• Sonuç bulunamadı

Veri yetersizliğinden ötürü Bolu ilinden farklı olarak Düzce ili için büyüme trendi ve trend büyüme hızlarını tespit etmek mümkün değildir. Aynı şekilde Düzce ilinden farklı olarak sadece Bolu ili için herhangi bir trend bulmak da mümkün değildir. Bunun başlıca nedeni, her iki il için ayrı ayrı yayınlanmış zaman serilerinin mevcut olmayışıdır. Ancak DİE’nin 1994, 1995 ve 1996 yıllarında ilçe bazında yaptığı çalışmaya göre, Düzce ve bağlı ilçelerinin o yıllardaki toplam GSYİH büyüklüğünün il GSYİH içindeki oranı sırasıyla yüzde 39,9, yüzde 40 ve yüzde 40’tır.

2000 yılında her iki il için ayrı olarak yayınlanan GSYİH verilerine göre ise, Düzce ilinin GSYİH büyüklüğünün her iki ilin toplamı içindeki oranı yaklaşık olarak yüzde 30’dur. 2000 yılı için tahmin edilen bu oran iki nedenden ötürü gerçek orandan daha düşük bir oran olabilir. Birincisi 1999 yılında yaşanan depremlerden Düzce ili Bolu’ya göre çok daha fazla etkilenmiştir. Bu durum Düzce toplam gelirinin her iki ilin toplam geliri içindeki oranının düşmesine yol açmış olabilir. İkinci neden, 1999 yılından sonra Düzce, Bolu ilinden ayrılmış ve 2000 yılında ilk kez her iki il için ayrı GSYİH oranları yayınlanmıştır. İlk yılda yapılan bu tahminin istatistiki hata içerme ihtimali vardır. Bu nedenlerden ötürü, Düzce toplam gelirinin her iki ilin toplam geliri içindeki payının yaklaşık yüzde 40 gibi sabit bir oran olma ihtimali yüksektir. Bu gerekçelerden hareketle, bundan sonraki analizlerde her iki ilin toplam büyüklüklerinden ibaret olan ve DİE tarafından 1987 yılından beri yayınlanan veriler kullanılmıştır.

Çalışmanın bu bölümünde, GSYİH’da mevcut olan trend ve trend büyüme oranları tespit edilecektir. Bu tespit sektörler itibariyle de yapılacaktır. Burada yapılacak analizlerin sonucunda elde edilecek bulgular, ileriye dönük büyüme politikalarında hedeflenecek en düşük büyüme oranına temel oluşturacaktır.

Analizlere temel teşkil eden modeller aşağıdaki gibidir:

Üssel büyüme oranı = 100*ln(Yt/Yt-1) Trend : Yt = A + BZt

Trend GSYİH: yt = a + bZt

Mutlak Hata = 100*(Yt - yt)/Yt

Burada t zamanı, Z yıl kodunu, Y GSYİH’yı, y trend GSYİH’yı, a ve b parametreleri ise A ile B parametrelerinin sapmasız tahmin edicilerini ifade etmektedir.

Tablo 1. 50’de gerçek ve tahmin edilmiş trend GSYİH ve trend GSYİH büyüklükleri ile oranları yer almaktadır. Tablonun 4’ncü sütununda üssel büyüme oranları yer almaktadır. 1993 ve 1999 yılları dışında Bolu ve Düzce illeri her zaman pozitif büyümeyi gerçekleştirebilmiştir. En yüksek büyümeyi 1992 ve 2000’li yıllarda, Türkiye’nin ekonomik krize gireceği yılların arifesinde gerçekleştirmiştir. Dikkat edilecek olursa, negatif büyümeyi de yine ekonomik krizlerden hemen önceki yıllarda gerçekleştirmiştir.

