• Sonuç bulunamadı

Alman İmparatorluğu’nun XX Yüzyıl Başında Durumu

2. Çalışmanın Kaynakları ve Yöntemi

2.1. Alman İmparatorluğu’nun XX Yüzyıl Başında Durumu

Prusya Devleti gücünü kaybettikten sonra Almanya toprakları üzerinde küçük prenslikler ve dukalıklar hâkimiyetlerini kurmuşlardır. Almanlar, Şansölye Otto von Bismarck önderliğinde 1870-1871 savaşında Fransa’yı ağır bir yenilgiye uğratıp, söz konusu prenslikleri ve dukalıkları tek bayrak altında birleştirmek suretiyle Alman İmparatorluğu’nu kurmuşlardır. Ancak, bu imparatorluk, birçok prensliğin kendiliğinden beraber olmalarıyla değil, aksine Prusya’nın, sırasıyla Danimarka, Avusturya ve Fransa karşısında kazandığı askeri başarılar neticesinde zorunlu olarak bir araya gelmeleriyle gerçekleşmiştir. Bilhassa güneyde bulunan Katolik prenslikler, Alman birliğine Fransa’nın desteğinden yoksun kaldıkları için, istemeden katılmak zorunda kalmışlardır. Böylece her ne kadar imparatorluk olarak siyasi arenaya çıkmış olsa da, aslında Almanya’nın temelleri sağlam sayılmazdı. Bunun bilincinde olan Şansölye Bismarck, öncelikle elde ettiği gücü korumak ve Almanya’nın Avrupa’daki varlığını sağlam zemine oturtmak istemiştir. Bunun için Alman toplumunun kendi içerisinde bir kaynaşmaya ihtiyacı vardı. Hal böyle olunca, Bismarck kendi iç meselelerinden başka konularla uğraşmak istememiş, dışarda sağlanacak barış döneminden yararlanarak birliğin içyapısını kuvvetlendirmek istemiştir. Bundan dolayı Bismarck yönetimindeki Almanya, emperyalist faaliyetler içerisinde bulunmayı, özellikle doğuda cereyan eden olaylara müdahil olmayı ikincil önemde değerlendirmiştir. 5 Aralık 1876 tarihinde mecliste, kendi dönemine damga vuracak olan önemli bir konuşma yapan Bismarck, Almanya’nın doğuyla alakalı hiç bir olayda yer almayacağını, söz konusu bu olayların tamamen Almanya’nın ilgisi dışında olduğunu, kendi ifadesiyle, “bu olayların bir tek Pomerya silahşorunun sağlıklı kemiklerinden daha değerli olmadığını” vurgulamıştır. Bismarck bu doğrultuda barışçıl bir siyaset takip etmek istemiş, “Alman birliğinin demir ve kan ile kurulduğu, fakat barış ile devam ettirilmesi gerektiği” fikrini savunmuştur159.

159

Bkz. Gregor Schöllgen, Imperialismus und Gleichgewicht-Deutschland, England und die

Bismarck için önemli olan diğer bir meseleyse, Fransa’dır. Ona göre, Almanya karşısında ağır bir yenilgi alarak Alsas ve Loren (Elsass-Lothringen) gibi iki önemli bölgesini kaybeden, milli hassasiyetlerine düşkün olan Fransızlar, bu durumu asla unutmayacaklar ve bu yenilginin intikamını almak için her fırsatı değerlendirmek isteyeceklerdir. Ayrıca Bismarck, Fransa’nın Almanya’ya karşı girişeceği bir savaşta, 1870-71’de olduğu gibi, diğer büyük Avrupa devletlerinin seyirci kalmayacaklarını ve bu savaşa bulaşacaklarını düşünmüş, bunun ise Almanya açısından iyi olmayacağını varsaymıştır. Böyle bir durum karşısında Alman birliği dağılabilirdi. Bu düşünceler neticesinde Almanya’nın dış politikasında, barışçıl bir siyaset takip etme ve barışın korunması için Fransa’yı yalnızlaştırma gibi iki temel ilkenin benimsendiği görülmektedir160.

