• Sonuç bulunamadı

Çakıcı ve Devlet Otoritesi (Çakıcı’nın İlk Kurşunu)

4 TOPLUMCU GERÇEKÇİLİK VE SABAHATTİN ALİ’NİN HİKÂYE KİŞİLERİ

4.3 EZEN-EZİLEN ÇATIŞMAS

4.3.1 EZİLENİN BAŞKALDIRDIĞI HİKÂYELER

4.3.1.6 Çakıcı ve Devlet Otoritesi (Çakıcı’nın İlk Kurşunu)

“Çakıcı’nın İlk Kurşunu” adlı hikâye, Sabahattin Ali’nin kaleme almış olduğu en uzun hikâyedir. Bu hikâye, yazar hayattayken yayımlanan eserlerine alınmamış; Nüket Esen, Zeynep Uysal, Engin Kılıç ile Olcay Akyıldız tarafından yayıma hazırlanan ve 2002 yılında YKY’den ilk baskısı yapılan “Çakıcı’nın İlk Kurşunu (Tereke)” adlı kitap ile birlikte gün yüzüne çıkmıştır. “Hikâye sömürenler ve sömürülenler üzerine kurulu. Abdülhamit döneminde düzenin bozukluğu, ekonomik eşitlik olmaması, çok zengin ve çok fakirlerden oluşan bir düzende ‘mütegallibe’lerin zulümleri anlatılıyor. Padişah tahtta kaldığı sürece hürriyet olamayacağı ifade edilerek meşrutiyet eleştiriliyor. Bu arada İttihat ve Terakki’nin de Çakıcı’ya düşman olduğu belirtiliyor. Çakıcı Efe’nin hikâyesi kurulu bozuk düzene karşı çıkan bir halk kahramanının hikâyesi olarak anlatılıyor.”46

Çakırcalı Mehmet’in, “Çakıcı Efe” diye nam salıp efsaneleşmesi, Çakırcalı Mehmet’in, henüz on altı yaşındayken, babası eşkiya Çakırcalı’yı öldüren Abdullah Çavuş’u öldürmek için ilk kurşunu sıkmasıyla başlar. Çakıcı’nın bundan sonra ilk yapacağı iş, “babasından miras çetenin başına geçmek”tir. Fakat çete, babasının ölümünden sonra dağıldığı için öncelikle herkesi bir araya toplamak lazımdır. Bu sebeple Çakıcı, babasının hayatta iken en güvendiği ve en çok hürmet ettiği Ahmet Efe’nin evine gider; babasının ölümünden, babasının katiline ilk kurşununu sıkışına kadar, başından geçenleri anlatarak, çeteyi yeniden toparlamak için kendisinden yardım ister. Ahmet Efe ile konuşurken, Efe’nin kızı Ayşe’yi görür görmez aşık olur. Efe, Çakıcı’nın işlediği cinayetten sonra ortalığın ne halde olduğunu öğrenmek için çıktığında aralarında duygusal bir yakınlaşma olur ve Çakıcı, kendisinin nikahını alacağına dair söz verir.

Ahmet Efe’nin de yardımıyla çete kısa zamanda toparlanır. Çakıcı, yeni silah arkadaşlarıyla birlikte, Abdülhamit’in zulmüne başkaldırmak ve halkı da bu zulümden kurtarmak için dağa çıkar. Sabahattin Ali, Çakıcı’nın devlete karşı neden başkaldırdığını ve bu dönemede neden bu kadar çok eşkiya türediğini, o yılların bir panoramasını çizerek izah eder:

Abdülhamit, bütün melanetiyle, zulmünü en şiddetî, en tahammül edilemez bir hale getirdiği zamanda, devletin idare çarkını sade rüşvetlerden akan paralar döndürüyor, memuriyetler, kaymakamlıklar, tahsildarlıklar, hatta en küçük jandarmalıklar bile, verilecek para nisbetinde elde ediliyordu. Paraya sahip olabilmek ve onu verebilmek hakka, hayata sahip olabilmek demekti.

Köylerde eşraf ve mütegallibenin zulmü son haddine varmıştı. Kaymakamın, jandarma kumandanının evlerine gönderdikleri hediyelerle, bunların himaye cenahlarına sığınabilmek ‘lütfuna’ mazhar olan mütegallibe, halkın, köylünün başı üstünde en tahammül edilmez bela oluyorlar, bu zavallıların en husûsî hayatlarına, hatta evlenmelerine bile karışıyorlardı.

