• Sonuç bulunamadı

3. ALGI EYLEMĠNĠN BĠR OLGU OLARAK ĠNCELENMESĠ

3.2 Algı Eyleminin Bilimsel YaklaĢımlarının Tarihçesi

Algı, kiĢinin çevresiyle kurduğu iliĢkiler ve iletiĢim sürecinin temelini oluĢturan bir olgudur. Bu sürecin iĢleyiĢininde toplumsal, çevresel, algısal bir bütün olarak, açıklamayı hedefleyen birtakım algı teorileri geliĢtirilmiĢtir.

Ġlk algı teorisi, James ve Eleanor Gibson aracılığıyla oluĢturulmuĢtur. Teoriye göre, algı tecrübelere göre değil, kiĢi ve çevresinde bulunan bilgiler üzerine kurulmuĢtur. Objenin niteliksel özelliği ile ilgilenmektedir. Tecrübeler, kültürel ve toplumsal etmenler için önemli olmasına karĢın çevrenin bir kısmını oluĢturan uyaranlardan oluĢmaktadır (Gibson, 1950). Gibson‟ a paralel olarak, Rapoport‟ ta algı için, çevredeki bilgilerin yorumlanmaya gerek olmadığını ve bu bilgiler çevrede zaten bulunduğunu ifade etmiĢtir. Çevredeki bilgiler, zaten kiĢinin zihninde bulunan, tecrübe, öğrenme ve algılama becerisinin üst düzeyde kullanılmasına elveriĢli bir ortam sağlamaktadır (Rapoport, 1977).

Rapoport‟ un filtre modelinde, çevre algılanmasındaki, algılanan Ģekil ve gerçek Ģekil iliĢkisinde kültür ve kiĢilik etkenleri filtre görevi üstlenmiĢtir (ġekil 3.2).

ġekil 3.2: Rapoport‟ un Filtre Modeli (Rapoport, 1977)

temsilcilerine, Empedocles, John Locke, Berkeley, Titchner, Helmholtz, Carr ve Hume gibi düĢünürler örnek gösterilebilir (Lang, 1987).

Lang‟ ın, birinci grupta yer verdiği diğer bir teori de transaksiyonalistdir. Algı, çevrenin ve kiĢinin birbirleriyle olan bağımlı iliĢkileri üstünde temellenen bir iĢlevdir. Bu teorinin temsilcilerine, Ittelson ve Adelbert Ames gibi düĢünürler örnek gösterilebilir (Kahvecioğlu, 1998).

Lang‟ ın, birinci grupta yer verdiği baĢka bir teori rasyonalist teoridir. DoğuĢtan sahip olunan bilgiler akılcıdır. DeğiĢmeyen tek Ģey gerçektir ve bu sadece akılla sağlanabilir. Ġlk rasyonalist düĢünür, Parmenides‟ i, Sokrates, Platon, Kant ve Aristoteles izlemektedir (Lang, 1987).

Rasyonalist teori ile karıĢtırılan ve birinci grupta yer alan nativist teori; tecrübe ile edinilen bilgilerden önce insanın doğduğu andan itibaren gelen bilgiler yer almaktadır. DüĢünceler aklın dıĢında oluĢmaktadır. Bu teorilerin temsilcilerine, Piaget, Chomsky, Leibniz ve Descartes‟ i örnek gösterilebilir (Alp, 1979). Descartes, algıyı bilimin henüz açıklayamadığı, baĢlangıçtan öte bir Ģey olarak tanımlamaktadır (Merleau- Ponty, 2014). Algı eyleminin nasıl kurulduğu (ġekil 3.3)‟ de gösterilmektedir.