Prusya kralı ve Almanya’nın ilk imparatoru olan I. Wilhelm, genel olarak Bismarck’la aynı fikirleri savunmuş ve Bismarck’ı özellikle dış politikada serbest bırakmıştır. 9 Mart 1888 tarihinde I. Wilhelm’in vefatı üzerine yerine geçen III. Friedrich ise, ancak 99 gün tahtta kalmış ve onun da 15 Haziran 1888 tarihinde ölümüyle Alman İmparatorluğu tahtına, 28 yaşında, genç, dinamik ve hırslı olan oğlu II. Wilhelm geçmiştir. Yeni İmparator’a göre, taht boş bir koltuktan ibaret değildir. Böylece II. Wilhelm, devletin yönetimini başbakana bırakmaya hiç niyetli değil, aksine bütün kontrolü kendi elinde tutmaya heveslidir. Oysa Şansölye Bismarck 1862 yılından beri, yani 26 yıldır Almanya’nın iç ve dış siyasetini tek başına yönlendirmiş, ne I. Wilhelm ne de III. Friedrich onun işlerine karışmışlardır. Ancak, II. Wilhelm, seleflerinin aksine imparatorluğunun ilk gününden itibaren yaşlı ve deneyimli başbakanın özellikle dış politikalarına hep itiraz etmiş, bundan dolayı da fikir çatışmaları baş göstermiştir161. Bismarck’ın Avrupa kıtası ile sınırlı ve Fransa’ya karşı162 Almanya’nın Rusya ve Avusturya-Macaristan ile kurduğu “Üç İmparator Birliği” ne (Drei Keiserbund) dayanan denge politikasının aksine, II. Wilhelm döneminde artık Almanya’nın dünya siyasetinde yer edinmesi gerektiği

160

Fahir Armaoğlu, Siyasi Tarih (1789-1960), Ankara 1973, s.20-21.

161

Armaoğlu, a.g.e., s.28.

162

Bismarck, henüz Alman İmparatorluğu kurulmadan önce, Fransa’ya karşı her hangi bir savaş söz konusu olursa Rusya tarafından arkadan vurulma korkusuyla Rusya’yla bir anlaşma gerçekleştirmiştir. Ona göre, doğu sınırları güvence altına alınmadan Fransa’yla her hangi bir savaşa girilmemelidir. (H. Bayram Soy, Almanya’nın Osmanlı Devleti Üzerinde İngiltere İle

fikirleri ön plana çıkmıştır163. Topraklarına toprak katarak Almanya’nın dünya siyasetinde söz sahibi olmasını arzulayan II. Wilhelm’le birlikte, “Drang nach Osten” yani “Doğu’ya yöneliş” ya da “Platz an der Sonne” yani “Güneşte yerini alma” sloganları geliştirilmiştir. Almanya’nın artık pasif dünya siyasetinden çıkarak, aktif bir dünya siyaseti takip etmesi ve emperyalist faaliyetlerden kendi payına düşeni alması gerektiği düşünülmüştür.

Genç imparatorun hırslı halinden endişe duyan Bismarck, 26 yıldan beri tesis ettiği Alman dış politikasının tehlikeye girmesinden korkmuştur. Bu durum karşısında kendince çözüm arayan Bismarck, bakanlarına kendisi olmaksızın İmparator II. Wilhelm ile görüşmelerini yasaklamıştır. Bundan haberdar olan imparatorla başbakan arasında sürekli bir çekişme söz konusu olmuştur. Bardağı taşıran son damla ise, Almanya ile Rusya arasında 1887’de imzalanan güvenlik anlaşmasının bitmek üzere olması ve yeniden Bismarck tarafından uzatılmak istenmesidir. Bismarck, Fransa’ya açık vermemek için Rusya ile anlaşmanın uzatılmasını istiyor, Rusya da anlaşmanın uzatılmaması halinde Almanya’nın doğu ve Balkanlar meselesinde baş rakibi olan Avusturya’yı desteklemesinden çekiniyordu. Bunlara karşın genç imparator ise, yayılmacı bir siyaset takip etmeyi düşündüğü ve Avusturya gibi bir dostunu kaybetmek istemediği için anlaşmanın uzatılması taraftarı değildi. I. Wilhelm’in kız kardeşi, Çar I. Nikola’nın eşi olduğundan dolayı Petersburg ile Berlin arasında zaten bir akrabalık ilişkileri bulunmaktaydı ve sık sık karşılıklı ziyaretler söz konusuydu. Bu bağlamda II. Wilhelm, Rusya’yla olan siyasetini akrabalık ilişkilerini kullanarak devam ettirebileceğini hesap etmiştir164. Şansölye Bismarck ile aralarındaki gerginliğe daha fazla katlanmak istemeyen II. Wilhelm, ondan görevi bırakmasını istemiştir. Bunun üzerine şansölye, 18 Mart 1890 tarihinde istifa dilekçesini sunmuş ve hemen iki gün sonra 20 Mart’ta da istifası kabul edilmiştir165.

