• Sonuç bulunamadı

4 TOPLUMCU GERÇEKÇİLİK VE SABAHATTİN ALİ’NİN HİKÂYE KİŞİLERİ

4.3 EZEN-EZİLEN ÇATIŞMAS

4.3.2 EZİLENİN BOYUN EĞDİĞİ HİKÂYELER

4.3.2.14 Avni Akbulut ve Doktor (Böbrek)

Sabahattin Ali’nin hikâyelerinde toplumun alt tabakasındaki insanlar her zaman iyi niyetli ve dürüsttürler, ne olursa olsun vicdanları vardır ve birbirlerinin

halinden anlarlar. Hatta kimi zaman dürüstlükleri safdilliğe kadar ulaşır ve bu safdillikleri yüzünden sürekli olarak kandırılır ve dolandırılırlar. Yazarın bu tür hikâyelerine en güzel örneklerden bir tanesi de “Böbrek” adlı hikâyesidir.

Böbreklerindeki taşları aldırmak için İstanbul’a gelen “Niğde eski nüfus memuru Avni Akbulut”un başına gelenlerin trajikomik bir hikayesidir “Böbrek”. İstanbul’da, yerleşmeye niyet ettiği otelde tek yataklı oda kalmamış olduğundan dolayı, otel kâtibinin “çok ağır başlı Müslüman” bir dolandırıcının yanına yerleştirmesiyle kader adeta ağlarını örer Avni Akbulut için. Açtığı sohbet ile Avni Akbulut’un ağzını arayan ve İstanbul’a gelme sebebini öğrenen dolandırıcı, İstanbul’daki doktorların nasıl “kasap”lar olduğuna dair uydurduğu yalanlar ile iyiden iyiye Avni’nin gözünü korkutup; onu kendi tanıdığı “Helal süt emmiş” Doktor İrfan’a götürmek için ikna eder. Üstüne üstlük ertesi gün işini gücünü bırakıp onunla birlikte bu “Helal süt emmiş” adama gitmeye de razı olur. Doktora beraber giderler, Avni durumunu anlatır ve doktor onu müşahede altına alır. Kendini kayıtsız şartsız doktora emanet eden Avni Akbulut için kabus dolu günler başlar:

“Bundan sonra yirmi gün kadar süren muayene ve tedavisinde Borlu hemşerisi Avni’yi hemen hiç yalnız bırakmadı. Elinden gelen her yardımı, her kolaylığı gösterdi. Ara sıra işlerinin yüzüstü kaldığından bahsetse bile, Avni’nin: ‘Siz artık zahmet etmeyin, ben kendim gider gelirim’ yollu tekliflerini asla kabul etmiyor, onunla birlikte karaborsada röntgen filmi arıyor, bulunca pazarlığını kendisi ediveriyor, Avni’nin bünyesini iyice anlamak için herbirine birkaç defa gittikleri bakteriyologlar, dahiliyeciler, mide mütehassısları, asabiyeciler, kalpçiler, gözcüler, kulakçılarla o konuşuyor, çeşit çeşidi yapılan kan ve idrar tahlilleri için çeşit çeşit laboratuvarlara girip çıkıyor, raporları okuyup, tecrübelerine dayanarak izah ediyor, nihayet doktor İrfan’ın reçetelerinde yazılı olup piyasadan kalkmış bulunan şifalı Alaman ilaçlarının el altından satıldığı yerleri o meydana çıkarıyor ve biraz pahalı da olsa, elde edilmesini sağlıyordu.” (SK., s. 42)

Avni Akbulut, feci bir biçimde dolandırılmıştır; ancak bunun farkına bir türlü varamıyordur. Dolandırıcı adam, kurduğu tezgah ile sadece böbrek taşı rahatsızlığı olan bir adamı bakteriyolog, dahiliyeci, mide uzmanları, kardiyolog, hatta göz ve kulak doktoruna bile götürür. Avni Akbulut ise, dolandırıldığını ancak üç hafta kadar sonra “Borlu hemşerisi” birdenbire ortadan kaybolduğunda anlar, ancak artık iş işten çoktan geçmiştir. Ameliyat için ayırdığı parasının büyük bir kısmı da eriyip gitmiştir elbette. Ama Avni Akbulut, eli boş bir şekilde Niğde’ye dönmektense bir de en başta

gitmesi gereken profesöre görünmeye karar verir ve bu sefer de başka türlü bir tuzağa düşer.

