• Sonuç bulunamadı

4.1.1. Algı ve Tutum Kavramının İncelenmesi

Algı konusu suç ile ilişkilendirildiği zaman, bireylerin hem suçu algılayışı hem de ona karşı geliştirdiği tutumların incelenmesi önemli olmaktadır. Algı kavramı multi-disipliner bir açıdan incelenmeye başlanmış ve bütün bilimleri -özellikle toplumsal fenomen ile uğraşan sosyolojiyi- ilgilendirmiştir. Algı konusu genel olarak psikolojinin konusu olsa da sosyolojide konu, sosyolojik kavramlarla ilişkilendirilmektedir. Algılama zihinsel bir süreç olarak karşıdaki objenin ya da nesnenin farkına varılma sürecidir. Duyumların tüm yönleri ile nesnelerin tamamen kavranmasıdır. Morgan algı konusu üzerinde yaptığı çalışmasında, algıyı fiziksel nesnelerin geçmişten gelen yetenekler, buna bilişsel şemalar da denilebilir, kavranması olarak tanımlamıştır. Ancak Morgan algısal süreçleri çoklu boyutlarla incelemiş ve bu süreçlere duyum ve tutumları eklemiştir. Algısal süreçlerde uyaranlar sinirsel süreçlerle değerlendirirler (Silah, 2005: 52). Suç söz konusu olduğunda bireyin benzer algısal süreçleri yaşaması normal olarak gözükmektedir.

Çünkü algısallık simgeler ve nesneler vasıtası ile duyumlar aracılığıyla değerlendirilirken, bireyler suçu onun sembolleri ile algılamaya çalışırlar. Duygusal süreçler yolu ile algısallık tamamlanmaktadır. Süreç bilgi vasıtası ile algılanıp duygusal yollar ile yorumlanır (Silah, 2005: 53). Algı kavramı detaylı olarak incelendiğinde, suç algısı ile benzer psiko-sosyal süreçler ortaya çıkar. İnsanlar bireyleri tek tek diğeri olarak değil, onları bir grubun üyesi, kendisini de bir grubun üyesi olarak görmektedir. Suçlu birey onun algısında bir birey değil, suç işlemiş grubun temel bir üyesi olmaktadır. Bu durumun meydana gelmesinde yargılamayı veya kategorilendirmeyi yapan bireyin arzusu, ihtiyaçları veya hedefleri etkilidir.

Ayrıca birey bu yolla ona karşı nasıl tutum geliştireceğini belirler. Suç, algılayanın hedefinde, kendi geçmiş deneyimlerinde ve kendi sosyal çevresinde eğer

153 yargılanmıyorsa, hukukta suç olarak geçen eylemi birey o şekilde algılamaz (Taylor ve diğerleri, 2006: 33). Bunların yanında suçluyu algılamamızda ırkın, cinsiyetin, yaşanan bölgenin ve ekonomik durumun etkileri de bulunmaktadır. Çünkü bir birey, algılayan tarafından ilk kez kategorilendirildiğinde direkt olarak o grubun elemanı olarak ona karşı tutum geliştirilecektir. Bunlar insanların geçmişteki tecrübeleri ve bu yolla oluşmuş şemaları yoluyla belirlenirler (McConnell ve diğerleri, 1994: 182-184).

Diğer insanlara karşı oluşturduğumuz kalıp yargılarımız, izlenimlerimiz öncelikle derinlemesine bilgi sahibi olmadan ve önyargılı olmaktadır. Bu tür bilgilerle bireyin, karşı tarafı kategori içine sokması ile tutumlar daha belirginleşir.

Bu yolla bireyler başkaları hakkında yargıya varırken, onları değerlendirirken vs.

zamandan tasarruf sağlar ve hemen sonuca ulaşır. “Suçlu olması kesin, çünkü hapse girmişti” örneğindeki temel yargı, bireyin ileride de bu kategoriden ayrılmayacağı, ona karşı oluşacak tutumlarda suçlu olarak yargılanacağı anlamına gelmektedir (Taylor ve diğerleri, 2006: 37). Bireyler yaşamlarında ani kararlar verip uygulama ihtiyacı duyarlar. Kararlarında hatalı olmaktan korkmaz ve tutarlılık güderler. Bu nedenlerden dolayı suçlu veya suç hakkında kesin kanıların oluşması ve bunu bütün bireylerin birbirine yakın olarak kabul etmesi sonucu meydana çıkar.