Tablo 50. Gerçek ve Trend GSYİH Büyüklükleri ve Büyüme Hızları

5’nci sütun, trend modelinden tahmin edilmiş GSYİH değerlerini içermektedir. Tahmin edilen model aşağıdaki gibidir:

yt = 659063,9717 + 33215,1582Z R2 = 0,87

Şekil 3’te gerçek ve trend GSYİH büyüklükleri yer almaktadır. Belirtilen dönemde, 1992 yılında tepe noktasına ulaşan illerin ekonomisi son olarak 2000 yılında tepe noktasına ulaşmıştır. 2001 yılında yaşanan krizden ötürü 2000 yılından sonra GSYİH oranında düşüş olacağı tahmin edilmektedir. Dönem içerisinde gözlemlenen tek çukur noktası ise 1999’da gerçekleşmiştir.

Dikkat edilecek olursa her 5 yılda bir gerçek GSYİH trend çizgisi ile kesişmektedir. Başka bir ifade ile, kısa dönemli sapmalara rağmen, ekonomi 1987-2000 yılları arasında genel dengesine beş yılda bir (1990 ve 1995) ulaşmaktadır.

Tablodaki 6’ncı sütun trend büyüme oranlarını vermektedir. Dönem ortalaması yüzde 3,88 olarak tahmin edilmiştir. İstatistiki hata gözönünde bulundurulduğunda bu oranın yüzde 4 olduğu varsayılabilir. Başka bir ifade ile, anılan dönemde ortalama olarak yüzde 4’lük bir büyüme gerçekleştirilmiştir. Mevcut durumun korunması halinde ekonomi bu büyüme oranını koruyabilecek potansiyele sahiptir. Bu durumdaki bir ilin uzun dönemsel bir büyüme planında yüzde 4’ten daha yüksek bir büyüme oranını hedeflemesi aşırı iyimserlik anlamına gelmeyebilir.

Tablodaki son sütun tahmin edilen GSYİH değerleri ile trend değerleri arasındaki mutlak yüzde farkı vermektedir. Tüm dönem için ortalama olarak yüzde 4,35 oranında bir mutlak hata oranı tahmin edilmiştir.

Tablo E1’de5 tarım sektörü için gerçek ve tahmin edilmiş GSYİH büyüklükleri ve oranları yer almaktadır. Trend büyüme oranları 6’ncı sütunda yer almaktadır. 1987 ve 2000 yılları arasında bu sektörde gerçekleşen büyüme oranı yaklaşık olarak yüzde 3,5 olarak tahmin edilmiştir. Bu sektör için tahmin edilen trend modeli aşağıdaki gibidir:

yt = 206096,4569 + 9279,6969Z R2 = 0,42

Şekil E1’de görüldüğü gibi, 2001 yılı ekonomik krizinden sonra illerin ekonomisinde düşüş olacağı varsayımı altında, tarım sektöründe üç temel tepe noktası tespit edilmiştir. 1988 ve 1992 yıllarında görülen tepe noktalarından hemen sonra trendin altında kalan çukur noktalarına ulaşılmıştır. Gerçek GSYİH büyüklükleri 1989, 1991, 1995 ve 2000 yıllarında trend doğrusu ile kesişmiştir. Ancak bu kesişim belirli düzen içerisinde olmamaktadır. Bu düzensizliğin, tarım sektörünün hava koşullarından etkilenmesinden kaynaklanmış olabileceği düşünülmektedir.

Tablo E2’de sanayi sektörü için gerçek ve tahmin edilmiş GSYİH büyüklükleri ve oranları yer almaktadır. 1987 ve 2000 yılları arasında bu sektörde gerçekleşen büyüme oranı yaklaşık olarak yüzde 4,5 olarak tahmin edilmiştir. Bu sektör için tahmin edilen trend modeli aşağıdaki gibidir:

yt = 135732,2278 + 7814,8754Z R2 = 0,85

Sanayi sektörü diğer sektörlere göre daha fazla dalgalanmaktadır. Bu dalgalanma genel olarak trend doğrusuna yakın bir yay içerisinde kalırken, trend doğrusu ile kesişim, tepe ve çukurlar yaklaşık olarak beşer yıllık bir düzen içerisinde gerçekleşmektedir (Şekil E2). Gerçek GSYİH değerleri trend doğrusu ile yaklaşık olarak her iki yılda bir kesişmektedir. Başka bir ifade ile, sanayi sektörü, sektördeki düşüş ve yükselişlere çok daha hızlı bir şekilde tepki vermektedir. Her beş yılda bir ise, sektör trend doğrusundan en uzak noktaya ulaşmayı başarmaktadır. Ancak gerçekleştirilen tepe noktalarından sonra, aynı düzen içerisinde trendin altına düşmemeyi de başaramamaktadır.