Doktor Osman, fakülte hastanesinde profesördür. Avni Akbulut, muayene için fakülte hastanesine geldiğinde profesör, hiç vakit kaybetmeksizin ameliyat edilmesi gerktiğini; fakat hastanede hiç yatacak yer olmadığını söyleyerek kestirip atar; kendisine yardımcı olmadan çıkıp gider. Elinde raporları ve röntgen filmleriyle doktorun arkasından bakakalan Avni’ye, odayı toparlamaya giren hademe yardımcı olur:

“[H]ademe, onun hâlâ odada dikildiğini görünce:

‘Ne bekliyorsun?’ diye sordu. [...] ‘Doktor Osman Bey’in burada bunları dinleyecek vakti yok. Görmedin mi, işi başından aşkın. Burası fakir fukara yeri. Sen efendi adamsın, git derdini muayenehanesinde anlat. Dirim Yurdu’nun sahibidir, saat dörtten sonra hep orada bulunur. Al istersen adresini vereyim.’ (SK., s. 46)

Avni Akbulut, adresi öğrenerek hiç vakit kaybetmeksizin Dirim Yurdu’nun yolunu tutar. Profesör Osman, muayenehanesinde, hastanedekinin aksine, büyük bir alaka ile Avni Akbulut’u muayene eder. Hastanın acilen ameliyata alınması lazımdır; ancak fakülte hastanesinde ameliyat olmak için aylarca sıra beklemesi gerekiyordur ve bunun için zaman yoktur. O yüzden Avni, “biraz masraflı” olmasına rağmen klinikte ameliyat edilmeye ikna edilir. Avni’nin ise elinde ameliyatın bedeli olan bin lirayı verecek nakit kalmamıştır. Bu sebeple, elma bahçesinin satılması için Niğde’ye hemen haber gönderilir. Doktor Osman, bahçenin parası gelene kadar muayenehanedeki odada kalabileceğini söylediği için, Avni oteldeki bütün eşyasını toplayarak, buraya yerleşir. Aksi gibi, paranın da gelmesi gecikir; bahçe satılmadan geçen her geçen gün, Avni’nin borcuna on beş lira eklenmektedir; başına bunca iş gelen zavallı adam, artık kara kara düşünüyordur:

“ ‘Bu mevsimde bir bahçe satmak bu kadar sürdürülür mü? Kendi soyumuzda bile halden anlayan olmadıktan sonra... [...] Ne diye para gelesiye kadar otelde kalmadım da doktorun sözüne uyup buraya taşındım ki? Otelin gecesi bir buçuk lira idi. Bu hastalık bende akıl komamış, belli.’ ” (SK., s. 48)

Nihayetinde, “kliniğe yattığının on birinci günü” Avni’ye bin iki yüz lira gönderilir; ertesi gün ise derhal ameliyata alınır. Ameliyat sonrası hastasını güler yüzle karşılayan doktor, Avni’ye böbreğinden aldığı “fınıdık kadar” taşı gösterir.

Narkozun etkisinden daha tam kurtulamamış olan Avni’nin, diğer taşın da böyle büyük olup olmadığını sormasıyla, odada buz gibi bir hava eser; genç asistan yaklaşarak sorar: “Hangi taş?” (SK., s. 48)

Yazar, ikinci böbreğin daha fazla para koparabilmek için doktor tarafından bilinçli mi bırakıldığını, yoksa gerçekten doktorun gözünden mi kaçmış olduğunu açıkça belirtecek bir ifadeye yer vermez. Ancak ortada bir gerçek vardır ki, Avni Akbulut’un, alınması gereken diğer böbrek taşı, müdahale edilmeksizin içerde bırakılmıştır.