Suç ile tutum ilişkisi incelendiğinde; Allport tutumu: “Bireyin geçmiş tecrübelerinden yola çıkan, bireyin algısını yönlendirdiği tüm nesne ya da olgulara karşı hareketli, değişen bir etkiye sahip niyetler.” olarak tanımlamıştır. Horne (1985) ise tutumları: “Belirli ve kasti olarak tutarlılık gözetilerek nesnelere karşı geliştirilen davranış öncesi yargılar.” olarak yorumladı. Tüm bu tanımlar incelendiğinde, tutumlar, bir nesneye karşı tutarlılık amacı güden yargılar, geçmiş yaşantılar sonucunda yığılarak oluşmuş, uzun vadeli, kalıcı, kesin olmasa da davranışlara dönüşen bir süreç olarak görülebilir. (Akt; Küçüker, 1997: 19). Görüldüğü gibi tutumlar direkt davranışlara neden olmazlar. Suçlu bireye ya da suçlu olmadığı halde bireyin algısında suçlu olarak yer etmiş bireye karşı oluşan tutumlar, bireyin geçmiş tecrübeleri, dinlediği, gördüğü -suç kendisine yönlendirilmemiş bile olsa- suça karşı tutum geliştirir. Suç bireyin yaşamında bulunan realitedir. Suçun onun yaşamında bulunması, ona karşı anlamlı ya da anlamsız tutumlar geliştirmesini de zorunlu kılar.

Suç kuramları suçu açıklarken, en çok sosyoloji kuramları, suçlarda bireylerin sosyal

154 çevrelerinde suçun etkiliği üzerinde yorumlar yapar ve çocuğun özellikle suça itildiğini savunurlar. Suçlara karşı oluşan bu itilme tutumu tüm insanlar tarafından kabul edilir ve çocuğun suç işleyemeyeceği, onun başka biri tarafından bu duruma itileceği düşüncesi ortaya çıkar (Küçüker, 1997: 19).

Konu üzerinde araştırmalar yapan Yavuzer (2009), tutumların oluşumunda özellikle çocuklukta anne ve babanın çocuk için rol model olduğunu ve onların çocuk tarafından taklit edildiğini düşünmektedir. Suçta bireyi suçlu olarak algılayan aile, kendi çocuğunun, suçlu olduğu algısına ve tutumuna kapıldığı çocuk ile iletişim kurmasını istemez. Ona konu hakkında gerekli telkinler verir. Diğer çocuklar için bu süreç oldukça acımasız olurken, çocuk da ailesinden öğrendiği suçlu algısını geliştirmiş olur. Aile, çocuğun kişiliğinin yerleşmeye başladığı dönemlerde çok etkidir. Bu sebepten suç algısı çocuklarda aile ile başlamakta ve çevreye yayılmaktadır. Sampson ve Laub, bireylerde oluşan anti-sosyal kişilik bozukluklarında ve davranışlarında durumun çocukluktan başlayarak durağan bir şekilde devam ettiğini söylemektedir (Kızmaz, 2005: 371). Yani bir bireyin, ileride kimi nasıl yargılayacağını, olaylara karşı nasıl tutum geliştireceğini, sapkın davranışın ne olduğuna ilişkin yargılarını ve algısını etkileyen durumlar, çocuğun geçmişinde aranmalıdır. Suça ve suçluya karşı insanların bakış açıları onların geçmişlerinde oluşmakta ve stabil bir şekilde geleceği etkilemektedir. Benzer bir şekilde suçlu çocuğun, suça itilmiş çocuğun gelecekte ne olacağı aslında geçmişteki insanların beyninde zaten şekillenmiş bulunmaktadır. Düzensiz davranışlar sergilenen yerleşim yerlerinde bulunmaları, duygudurumları, hedeflere ulaşıp ulaşamamaları gibi nedenler onları insanların bilişlerinde farklı kategorilere sokmaktadır. Bu yolla suçlu olarak kategorize edilen bireyler ise kendilerini suça bir adım daha yaklaştıracak sosyal değerlerden uzaklaşmaktadır. Suçlu çocuk açısından, suçlu tutum ve duyguların gelişimi, onun akran çevresinden farklılaşmasına, duygu durumunun değişmesine, farklı suç gruplarına dâhil olmasına ve toplumsal değerlerden sıyrılmasına neden olmaktadır (Siegel, 1989: 209).