Bismarck gibi deneyimli bir devlet adamının görevden ayrılması siyasi çevreleri ve onun şahsında oluşan güven duygusu neticesinde Avrupalı devletleri tedirgin etmiştir. II. Wilhelm, bu süreç içerisinde halktan destek görmüş, siyasi

163

A. Haluk Ülman, Birinci Dünya Savaşına Giden Yol, Ankara 1972, s.105; Armaoğlu, a.g.e., s.214.

164

Bkz. Soy, a.g.e., s.46-47.

165

çevreleri de Bismarck’ın kendisinden habersiz Rusya ile arkasından entrika çevirdiğini söyleyerek ikna etmeye çalışmıştır. Bununla birlikte Bismarck’ın istifa etmesi, bazı politikacılar tarafından, sürekli kendilerini kontrol altında tutan ve her işlerine karışan bir şansölyeden kurtuluş olarak değerlendirilmiştir. II. Wilhelm, ülkede tek söz sahibi olmak istiyordu, bunun için çok iyi bir asker olan, ancak hiç siyasi deneyimi olmayan General Kont von Caprivi’yi şansölye olarak atamıştır. Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Bismarck’ın oğlu Herbert von Bismarck da istifa ederek yerini Caprivi gibi deneyimsiz olan Adolf Baron Marschall von Bieberstein’a bırakmıştır166. Aslında Bismrack’ın haklı olduğu ileriki zamanlarda görülmüştür. Rusya’yla yapılan güvenlik anlaşması uzatılmamış ve bu fırsatı iyi değerlendiren Fransa hemen Rusya’ya yanaşmıştır. 1892 yılında Fransa ile Rusya arasında Alman- Avusturya cephesine karşı bir askeri ittifak anlaşması yapılmıştır. Böylece Almanya, Fransa ve Rusya gibi iki güçlü devlet arasında kalmıştır. İleride zuhur edeceği düşünülen büyük savaşta Almanya’nın iki cephe arasında kalmasından korkan II. Wilhelm, hatasını telafi etmek istese de, Rusya’yla olan eski dostluklarına bir daha ulaşılamamıştır. Sonrası Alman dış politikasında Fransa-Rusya ittifakına karşı İngiltere’yle yakınlaşma girişimleri söz konusudur167. Bu süreç içerisinde İngiltere’yle Almanya arasında bazı önemli anlaşmalar yapılmıştır. Örneğin, sömürgelerle ilgili yapılan bir anlaşmada, Almanya Doğu Afrika’da İngilizlere tavizler vermiş, ama karşılığında da Hamburg, Bremen gibi limanların giriş kapısı olarak görülen, stratejik önemi büyük olan Helgoland adası Almanlara bırakılmıştır. Fakat Almanya ile İngiltere arasında tesis edilmeye çalışılan bu ilişki, II. Wilhelm’in “Welt Politik” (Dünya Siyaseti) sebebiyle uzun soluklu olmamıştır168. Netice itibariyle, başta donanmada olmak üzere Almanya’yla İngiltere bir silahlanma yarışına girmiş ve I. Dünya Savaşı’nda karşı cephelerde yer almışlardır.

Almanya’nın, XIX. yüzyılın sonuna doğru ekonomik, teknik ve askeri alanlarda gözle görülür bir ilerlemesi söz konusudur. Almanya, ağır sanayisinin 1871

166

Bismarck, görev değişiminden sonra kendisini kimsenin arayıp fikir danışmadığından hayıflanmıştır. Oysa ona göre, icardaki bir arazinin bile el değiştirmesi sonucunda eski ve yeni sahipler sürekli görüşürler ve yeni sahip eskisinin deneyimlerinden faydalanırdı. Ama Wilhelm’in bir şansölyeye ihtiyacı yoktu, bütün kontrolü elinde tutmak istemesinden dolayı kukla olarak gördüğü Caprivi’yi özellikle göreve getirmişti. (Bkz. Soy, a.g.e., s.47-49.)

167

Ülman, a.g.e., s.107.

168

yılından itibaren güçlenmeye başlamasını öncelikle ülkede çıkartılan kömür miktarına borçludur. 1870’li yıllarda taşkömürü üretimi 26 milyon ton iken, yüzyılın sonunda bu rakam 190 milyon tona yükselmiştir. 1900 yılı başlarında dünyadaki kömür üretiminin yaklaşık %38’ini İngiltere, %30 civarını Amerika ve yaklaşık %15’ini de Almanya sağlarken, diğer bütün devletler ise ancak %27’sini sağlıyorlardı. 1910’lu yıllara gelindiği vakit ise, İngiltere’nin kömür üretimi %20’nin altına düşmüş, Amerika’nın %40’lara yaklaşmış, Almanya ise payını biraz daha artırmayı başarmıştır. Demir madeni çıkarma yüzdeleri de hemen hemen kömür madeniyle aynı seviyededir. Benzer şekilde 1870’li yıllarda ülkede üretilen çelik miktarı 1 milyon ton iken, 1910 senesinde 14,8 milyon ton olarak gerçekleşmiş ve bu rakam I. Dünya Savaşı öncesi 18 milyon tona kadar yükselmiştir. Söz konusu dönemde çelik üretiminin İngiltere’de 10,2 milyon ton olduğu görülmektedir169.

