• Sonuç bulunamadı

AraĢtırma kapsamında belirlenen hipotezlerin Model-I ve Model-II‟ye göre tespit edilmiĢ sonuçları Tablo-24‟te gösterilmekte ve aĢağıda açıklanmaktadır.

Tablo-24 AraĢtırmanın Hipotezlerine ĠliĢkin Sonuçlar

Hipotezler Beklenen

Etki Model-I Model-II

H1 = ĠĢletmelerin Toplam Borç / Özkaynaklar oranının Aktif Kârlılığı üzerinde etkisi vardır Negatif KABUL KABUL

H2 = ĠĢletmelerin Kısa Vadeli Borçlar / Toplam Kaynaklar oranının Aktif Kârlılığı üzerinde etkisi vardır Negatif RED RED

H3 = ĠĢletmelerin ÇalıĢma Sermayesi Devir Hızının Aktif Kârlılığı üzerinde etkisi vardır Pozitif KABUL KABUL

H4 = ĠĢletmelerin Faaliyet Giderleri / Net SatıĢlar oranının Aktif Kârlılığı üzerinde etkisi vardır Negatif KABUL KABUL

H5 = ĠĢletmelerin Finansman Giderleri / Net SatıĢlar oranının Aktif Kârlılığı üzerinde etkisi vardır Negatif RED RED

H6 = GSYH Büyüme Hızının iĢletmelerin Aktif Kârlılığı üzerinde etkisi vardır Pozitif KABUL RED

141

Test edilen ilk hipotez “H1 = ĠĢletmelerin Toplam Borç / Özkaynaklar oranının Aktif Kârlılığı üzerinde etkisi vardır” Ģeklinde kurulmuĢ olan alternatif hipotezdir. BO ile temsil edilen borçlar / özkaynaklar değiĢkeninin iĢareti, her iki model sonuçlarına göre de beklenildiği gibi negatif ve Model-I‟de %5, Model-II‟de ise %1 istatistiki anlamlılık düzeyinde etkilidir. Bu sonuçlara göre “H0 = ĠĢletmelerin Toplam Borç / Özkaynaklar oranının Aktif Kârlılığı üzerinde etkisi yoktur” Ģeklindeki sıfır hipotezi reddedilerek alternatif hipotez H1 kabul edilmektedir. Buna göre, diğer değiĢkenler sabitken iĢletmelerde borçlar/özkaynaklar oranı arttıkça aktif kârlılığı azalmaktadır.

Test edilen ikinci hipotez “H2 = ĠĢletmelerin Kısa Vadeli Borçlar / Toplam Kaynaklar oranının Aktif Kârlılığı üzerinde etkisi vardır” Ģeklinde kurulan alternatif hipotezdir. p değerleri incelendiğinde, her iki model sonuçlarına göre de, KBK ile temsil edilen kısa vadeli borçlar/kaynaklar değiĢkeninin AK üzerinde %1, %5 ve %10 seviyesinde istatistiksel olarak anlamlı bir etkisi bulunmadığı görülmektedir. Buna göre “H0= ĠĢletmelerin Kısa Vadeli Borçlar / Toplam Kaynaklar oranının Aktif Kârlılığı üzerinde etkisi yoktur” Ģeklindeki sıfır hipotezi kabul edilmektedir.

Test edilen üçüncü hipotez “H3 = ĠĢletmelerin ÇalıĢma Sermayesi Devir Hızının Aktif Kârlılığı üzerinde etkisi vardır” biçiminde ifade edilen alternatif hipotezdir. CSD ile temsil edilen çalıĢma sermayesi devir hızı değiĢkeninin iĢareti, her iki model sonuçlarına göre de beklenildiği gibi pozitif ve %1 istatistiki anlamlılık düzeyinde etkilidir. Bu sonuçlara göre “H0 = ĠĢletmelerin ÇalıĢma Sermayesi Devir Hızının Aktif Kârlılığı üzerinde etkisi yoktur” Ģeklindeki sıfır hipotezi reddedilmekte ve alternatif hipotez H3 kabul edilmektedir. Buna göre, diğer değiĢkenler sabitken iĢletmelerin çalıĢma sermayesi devir hızı arttıkça aktif kârlılığı da artmaktadır.

