• Sonuç bulunamadı

2. GÖRME EYLEMĠNĠN BĠR OLGU OLARAK ĠNCELENMESĠ

2.4 Bölüm Sonuçları

Ġnsan, içerisinde bulunduğu çevrenin etkisi altında olduğu gibi bu çevreden gelen, etkilere kendi yararına uygun Ģekillerde tepkilerde bulunmaktadır. Çevreye uyabilmek ya da o çevreyi tanımak ve anlamak zorunda kalmaktadır. Bu bilgi almak yolu ile gerçekleĢmektedir. Çevredeki bu bilgileri, tanıma ve alma eylemi ise insana duyuları aracılığı ile ulaĢmaktadır. Duyular, insanı tehlikeli durumlara karĢı uyarmakta, olayları açıklamasına yardımcı olacak bilgileri vermekte ve olayları önceden tahmin edip, ona göre davranmasını sağlamaktadır. Duyulardan en önemli olan görme duyusudur. Çevre ile iliĢki kurulmasında önemli bir role sahip olduğu anlaĢılmaktadır. Ġnsan, çevredeki objeleri, olayları, durumları öncelikle görmekte daha sonra anlam vermeye çalıĢmaktadır. Görme eylemi, tanımlandığı kadar basit bir eylem olmayıp, görülmüĢ olanın, beyine iletilmesi ve anlamlandırılmasını da içeren karmaĢık

bir eylem olduğu anlaĢılmaktadır. Görme eylemi yakından incelendiğinde; içinde „„seçicilik‟‟ kavramını içerdiği ve bazı objelerin, diğer objelere ve çevreye kıyasla daha öne çıktığı görülmektedir. Bu öne çıkan objelerin, diğer objelere kıyasla, daha önce anlamlandırılmakta olduğu anlaĢılmaktadır.

Görme eylemi üzerine, teoriler antik devirlerden günümüze kadar insan anatomisi, gözün fizyolojisi, matematik, geometri ve fizik gibi alanlardaki çalıĢmaları içermektedir. Duyular arasında en üstün olarak görme gelmektedir. Antik Yunan devrinde, Heraklitos, Platon ve Aristoteles gibi filozoflar görmeyi , bilge olarak kabul etmiĢler, diğer duyularla karĢılaĢtırarak en iyi Ģahit ve insanlığın baĢına gelen ödül olarak görmektedirler. Rönesans döneminde, duyular arasındaki önemini koruyan görme duyusu, perspektifin bulunuĢu ile hem algısal evrenin hem de kendilik kavramının ana konusunu oluĢturmaktadır. RasyonelleĢmenin baĢlamasıyla birlikte, görme duyusu oküler merkeziyetin modern bir biçimde ve modern bir yapıya kavuĢmuĢtur. Descartes‟ de görme duyusunu diğer duyulardan üstün tutmuĢtur. IĢık, mercek ve göz hakkındaki bulguların, dıĢ dünyada araĢtırılması ve temsil edilmesini birtakım keĢiflere yol açmıĢtır. Galileo, Newton, Kepler, Leibniz, Descartes ve Locke gibi filozoflar bu dönemdeki keĢiflerin öncülerindendir.

Görme duyusunun, diğer duyulardan üstünlüğü bilginin ve iliĢkilerin esasına uygun olarak kabul edilmesinin, temelleri Aydınlanma Çağı‟nda atılmıĢtır. Bilimsel olarak incelemeler ve deneyler yeni tekniklerin geliĢtirilmesinin büyük bir kısmını görsellik üstünde yoğunlaĢtırılması, görme duyusunun üstünlüğünü sağlamlaĢtırma eğilimi gösteren bir davranıĢ Ģekli olarak görülmektedir. Artık göz, daha önce görmediği mesafeleri ve büyüklükleri görebilecek özelliklere sahiptir. Bu sayede, gözün üstünlüğü de artmıĢtır, diğer tüm duyuları yok saymıĢtır. Ġnsan gözü artık bedensel göz değil aklın gözünü oluĢturmaktadır.