Tablo E3’te hizmet sektörü için gerçek ve tahmin edilmiş GSYİH büyüklükleri ve oranları yer almaktadır. Anılan dönemde bu sektörde gerçekleşen büyüme oranı yaklaşık olarak yüzde 4 olarak tahmin edilmiştir. Bu sektör için tahmin edilen trend modeli aşağıdaki gibidir:

yt = 317235,2867 + 16120,5859Z R2 = 0,93

Diğer iki sektöre göre hizmetler sektörü daha az dalgalanmaktadır (Şekil E3). Dalgalanmaların yaklaşık olarak 10’ar yıllık periyotlar şeklinde gerçekleşebildiğine ilişkin ipuçları elde edilmiştir.

0.0 600000.0 1200000.0 1800000.0

1985 1990 1995 2000

GSYIH Trend GSYIH

Şekil 3. GSYİH Gerçek Ve Trend Doğrusu Tahminleri

Yukarıda yapılan analizlerden hareketle Düzce ili için hazırlanacak bir büyüme planında hedeflenecek en düşük büyüme oranı genel olarak yüzde 4 olabilir, çünkü İl’in ekonomisi en az bu hedefi gerçekleştirecek potansiyele sahiptir. Diğer taraftan, sektörel hedeflerde bu oranlar tarım sektörü için en az yüzde 3,5, sanayi sektörü için en az yüzde 4,5 ve hizmetler sektörü için en az yüzde 4 olabilir.

Yukarıda belirtilen büyüme oranlarından daha yüksek bir oranın hedeflenmesi durumunda ortaya çıkacak işgücü talebinin karşılanmasının ise, daha önceki bölümlerde yapılan analizler doğrultusunda, İl’de düşük olarak tahmin edilen istihdam oranının yükseltilmesi ile gerçekleşebileceği söylenebilir.

İstihdam oranındaki artışın gerçekleşebilmesi için yapılması gerekenler aşağıdaki gibi özetlenebilir:

1. Meslek edinme kursları ile mevsimlik işsizlik azaltılmalı.

2. Meslek edinme kursları ile kadınlar işgücüne dahil edilmeli.

3. Kırsal kesimdeki kadınların ve kentsel kesimdeki erkeklerin işgücüne katılım oranı artırılmalı.

4. Meslek edinme kursları ile iş buldukça çalışanların oranı düşürülmeli.

5. Sağlık koşullarının düzeltilmesi ile hastalıktan ötürü çalışamaz halde olanların oranı düşürülmeli.

6. Sakat olanlar için iş olanakları yaratılmalı veya bu durumdaki kişilerin istihdam edilmesi teşvik edilmeli.

7. Nüfus artışı ve/veya içe yönelik göç durdurulmalı.

EKLER

EK1: GELİR EŞİTSİZLİĞİ TEORİLERİ

Ekonomi genel yazınında gelir dağılımı konusu oldukça kapsamlı bir şekilde ele alınmaktadır.

Adam Smith’ten bu yana çok çeşitli teoriler geliştirilmiş ve halen de geliştirilmektedir. Sahota (1978)’de ima edildiği gibi, gelir dağılımının kapsamına giren hemen hemen her konuda teoriler geliştirilmiş olmasına rağmen, gelir dağılımını bütün yönleri ile kapsayan bir teori henüz geliştirilememiştir. Bu nedenle, bu bölümde, geliştirilen önemli teorileri Sahota’nın gruplandırmasını esas alarak 7 temel başlık altında kısaca açıklanacaktır. Daha detaylı bilgiler belirtilen kaynaklarda bulunabilir.

Sahota tarafından yapılan literatür taramasında gelir dağılımı teorileri Yetenek, Stokastik, Bireysel Tercih, Beşeri Sermaye, Eğitim Eşitsizliği, Miras, Kamu Gelir Dağılımı ve Ömür Dönüşüm teorileri olarak gruplandırılmıştır.