Test edilen dördüncü hipotez “H4 = ĠĢletmelerin Faaliyet Giderleri / Net SatıĢlar oranının Aktif Kârlılığı üzerinde etkisi vardır” Ģeklindeki alternatif hipotezdir. FAS ile temsil edilen faaliyet giderleri / net satıĢlar değiĢkeninin iĢareti, her iki model sonuçlarına göre de beklenildiği gibi negatif ve %10 istatistiki anlamlılık düzeyinde etkilidir. Bu sonuçlara göre “H0 = ĠĢletmelerin Faaliyet Giderleri / Net SatıĢlar oranının Aktif Kârlılığı üzerinde etkisi yoktur” Ģeklindeki sıfır hipotezi reddedilmekte ve alternatif hipotez H4 kabul edilmektedir. Buna göre, diğer değiĢkenler sabitken iĢletmelerin faaliyet giderleri/net satıĢlar oranı arttıkça aktif kârlılığı azalmaktadır.

Test edilen beĢinci hipotez “H5 = ĠĢletmelerin Finansman Giderleri / Net SatıĢlar oranının Aktif Kârlılığı üzerinde etkisi vardır” Ģeklinde kurulan alternatif hipotezdir. p değerleri incelendiğinde, her iki model sonuçlarına göre de, FIS ile temsil edilen finansman giderleri/net satıĢlar değiĢkeni AK üzerinde %1, %5 ve %10 seviyesinde istatistiksel olarak anlamlı bir etkiye sahip değildir. Bu sonuçlara göre

142

“H0 = ĠĢletmelerin Finansman Giderleri / Net SatıĢlar oranının Aktif Kârlılığı üzerinde etkisi yoktur” Ģeklindeki sıfır hipotezi kabul edilmektedir.

Test edilen altıncı hipotez “H6 = GSYH büyüme hızının iĢletmelerin Aktif Kârlılığı üzerinde etkisi vardır” Ģeklinde kurulmuĢ olan alternatif hipotezdir. GDP ile temsil edilen gayrisafi yurtiçi hasıla büyüme hızı değiĢkeninin iĢareti, Model-I sonuçlarına göre beklenildiği gibi pozitif ve %10 istatistiki anlamlılık düzeyinde etkilidir. Bu sonuca göre “H0 = GSYH Büyüme Hızının iĢletmelerin Aktif Kârlılığı üzerinde etkisi yoktur” Ģeklindeki sıfır hipotezi reddedilmekte, dolayısıyla alternatif hipotez H6 kabul edilmektedir. Buna göre, diğer değiĢkenler sabitken ülkedeki gayrisafi yurtiçi hasıla büyüme hızı arttıkça iĢletmelerin aktif kârlılığı da artmaktadır.

Diğer taraftan altıncı hipotez için, Model-II sonuçlarına göre p değerleri incelendiğinde, GDP değiĢkeninin AK üzerinde %1, %5 ve %10 seviyesinde istatistiksel olarak anlamlı bir etkisi tespit edilememiĢtir. Bu sonuca göre ise “H0 = GSYH Büyüme Hızının iĢletmelerin Aktif Kârlılığı üzerinde etkisi yoktur” Ģeklindeki sıfır hipotezi kabul edilmektedir.

Altıncı alternatif hipotezin Model-I‟de kabul, Model-II‟de reddedilmiĢ olması gibi çeliĢkili bir sonuca; GSYH büyüme hızı (GDP) ile ikinci modeldeki kriz kukla değiĢkeni arasında bulunan yoğun negatif korelasyonun sebep olduğu düĢünülebilir. Nitekim GDP‟nin, kriz olan dönemlerde en düĢük ve/veya negatif değerleri aldığı görülmektedir. Dolayısıyla kriz değiĢkeninin GDP değiĢkeninin etkisini absorbe etmiĢ olduğu Ģeklinde bir değerlendirme yapılabilir. Buradan hareketle, GDP‟nin etkisinin gerçekte Model-I‟de ölçülmüĢ olduğu, dolayısıyla GSYH büyüme hızının aktif kârlılığı üzerinde pozitif etkisi olduğu söylenebilir.