ġekil 3.3: Algının KuruluĢu (Doruk, 1973)

Gestalt teorisi ise, yirminci yüzyılın baĢlarında Almanya‟ da geliĢen, Wertheimer, Koffka ve Köhler tarafından ortaya atılmıĢtır. Gestalt kelimesinin Türkçe‟deki karĢılığı, biçim ve düzendir (Uçar, 2014). Almanca‟ da birbirleriyle

dinamik bağlar kuran parçalardan kurulmuĢ anlamlı bütün olarak ifade edilmektedir. Gestalt teorisi, hafıza, bilgi ve beceri edinme, anımsama, sorunları çözme ve algılama alanlarındaki sorunlara yenilikler getirmiĢ ve son yıllarda mimarların, sanatçıların ve tasarımcıların da ilgisini çekmiĢtir. Düzenli olan bütünler, birbirleriyle alakasız olan parçalardan daha kolay algılanmakta ve akılda kalmaktadır. Sorunların bütün olarak ele alınıp, incelenip, çözüm üretilmesi, kiĢinin seri ve orijinal icatlar yapmasına olanak vermektedir (Aydınlı, 1986).

Gestalt teorisi, iki ana ilkeden oluĢmaktadır. Bunlardan ilki, görsel objenin parçaları, değiĢik bileĢenler biçiminde yorumlanıp ve değerlendirilmesinden oluĢmaktadır. Ġkincisi ise, görsel objenin bütünü, onu oluĢturan parçaların tamamından farklı ve daha fazlasıdır. KiĢi çevresindeki, tek objeyi veya Ģekli daha kolay algılamakta, örgütlemektedir. Grup oluĢturan objeler, karmaĢık ve düzensiz olanlara göre daha rahat algılanmaktadır (Ġnceoğlu, 2011). ÖzdeĢ birimler, değiĢik Ģekilde hazırlandığında farklı anlamlara gelmektedir (ġekil 3.4). Gestalt teorisinde önemli olan, bütüne anlam veren, bütünün parçaları değil, bu parçaların hangi biçimde bütünü oluĢturduğu ve parçaların birbirleriyle kurduğu iliĢkilerdir (Aydınlı, 1986).

içermektedir. ġekil, arka alanı oluĢturan zemin içerisinde anlamına kavuĢmaktadır. Görsel alanda Ģekil insanlara daha yakındır ve bir obje hissi uyandırmakta, zemin ise anlaĢılması zor bir his uyandırmaktadır. ġekil ve zeminin birbirleri yerine geçtiği durumlarda mevcuttur. Bir Ģekil, zemin olarak algılanırken daha sonra, Ģekil olarak da algılanabilmektedir. Fakat bir Ģekil, hem Ģekil hem de zemin olarak görülmemektedir. Algılarken, ilk öne çıkarılan ve odaklanılan nokta Ģekildir, o bağlamda geride kalan ise zemindir (ġekil 3.5). Görülen Ģekilde odaklanılan ilk Ģey, beyaz renkli kısımsa gördülen bir vaz odur ve Ģekli temsil etmektedir. Siyah kısım ise zemin olarak görülmektedir. Fakat odaklanılan nokta siyah renkli kısımsa, birbirine bakan iki surat görülmekte ve Ģekli oluĢturmaktadır. Beyaz kısım ise zemini oluĢturmaktadır (Cüceloğlu, 2016).

ġekil 3.5: ġekil-Zemin ĠliĢkisi (Url-2)

Gestalt ilkelerinde yer alan, gruplama ilkesine göre çevredeki objeler, örgütlenmiĢ bütünler olarak algılanmaktadır. Bu gruplar Ģu ilkelere göre oluĢmaktadır:

 Yakınlık Ġlkesi: Birbirlerine yakın olan Ģekiller, grup olarak algılanmaktadır (ġekil 3.6). ġekil, görsel alanda olduğu gibi diğer alanlarda da böyle algılanmaktadır. DıĢarıda beraber yürüyen kiĢiler, bir grup olarak algılanmakta ve yalnız yürüyen kiĢilerden ayrı tutulmaktadır (Erkman, 1973).