Yetenek Teorisi

Bireysel gelir dağılımı teorileri arasında “yetenek teorisi” temeli Smith’e kadar uzanan en eski olanıdır. Bu teoriye göre, bireysel verimlilik ve buna bağlı olarak gelir seviyesi yeteneklerin bir fonksiyonudur. Yetenekler doğal edinilmiş olabileceği gibi sonradan yaşamın çeşitli evrelerinde de edinilmiş veya geliştirilmiş olabilir. Teorinin temel varsayımına göre bireysel yeteneklerde mevcut olan farklılıklar, bireysel gelirlerde de farklılık yaratmaktadır (Galton, 1869). Başka bir ifade ile, kalifiye işgücü ile kalifiye olmayan işgücü arasında görülen verimlilik ve gelir farklılıklarının temelinde yatan neden, gerek doğuştan gelen ve gerekse sonradan edinilen yeteneklerdir. Sonradan edinilen yetenekler geniş kapsamından ötürü beşeri sermaye başlığı altında ayrıca incelenir.

Doğuştan gelen fiziksel ve zihinsel yetenekler açısından bireylerin eşit olması beklenemez. İlgi çekecek kadar farklı bir yeteneğe sahip olan birey, yeteneğini uyguladığı alanda diğer bireylere nazaran daha verimli çalışır. Sahip olunan yeteneğin bireyler arasında çokça yaygın olmaması ve söz konusu yeteneğe sahip kişilere talebin yüksek olması durumunda ortaya çıkan arz talep dengesizliği, söz konusu bireylerin gelir seviyesinin benzer yeteneğe sahip olmayan bireylere oranla daha yüksek olmasına neden olabilmektedir. Haldane (1942), Roy (1950) ve Bjerke (1961) gibi çalışmalar yetenek ile gelir arasında olumlu bir ilişki tespit ettikleri gibi, yetenekte meydan gelen gelişmenin gelirde daha fazla artışa neden olduğuna dair bulgular da elde etmişlerdir.

Bu teori, basitliği ve mekanikliği açısından eleştirilmiştir. Bu konuda yapılan çalışmalar için Staehle (1943), Blinder (1974), Atkinson (1975) ve Sahota (1978) incelenebilir.

Stokastik Teorisi

Stokastik teorisi tıpkı yetenek teorisi gibi eski teorilerdendir. Bu teori, ilk olarak Gibart (1931)’de formüle edilmiştir. Bu teoriye göre, gelir dağılımı tesadüfi ve şans faktörlerinin etkisindedir.

Başlangıçta gelir çok mükemmel dağılsa bile, zamanla önceden öngörülmeyen veya öngörülse dahi kontrol edilemeyen çeşitli faktörler, gelir dağılımını bozabilir. Örneğin deprem ve sel felaketleri, savaş veya yeni keşfedilen bir maden yatağı gibi faktörler, içinde yaşanılan bölgenin

gelir düzeyini olumlu veya olumsuz, önemli sayılabilecek derecede etkileyebilir. Bu durumda, yukarıda sözü edilen faktörler her bireyi eşit oranda etkilemedikçe, gelirin başlangıçta eşit dağılmış olması fazlaca bir şey ifade etmeyecektir. Bu konuda yapılan çalışmalar için Sahota (1978) ve Taubman (1975) gözden geçirilebilir.

Bireysel Tercih Teorisi

Bu teori Friedman (1953)’te geliştirilmiştir. Buna göre, bireyler hayatlarında gelir sağlayan çeşitli fırsatlar ile karşılaşırlar ve birey bu fırsatlardan birini tercih etmek suretiyle gelecekte elde edeceği geliri belirler. Geleceğin belirli olması durumunda, bireyin kendisi için doğru olana karar verme yeteneği önemli olduğu halde, geleceğin belirsiz olduğu durumlarda, riski göze alma yeteneği önemli olmaktadır. Her iki durumda da bireyin alacağı karar, diğer bireylerden farklı olacaktır ve dolayısıyla geliri de farklı olacaktır.