Test edilen yedinci hipotez “H7 = Krizin iĢletmelerin Aktif Kârlılığı üzerinde etkisi vardır” Ģeklinde ifade edilen alternatif hipotezdir. Bu hipotezi test etmek için kullanılan kukla değiĢken KR, kriz olan dönemlerde 1, kriz olmayan dönemlerde ise 0 değerini almıĢtır. P değerleri incelendiğinde, Model-II sonuçlarına göre, KR ile temsil edilen kriz değiĢkeninin AK üzerinde %1, %5 ve %10 seviyesinde istatistiksel olarak anlamlı bir etkisi bulunamamıĢtır. Bu sonuçlara göre “H0 = Krizin iĢletmelerin Aktif Kârlılığı üzerinde etkisi yoktur” Ģeklindeki sıfır hipotezi kabul edilmektedir.

Diğer taraftan, yedinci alternatif hipotezin reddedilmiĢ olmasına, Model-II‟deki kriz kukla değiĢkeni ile GSYH büyüme hızı (GDP) değiĢkeni arasındaki yoğun negatif korelasyonun sebep olduğu söylenebilir. Nitekim, GDP‟nin çok düĢük ve/veya negatif olduğu dönemlere kriz tanımlanarak, kriz değiĢkenine 1 değeri atanmıĢtır. Ayrıca, iĢletmelere iliĢkin tüm finansal oranlar, Model-I‟de ve kriz kukla değiĢkeninin bulunduğu Model-II‟de aynı istatistiki anlamlılık düzeyinde (BO değiĢkeni hariç), aynı etki yönlerinde ve çok yakın ölçülerde sonuçlar almıĢtır. Krizli

143

ikinci modelde sadece makro bir değiĢken olan GDP büyük değiĢim görmüĢ ve etkisiz çıkmıĢtır. Dolayısıyla, aralarındaki yoğun iliĢki sebebiyle kriz değiĢkeninin GDP değiĢkeninin etkisini absorbe ettiği söylenebilir. Krizle birlikte değerleri düĢen GDP değiĢkeni, Kriz değiĢkeninin kendisiymiĢ gibi bağımlı değiĢkeni etkilemiĢtir. Bu doğrultuda, Model-I‟in aslında krizi de değerlendirdiği, dolayısıyla krizin GDP değiĢkeni üzerinden aktif kârlılığını negatif yönde etkilediği ifade edilebilir.

Bunlara ek olarak Tablo-22 ve Tablo-23‟te görüleceği üzere, AK(t-1) ile gösterilen Aktif Kârlılığı bağımlı değiĢkeninin gecikmeli değeri, her iki model sonuçlarına göre de pozitif ve %1 istatistiki anlamlılık düzeyinde etkili çıkmıĢtır. Bu sonuçlara göre, iĢletmelerin önceki dönem aktif kârlılığının cari dönem kârlılığı üzerinde pozitif etkisi vardır. Dolayısıyla, diğer değiĢkenler sabitken iĢletmelerin önceki dönem aktif kârlılığı arttıkça cari dönem aktif kârlılığı da artmaktadır.

