• Sonuç bulunamadı

Arkeolojik Tanımlamalar ve Koruma Teknikleri: 1904 Madrid–1931 Atina

3. KENTSEL YIĞILMANIN KORUNMASINA ĐLĐŞKĐN KAVRAMLARIN

3.1 Arkeoloji

3.1.1 Arkeolojik Tanımlamalar ve Koruma Teknikleri: 1904 Madrid–1931 Atina

Bu bölümde, uluslararası tüzüklerde arkeoloji tanımının ve arkeolojik koruma tekniklerinin gelişiminin ortaya konması amacıyla 1900’lerin ilk yıllarında gerçekleştirilen iki mimarlık konferansına yer verilmiştir. 1904 Madrid ve 1931 Atina Konferansları, arkeoloji tanımlarındaki farklılıkların gözlenebilmesi ve her iki konferansta yer alan arkeolojik koruma yaklaşımlarının günümüzle olan benzerliklerinin ortaya konmasına olanak vermeleri nedeniyle incelenmeye değer görülmüştür.

1904 “IV. Uluslararası Mimarlar Kongresi”nin, kaynaklarda “Madrid Konferansı” başlığı ile de anıldığı gözlenir. Kongrenin kararlarında anıtlar; ölü ve yaşayan olarak ikiye ayrılmıştır. Ölü anıtlar olarak nitelenen arkeolojik nesneler, “geçmiş bir uygarlığa ait olup artık kullanılmayanlar” olarak tanımlanmıştır (Erder, 2007). Bir diğer deyişle arkeolojinin anlamı, işlevselliğin yitirilmesi ile ilişkilendirilmiştir. Ölü anıtlara müdahale olanağı, yalnız yıkıntı haline gelmelerini önleyecek kadar sağlamlaştırma yapılması ile sınırlandırılmıştır.

*

Koruma kanun ve kararlarını içeren çok sayıdaki yayın arasında öne çıkan birkaç örnek şöyle sıralanabilir: R. L. Tubesing (1982) “Architectural Preservation and Urban Renovation: an Annotated Bibliography”, C. Binan (1999) “Mimari Koruma Alanında Venedik Tüzüğü’nden Günümüze Düşünsel Gelişmenin Uluslararası Evrim Süreci”, E. Madran ve N. Özgönül (1999) “International Documents Regarding the Preservation of Cultural and Natural Heritage”, E. Madran (2002) “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Kültür Varlıklarının Korunmasına Đlişkin Tutumlar ve Düzenlemeler”, Ş. Ö. Hoşkara ve N. Doratlı (2004) “Kentsel Koruma ve Canlandırma Üzerine”, S. Kanadoğlu (2007) “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Hukuku”, R. White ve J. Carman (2007) “World Heritage: Global Challenges, Local Solutions”

**

C. Binan’a ait çalışmada, 1964-1996 yılları arasında, Kentsel Arkeoloji konusunun yer aldığı toplantılar şu şekilde sıralanmıştır: (1981) Chartes-Fransa ICOMOS, (1987) Floransa-Đtalya Avrupa Konseyi, (1990) Conimbriga-Portekiz Avrupa Konseyi, (1993) Haifa-Đsrail Univ. Of Haifa, (1994) Sardinya-Đtalya Instituto dı Architectura Cagliari, (1994) Mar del Plata-Arjantin Centre Intern. Cons. Du Patr., (1994) Montreal-(Kanada ICOMOS ICAHM. C. Binan, kentsel alanlarda arkeolojik mirasın korunması ve toplumla bütünleşmesi konularındaki tartışmaların 1975-80 döneminde başladığı, 1980-90 yılları arasında belirli bir seviyede kaldığı,

Müdahalenin minimum seviyede tutulmasının temelleri konferans kararları kapsamında Madrid Kongresi’nde atılmıştır. Madrid Kongresi’ndeki tanımlamalar ile müdahale yaklaşımlarının ilişkisi incelenecek olursa, “ölü olarak adledilen anıtlara mümkün olduğu kadar (en azından daha fazla) müdahale edilmemesi, müdahalenin; yaşadığı varsayılan anıtlara yapılabileceği” gibi argümanlar geliştirildiği gözlenmektedir. Madrid Konferansı; arkeolojik nesnelere dokunulmaması gereken, onları ölmüş sayan ve sadece saygı gösterilemesi gereken ikonlar olarak algılayan bir bakış açısına sahip olmuştur. Yaklaşık yüz yılı aşkın bir sürenin geçtiği kongrenin ardından günümüzde, arkeolojik ortama yaklaşımın benzer olduğunu ileri sürmek, abartılı bir değerlendirme olurdu. Arkeolojik stoğun ortaya çıkarılması ve kamusal yaşantıya dahil edilmesi fikirleri, teorik olarak kabul gören ve koruma çevrelerince de desteklenen öngörüler olsa da uygulama alanının henüz teorideki açıklığa ve uzlaşı ortamına sahip olmadığı yorumu yapılabilir.