Bu teori, genellikle, geleceğin belirsiz olduğu ve karar alma sürecinde risk almanın önemli bir faktör olduğu durumu inceler. Genel kabul gördüğü haliyle, risksiz fırsatların sağladığı gelir, riskli fırsatların sağladığı gelirden daha düşüktür. Herkesin aynı derecede risk almadığı düşünüldüğünde, bireyin riske bağlı olarak yapacağı tercih, bireyler arası gelir farklılıklarını doğuracaktır.

Beşeri Sermaye Teorisi

Bu teori, bireye yatırım yapmak suretiyle bireyin gelecekteki gelirini etkilemesini açıklar. Bireye yatırım, bireyin kendisi tarafından olabileceği gibi, ailesi, devlet veya başka herhangi bir kuruluş tarafından da gerçekleştirilebilir.

Bireylerin kendine yatırımı, sağlıklarını koruyarak, kendilerini yaygın eğitim kurumlarında veya hizmet içinde eğiterek, yeni bilgileri ve gelişmeleri takip ederek ve bunları edinerek, okul öncesi eğitilerek (ailenin beşeri sermaye yatırımı), göç ederek, aile planlaması yaparak, eşlerini seçerken gelir faktörünü gözönünde buldurarak yaparlar. Bireylerin dışındaki diğer unsurlar, genel olarak bireyleri eğiterek, sağlığını gözeterek, güvenliğini sağlayarak ve bilgiye ulaşmasını olanaklı kılarak gerçekleştirebilir.

Oldukça kapsamlı olan bu teori, Adam Smith’in çalışmalarına dayanacak kadar eskidir. Smith, ücretler işi öğrenmek için yapılan maliyete bağlı olarak değişir çıkarımı ile beşeri sermayenin önemini belirtmeye çalışmıştır.

Bu teori özelikle Şikago okulunda Schultz (1963, 1971, 1975)’tan etkilenen Friedman ve Kuznets öncülüğünde geliştirildikten sonra iktisadın hemen hemen bütün alanlarında verimliliği, büyümeyi (bkz. Denison (1964), Griliches (1964)) ve gelir dağılımını (bkz Mincer (1957, 1958, 1970, 1977), Becker (1962, 1964, 1967), Becker ve Chiswick (1966)) açıklamakta kullanılmıştır.

Bu teoriyi diğer teorilerden ayıran en önemli özelliği, bireysel davranışların optimizasyonu varsayımı üzerine kurulmuş olmasıdır (Sahota, 1978). Buna göre, bireye yatırım, optimal karar alma sürecinin bir sonucudur. Bu yatırım soncunda elde edilen gelirin ömür boyu devam ediyor olması bu teoriyi bir bakıma “sürekli gelir” teorisi haline getirmektedir.

Bu teorinin konusu olabilecek bütün unsurların incelenmesi sonucunda, eğitimin beşeri sermayenin en önemli unsuru olduğu ortaya çıkmıştır. Eğitilmiş bireyin verimliliğindeki artış bir yana, eğitilmiş anne ve babaların çocuklarının yetenekleri ve eğitimi üzerinde de olumlu etkide bulunduğu ortaya çıkmıştır (Leibowitz (1972), Sahota (1977)). Bu çalışmalardan hareketle, eğitimdeki eşitsizliğin, gelirde eşitsizliğe neden olacağını belirtmek yanlış olmaz. Bu teorinin bir tarihçesini Kiker (1968)’te bulmak mümkündür.