144

SONUÇ

ÇalıĢmada, küresel ekonomik kriz sürecinde DıĢ Ticaret Sermaye ġirketlerinin iĢletme performansının hangi değiĢkenlerden, ne yönde ve ne ölçüde etkilendiğinin tespit edilmesi amaçlanmıĢtır. Bu doğrultuda Borsa Ġstanbul‟da, 2005:1 ve 2017:2 dönemleri arasında kesintisiz olarak iĢlem gören 12 adet firma üzerinde araĢtırma gerçekleĢtirilmiĢtir. Performans göstergesi olarak “Aktif Kârlılığı” kullanılmıĢtır. ĠĢletmelere ait çeĢitli finansal oranlar ve bazı makro göstergeler ise bağımlı değiĢken olarak alınıp kârlılığa etkisi incelenmiĢtir. ÇalıĢma kapsamında, öncelikle kriz, kriz yönetimi, ekonomik krizler, 2008 krizi ve DıĢ Ticaret Sermaye ġirketleri ile ilgili literatür incelenmiĢ, ardından dinamik panel veri analizi gerçekleĢtirilmiĢtir.

Yapılan analizlere göre, bağımlı değiĢkeni en güçlü açıklayan değiĢken çalıĢma sermayesi devir hızıdır (CSD). Net satıĢların dönen varlıklara oranını ifade eden CSD‟nin firmaların aktif kârlılığı üzerinde pozitif etkisinin olduğu belirlenmiĢtir. Buna göre, incelenen iĢletmelerde CSD‟deki artıĢ kârlılığı artırırken, düĢüĢ kârlılığı azaltmaktadır.Ayrıca, CSD‟deki artıĢın kârlılığı pozitif etkilemiĢ olması, bu Ģirketlerde iĢletme sermayesi yetersizliğinin söz konusu olmadığına da iĢaret etmektedir. Yani, CDS‟deki artıĢın sebebi iĢletme sermayesi yetersizliği değildir. Sonuç olarak, iĢletme sermayesini oluĢturan dönen varlıkların iĢletme faaliyetleri sırasında kendi içindeki dönüĢümü ne kadar hızlı ve düzgün olursa çalıĢma sermayesi de o kadar ekonomik ve verimli kullanılmıĢ olacak ve iĢletmenin kârlılığına katkı sağlayacaktır.

Yapılan analizlerde, borç / özkaynak oranı ile aktif kârlılığı arasında istatistiki anlamlı ters yönlü bir iliĢki tespit edilmiĢtir. Buna göre, iĢletme faaliyetlerinde kullanılan iktisadi varlıkların büyük bir kısmının borç ile finanse edilmesi halinde iĢletmenin aktif kârlılığı azalmaktadır. Özellikle ülkemizde dıĢ kaynak finansmanının yüksek maliyetli olduğu hesaba katıldığında bu oranın düĢük olması tercih edilmelidir. Bu doğrultuda, incelenen iĢletmelerin olası bir kriz karĢısında zor durumda kalmamak için borç-özkaynak dengesini korumaları önem arz etmektedir.

ÇalıĢmada, faaliyet giderleri / net satıĢlar oranının, iĢletmelerin aktif kârlılığı üzerinde negatif etkisinin olduğu saptanmıĢtır. Buna göre, iĢletmelerin faaliyet giderlerinin net satıĢlar içerisindeki ağırlığı arttıkça aktif kârlılığı azalmaktadır. Bunun yanı sıra, iĢletmelerin net satıĢlar içinde faaliyetlere ayırdıkları giderleri daha ayrıntılı olarak değerlendirebilmek için faaliyet giderlerini oluĢturan her bir gider unsurunu (genel yönetim, pazarlama ve ar-ge) ayrı ayrı ele almaları fayda sağlayacaktır.

145

ÇalıĢmada, aktif kârlılığı ile gecikmeli değeri arasında istatistiki olarak anlamlı aynı yönlü iliĢki tespit edilmiĢtir. Dolayısıyla, iĢletmelerin cari dönem aktif kârlılığında önceki dönemden gelen kârlılığın pozitif etkisinin bulunduğu söylenebilir. Buna göre, iĢletmenin varlıklarını finansal anlamda ne kadar üretken kullandığı, dolayısıyla varlıklarına yatırılmıĢ olan fonların sağladığı getiri, yani yatırımlarının getirisi, sonraki dönemde de kaynaklarını verimli kullanabilmesini aynı yönde etkilemektedir.

