• Sonuç bulunamadı

4. TÜRKİYE’DE KATILIMCILIK

4.1. Anayasal ve Yönetsel Rejim Açısından Katılımcılık

Türkiye’nin anayasal rejimi, egemenliği kayıtsız şartsız millete özgülemekte; milletin, egemenliğini yasama, yürütme ve yargı olarak bölünen fonksiyonlar üzerinden, Anayasada tanımlı yetkili organlar aracılığıyla kullanması esasına dayanmaktadır. Anayasada yasama yetkisinin devredilemezliği ve yargı yetkisinin bağımsız mahkemelerce yerine getirileceği ifade edilirken; yürütme yetkisinin kullanımında sınırlandırıcı bir hüküm tesis edilmemiş, yürütme yetkisinin tevdi edildiği Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kuruluna Anayasa ve kanunlar çerçevesinde bir genişlik tanınmıştır. Öte yandan, 1982 Anayasasının 2 nci maddesinin gerekçesinde

demokrasi, millet egemenliğine dayalı siyasi rejim olarak tanımlanmıştır167.

Anayasanın 5 inci maddesinde ise “kişilerin temel hak ve hürriyetlerinin önündeki siyasal, ekonomik ve sosyal engellerin kaldırılması”, devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır. Bu nedenle, aşağıda zikredilen gerekçeler doğrultusunda Anayasanın sözü ve ruhu çerçevesinde millet egemenliğinin, demokrasinin öğretide kabul edilen bütün unsurları ile tesis edildiği değerlendirilmelidir. Bu çerçevede, millet egemenliğinin kullanım sınırlarını belirleyen anayasal ve yasal sınırlara halel getirmeyen her türlü temsili, çoğulcu,

katılımcı, müzakereci ve oydaşmacı demokrasi biçimi kamu otoriteleri tarafından serbestçe kullanılabilir.

Egemenlik kayıtsız şartsız millete ait olmakla ve belirli organlar eliyle kullanılmakla birlikte, egemenliği millet adına kullanan organların bu yetkileri sonsuz olmayıp, anayasal ve yasal çerçevede egemenliğin kullanımı iki şekilde sınırlanmaktadır. Bunlardan birincisi, egemenliği kullanan organların kuruluş, yetki ve sorumluluklarının mevzuat ile tanımlanması ve hukuk devleti ilkesi doğrultusunda işletilmesidir. İkinci unsur ise kişi hak ve hürriyetlerinin en üst düzey normda tanımlanması ve hukuk devleti ilkesi çerçevesinde korumaya alınmasıdır.

Pozitif hukukta tanımlı kişi hak ve hürriyetlerini ifade eden kamu hürriyetleri; negatif statü hakları, pozitif statü hakları ve aktif statü hakları olmak üzere üç kategoriye ayrılmaktadır. Negatif statü hakları (koruyucu haklar); vicdan hürriyeti, düşünce hürriyeti, kişi güvenliği, konut dokunulmazlığı gibi kişinin siyasi otorite tarafından dokunulamayacak ve engellenemeyecek özel alanına has hürriyetlerdir. Bunlar karşısında devletin karışmama ve gölge etmeme şeklinde negatif bir yükümlülüğü vardır. Pozitif statü hakları (isteme hakları), sağlık, öğrenim, çalışma, sosyal güvenlik hakkı gibi vatandaşa devletten olumlu bir edim, bir hizmet ve yardım isteme imkânı tanıyan haklardır. Devlet bu hakların sağlanması için ekonomik ve sosyal alanda belirli ödevler ve fonksiyonlar, bir başka ifade ile pozitif yükümlülükler üstlenir. Aktif statü hakları (katılma hakları) ise, siyasal görüş ve tutumlarını açıklama, örgütlenme, oy kullanma, referandum, seçme ve seçilme yollarıyla vatandaşa toplum yönetiminde söz sahibi olma ve kararlara katılma yetkisini veren siyasal haklardır. Katılma hakları, kamu hürriyetlerinin devlet lütfu olmaktan çıkarılması, korunması ve sağlanması açısından zorunludur. Aynı şekilde, katılma haklarının kullanılabilmesi de düşüncenin açıklanması, haberleşme, basın,

toplanma, vs. gibi kamuoyunu oluşturan hürriyetlerin varlığına bağlıdır168. Kamu

hürriyetlerinin bütüncül yapısı itibarıyla, yönetimde katılımcılığın geliştirilmesine dönük her adım aynı zamanda kamu hürriyetlerine dönük keyfi yaklaşım ve uygulamaların önüne geçilmesi için önemli bir ilave araç teşkil edecektir.