155 4. 1. 2. Suçluyu Algılamada ve Suçluya Yönelik Tutumlarda Değişimler

Algılama yukarıdaki tanımlamalardan anlaşılacağı gibi bir süreç, tutumlar ise bireylerdeki bir yargı sistemidir. Tutumlar, bir nesne hakkında bilişsel yapılar olarak ortaya çıkmaktadır. Bireylere yönelik ya da herhangi bir nesneye yönelik tutumlarda değişimin meydana gelmesi uzun bir süreçtir. Tutumlar kısa sürelerde değişmedikleri gibi uzun sürede de oluşurlar. Suça yönelik tutumların oluşumu yine diğer din, hukuk, ahlak vs. gibi konulara yönelik tutumların oluşumu ile benzerlik içerir. Tutumların oluşumu evrenseldir. İnsanlar yaşadıkları ya da sahip oldukları şeyleri karşılaştırarak değerlendirirler. Yine yaşamlarında çok sayıda tutum oluştururlar; bu tutumların bazıları davranışlara dönüşür, bazıları ise sadece tutum olarak kalır. Suçluya yönelik tutumlar ile suça uğramış bir bireye yönelik tutumlar arasındaki değişimler ve değişimlerin davranışlara dönüşme aşaması farklı aşamalar içerir. İnsanların inandıkları şeyleri yaşamlarına dâhil etmeleri ve davranışlara dönüştürmeleri oldukça karmaşık ve zor bir süreçtir. Örneğin; bir birey ekmek çalmış bir çocuğun cezalandırılması gerekliliğine inanır ve ayrıca uygulama boyutunda bu davranışa tepki geliştirebilir. Benzer olarak konu üzerinde yapılan saldırganlık ve gruba karşı önyargı deneylerinde LaPierre (1934\1989), Amerika Birleşik Devletleri’nde Asyalılara karşı önyargılı tutumların yüksek olduğu dönemde, Asyalı bir aile ile bir Amerika gezisine çıkmış; 251 otel ve restorana yaptığı yolculukta, yemekler yemiş ve aile ile kalmıştır. Sonra LaPierre gittiği restoranlara bir yazı gönderip Çinli bir aile ile geleceğini ve hizmet alıp alamayacağını sormuştur. Gelen cevapların %92’sinde hayır yanıtı verilmiştir. Anlaşılacağı gibi, suçlu davranışı algısı sadece bir Çinli bireye yönelik değil, Amerika Birleşik Devletleri’nde tüm Asya kökenlilere yönelik olmuştur. Bu sonucun sebebi olarak biyolojik farklılıkların suçlu algısına etkisi, göçün Amerikan ekonomisine olan zararlarının sorumlusu ve suçlusu olarak Çinlilerin görülmesi vardır. Ancak suçlu profilinin algılanması ve davranışlara dönüşmesi yukarıdaki çalışmada görüldüğü gibi oldukça zor bir süreçtir.

Suçlulara yönelik etnik, coğrafi, psikolojik ve sosyolojik algılar ve tutumlar direkt olarak davranışlara yansımadığı için doğrudan gözlenemezler, sadece davranışlara yansıdıklarında anlaşılabilirler (Hogg ve Vaughan, 2007). Etnisiteye ya da başka bir sosyolojik yapıya yönelik özellikle suç konusu dâhil edildiğinde, tutumlar pozitif yönde olmamakta ve negatif yönlere doğru gitmektedir. Tutumların

156 olaylara, kişilere veya nesnelere yönelik değerlendirmeler içermesinin unsurları yukarıda açıklanmıştır. Unsurlar açıkta olmasa da -örneğin; bir Amerikan vatandaşına herhangi bir Çinliden zarar gelmese de ona karşı suçlu etiketlemesi yapabilmekte- bireyler tarafından mecazi olarak değerlendirilebilirler (Plotnik, 2009). İnsanlar aileleri ve sosyal gelişim çevreleri yoluyla, tutumları çocukluklarından itibaren öğrenirler. Özellikle suçlu çocuğa yönelik tutum ve yargılamaların, diğer tutumlar ile birlikte aile, okul ve akran çevresi yoluyla kazandırıldığı görülmektedir. Anlaşılacağı gibi tutumlar bireylerin kazanılmış kişilik özellikleri olarak da düşünülebilir. Tutumların hepsinin davranışlara dönüşmesinin mümkün olmadığının anlaşıldığı gibi, her davranışın arkasında da bir tutum olduğu unutulmamalıdır (Morgan, 2004).