Sakin ve fakir halkın, sözünü dinletebilecek bir kapı, bir merci, bir makam yoktu. O yaşayabilmek için mütegallibenin emri altında hareket eden ve onun arzusu ile kımıldayan bir makine haline girmek mecburiyetinde idi.” (ÇİK., s. 43- 44)

Görüldüğü üzere halk ve köylü, başlarındakiler tarafından acımasızca ezilmekte, nefes almakta güçlük çekmektedir. Yolsuzluklar ve ahlaksızlıklar devlet yönetiminde egemen olmaya başlamıştır. Bütün bu ahval karşısında Çakıcı’nın tek yapmak istediği şey, halktan ve köylüden alınanın yine halka ve köylüye dönmesidir. Çakıcı, dağa çıkıp eşkiya olmaya karar verdiği gün, hayalini kurduğu şeyleri tüm samimiyetiyle Ayşe’ye anlatır:

“ ‘ [Ö]yle bir eşkiya olacağım ki, konaklar basacak, zenginleri soyacak, zalimlere en merhametsiz bir imansız kesilecek fakat bunun yanında fukarayı, fakirleri hiçbir zaman unutmayacağım. Bundan böyle öksüz, yetim fukara kızlar evlenemiyoruz diye keder etmesinler, onların çeyizleri bendedir. Fakir çocuklar okuyamıyoruz diye ağlamasınlar, mekteplerini ben yaptıracağım. Köylü yoldan, yolsuzlıktan, köprüsüzlükten şikâyet etmesin... Bütün bunlar benim elimle yapılacak. Vay bu hukukta vereceğim emirleri ifa etmeyen zenginlere.’ ” (ÇİK., s. 45)

Çetesini toplayarak dağa çıkan Çakıcı, vakit kaybetmeden konaklar basıp zenginleri haraca bağlayarak ilk vukuatlarını yapmaya başlar. Bu haberler halk arasında da çabuk yayılır ve insanlar, “daha ilk günlerinde ortalığa müthiş bir dehşet saçan” bu çetenin kendilerine edeceği zulümleri düşünerek endişe duymaya başlar. Oysa Çakıcı, arkadaşlarıyla civar köylerden birine indiği günlerden birinde, halkın gönlüne serin sular serpecek; içlerinde kendisine karşı günden güne büyüyen endişelerin tamamen bitmesini sağlayacak bir harekette bulunur: Çetesindekilerden bir genç -Deli Mehmet-, genç ve güzel köylü kızlarından birini uzaktan görür ve onu kaçırmaya kalkar. Fakat Çakıcı, Deli Mehmet’i gözünü kırpmadan tek kurşunda yere serer; kızın fukara ve ihtiyar babasına da kızına çeyizlik olsun diye bir kese altın verir. Böylelikle Çakıcı’nın mertliği halk arasında dilden dile dolaşarak büyük bir hızla yayılmaya başlar. Çakıcı da zenginlerin kabusu haline gelerek, fakir ve mağdur

köylünün ihtiyaçlarını karşılamaya başlar. Fakat, yaptıklarıyla halk arasında büyük bir sempati uyandıran Çakıcı, kendisine rakip olmaya başladığını düşünen Abdülhamit’in öfkeli düşmanlığını kazanır. “Zeybek eliyle” Çakıcı’yı ortadan kaldırmaya imkan olmadığını anlayan Abdülhamit, Arnavutlardan oluşan bir çapulcu ordusu hazır eder ve Çakıcı ile çetesinin üstüne salar. Çakıcı ile birlikte on iki kişiden müteşekkil çete, üç bin gönüllü Arnavut’u öldürerek büyük bir zafer kazanır; bununla birlikte, Çakıcı ve çetesinin halkın gözündeki itibarı da, zulmünden korkan mütegallibenin dehşeti de kat be kat artar:

“Şimdi Aydın’ın ormanlarını kendisine bir saray, bir kâşâne ittihaz etmiş olan Çakıcı Efe, etrafa bitmek tükenmek bilmeyen emirlerini yağdırıyor, mektepler, yollar, köprüler istiyor, fakir kızları evlendirmelerini talep eyliyordu.