Nitekim, bir ay kadar sonra; dikişlerinin alınmasının üzerinden henüz sekiz gün geçmişken, Avni Akbulut’un, sancıları tekrar başlar ve bir operasyon daha geçirmesi icap eder. Bağın satılması için Niğde’ye derhal haber gönderilir. Bu sefer, paranın gönderilmesi yirmi günü bulur. Avni Akbulut ameliyat masasına yattığında, bir deri bir kemik kalmıştır artık. Doktor Osman’ın, hastasının durumuna verdiği önemin derecesi, ameliyat sırasında asistanı ile konuşmasından belli olur:

“Doktor hem yarayı kesiyor, derinlere gidiyor, [...] hem de bu aralık asistanıyla konuşuyordu:

‘Bizim şu Ada’daki köşkün banyosuna ne renk fayans koydurayım, bir türlü karar veremedim. Mavi kasvetli olacak, pembe de yatak odasına uymuyor... En güzeli filizi ama, piyasada iyisi yok. Ne halt etmeli bilmem!’ ”(SK., s. 50)

Avni Akbulut’un çektiği sıkıntı ve kendisinin daha önce yapmış olduğu hata, o esnada Profesör Osman’ın zerre kadar umrunda değildir ve aklı, köşkünün banyosuna yaptıracağı fayansın rengi ile meşguldür. Nihayet böbrek alınır, “fakat iki ay gibi kısa bir zamanda iki defa üst üste bıçak yiyen bu ufacık et parçası” dayanamaz. Taşın çıktığı yerden sızan kan durmuyordur. Profesör çareyi, böbreği alarak yarayı dikip ameliyatı bir an önce bitirmekte bulur. Ameliyat sonrası, hasta uyandığı zaman, böbreğinin alındığını söylediklerinde ise, Avni Akbulut hiçbir tepki vermez; “başını öte tarafa çevirip gözlerini kapa[r]”. Haftalarca bu şekilde yattıktan sonra, bir gün Profesör Osman, yanına gelerek, “artık hastalığının tamamen iyi olmuş sayılabileceğini, tek böbrekle kalmanın öyle pek korkulacak bir şey olmadığını, çünkü insan bünyesinin böyle hallerde bütün dikkatini, bütün kuvvetini öbür böbreği vererek onu adamakıllı kuvvetlendirdiğini ve artık Avni için Niğde’ye dönüp istirahat etmekten ve hâlâ akmakta olan yarasını haftada iki defa, hatta bir sıhhat

memuruna pansuman ettirmekten başka bir iş kalmadığını söyleyince” (SK., s. 51) Avni Akbulut deliye döner:

“ ‘Yok doktor [...] beni bu halimle sokağa atamazsın. Gayrı sattırıp parasını getirtecek bağ, bahçe kalmadı ama, gene de beni bu halimle sokağa atamazsın. Ben bu halimle memlekete dönecek olursam, bana sokaktaki itler bile güler. Ya bu yara kapanır, dermanım yerine gelir, yürüye yürüye trene giderim, ya bu karyolada ölürüm. Çoluğun çocuğun başına bela olmam. Kolumdan tutup atsan bile kapının önünden bir adım gitmem, geleni geçeni başıma toplarım. İşte, kendin düşün artık.’”

(SK., s. 51)

Küçük bir böbrek taşı yüzünden, bütün hayatı kararan, elindeki paradan, bağdan bahçeden; en önemlisi tedavisi için o kadar çile çektiği böbreğinden şimdi yoksun kalan Avni Akbulut, bundan sonraki günlerde “acaba sokağa atarlar mı?” korkusuyla yaşadıktan sonra, Profesör Osman bir gün içeri girerek hastayı sıkı bir muayeneden geçirdikten sonra yarasını kendi eliyle açıp durumunu görerek “Hastalığın bu safhası talebe için çok enteresandır, sizi yarın fakülte hastanesine kaldıracağız!” (SK., s. 51) der. Avni Akbulut, bunca çileden ve her şeyini kaybettikten sonra, başladığı noktaya geri dönmüştür. Doktor, hastasını iyileştirmek için çaba göstermek yerine, kendisinin onca parasını aldıktan sonra, öğrencilerine ders verebilmek amacıyla Avni Akbulut’u kullanmaktan hiç çekinmez. Olan ise çaresiz kalan Avni Akbulut’a olur.