• Sonuç bulunamadı

“Baskı Dönemlerinde, Çok Fazla Hesap Kitap Yaparsanız Hiçbir Şey Yapamazsınız”

Seray Genç

Sudan sineması’nın tarihi ile ülke tarihi ister istemez iç içe geçiyor. Buna, yönetmen Suhaib Gas-melbari ve bizi tanıştırdığı sinemacıların tarihini de dahil edebiliriz. Suhaib GasGas-melbari’nin filmi, adını aldığı Bertolt Brecht’in Bizden Sonra Doğanlar şiirinde geçtiği gibi ağaçlardan bahsetmek bile suç olmuşken bunu umutla, cesaretle, mizah duygularını yitirmeden dile getirenleri anlatıyor. Filmde Sudan’ın değerli sinemacıları, Sudan Film Grubu (Sudanese Film Group) üyeleri Ibrahim Shaddad, Manar Al Hilo, Suleiman Mohamed Ibrahim and Altayeb Mahdi ile tanışmanın heyecanını duyarken onların hayatlarının merkezine koydukları sinemaya duydukları heyecana da ortak olunuyor. VGIK, Filmuniversität Babelsberg Konrad Wolf gibi üniversitelerde sinema eğitimi alan yaptıkları kısa film-lerden ve hayatlarından etkilenmemenin mümkün olmadığı, yetmişli, seksenli yaşlarını yaşayan bu genç sinemacılar elektrik kesintilerine, kum fırtınalarına, bozulan arabalarına, yürüyen perdelerine, kapatılmış sinema salonlarına ve bürokratik savaşa rağmen sinemayı sembolik bir biçimde Devrim Sineması’nı ayağa kaldırmaya çalışıyorlar. 1989’da askeri darbeyle iktidara gelen ve 30 yıldır ülkeyi sinemaları kapatmak dahil türlü yasak ve İslamcı kuralı dayatan Beşir iktidarına ve sonrasına rağ-men sinemadan ve mücadeleden vazgeçmiyorlar.

Sudan’dan son dönemde izlediğimiz bir diğer film yönetmen Marwa Zein’in Hartum Ofsayt (Khartoum Offside) belgeseliydi. Hartum Ofsayt belgeseli de Sudan’da profesyonel olarak futbol oy-namak isteyen mücadeleci bir başka grubu, kadınları anlatıyordu. Hartum Ofsayt da Ağaçlardan Bahsetmek de bugün Sudan’da özgürlük çağıran haklı bir halk hareketinin ortaya çıkışına dair çok şey anlatıyor. Sudan ve sineması bir mücadeleye tanıklık ediyor.

Sudan’ın Devrim Sineması’nı yeniden açmaya çalışan devrimci Sudanlı sinemacılarıyla ve yö-netmen Suhaib Gasmelbari ile tanışmayı kaçırmayın. Çünkü onlar ister Sudan ister Türkiye’de bizi de ortak ettikleri bir direnişin hem hafızası hem de temsilcileri. Çünkü onlar Brecht’in dizelerini dile getirirken bu dizeleri yaşayanlar…

Bize kendinizden bahseder misiniz? Sinemaya nasıl başladığınızdan, nerede sinema okuduğu-nuzdan örneğin.

1979 yılında Sudan’da doğdum. Yedi milyon Sudanlı gibi 90’ların başında ülkeyi terk etmek zorunda kaldım. Bir ülkeden başka bir ülkeye geçtim ve sonunda kendimi Fransa’da buldum. Ora-da Université Paris VIII’de sinema okudum. Devlet okulu olarak pek imkanları yoktu ama önemli sinema eleştirilerinin yapıldığı bir yerdi. Sonra bazı belgesel ve kurmaca kısa filmler çektim. Daha sonra Sudan’a geri döndüm. Başlangıçtaki amacım kurmaca filmler çekmekti. Her şey çok karışık-tı, izinleri alamadım. Blue Nile (Mavi Nil) bölgesinde çekmeyi planlamıştım. Sonra savaş başladı, durmak zorunda kaldım. Aslında bu dört karakterle de böyle tanıştım.

Şimdi Sudan’da mı yaşıyorsunuz, Fransa’da mı?

2015’ten beri Sudan’dayım.

Filminizde her daim genç, esprili ve etki-leyici 4 adam var. Onlarla nasıl tanıştınız bi-raz anlatır mısınız? Sudan Film Grubu’ndan daha önce haberdar mıydınız?