Eğitim Eşitsizliği Teorisi

Eğitim beşeri sermayenin temel unsurlarındandır. Eğitim eşitsizliği teorilerinin temel konusu, beşeri sermayenin bir unsuru olan eğitimin bireysel verimliliği artırmak suretiyle ekonomik etkilerini incelemek değil, fakat görünürde herkese sunulmuş gibi görünen eğitim olanaklarının aslında aynı sınıftaki öğrenciler arasında dahi eşitsiz olabileceği ile ilgilidir. Başka bir ifade ile, zeka ve algılama gibi doğal yetenekler bir yana, aynı kurum içerisinde eğitim gören kişilerin ekonomik ve sosyal açıdan farklı bir geçmişten, aile yapısından ve çevreden geliyor olmaları eğitilebilirliklerini etkileyebilmektedir (Hunt, 1961). Hatta Gray (1970) daha da ileri giderek ekonomik ve sosyal açıdan olumsuz koşullarda yetişen çocukların IQ’larında düşme olduğu yönünde bulgular elde etmiştir. Bu teorilerden hareketle politika önerenler, genel olarak, eğitim eşitliğinin, yoksul çocuklar lehine eğitim eşitsizliği olarak bozulmasını savunur. Yoksul aile çocuklarının beslenmesi ve ekonomik olarak desteklenmesi önerilen temel politikalardandır.

Miras Teorisi

Gelir dağılımı açısından kazanılmamış gelirler en az kazanılmış gelirler kadar önemlidir. Şu ana kadar sözü edilen teorilerin tümü kazanılmış gelirler ile ilgilidir. Miras teorisi, kazanılmamış veya irat gelirlerindeki dağılımın genel olarak gelir dağılımı üzerindeki etkileri ve sonuçları üzerinde durur. Ancak miras ile anlatılmak istenen sadece ölen bir bireyden yaşayanlara aktarılan parasal değerler değildir. Genetik ve kültürel miras da, sözü edilen teorinin kapsamına girmektedir. Bu bağlamda, miras teorisi üç temel başlık altında incelenir; parasal miras, genetik miras ve kültürel miras.

Parasal miras fonksiyonel gelir dağılımı yaklaşımında sermaye ediniminin bir unsuru olarak düşünülür. Fonksiyonel gelir dağılımı Keynes ve Pigou’nun çalışmalarıyla Marx ve Ricardo’nun çalışmalarına dayandırılmıştır ve Kaldor (1955)’te standart bir teori haline getirilmiştir. Bu yaklaşıma göre kapitalist hem ne kadar çok varlıklı ise o kadar çok yatırım yapar ve o kadar çok birikim sağlar ve hem de ne kadar çok kar yaparsa o kadar çok tasarruf yapar ve yeniden yatırım yapar. Her durumda kapitalistler sonraki kuşaklara daha çok miras bırakırlar. Dolayısıyla, miras unsurunun gözönünde bulundurulmaması durumunda gelir dağılımı analizleri eksik kalmış olacaktır.

Genetik miras, yetenek teorisinde doğuştan edinilen yetenekler kapsamında ve kültürel miras, stokastik teorisinin kapsamında incelenebilir.

Ömür Dönüşüm Teorisi

Bu teori genel olarak bireyin yaşı ile gelirini ilişkilendirir. Buna göre, gelir, yaş ilerledikçe artar ancak emekliliğe yaklaşıldıkça azalır. Başka bir ifade ile, yaşamın erken evrelerinde edinilen tecrübeye ve eğitime bağlı olarak artan gelir, yaşamın ilerlemiş evrelerinde beklentiler, doyum ve tercihlerdeki değişiklikler bağlı olarak azalan hizmet içi eğitim ve beşeri sermaye yatırım

eğiliminden ötürü azalır. Bu nedenden dolayı, gelir dağılımı analizlerinin bireysel karşılaştırmalar şeklinde yapıldığı durumlarda, bireyin belli bir dönemdeki geliri değil yaşamının her evresindeki gelirlerinin gözönünde bulundurulması anlamlı sonuçlar verebilecektir.

EK2: GELİR DAĞILIMI EŞİTSİZLİĞİNİN TESPİTİNDE KULLANILAN ENDEKS ve YÖNTEMLER

Gelir dağılımının eşitsizlik derecesinin tespitinde çok sayıda yöntem ve endeks kullanılır. Bu endeksler sonucunda elde edilen bulgulara göre politikalar geliştirilir. Geliştirilen politikalar gelir dağılımını doğrudan etkileyeceği için, dağılımın tespitinde uygun yöntem veya endeksin seçimi oldukça önemli olmaktadır. Kullanılacak endeksin beş temel aksiyoma uygun olması gerekir.