Saltanatın senelerce mücadele neticesinde bir türlü yaptırmaya muvaffak olamadığı bu işler, Abdülhamit’in iradelerinden daha kuvvetli, daha heybetli bir surette hemen yapılıveriyor, riyakâr mütegallibe saraya dehaletle halledemedikleri Çakıcı işini, bizzat Çakıcı’ya inkiyat ile kendilerini ona sevdirmekten daha ziyede bir menfaat görüyorlardı. Hatta bazıları Çakıcı istemeden bunları yapmaya başlamışlardı...” (ÇİK., s. 55)

Böylelikle, Abdülhamit bu sefer de Çerkesler’den oluşan bir çete meydana getirir. Bu çete dağlarda Çakıcı’nın izini sürmeye başlar; ancak saldırıya geçmeye bir türlü cesaret edemez. Çakcı, kendisini tuzağa düşürmeye çalışan Çerkes kuvvetlerine de göz dağı vermektedir. Hal böyle sürerken, günlerden birinde Çakıcı’nın aldığı bir haber ile birlikte çetesindekilerden bir eşkiyanın yaptığı yanlış bir davranış, kimsenin ummadığı bir biçimde Çakıcı’nın da sonunu getirir:

Bir gün, bir zeybeğin bir çerkesi evinde sakladığını haber alan Çakıcı, böyle bir şeyi hazmedemediği için, emrindeki eşkiyalardan Çoban Deli Mehmet’e, ikisini de zarar vermeden uyarmasını tembih ederek köye gönderir. “Tabiatından gaddar olan” Deli Mehmet ise zeybeğin evini basarak ikisini birden öldürür. Bir zeybeğin bir zeybeği öldürdüğünü gören köy halkı Çakıcı’nın böyle bir emir verdirdiğini düşünerek çok üzülür. Akşam eve döndüğünde babasını kanlar içinde yerde yatar vaziyette gören on altı yaşındaki genç zeybek Ahmet ise babasının intikamını almaya yemin ederek Çakıcı’nın peşine düşer. Çakıcı ise, Çerkesler ile çatışmaya gireceği günün arifesinde bir zeybek kanının dökülmesini hayra yormaz. Sanki sağ dönemeyecekmiş gibi hissederek, o gece Ayşe ile vedalaşır ve onun, çocuklarına iyi bir gelecek sağlamasını vasiyet eder.

Babasının intikamını almak için Çakıcı’nın peşine düşen Ahmet ise ormanlığın içinde, kendisi gibi Çakıcı’nın izini sürmekte olan Çerkes çetesine rastlar. Çerkes çetesi ilk etapta zeybek delikanlısının Çakıcı’nın gönderdiği bir casus olabileceğinden şüphe ederek, onu alıkoymaya yeltenir; fakat durum açıklığa kavuşunca, delikanlıyı serbest bırakırlar. Ahmet, sabaha karşı Çakıcı’yı “avanesiyle” birlikte, yaktıkları ateşin başında, tam da Deli Mehmet’in yanında oturur halde bulur. Babasının katiline nişan alarak silahını ateşler; fakat Deli Mehmet yıkılacağı yerde, Çakıcı yere yığılır. Yaptığı hatadan son derece pişman olan Ahmet, biraz bekledikten sonra cesaretini toplayıp ateşin başına doğru koşunca, orada başı, kolları ve bacakları kesik bir gövdenin yatmakta olduğunu görür. Zira, zeybek kanının böyle bir zamanda kendisinin sebep olduğu şekilde dökülmesinin hayra alamet olmadığını hisseden Çakıcı, eğer ölürse başının, kollarının ve bacaklarının kesilmesini vasiyet etmiştir. Vasiyeti üzerine de Çakıcı’nın başı, kolları ve gövdesi bedeninden ayrılarak, yalnızca göğsü bırakılarak, kesilen uzuvları çetesinin elemanları tarafından yanlarında götürülmüştür. Ancak Çakıcı Efe’nin ölümü, yine kendisi gibi bir zeybek eliyle olduğundan; nihayetinde Çakıcı yenilmiş ama ezilemiş olur. Bu olanlar sonucu Çerkesler, kendilerini kahramanmış gibi gösterip Çakıcı’nın ölümünün sorumluluğunu üstlerine alırlarken, Ahmet yaptığı hatadan pişman, ağlayarak evine döner; yaptığı hatadan dolayı herkesten özür diler. Ancak artık hiçbir güç kendini halkın hayrına işler görmeye adamış Çakıcı’yı hayata döndürmeyecektir. Nihayetinde, reislerini kaybeden çete de o geceden sonra dağıldığında, Çakıcı efsanesi hazin bir şekilde son bulur.