ġekil 3.6: Yakınlık Ġlkesi (Url-3)

 Benzerlik Ġlkesi: ġekiller, benzer özelliklerinden dolayı, grup olarak algılanmaktadır (ġekil 3.7). Bir okuldaki öğrencileri, yaĢ benzerliği, cinsiyet benzerliği gibi gruplandırmak, benzerlik ilkesine örnek verilebilir (Erkman, 1973).

ġekil 3.7: Benzerlik Ġlkesi (Url-4)

 Devamlılık Ġlkesi: ġekiller, aynı yönde düzenli veya düzensiz olarak birbirlerini takip ederek, bir grup oluĢtururlar (ġekil 3.8).

belirtmektedir (ġekil 3.9). ġekil - zemin ilkesindeki gibi, tamamlama ilkeside tüm duyular için geçerlidir (Erkman, 1973).

ġekil 3.9: Tamamlama Ġlkesi (Url- 6)

Görsel alan, üç boyutlu bir örgütlenme oluĢtururken; görünen büyüklük ve görünen parlaklık, gölgelere, doku derecelenmesi, lineer perspektif, araya girme ve hareket paralaksı gibi etkenlerde önemli bir yere sahiptir (Erkman, 1973). Archeim, algılamayı edilgen ve etken olarak ikiye ayırmıĢtır. Edilgen algılama da düĢünce bulunmamaktadır. Ġnsan uyandığında karĢısındaki objeler, devamlı sabit duran ve sabit hareket eden objeler, edilgen algılamaya örnek verilmektedir. Bunlarla karĢılaĢıldığında, zihinde herhangi bir tepki oluĢmamaktadır. Ayrıca, algı ile düĢünce arasında, bir bağ kurmaya çalıĢılmaktadır. DüĢünülen birĢeyin olması için, düĢüncenin dünyadaki imgelere dayanması Ģarttır. Bu sayede, algı ile düĢünce arasında bir bağ oluĢmaktadır. Bunlar birbirleri ile birer bütündür (Archeim, 2015).

Merleau - Ponty (2014), algı hakkındaki görüĢlerini, Algılanan Dünya isimli eserinde, Ģu Ģekilde ifade etmiĢtir; modern düĢünce ile sanat, algıya itibarını geri vermekte, kesinlik ve doğruluk kavramlarına bağımlı bir disiplin olarak bilimin değerini yadsımaktadır. KiĢi tecrübelerinin, tüm unsurlarına, özellikle de duyumsal algısına hakkını vermektedir. Diğer yandan, bilim ve bilim felsefesi, algılanan dünyaya olumlu bakarken resim, Ģiir ve felsefe de kendileri için oluĢturulan alanda yerini almıĢtır. Bilimde, saf ve belirlenmemiĢ zekayı kullanarak, insan eli değmemiĢ ve Tanrı‟ nın görebileceği saf bir objeye ulaĢmak zor bir Ģey değildir. Algılayan kiĢiyi, yargı veren ve sonuç çıkaran bir bilimciye benzeten Merleau-Ponty, algılanan büyüklük hakkında da, yargıya varılan büyüklük olarak ifade etmiĢtir.

Merleau - Ponty, gözden, görmeden ve görme ile gerçekleĢen algıdan bahsetmektedir. Göz, merkezde bulunan bir organ olmayıp, tüm bedeni algılayan ve kavrayan tecrübelerden oluĢtuğunu belirtmiĢtir (Merleau- Ponty, 2017b). Descartes‟ in, zihne verdiği önceliği reddetmiĢ ve kiĢilerin çevresini algılamasının zihin ile olmadığını, beden ve duyular ile olabileceğini, bunun ise beden-zihin düalizminin tamamen yok sayılmasıyla olacağını belirtmiĢtir. Merleau-Ponty, bu görüĢünü zihnin çevreden etkilendiği, her yerde ve her zaman kabul edilen algıya varılmadığını, Algının Önceliği isimli eserinde belirtmiĢtir (Merleau - Ponty, 2017a).