Detayları Litchfiel (1999)’da bulunabilecek bu aksiyomlar Pigou-Dalton Transfer Prensibi, Gelir Ölçeği Bağımsızlığı, Evren Prensibi, Simetri ve Ayrıştırılabilirlik olarak adlandırılır. Bu bağlamda, literatürde Gini katsayısı, Theil (entropy) endeksi ve Atkinson endeksi en çok kullanılan endekslerdir. Bunlara ilaveten yüzde paylar analizi ile varyasyon katsayısı da oldukça yaygın bir şekilde kullanılmaktadır.

Gini Katsayısı

Gelir dağılımının tespitinde en çok kullanılan endeks olan Gini katsayısı, genellikle 1 ile 0 arasında bir değer alır ve Lorenz eğrisinden elde edilir. Negatif gelirin sözkonusu olduğu durumlarda katsayı 1’den büyük olabilmektedir. Katsayının 0’a eşit olması, gelir dağılımının bütün haneler veya bireyler arasında eşit dağıldığı anlamına gelir. 1’e eşit olması, gelir dağılımının son derece adaletsiz dağılması anlamına gelir. Yani, ekonomide üretilen bütün gelire bir kişi sahip iken, diğer bireylerin hiç gelir yoktur. Hiçbir zaman 0 veya 1 değerini elde etmek mümkün değildir ancak, gerçek hayata elde edilen veriler ile hesaplanan Gini katsayısının 0 veya 1’e yakınlık derecesi, ilgili ekonomideki gelir dağılımı hakkında ipuçları verebilmektedir. Bir ülke için 0.2 ile 0.4 arası bir değer elde etmek normal olarak kabul edilir. En uygun Gini katsayısı diye bir ifade olmadığı için gelir eşitsizliği açısından Gini katsayısı normatiftir.

Gini katsayısını çeşitli şekillerde yorumlamak mümkündür. Örneğin evrenin bütün ülke nüfusu olması durumunda, tesadüfen seçilen iki kişinin beklenen gelirleri arasındaki fark Gini olarak yorumlanabilir. Bu durumda, örneğin Gini katsayısı 0.6 ve kişi başına düşen ortalama gelir 1 milyar ise, tesadüfen seçilen iki keşinin gelirleri arasındaki farkın 600 milyon olması beklenir (1 Milyar * % 60 = 600 Milyon).

Gini endeksinin diğer yöntemlere tercih edilmesinin iki nedeni vardır. Birincisi, Gini endeksini hesaplamak için bütün değerlerin pozitif olması gerekmez. İkincisi, Gini endeksi teorik temellere dayanır.

Yüzde Paylar Analizi

Yüzde paylar analizi, gelir dilimleri şeklinde gruplandırılmış hanelerin toplam gelirden aldıkları payların belirlenmesinde kullanılır. Hanelerin toplam gelirleri hesaplandıktan sonra, haneler, gelirlerine göre en küçükten en büyüğe doğru sıralanır ve %20, %10, %5 veya %1’lik gibi eşit dilimlere ayrılır. Her bir dilimin toplam gelirden aldığı payın hesaplanması ile gelir dağılımı tespit edilir. Gelir dağılımının eşit olması durumunda, her dilimin toplam gelirden aldığı payın eşit olması gerekir. Eşit olmaması durumunda, gelir eşit paylaştırılmıyor demektir.

Quantile Oranı

Bu oran, yüzde paylar analizinde elde edilen dilimlerin birbirine oranlanması ile elde edilir.

Örneğin, %10’luk dilimler kullanıldığında, quantile oranı en düşük gelir grubunun (%10) geliri ile en yüksek gelir grubunun (%90) gelirinin birbiri ile oranlanmasından elde edilir. Gelir dağılımını eşit olması durumunda oranın 1 olması gerekir.

Varyasyon Katsayısı

Literatürde sıkça kullanılan katsayılardan biri de varyasyon katsayısıdır. Oldukça basittir ve

Literatürde sıkça kullanılan katsayılardan biri de varyasyon katsayısıdır. Oldukça basittir ve

Benzer Belgeler