kadar hiç ilgilenilmemiĢ olan, ancak antik çağlardan beri bilinen art-imgeler, görmenin vazgeçilmezini oluĢturmaktadır. 19. yüzyılda, bazı optik cihazlar ve buluĢlar ortaya çıkmaktadır. Fenakistiskop, thaumatrope (mucize çeviri), sabit panorama resmi, diorama, kaleydoskop ve stereoskop bunlara örnek verilebilir. Görme git gide, soyut görsellik, sibernetik ve elektromanyetik alanlarda yerini almaktadır. Modernitenin, değiĢim sürecinde en mühim etkenlerden olan, gözün kartezyen perspektif epistemolojisinden ayrılması ve görselliğin anlaĢılması bakımından mühim olarak görülmektedir. 19. yüzyılın ilk çeyreğinde klasik görme örneklerinin bırakılması, imge ve sanat eserlerinin görüntüsünde veya sembol ettiği yöntemlerinde yaĢanabilen cinsten yer değiĢtirmenin, değiĢimin daha ilerisini oluĢturmaktadır. Bilgisayarda yapılan Ģekillerin onaylanması ve benimsenmesi, film, fotoğraf ve televizyonun birbirlerine benzeyen alanlarından temelden değiĢik, ortaya çıkmıĢ görsel alanlarla daima insan hayatında olacağına bir iĢaret olarak görülmektedir. 1970‟lerin ortalarına kadar film, televizyon ve fotoğraf, ıĢık tayfının optik dalga boylarına ve asıl mekanda bulunan belli bir sabit veya devingen görüĢe yanıt olarak analog medya Ģekillerini oluĢturmuĢtur. Bilgisayarda yapılan tasarımlar, sentetik holografi, uçuĢ simülatörleri, animasyonlar, resim algılayıcı robotlar, ıĢın izleyici, yüzey/doku hesaplama, devinim denetimi, sanal ortam baĢlıkları, manyetik rezonans görüntülemesi ve çoğul tayflı algılayıcılar, görme duyusunu insanlardan baĢka boyuta alındığının bazı örnekleri olarak gösterilebilir. Bunun yanında, eski görme Ģekilleri de kullanılmaktadır. Günümüzde görmenin üstünlüğü türlü teknolojik buluĢlar ve sonsuz görüntü artıĢı ve üretimiyle sağlamlaĢmaktadır. Teknolojik alandaki aĢırı hız yükseliĢine uyum sağlayacak olan duyunun yalnızca görme olduğunu bilinmektedir.

Ġnsan, doğduğu andan itibaren, sürekli olarak içinde yaĢadığı çevre ile etkileĢim halindedir. Fiziksel çevreyi oluĢturan etmenlerin baĢında ise mimarlık gelmektedir. Mimarlık bu anlamda sadece içinde yaĢanılan bir yapı ile sınırlı değildir. Aynı zamanda yapıların oluĢturduğu bir dıĢ çevreyi de içermektedir. Dolayısıyla mimarlık insanların sürekli iç içe yaĢadığı bir olgudur.

Mimarlığın, ortaya konulmasında, bilgi ve becerilerin kazandırılmasında ve her yönde iyice anlaĢılmasında, duyular içerisinde en soylu, en etkin olarak kullanılan ve en üst seviyede yer alan görme duyusu gelmektedir. Ġnsanlar genel

bağlamda göz merkezli canlılardır. Ġnsan çevredeki olayların ve objelerin duyuları sayesinde farkına varmakta, sonrasında anlamlar vermekte ve yorumlamaktadır. Mimarlığın yorumlanabilmesi içinde gerekli ilk koĢulu, duyular üstlenmektedir. Ġnsanın, bu denli çevresini sarıp sarmalayan mimarlık, Ģüphesiz insan ve çevresi arasındaki algısal iliĢkilerde birincil rolü üstlenmektedir. Görme alanı içinde en çok yer tutan, mimarlık ve oluĢturduğu fiziksel çevre algılama açısından da büyük önem taĢımaktadır. Zira dünya hakkındaki bilgilerin çoğu insana bu dünyadan ulaĢmaktadır.

Mimarlık, sadece görsellikten oluĢmamaktadır. Her yapının yapılıĢında derin anlamlar barındırmaktadır. Ġnsanlara asıl yansıtmak istediği bu anlamlardan oluĢmaktadır. Ġnsanlar ve yapı arasında bir alıĢveriĢ mevcuttur. Ġnsanlar, yapıda duygu ve düĢünceler çağrıĢtırırken, yapıda gözlemciye duygu ve düĢüncelerinin uçsuz bucaksız bir Ģekilde kullanabilecek hayal gücü sunmaktadır. Yapıda bulunan herhangi bir detayı, görme eylemi sayesinde insanlar kendi içlerinde gözetlemekte, denetlemekte, soruĢturmakta, anlamlar yüklemekte ve algılamaktadırlar. Algılamada önemli bir yere sahip olan duyuların rolü, duyusal süreçler için önemli bir yere sahiptir. Bu bağlamda görme eyleminin yetersiz kaldığı ve algı eyleminin gerekli olduğu sonucuna varılmaktadır.