Benim için sinema çalışmak oldukça zordu. Çünkü 89’daki darbeden beri otuz yıldır sinemalar kapalı ülkede. Sinema kül-türünde bir kopma oldu. Bu dörtlü 60’lar-da, 70’lerde ve 80’lerde sinema çalışan ilk gruptu ve sanatsal olarak, görsel olarak çok talepkar, vizyoner filmler ürettiler. Sadece kısa filmler yapabildiler, uzun metraj için para bulamadılar çünkü sadece bu hükü-met değil, tüm hükühükü-metler için radikal unsulardı. Sudan, sinematek kültürü çok yaygın bir ülke, sinefiller yaygın; filmle-rini sinema kulüplerinde gösterdiler. Bu kültürün bu kadar yaygınlaşmasında en büyük pay da bu dört insana ait. Sudan’da komünizmin feminizmin bir sembolü olan kadın Suad Ahmed Ibrahim gibi insanlar-la birlikte. Suad Ahmed Ibrahim ‘68’de bir sinema kulübü kuruyor ve sonradan İbra-him Shaddad da ona katılıyor. Sinema Ku-lübü’nde sanat filmleri ve üçüncü dünyadan filmler gösteriyorlarmış. İbrahim bana bir broşür gösterdi aynı yıl içinde Polonya’dan, Japonya’dan, Afrika’nın çeşitli ülkelerinden filmler göstermişler. Konsolosluklarla ve dünyadaki farklı sinema kulüpleriyle işbir-liği içinde çalışmışlar. O zamanlar insanlar sinemadan iyi anlıyormuş. Örneğin Costa Gavras’ın Z filmi gösteriminde film mü-ziklerini besteleyen Theodorakis Sudan’a gelmiş. Filmden sonra omuzlarda oteline kadar taşımışlar. Theodorakis şaşırmış, ta-mam oyunculara ya da yönetmene yapılır ama besteciye de bu kadar ilgi gösterildiğini görmedim demiş. Filmler o dönemde sanat filmlerinin merkezi olan Blue Nile sinema-sında gösteriliyor.

O dönemde Hartum’da sadece 26

sine-ma var. Hepsi açık hava sinesine-ması ve güneş battıktan sonra gösterim yapabiliyorlar. Bu dörtlünün bazı çalışmalarında sinemanın o dönemlerde futboldan daha popüler oldu. Benim neslim bu ko-nuda talihsizdi, biz dışarıya çıkmaya başladığımızda her şey kapanmış ve yasaklanmıştı.

Başka kültürel, sanatsal bir aktivite yok muydu? Müzik ya da diğer sanatlar devam edebildi mi?

Müzik devam etti. 89 çok radikal bir biçimde kesintiye uğrattı tüm entelektüel aktiviteleri. Ör-neğin o dönemin meşhur Blue Nile sineması askeri gazinoya dönüştürüldü. Şimdi de ordu radyosu orada. Oraya baktığımda gözlerim doluyor, nostaljik hissediyorum.

Benim neslim sinemaları göremedi. Her perşembe gecenin köründe bir film gösterimi olurdu televizyonda, çoğu zaman daha önce gösterilmiş bir film gösterilirdi. Saatlerce beklerdik yine de elektrik kesintisi nedeniyle izleyemediğimiz olurdu.

Fransa’da sinema okuduğum dönemde benim sorunum sinema kültürümün eksikliğiydi. Ho-camız sorardı Yurttaş Kane’i izlememiş olan var mı? Bir tek ben el kaldırırdım.

Sudan’a geri döndüğümde onların çektiği kısa filmlere ulaşmaya çalıştım ama çok zordu. Ge-orge Sadoul bile İbrahim Shaddad’dan bahsetmiş olmasına rağmen filmleri bulamadım. Özellikle İbrahim Shaddad biliniyor ama filmlerini ancak bizden önceki nesiller görmüş, biz bilmiyoruz. O dönemde festivallerden ödüllerle dönmüş bu filmler görmezden gelinmiş, kopyaları kaybolmuş.

Neyse ki bu insanlar filmlerinin kopyalarını evlerinde saklamışlar. Shaddad kendi olanakları ile filmlerini dijitalleştirmiş hatta bazı yerlerde göstermiş. Kalite düşük ama onun filmlerini çok sevi-yorum, sanatsal ve politik gücünü görüyorsunuz filmlerinin.

Belgeselde yer verdiğiniz Suleiman Mohamed Ibrahim’in “Africa, Jungle, Drums and Revolution”

(1979) filmi de çok etkileyici, filminizde sadece başlangıcını görüyoruz sanırım. Estetik olduğu kadar sarkastik yapısıyla da çok güçlü.