Finansal riski ölçen kısa vadeli borçlar / toplam kaynaklar oranının yüksek olması iĢletme varlıklarının büyük bölümünün kısa vadeli borçlarla finanse edildiğini göstermektedir. Bu oranın yükselmesi geri ödeme riski ve kârlılık açısından olumlu karĢılanmamaktadır. Buradan hareketle, çalıĢmada bu oranın kârlılığa negatif etkisi beklenmiĢtir. Ancak, yapılan analizlerde kısa vadeli borçların kaynaklara oranı ile aktif kârlılığı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir iliĢkiye rastlanmamıĢtır.

ĠĢletmelerde finansman giderlerinin net satıĢlara oranının azalması, satıĢların finansman giderleri karĢısında daha hızlı bir artıĢ trendine girdiğini göstermektedir. Bu durumda iĢletmenin kredi değerinin artması, satıĢlara göre borç yükünün azalması ve kârlılığının yükselmesi sözkonudur. Bu doğrultuda, çalıĢmada bu oranın aktif kârlılığı ile ters yönlü bir iliĢkisi beklenmiĢtir. Ancak analizlerde finansman giderleri / net satıĢlar oranı ile aktif kârlılığı arasında istatistiksel anlamlı bir iliĢki bulunamamıĢtır. Bu durum, araĢtırmadaki iĢletmelerin gelir tablolarında, finansman giderleri kalemlerinin sınıflandırılmasında zaman içinde oluĢan değiĢikliklerin, sonuçları etkilemiĢ olabileceğini düĢündürtmektedir.

ÇalıĢmada, GSYH büyüme hızı ile aktif kârlılığı arasında Model-I‟de istatistiksel anlamlı aynı yönlü bir iliĢki tespit edilmiĢ olmasına karĢın, kriz kukla değiĢkeninin ilave edildiği Model-II‟de herhangi bir iliĢki bulunamamıĢtır. Bu çeliĢkili sonuçların, GSYH büyüme hızı ve kriz değiĢkeni arasındaki yoğun negatif iliĢkiden kaynaklandığı düĢünülmektedir. Nitekim GSYH büyüme hızı değiĢkeni, kriz olan dönemlerde en düĢük ve/veya negatif değerleri almıĢtır. Dolayısıyla kriz değiĢkeninin GSYH büyüme hızı değiĢkeninin etkisini absorbe ettiği söylenebilir. Buradan hareketle, GSYH büyüme hızının etkisinin gerçekte Model-I‟de ölçülmüĢ olduğu varsayılarak büyüme hızının aktif kârlılığını pozitif etkilediği ifade edilebilir. Ġncelenen iĢletmelerde GSYH büyüme hızındaki %10‟luk azalıĢın kârlılığı yaklaĢık %0,58 azalttığı görülmektedir. Bu sonuç iĢletmelerin, faaliyet gösterdikleri ekonomik çevrede yaĢanan geliĢmelerden bağımsız olmadıklarını ortaya koymaktadır.

146

Analizler sonucunda, kriz ile iĢletmelerin aktif kârlılığı arasında beklenen negatif iliĢki tespit edilememiĢtir. Bu sonuca, Model-II‟deki kriz kukla değiĢkeni ile GSYH büyüme hızı değiĢkeni arasındaki yoğun negatif korelasyonun yol açtığı söylenebilir. Nitekim, Türkiye‟de büyüme hızı 2008 kriziyle çok azalmıĢ ve çalıĢmada büyümenin çok düĢük ve/veya negatif olduğu bu dönemlere kriz tanımlanmıĢtır. Öte yandan, iĢletmelere ait finansal oranların tümü, Model-I‟de ve kriz kukla değiĢkenini içeren Model-II‟de benzer anlamlılık seviyesinde, aynı etki yönlerinde ve çok yakın derecelerde sonuçlar almıĢtır. Buna karĢın, krizli ikinci modelde sadece büyüme hızı farklı sonuç almıĢ ve etkisiz çıkmıĢtır. Dolayısıyla, aralarındaki yoğun iliĢki sebebiyle kriz değiĢkeninin GSYH büyüme hızı değiĢkeninin etkisini absorbe ettiği söylenebilir. Buna göre, GSYH büyüme hızı krizle birlikte düĢmüĢ, krizin kendisiymiĢ gibi bağımlı değiĢkeni etkilemiĢtir. Bu doğrultuda, Model-I‟in aslında krizi de değerlendirdiği, dolayısıyla krizin GSYH büyüme hızı üzerinden aktif kârlılığını negatif yönde etkilediği, kısacası kriz durumunda iĢletmelerin aktif kârlılığının düĢtüğü söylenebilir.

