 24.

126 A.g.e., s. 13.

127 A.g.e., s. 13.

128 A.g.e., s. 13.

129 A.g.e., s. 14.

zirvedir. Bu mana şiirin, “…kelimelerin terkibinden doğan ritm, ahenk vs.

vasıtalarla alelâde lisanla ifadesi kabil olmayan derunî hâletlerimizi, heyecanlarımızı, istiğraklarımızı, neş’e ve kederlerimizi ifade eden ve bu suretle bizde bediî alâka dediğimiz büyüyü tesis eden bir sanat olmasıdır.”130 Son kertede şiir, “Đçimizde sonsuz çalkalanan deniz”131 gibidir. Kaderi ölüm olan insan için, hayatın “gülümseyen yüzü”132, ölümsüzlük arzusu içinde

“ebediyette diz dize”133 olduğumuz yıldızların “altın bahçesi” 134dir.

Anlama gelince, Tanpınar’a göre şiirde, nesir ve konuşmadan farklı bir anlam yükü vardır. Şiirin anlamını, onun manevî yönü, birbirinden ayrı düşünce parçaları, his ve hayalin dağınık unsurları oluşturur. Bu unsurlar, insan beninin içinden gelen bir havadır: “Bütün kuvvetini ve tesir kabiliyetini, velhâsıl mükemmeliyetini doğuran her şeyi sanatın lisanından alan bu havanın kelime ile, imajla olan münasebeti bir peyzajın veya bir odanın ışıkla olan münasebeti gibidir.”135 Onca, nasıl ki eşyanın ruh halimiz üzerindeki etkisini ışık belirliyorsa, söz ve fikrin unsurları da şiirin havasının belirleyicileridir. Ona göre şiir, insan ruhuna ait olandan mahrum kaldığında, ışık girmeyen karanlık bir odaya benzemektedir. Şair, bu benzetmeyle, elimizde kelimenin sözlük anlamından başka bir şeyin kalmayacağını anlatmak istemiştir; çünkü şiirde asıl olan bu anlam, “…sanatkârdaki ruhî vaziyetin lisana naklinden başka bir şey değildir ve bunu yapan da sanatın nizamı ve sanatkârın çalışma kudretidir.”136

Tanpınar için şiir, kendini “tahakkuk” imkânını sağlayan bir sahadır.

Şiir, ruhunun ıstıraplarını, sevinçlerini, acılarını, umutlarını, korkularını kısaca kendi tarafını ortaya çıkaran hareket alanıdır. O, bu hareket alanında

“muharebelerini” vererek, “zaferlerinin” kazanarak ve “ricatlarını” idare ederek bir “oyuna riayet etmeği”137 öğrenmektedir.

130 A.g.e., s. 16-17.

131 Ahmet Hamdi Tanpınar, Bütün Şiirleri, (haz. Đnci Enginün), Dergâh Yayınları, Đstanbul, Şubat 2009, s. 24.

132 A.g.e., s. 24.

133 A.g.e., s. 24.

134 A.g.e., s. 24.

135 Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, s. 19.

136 A.g.e., s. 20.

137 A.g.e., s. 26.

Tanpınar, güzel sanatlar içinde şiirin farklı bir talihi olduğu düşüncesindedir. Hemen her sanat eseri dilin bir ürünüdür ve bu eserler yazıldıkları dilden başka bir dile çevrilseler dahi anlamlarından çok şey kaybetmezler. Bununla beraber musiki, mimari, heykeltıraşlık gibi sanatlarda da durum farklı değildir; fakat “Yalnız şiirdir ki yazıldığı lisanın malıdır. O lisanda okunmak şartıyle güzelliklerine sahiptir, vardır.”138 düşüncesindedir;

çünkü şiir, dilin özel bir şeklidir. Bu yüzdendir ki, Tanpınar’a göre, tercüme ile sevilen şair hemen hemen yoktur. Tercüme bir eserde, şiiri değil bünyesindeki düşünceyi sevmek imkânı vardır. Bir şairin kendi toplumu dışında şöhret kazanması oldukça zordur; ancak şairin bağlı bulunduğu dil kendi sınırlarını aşmışsa, tanınması mümkündür. Şairin, ulusal çizgiyi aşamamasının nedeni,

“şiirin bir iç kale sanatı”139 olmasındandır. Kısaca şiirin değeri, millî oluşunda aranmalıdır. Tanpınar’a göre, bir şiir; “Aşk, ölüm, hayat, vatan gibi büyük mefhumlar, hayatın etrafında döndüğü mihverler”140i yapıyorsa o şiir millî dehanın ölçüsündedir ve bundan daha iyi de dünya ölçüsü bulunamaz.

138 A.g.e., s. 38.

139 A.g.e., s. 40.

140 A.g.e., s. 41.