1890 senesinden sonra hızla gelişen Alman sanayisinde, işçi sayısı da doğal olarak iki katına çıkmıştır. Özellikle Amerika kıtasına göç eden kişi sayısı 1880’li yıllarda toplam 130 bin civarındayken, 1890’lı yıllarda bu sayı 20 binlere kadar düşmüştür. 1895-1907 yılları arasında Almanya’nın sanayileşmesiyle ve makine endüstrisinde biraz daha güçlenmesiyle birlikte, doğusundaki kırsal bölgelerde yerleşik olan nüfus, Ruhr havzasındaki fabrikalara yönelmiş, böylece sanayide çalışan nüfus çok daha fazla artış göstermiştir. Bunun sonucunda kırsal nüfus iyice azalmış ve 1914 yılında Almanya’da bulunan 50’ye yakın kentin nüfusu 100 bin sınırını çoktan aşmış, gayri safi milli hasılanın %60’ı sanayiden karşılanır olmuştur. Alman şehirlerindeki polis teşkilatları, telefon bağlantıları, elektrik hatları düzene girmiş, su şebekeleri yenilenerek bağlantı noktaları artırılmış, demiryolu ağları 65 bin km’ye ulaşmış, demiryolu hatlarıyla limanlar arasında bağlantılar gerçekleştirilmiş, limanların birçoğu büyütülmüş ve geliştirilmiştir. İngiltere’yle rekabete girebilmek adına büyütülen Alman deniz filosu, dünya ticaret hacminin %12’sine hâkim konuma gelmiştir. XX. yüzyılın başında kaliteli bir üretim süreci geçiren Alman mallarının, Fransa hariç bütün açık pazarlarda çok güçlü ve tercih

169

edilir olduğu, oluşturulan ticari müesseselerle dünyanın her köşesine satılır hale geldiği görülmektedir170.

Kurulduğu günden itibaren silahlanmaya büyük önem veren Alman İmparatorluğu, otuz sene gibi kısa bir süre içerisinde askeri bakımdan güçlü bir devlet haline gelmiştir. Fakat kendisini sürekli İngiltere’yle kıyaslayan Almanya’nın gücü, Orta Avrupa’yla sınırlı kalmıştır. Ancak, her ne kadar sanayileşmeye İngiltere ve Fransa’dan çok sonları başlamış olsa da, büyük bir sanayi devleti olma yolunda emin adımlarla ilerlemiş ve I. Dünya Savaşı öncesi Amerika’nın ardından dünyanın en güçlü sanayi devleti haline gelmiştir. Bu durum ise, Avrupa’daki ve sömürü devletlerindeki hâkimiyetlerini tehdit altında olarak algılayan İngiltere ve Fransa’nın hiç hoşuna gitmemiş ve Almanya’ya karşı daha sıkı kenetlenmelerine sebep olmuştur171. Böylece Bismarck’ın yukarıda ifade edilen, Fransa’yı yalnızlaştırma politikası ters tepmiş ve Almanya yalnızlaşmıştır. I. Dünya Savaşı’ndan önce Almanya’nın yanında Avusturya-Macaristan ve Osmanlı Devleti’nden başka kimsenin kalmadığını söylemek hiç de yanlış olmayacaktır.

Asıl nedeni, büyük devletler arasındaki anlaşmazlıklar ve rekabet olan I. Dünya Savaşı’nın fitilini, 28 Haziran 1914 tarihinde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahdı Prens Franz Ferdinand ve eşi Sophie’nin Saraybosna’da suikasta uğramaları ateşlemiştir. Dönemin büyük güçleri; Almanya, Avusturya- Macaristan, Bulgaristan, Osmanlı Devleti’nden oluşan ittifak devletleri ve İngiltere, Fransa, Rusya’dan oluşan itilaf devletleri olmak üzere ikiye ayrılmışlardır. Savaş başladıktan sonra itilaf devletlerine İtalya, Portekiz, Romanya, Japonya, Amerika Birleşik Devletleri ve Yunanistan dâhil olmuşlardır. Suikast olayı üzerine 28 Temmuz 1914 tarihinde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Sırbistan’a karşı savaş başlattığını açıklamıştır. Bunun üzerine Sırbistan’ı korumak maksadıyla 31 Temmuz’da Rusya savaş seferberliğini halkına duyurmuş, Almanya hemen 1 Ağustos’ta Rusya’ya, 3 Ağustos’ta Belçika’ya karşı savaş ilan etmiş ve 4 Ağustos’ta da Belçika’ya saldırmıştır. Bunun üzerine İngiltere de bu savaşta Almanya’ya karşı