Krizi incelemek üzere kriz kukla değiĢkeninin ilave edildiği Model-II‟de, iĢletmelere iliĢkin finansal oranların temsil ettiği değiĢkenler aynı sonuçları alırken, sadece GSYH büyüme hızı değiĢkeni farklı bir sonuç almıĢ ve etkisiz çıkmıĢtır. Bu durum, iki önemli konuyu gözler önüne sermektedir.

Birinci konu; çalıĢmada değerlendirilen mikro unsurlar, yani iĢletmelere ait mali oranlar, kriz yokken de kriz varken de aynı değerleri almaktadır. Dolayısıyla bu oranların krizle olan korelasyonu GSYH büyüme hızının korelasyonu kadar güçlü değildir. Buradan hareketle, incelenen iĢletmelerin bu mikro faktörleri kriz döneminde kontrol altında tutabildikleri söylenebilir.

Ġkinci konu ise; kriz, makroekonomik bir gösterge olan GSYH büyüme hızı ile negatif yönlü yoğun bir iliĢki içindedir. Yani kriz dönemleri büyüme hızını etkilemekte, büyüme hızı ise Model-I‟de tespit edildiği üzere her dönemde iĢletmelerin kârlılığını etkilemektedir. Gerçekten de GSYH büyüme hızı gibi makro faktörlerin olumsuz etkilendiği dönemler gerek bireyler gerekse iĢletmeler üzerinde kriz algısı oluĢturmaktadır. Bu nedenle, iĢletmelerin makroekonomik faktörleri her daim izlemeleri, bilhassa erken uyarı sistemlerini ihmal etmemeleri önem arz etmektedir. Bunun yanı sıra, GSYH büyüme hızının krizle korelasyonunun çok olmasına karĢın iĢletme kârlılığı üzerindeki etki derecesinin az olduğu belirlenmiĢtir. Bu durum dıĢ ticaret yapan büyük ölçekli bu Ģirketlerin, makroekonomik çevrelerindeki değiĢmelere uyum sağlamakta olduklarına da iĢaret etmektedir.

147

ÇalıĢma kapsamında yapılan literatür incelemesi göstermektedir ki, krizlerin üçte ikisi içten içe geliĢmekte olup önceden sinyaller vermektedir. Dolayısıyla iĢletmeler açısından krizler, aslında uygun stratejilerle ve proaktif kriz yönetim modelleriyle kontrol edilebilir süreçlerdir. ÇalıĢma kapsamındaki iĢletmeler, Ekonomi Bakanlığı tarafından DıĢ Ticaret Sermaye ġirketi Statüsü verilmiĢ olan, incelenen 12,5 yıl süresince Borsa Ġstanbul‟da aralıksız iĢlem gören, bu süreçte ISO500 ve/veya TIM1000 listesinde sürekli yer alan firmalardır. Dolayısıyla Türkiye sanayi sektörü toplam katma değerinde ve Türkiye ihracatında önemli bir paya sahip olan bu firmalar ülkemizin baĢarılı iĢletmeleri olarak kabul edilebilir. Faaliyette bulundukları süre içinde birçok kriz dönemini görmüĢ olan bu iĢletmelerin krizlere rağmen varlıklarını baĢarıyla devam ettirebilmeleri ve analizde de krizin iĢletme performansına etkisinin düĢük çıkmıĢ olması, bu iĢletmelerin bahsedilen sinyalleri izleyerek tedbirler almak suretiyle krizleri yönetebildiklerine de iĢaret etmektedir.

