• Sonuç bulunamadı

2. ÖLÜM ve HAZ

2.1. Ölüm ve Aşk

“Benim için en büyük sanatkârlar, kendi mütevazı ve isimsiz ömürlerinde aşkın cennetini yaratmak suretile ölümü iradelerine muti edenlerdir, biz her açılan bahar gülünde onların ruhunu koklar her şafakta onların rüyasının yenileştiğini seyrederiz.…”334

Ahmet Hamdi Tanpınar için, aşk ve ölüm birbirinden ayrı düşünülemeyen iki kavramdır. Onlar hayatı tamamlayan hakikatlerdir: “Zira aşk yaşamanın tam şeklidir…”335 çünkü, insan zekasının bu iki yüzü, “hayat aynasında daima yan yana çırpınırlar.”336 Nihayet aşk da ölüm gibi, insan hayatının belli başlı aşamalarından biridir. Hayata anlam vermek isteyen insan, mutlaka ölümün tecrübesini tatmak zorundadır. Eğer ölüm olmasaydı insanoğlu yaşadığının farkına varamazdı. Bu durumda, ölüm güdüsü insanı yaratmaya ve kalıcı olmaya yönlendirmiştir: “Büyüğe, bütüne, kemale ancak onlara eriştiğimiz, bu tecrübeleri nefsimize mal ettiğimiz zaman vâsıl oluruz. Şiirin, sanatın tebessümü ancak bu iki müntehanın arasında doğar. Hakikî hayat, ölümün elinde yuğurulur, aşkın ateşinde pişer ve tam kıvamını bulduğu zaman yine ölüm onu ebediyetin kucağına atar.”337 Tanpınar, ölümle pişen bu hayatın aşkla ve sanatla var olabileceğini savunur. Sanat sayesinde insan zaman denen süreci yenebilir. O halde sanatçının amacı, biraz da ölüme karşı koymaktır. Bir sanatçıyı yaratma sürecine iten ise, Tanpınar’a göre aşkın gücüdür: “Eğer sanat ve hayatın gayesi, zamanı yenmekse biz bu tecrübeyi ancak bu sanatkârın elinde ve bu ocakta yaparız. Aşk, ruhun ebediyete doğru yaptığı geniş hamlede kendi kendisini ikrarı, zamanı yenmek için insan iradesinin muhtaç olduğu teksif kudretine ve iradeye erişmesidir.” Bu kudreti ve iradeyi kendisinde bulamayan insan için ölüm, bir tek anlama gelir: Ebedî son. Đnsan, ölüm ve hayatı ancak

334 Ahmet Hamdi Tanpınar, Aşk ve Ölüm, Tasvir- i Efkâr, 1941, Nr. 4594, s. 6.

335 Tanpınar, Huzur, s.137.

336 Tanpınar, Aşk ve Ölüm, s. 6.

337 A.g.m., s. 6.

kendisinde topladığı ve kabul ettiği zaman, Yahya Kemal’in dediği gibi, “Bir ilâh olur.”338

Ahmet Hamdi Tanpınar için, aşkın insan yaşamındaki yeri çok farklıdır.

Kâinat denilen büyük boşlukta insanın yapabileceği işler sınırlıdır. Ancak aşk, insanı yaşamın dar kalıplarından kurtardığı gibi bir sonu olduğu korkusundan da uzaklaştırır ve dünyayı bir bütün halinde anlamasını sağlar. Aşk aynı zamanda insanı, aklı sayesinde, ulaşabildiği sınırların ötesine taşır. Tanpınar:

“Aşk bize münferit ve dağınık dünyayı bir bütün halinde verir; zekâyı ihsasların yalancı cennetinden ve dar müfredatından, aklın gülünç ve sıkışık hesaplarından kurtararak bir ebediyetin aynası yaptığı içindir ki, biz onun vasıtası ile ârızî olan her şeyi yeneriz.”339 demektedir. Her ne kadar, insan aklının ölümü yenmek için gösterdiği çabalar sonuçsuz kalsa da, Tanpınar, aklın bu çıkmazına farklı bir boyuttan yaklaşmaktadır. Ona göre aklın yenemediği ölüm, aşk ile çözümlenebilmektedir. Aşk ve Ölüm makalesinde de belirttiği gibi, insanın maddî yaşamın kendisine sunamadığı kimi gereksinmeleri giderebilmesi için “aşk” gibi birtakım manevî duygulara ihtiyacı vardır: “Nasıl dış âlemin doğması için güneşin yaratıcı teması lâzımsa, bu âlemin kendimize, sathî bir temasın dışına çıkan bir zenginlikle ilâve edilmesi, bizimle kaynaşması, bizim olması için de bu derunî aydınlığa ihtiyacımız vardır.”340 Aşk sayesindedir ki, “Büyük hakikatleri kavrarız, mevsimler bize güler, eşyada uyuyan gurbetzede ve sâkit ruh bizimle konuşur, zaman sırrını açar ve derin bir anlaşmada bütün uzaklıklar silinir; bütünün terkibi kendiliğinden kurulur. Bu ilâveyi yaptığımız zaman biz, alelâde fânî taliinin üstüne çıkarız, mukadderatın sofrasında zarımız oynar ve ellerimize yaratıcılığın nefhası sinmiş olur. O zaman insanoğlu, biricik vasfı yaratıcılık olan zekâ hayatına hakikî mânasile doğar.”341 Ölmek, ötesi olmayan bir durumdur ve bütün yaratıcılık girişimlerimiz onun sayesindedir. Huzur’da da, Mümtaz ve Nuran’ın aşklarının, ölümün ötesinde bir boyut kazandığı görülmektedir: “Aşktaki çılgınlıkları biraz da buradan geliyordu. Đşin hazin

338 A.g.m., s. 6.

339 A.g.m., s. 6.

340 A.g.m., s. 6.

341 A.g.m., s. 6.

tarifi, bu genç adamın bunu herkesten fazla ve belki de yalnız kendisinin bilmesiydi. Kaç defa Mümtaz bu musallat fikri, onu başka insanlardan ayırdığı zannıyla ıstırap çekmişti. Tâ çocukluğundan beri rüyalarını kuran zemberek bu sabit fikir değil miydi? Hattâ Nuran’la olan sevgisinde genç kadının güzelliğine, yaşayış kudretine biraz da hayatın zaferi gibi bakmamış mıydı?

Onu kolları arasında tuttuğu zaman, arka tarafında başının ucunda bekleyen ifrite, ölüme, seni yenmek üzereyim, seni yendim, işte silâhım ve zırhım, demiyor muydu?”342

Tanpınar, aşk ve sevginin ne olduğunu araştıran felsefeye de bir anlam veremez; çünkü sevmek, insanın yaratılışından gelen ve daima doğasında olan bir durumdur: “Filozoflar ve fizyoloji âlimleri bu muammayı halletmeye istedikleri kadar çalışsınlar; bizim için esas olan, hilkatin bu mevhibesini, bu büyük ve cömert kudreti kanımızda taşımamızdır.”343 Bu, bilimin araştırdığı, gelişigüzel bir tesadüfün sonucu değildir. Bunun arkasında cinsiyetin, irsiyetin bilinmez sırları saklıdır. Bunun sayesindedir ki, bir insan çehresinde:

“Tanımadığımız bütün bir cedler silsilesinin, asırlarca süren bir irsiyet istifasını güzellik hasret ve rüyasını tatmin ederiz.”344 Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre, tabiatta mevcut olan hayat ve yenileşme iradesi, insanda ölümsüzlük arayışının gizli bir göstergesidir; fakat ne şekilde olursa olsun insan, devamlılığını ve zaman “denen sarhoş devi” kendisine itaat eder duruma getirmeyi hep aşkta bulur: “Ferdiyetimizi onunla idrak eder, imkânlarını onunla yoklarız.