Ağaçlardan Bahsetmek’in karakterlerinden Suliman Mohamed Ibrahim Elnour Moskova’dayken

İlk önce Suleiman (Ibrahim)’la tanıştım, onun yeğenlerinden biriyle tanışıyordum. Sonra o beni grubun geri kalanı ile tanıştırdı. İçlerinden Ibrahim çok alaycıydı bana pek çok sorular sordu:

Niye geri geldin Fransa’dan? Ailen zengin mi, filmlerini sübvanse edebilirler mi? Gizli serviste mi çalışıyorsun, film için izinleri nasıl aldın?... Ben, tabi ki hayır dedim.

Onlarla tanıştığınızda filmlerini çekmek istediğinizi mi söylediniz?

Yok o dönemde, yapmak istediğim kurmaca filmimden bahsediyordum onlara. Ibrahim, Av-rupa’ya git, oradaki zenginlerden para bul. Yoksa bizim gibi buraya tıkılır bekleme bankında (Wa-iting Bench) yerini alırsın dedi, yine alayla. Filmin adı “Wa(Wa-iting Bench”ti.

Zamanla bu alaycılığın umudu devam ettirmek için gerekli olduğunu öğrendim. İbrahim 83 yaşında.

Sadece alaycılık değil, sinema ve arkadaşlıkları da umudu ayakta tutmuş sanırım. Onlar hem fil-minizin hem de filmdeki sinema grubunun kahramanları. Köy köy dolaşıp film gösteriyorlar. Bütün bu duyguları seyirciye de geçiriyorlar.

Benim anlatmak istediğim de buydu naifliği değil, baskı altında, en sevdiğiniz faaliyetten –si-nemadan- men edildiğiniz bir durumda ortaya çıkan açlık ve arzu, daha sonra arzunun getirdiği aşkı anlatmak istedim. Bir şairin dediği gibi arzuyu arzulamanın aşkı…

Bir hafta sonra beni de Hartum yakınlarındaki bir köye, sinema gösterimine davet ettiler.

Hem bir dayanışma hem de direniş var. Denemekten vazgeçmiyorlar.

Denemekten vazgeçmiyorlar ama naifliklerinden değil. Eğer baskı altındaysan, sonuçları he-saplamaya başlarsan, durursun. Ben bunun politik bir tavır olduğunu düşünüyorum, kasıtlı olarak yaptıklarının sonuçlarını çok düşünmüyorlar ve kendilerini adamışlar. Belli bir noktada, faşizan yönetimler altında, çok fazla hesaplamaya kalkarsanız hiçbir şey yapamazsınız. Ne kadar küçük bir faaliyet olsa da yapmak istediğiniz şeyde ısrarcı olmanız lazım. Bu da bir direniş yöntemidir.

Sonuçları hesap etmez, sadece devam edersiniz, ne kadar küçük bir iş de olsa.

Eski bir arabayla gösterim için yola çıkılıyor ve yolda başımıza gelmeyen kalmıyor. Araba bozuluyor, lastiği patlıyor. Nihayet köye ulaştığımızda büyük bir kalabalık meydanda bizi bekliyor.

Kumaş bir perde hazırlanıp yere sopalarla sabitlenmiş. Birden bir rüzgar çıkıyor, perde yürümeye başlıyor, Sudan’da her zaman kum fırtınası vardır. Normal olarak ben Fransa’daki kafamla hadi erteleyelim başka zamana diyeceklerini düşünüyorum. Hayır, gösterim devam ediyor, insanlar da izliyor. Belli bir noktada perde iyice sallanıyor. Sonra gidip sandalyeleri ile perdenin arkasına otu-ruyorlar perdeyi tutmak için. Bu bana inatçı denizcileri ile bir gemiyi çağrıştırıyor çoğu zaman.

Bu varoluşsal ve politik bir ders. Neyin güzel neyin çirkin olduğunu tanımlamak bile politiktir.

Bana gösterdikleri filmlerinden çok etkilendim. Bana aynı zamanda dergilerini de gösterdiler. Si-zin derginizi de onlara götüreceğim. Onların dergilerinin adı da “Sinema”, siSi-zin dergiyle aynı ruhu taşıyor. Sudan’daki tek film dergisi…

Not: Bu söyleşinin kısa bir versiyonu BirGün Gazetesi’nde yayınlanmıştır.

Yüz: Günümüz Polonya’sına Dair