170

Konu hakkında daha fazla bilgi için bkz. Schulze, a.g.e., s.150-155; Roman Oberhummer ve Heinrich Zimmerer, Durch Syrien und Kleinasian Reise Schilderungen und Studien, Berlin 1899, s.263; http://www.tarihiolaylar.com/tarihi-olaylar/alman-imparatorlugu-ikinci-reich-852. Erişim Tarihi: 16.04.2018.

171

olan cephede yer aldığını dünya kamuoyuna bildirmiştir. Böylece Kasım 1918’e kadar devam edecek olan Avrupa merkezli, ancak bütün dünyayı etkileyecek olan I. Dünya Savaşı başlamıştır. Almanya bu savaşta Avrupa’da; Balkan, İtalyan, Batı ve Doğu cephelerinde, Ortadoğu’da; Çanakkale, Filistin, Kafkasya cephelerinde, Afrika’da; Batı, Doğu, Kuzey, Güneybatı cephelerinde ve denizlerde de Atlantik okyanusuyla Akdeniz’de harp etmiştir172. Almanya, 13 milyon askeriyle savaşa katılmış ve yaklaşık 2 milyon askerini cephede kaybetmiştir. İnsan kaybı bununla sınırlı kalmamış, cephe gerisinde de kıtlık, açlık, hastalıklar gibi nedenlerden dolayı 800 bin sivil vatandaşı hayatından olmuştur173.

Amerika Birleşik Devletleri’nin 1918 yılı başında savaşa girmesiyle ve Avrupa’daki Batı cephesinde yaklaşık 1 milyon 800 bin donanımlı ve savaş yorgunu olmayan askeriyle Fransa’yı ve İngiltere’yi desteklemesiyle Almanya çökmüştür. Aslında Amerika Birleşik Devletleri savaşın başında tarafsızlığını ilan etmiştir, ancak itilaf devletlerine silah, mühimmat ve kredi desteği sağlamaktan da geri kalmamıştır. I. Dünya Savaşı’nın başında harbin en kısa zamanda kendi lehine biteceğini ve sonucunda Avrupa’daki hâkimiyetini ilan edeceğini düşünen Almanya, 11 Kasım 1918’de savaştan çekilmiş, II. Wilhelm, imparatorluk tahtını bırakarak tarafsız bir devlet olan Hollanda’ya sığınmıştır. Almanya, 15 gün içerisinde Fransa’daki, Belçika’daki, Luxemburg’daki askerlerini geri çekmek zorunda kalmış, bütün askeri malzemelerine, uçaklarına, gemilerine, denizaltılarına, 5 bin kadar lokomotifine ve 150 bin adet tren vagonuna itilaf devletiler tarafından el konulmuştur. 7 Mayıs 1919 tarihinde Almanya hiçbir müzakereye açık olmaksızın Versay (Versailles) Antlaşması’nı imzalamaya mecbur edilmiştir. Çok ağır yaptırımları olan bu antlaşma sonucunda Almanya, savaşa giren bütün itilaf devletlerinin zararlarını karşılamak zorunda kalmış ve ödemesi imkânsız gibi görülen 132 milyar altın mark borçlandırılmıştır. Alman ordusu ağır silahlardan arındırılarak kara ordusu 100 bin, donanması 15 bin askere düşürülmüş, silah üretimi ve Avusturya’yla birleşmesi yasaklanmıştır. Ayrıca Almanya, maden açısından zengin olan birçok bölgesini kaybetmiştir. Bütün bunların sonucunda Almanya’da işsizlik ve enflasyon baş

172

Thomas Berger, Karl Heinz Müller, Hans Gert Oomen, Entdecken und Verstehen 3 - Vom

Imperialismus bis zur Gegenwart, Cornelsen-Hirschgraben Verlag, Frankfurt, BTY, s.16-17. 173

göstermiştir. Almanya, I. Dünya Savaşı’ndan sonra rejim değiştirmek zorunda kalmıştır174.