Günlerin çamurunu bir elmas yığını haline koyan, tenin cifesini ilâhi bir şafağın aydınlığından yıkıyan, ademin meyvası olan ruhu, bir ezeliyet şarabı haline getiren odur.” 345

Tanpınar, insanın aşkı, ömrü boyunca sadece bir kere yakaladığına inanır. Aşk yakalandığı zaman da ruh kendi düzenini kurar: “O ruhun muayyeniyet kazanması için biricik nizamdır. Ve bizi ömrümüzde bir defa ve bir

342 Tanpınar, Huzur, s.171.

343 Tanpınar, Aşk ve Ölüm, s. 6.

344 A.g.m., s. 6.

345 A.g.m., s. 6.

tek insan için ziyaret eder ve bir defa koklandıktan sonra unutulmayan bir gül gibi bütün bu ömrü lezzet hatırasile doldurur. Veyl o ânı kaçıranlara…”346 O anı kaçıranlar: “Arzunun cehenneminde, şifasız bir boşluğun kırbacı altında bütün ömürlerince sürükleneceklerdir…”; artık hayat onlar için “mânasız bir seyahat…”, ölümlü olma gerçeği ise “sadece bir yokluk korkusudur.”347 Aşkın çoğullanamayacağını düşünen Tanpınar, insan için asıl aşkın tek bir kişide toplanacağını ise bize şu örnekle açıklar: “Don Juan’ın bütün eksikliği buradadır. Hayat ve ihsasların kadehini birbiri ardınca boşaltan ve daha birini bitirmeden öbürüne saldıran bu kahramanın mağrur susuzluğunu, belki de bir keyfiyet yokluğunun bir kemiyetle hiçbir zaman telâfi edilmeyeceğini anladığım için olacak, hiç kıskanmadım. O, bütün ömrünce her boşalttığı kadehin dibinde aynı gül rengi ifritin alaycı gözleriyle karşılaşmaya mahkûmdu. Hakikaten, bütün kadınları, bütün içkileri ve bütün lezzetleri bir ömür boyunca ve birbiri ardınca tatmaktan ne çıkar? “Bu, olsa olsa, bir ormanın bütün ağaçlarını teker teker tanımaya benzer.” Bize bu sayışın ilâve edeceği hiçbir şey yoktur.”348

Şüphesiz ki kaçınılmaz olan ölümün her an yanımızda oluşu, bizi zamandan azami şekilde yararlanmaya zorlar. Ne var ki, bu davete bu tarzda katılmak, bizzat zamanı durduracağı yerde, onun mahkûmu olmamıza neden olur. Tanpınar, “Bir kere bunu anladık mı, o zaman hakikî varlığımıza ereriz.”349 demektedir. Yani, gerçek sevgiye, aşka ulaşan insan, aklın aldatıcılığından kurtulur ve “Şeniyetin ilcalarını, hattâ zaruretleri sathı bulur.”350 Sevmenin sırrına eren insan için ihtiyarlık, korkunç diye bahsedilen ölüm gülünç bir hal alır; çünkü: “O, kadim efsanenin bilmecesini çözmüştür.”351

Tanpınar’ın Huzur’da da dediği gibi: “Vücutlarımız, birbirimize en kolay vereceğimiz şeydir; asıl mesele, hayatımızı verebilmektir. Baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip, oradan tek bir ruh olarak

346 A.g.m., s. 6.

347 A.g.m., s. 6.

348 A.g.m., s. 6.

349 A.g.m., s. 6.

350 A.g.m., s. 6.

351 A.g.m., s. 6.

çıkmaktır!”352 Tarifini yaptığı bu aşkı Tanpınar, Huzur’da Nuran’la, Sahnenin Dışındakiler’de Sabiha’yla veya Aydaki Kadın’da Leylâ’yla tanımlamaya çalışmıştır. Bununla birlikte günlüklerinde, kendi hayatının hesabını veren Tanpınar, 30 Ağustos 1960’ta elli dokuz yaşındayken hala aşkı aramaktadır:

“Sanatın ne olduğunu anlamış gibiyim. Fakat vaktim az ve cihazlar eskidi.

Hayat yeni sensation’lar vaatler, ümitler vermiyor artık. Đçim kımıldamayan bir göl. Ah bir kadına aşık olabilsem. On beş sene evvelini bulabilsem, bir aylık bir sensation, inandığım gibi bir şey, ben her şeyi kurtarır.”353

352 Tanpınar, Huzur, s.196.

353 Enginün - Kerman, a.g.e., s. 214.