1931 “Atina Konferansı” sonuç bildirgesinde ise arkeoloji ile ilgili kararlar, “Koruma Tekniği” başlığı altında korumanın teknolojik boyutu kapsamında ele alınmıştır (Erder, 2007). Arkeolojik kalıntılar bu kez Madrid Kongresi’nden farklı olarak ölü niteliğinden çıkarılarak harabe olarak tanımlanmış, harabelerin korunmasında gereken titizliğe dikkat çekilmiştir. Bulunabilen her orijinal parçanın yerine konması (anastylosis) önerisi, birleştirme sırasında kullanılacak malzemenin yeniliğinin algılanabilir olması gerekliliği gibi detaylara vurgu yapılmıştır. Yeni inşaat malzemelerine (döneme ait yeni malzeme olarak beton kullanımı örnek verilmiştir) izin verilmesi, süreklilik ve birikim olgularının geliştirilmesindeki somut adımlar olarak yorumlanabilir (Jokilehto, 2008). Zemin üzerindeki harabe niteliğindeki arkeolojik kalıntıya dönemin güncel malzemesi ile müdahale etme olanaklılığı gelişirken, zemin altındaki yığılmaya dokunmanın tabu olma niteliğinin sürdüğü gözlenir. Örneğin, kazı sonucu ortaya çıkan harabelerin korunması problemine, toprak altına tekrar gömme önerisi getirilmiştir. Madrid Konferansı’ndaki ölü anıt tanımlamasına yer verilmese de, harabeleri gömerek geliştirilen koruma önerisi, benzer bir algının sürdüğünü gösterir. Arkeolojik bilginin kaydedilmesine özen gösterilerek “...tabi olarak, kapatılma işleminden önce kalıntıların doğru bir şekilde belgelenmiş olması da beklenmektedir.” ifadesine yer verilmiştir. Arkeolojik kalıntıların toprak altında varlığını sürdürmesi görüşünün koruma kararlarında bu netlikte yer alışı ilk kez Atina Konferansı sonuç bildirgesinde karşımıza çıkar. Gömme işleminden önce kalıntıların kayıt altına alınması, arkeolojik bilginin kaydedilmesinin önemsendiğini göstermekle birlikte, bu konferans kararındaki, kalıntıların gömülmesi

önerisiyle, bilginin tekrar üretiminin engellendiği söylenebilir.

Arkeolojik kalıntılar 1900’lerin ilk yıllarından itibaren koruma kararlarında birer koruma nesnesi olarak değerlendirilirken, “ölü anıt veya harabe” olarak tanımlanmışlardır. Tanımlamalardan arkeolojik kalıntıların, işlevini yitirmiş, yalnız geçmişe ait olma misyonları bir diğer deyişle “tarihsellik değerleri” ile ele alınmış oldukları gözlenir. Toplantı kararları, kalıntıların gündelik yaşamın içerisinde değerlendirilmeleri ile ilgili bir düşünceyi içermez. Kalıntılar barındırdıkları değerler nedeniyle korunmaları gereken varlıklardır, ancak tanımlandıkları gibi, “ölmüş” olduklarından ya da “harabe” niteliklerinden dolayı, yeniden değerlendirilmeleri, kullanılmaları ya da üzerlerinden tekrar bilgi üretilmesi, o tarihlerde henüz gündemde değildir*. Koruma önerileri; kalıntıların kaydedilmesinin ardından gömülerek, geçmişe teslim edilmeleri fikirlerini içermiştir. 1900’lerin son yıllarına gelindiğinde ise, tanımlamalarda arkeoloji içeriğine ait sınırların genişlediği göze çarpar. Gelişmelerden bir diğeri de arkeolojik kalıntıların yanı sıra arkeolojik bilgi üretiminin de bir koruma değeri olarak öne çıkmaya başlamasıdır.