168 Kapani, 1993:6-7

1982 Anayasasında, kişi hak ve hürriyetleri Temel Haklar ve Ödevler başlıklı ikinci kısımda tanımlanmaktadır. İkinci kısmın birinci bölümünde temel hak ve ödevlere ilişkin genel hükümler, ikinci bölümünde kişinin hakları ve ödevleri, üçüncü bölümünde sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler ve dördüncü bölümünde de katılma haklarının da tanımlandığı siyasi haklar ve ödevlere ilişkin hükümler yer almaktadır. Buna göre; seçme, seçilme, bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma, halkoylamasına katılma, kamu hizmetlerine girme, vatan hizmeti ve dilekçe hakkı vatandaşların Anayasada tanımlanmış katılma haklarıdır. İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olması da, (dava ehliyetinin sınırlarına ilişkin değerlendirmeler mahfuz tutularak) bu kapsamda değerlendirilebilir. Eroğul, 1982 Anayasasının, siyasal katılmayı, bunun en düşük

biçimi olan seçme ve seçilme haklarına indirgediği görüşündedir169. Bu görüşün,

Anayasanın katılma haklarını da içeren çok sayıda değişikliğe uğramadan önceki kurgusu ve metni kadar (ve onlardan ziyade), 1961 Anayasası ile karşılaştırmalı bir değerlendirmeye ve uygulamadaki yaklaşımlara ilişkin tespitlere dayandığı düşünülmektedir. Zira, temel hak ve hürriyetlerin niteliğini belirleyen Anayasanın 12 nci maddesinde ifade edildiği ve madde gerekçesinde de açıkça değinildiği üzere, bu hak ve hürriyetler bir devlet lütfu olmayıp, bilakis, kişiliğin dokunulmaz,

devredilmez, vazgeçilmez bir unsurunu oluşturmaktadır170. Bu bakış açısıyla,

Anayasada yer verilen kamu hürriyetleri, kişiliğin dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez bir unsurudur. Bununla birlikte, vatandaşlara tanınan bütün haklar, Anayasada sayılanlardan ibaret değildir. Anayasada tanımlananlar dışında yasa yoluyla, Anayasaya aykırılık teşkil etmeyen uygulamalar hayata geçirilebileceği gibi, kamu kurum ve kuruluşlarının tabi oldukları mer’i mevzuat çerçevesinde yeni tanımlamalara ve düzenlemelere ihtiyaç olmaksızın katılımcı uygulamalar da

işletilebilir171. Nitekim, Anayasada 2010 yılında gerçekleştirilen değişiklikle

ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulmasında hükümete istişari nitelikte görüş bildirmek amacıyla, 1995 yılından itibaren varlığını sürdüren Ekonomik ve Sosyal Konsey’e anayasal hüviyet kazandırılması ve bu değişikliğin Anayasanın kurgusunda

169 Eroğul, 1991:29 170 Özer, 1984:66 171 Doğan, 1998:141

olağanüstü bir değişiklik getirmemesi, Anayasal rejimin mevcut haliyle katılımcı yönetim anlayışına dönük girişimlere müsait olduğunu göstermektedir. Öte yandan, anayasa koyucunun mantığıyla, temel hak ve hürriyetler aynı zamanda kişinin topluma karşı vazifelerini de içerdiğine göre, katılım da bireyin hakkı olmanın yanında, topluma karşı bir vazifesini teşkil etmektedir. Ancak, bu vazifenin yerine getirilmesinin gözetilmesi imkânları sınırlıdır. Seçimlere katılmayan vatandaşlara para cezası uygulanması bu mekanizmalardan biridir.

Yukarıda yer verilen anayasal rejim çerçevesinde, Türk kamu yönetiminin işleyişinde çok sayıda katılımcı politika tercihi, kurumsal yapı ve uygulama göze çarpmaktadır. Aşağıda bunlara yer verilmektedir.