Ülkemizde 1980‟li yıllarda dıĢa açık sanayileĢmenin benimsenmesi ile birlikte, iĢletmeleri ihracata yönlendirebilmek amacıyla uygulamaya konulan ihracata yönelik örgütlenme modellerinden ilki DıĢ Ticaret Sermaye ġirketi (DTSġ) Modelidir. DTSġ‟lerin günümüzdeki yapısı incelendiğinde, önceleri KOBĠ‟lerin ürünlerini pazarlamaya yoğunlaĢan bu Ģirketlerin birçoğunun günümüzde, kendi holdinglerine bağlı firmaların ürünlerini pazarlamaya ağırlık verdiği belirlenmiĢtir. Dolayısıyla ülkemiz ihracatı açısından bu iĢletmelerin desteklenmeye devam etmesi, ancak bu iĢletmelere verilen imtiyazların özellikle küçük ve orta ölçekli iĢletmeleri üretmeye ve ihracat yapmaya sevk edecek Ģekilde düzenlenmesi önemlidir.

ÇalıĢma kapsamında, 1981 ve 2016 yıllları arasında Türkiye‟deki DTSġ sayısı, bu Ģirketlerin gerçekleĢtirdikleri toplam ihracat rakamı ve Türkiye ihracatı içindeki payı araĢtırılmıĢtır. DTSġ‟lerin ülke ihracatı içindeki payının 1981-1989 yılları arasında yaklaĢık %35; 1990-1999 yıllarında %26; 2000-2009 yıllarında %25; 2010-2016 yılları arasında ise %22 seviyesinde gerçekleĢtiği tespit edilmiĢtir. Dolayısıyla DTSġ‟lerin Türkiye ihracatı içindeki payı gittikçe azalmakta olup bu konunun ayrıca incelenmesi önem arz etmektedir.

Diğer yandan, araĢtırma kapsamındaki firmaların mali tablolarını düzenleme usullerinde ve sunumunda zaman içinde değiĢiklikler görülmüĢtür. Bu durum gerek verilerin toplanması süreci gerekse verilerin dönemler arası karĢılaĢtırılabilirliği bakımından analizlerde zorluk teĢkil edebilmektedir. Ülkemizde sağlıklı araĢtırmalar yapılabilmesi açısından bu konuya dikkat çekilmesi lüzumlu görülmüĢtür.

148

Son yaĢanan küresel kriz bir kez daha göstermiĢtir ki, küreselleĢme ve finansal serbestleĢmenin etkisiyle herhangi bir ülkede ortaya çıkan ekonomik kriz hızla dünyanın diğer ucundaki ülkelere de sıçrayabilmektedir. Krizler iĢletmelerin iç ve dıĢ ticaretini etkilemekte hatta kapanmalarına neden olabilmektedir. Bu noktada DıĢ Ticaret Sermaye ġirketi statüsü verilen iĢletmelerin ülke ekonomisindeki rolü önemlidir. Nitekim, Tablo-14‟teki veriler ve TĠM‟in “Ġlk 1000 Ġhracatçı” araĢtırması incelendiğinde, 2016 yılında Türkiye‟de 58 adet DTSġ‟nin olduğu ve bunların ülke ihracatının %23‟ünden fazlasını oluĢturduğu belirlenmiĢtir. Bu 58 adet DTSġ‟nin toplam ihracatının %39‟undan fazlasını ise araĢtırma kapsamındaki 12 adet DTSġ gerçekleĢtirmiĢtir. Bu 12 adet DTSġ, Türkiye ihracatından %9‟un üzerinde pay almıĢtır. Dolayısıyla ülke ekonomisine katkılarının sürdürülebilirliği açısından bu iĢletmelere verilen desteklerde Ģartların gerektirdiği düzenlemelerin yapılması ve sorunlarının çözümlendirilmesi gerekmektedir. Bu iĢletmelerin de ülke ekonomisinde üstlendikleri rolün bilinciyle bilhassa küresel boyutlu kriz durumlarına karĢı tedbirli davranmaları önem arz etmektedir.

149

KAYNAKÇA KĠTAPLAR

AFġAR Muharrem, Finansal Küreselleşme ve Türk Bankacılık Krizleri Üzerine

Etkisi, Anadolu Üniversitesi Yayınları No:1558, EskiĢehir, 2004.

AĞCAKAYA Serpil ve YÜCEL ÖkkeĢ, “Küresel Ekonomik Krizlere Panoramik YaklaĢım”, Kriz: Disiplinlerarası Bir İnceleme, Ed: Serpil AĞCAKAYA vd., Ekin Basım Yayın, 87-113, 2016.

AKDOĞAN Nalan ve TENKER Nejat, Finansal Tablolar ve Mali Analiz Teknikleri, Gazi Kitabevi, 13.Basım, Ankara, 2010.

AKGÜÇ Öztin, Mali Tablolar Analizi, ArayıĢ Basım ve Yayıncılık, 12.Basım, Ġstanbul, 2006.

AKSU Metin, Kriz Yönetimi: Krizleri Fırsata Çevirmenin Yolları, Kum Saati Yayınları, 2.Basım, Ġstanbul, 2010.

AKTAġ Rabia, “Uluslararası Ticaret Teorisi ve Analizleri”, Uluslararası Ticaret ve

Finansman, Ed: Cemal ELĠTAġ, Gazi Kitabevi, Ankara, 2016.

ALTMAN Edward I., “Predicting Financial Distress of Companies: Revisiting The Z- Score and Zeta® Models”, Handbook of Research Methods and

Applications in Empirical Finance, Eds.: Adrian R. BELL vd., Edward

Elgar Publishing Limited, Cheltenham, UK, 428-456, 2013.

ARAT M. Emin ve ÇETĠN Ayten, Finansal Durum Tabloları Analizi, Marmara Üniversitesi Nihat Sayâr Eğitim Vakfı Yayınları No: 540/272, Ġstanbul, 2011. ARZOVA S. Burak, İthalat Hakkında Herşey: İthalat İşlemleri, Türkmen Kitabevi,

Ġstanbul, 2009.

ARZOVA S. Burak, İhracat Hakkında Herşey, Türkmen Kitabevi, Ġstanbul, 2006. ASUNAKUTLU Tuncer ve DĠRLĠK Serdar, “Kriz Yönetimi Stratejileri ve Kriz Sonrası

Yeniden Yapılanma”, Kriz Yönetimi, Der: Haluk SUMER ve Helmut PERNSTEINER, Ġstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Ġstanbul, 33-60, 2009. ATAMAN Göksel, İşletme Yönetimi: Temel Kavramlar ve Yeni Yaklaşımlar,

Türkmen Kitabevi, Ġstanbul, 2001.

AUGUSTINE Norman R., Kriz Yönetimi: Her Gün Karşılaştığınız Sorunlara

Uzman Çözümler, Harvard Business School Press Cep Yönderi Dizisi,

Çev: Melis ĠNAN, Optimist Yayım Dağıtım, Ġstanbul, 2015.

AUGUSTINE Norman R., “Önlemeye ÇalıĢtığınız Krizi Yönetmek”, Kriz Yönetimi, Harvard Business Review, Çev: Salim ATAY, BZD Yayıncılık, MESS Yayın No: 328, Ġstanbul, 11-39, 2000.

BALTAġ Zuhal, Krizde Fırsatları Görmek: Yöneticiler İçin Krizde Yönetim El

150

BAYDAġ Abdulvahap vd., “Kriz ve Kriz Yönetimi”, Çağdaş Yönetim Yaklaşımları:

İlkeler, Kavramlar ve Yaklaşımlar, Ed: Ġsmail BAKAN, Beta Basım Yayım,