Suçluya yönelik tutumların oluşması ve değişmesi birbirinden farklı olarak değerlendirilecek aşamalar değillerdir. Bu yöndeki farklılıklar tutumlarda ayrım yapmayı zorlaştırırlar. Bu yüzden tutumların değişimleri ve oluşumları birbirine göre anlamlıdırlar. Bireyin grup içerisindeki yeri, grubun değer yargıları, grubun önyargıları ve daha başka grupsal değerler, bireyde tutumların oluşumuna ve değişimine etki eder. Bireylerde suçluya yönelik tutumlarda değişmeler gerçekleştirilmek istenirse bu faktörlerin de değiştirilmesi gerekmektedir. Ancak tutumlar bireyler açısından hem zamandan tasarruf sağlar hem de anlamlı çıkarsamalar için yol gösterir. Onda oluşabilecek bir çelişki, bireyi kararsızlıklara götürebilir. Bunun yanında tutumlar nesneye veya kişiye yönelik davranışlarda bir hazırlık süreci olarak düşünülürse, karşı tutumları da dikkate almak gereklidir. Suç konusunda suçluya yönelik tutum, onun kendisini suçlu olarak değerlendirmesine neden olabilir veya “kendini gerçekleştiren kehanete” dönüşebilir. Tutumların bu yapısına dikkat edilirse, tutumların sosyal konularda ne denli önemli olduğu anlaşılır (İnceoğlu, 1985). Donald T. Campell'ın ifadesinde objeye karşı oluşan sosyal bir tutum, tutarlı davranışlar olarak yansımaktadır. Sosyal tutumlar sadece bir bireyde değil, gruplarda ortaya çıkacağı için -Lapierre’nin deneyinde de görüldüğü gibi- grupsal bazda tehlikeli olabilir, yanılsamalar içerebilirler. Simgelere yönelik tutumlara sadırılar -örneğin; toplumun bayrağını yakma ya da indirme- tüm gruba yönelik suçlu tutumuna bireyleri götürebilir, karşı bireyleri algılamalarda sorunlar ortaya çıkabilir. Yani bireylerin ve grupların davranışlarının anlaşılması için, suçun

157 şekli ve neye yönelik olduğu gibi değişkenlerin ölçülmesi faydalı olacaktır (İnceoğlu, 1985).

Sonuç olarak tutumlar biyolojik değildir, değişimi ise benzer bir şekilde biyolojik olmaktan öte, psikolojik bir süreçtir (Güney, 2000: 311). Tutumların duygusal, zihinsel ve bilişsel öğeler taşıması ve bu öğelerin birbirleriyle iç içe olmaları onların değişimini zorlaştırmakta, suçlu çocuğa yönelik tutumlarda değişimleri azaltmaktadır. Suçlu çocuğa yönelik tutumların oluşmasında aileden gelen kalıplar, sosyal tecrübeler, şiddet vakaları, grubun değerleri, başkalarını taklit gibi süreçler etkidir (Yüksel, 1994: 22). Olumlu olarak oluşacak tutumlar bireyin de davranışlarını olumlu yönde etkileyecektir. Medya araçlarının kullanımı, okul müfredatları ve değerler çalışmaları, aile öğretmen görüşleri çocuk üzerinde oldukça etkilidir. Günümüz çocuğunun, geleceğin yetişkini olduğunu varsayarsak onda oluşacak tutumların boyutları ve önyargılar hem kendi hayatlarına yönelik tutumlarda hem de suçluya yönelik bakış açısından etkili olacaktır. En kötüsü ise çocuğun suçlu çocuğa yönelik algısı olacak ve dışlama süreçleri acılı bir dönem oluşturacaktır.

4. 1. 3. Suçlu Çocuk Algısı ve Çocuğa Karşı Genel Tutumlar

Suçlu birey algısında dünyada meydana gelen değişimler büyük ölçüde etkili olmaktadır. Özellikle sanayi inkılabı, bu konuda çocukların çalıştırılması ya da annenin iş yaşamına dâhil olması gibi nedenlerden dolayı; çocuğun daha boş kalması, aile yaşamından uzaklaşması ve marjinalliğin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Çarpık kentleşmeler, işsizlik, terör, kargaşalar, göçler vs. çocukların ve yetişkinlerin yaşamlarını derinden etkilemekte, tutumlarında ve olayları algılamalarında farklılıklara yol açmaktadır. Bireylerin suça yönelik bakış açıları onların algısında suçun önemi ya da değerlere ve normlara yönelik bir suç olup olmadığı önem arz eder. Örneğin; bir devletin simgesi olan bir bayrağı yakıp polise molotofla saldıran bir çocuk ile aç kaldığı için hırsızlık yapan çocuk arasında algısal farklıklar olacaktır. Algısal farklılıklar değerlendirilirken, tutumların süzgecinden geçirilir. Çocuğun bulunduğu bölge ve mensubu olduğu etnik menşei, onun daha da farklı açıdan düşünülmesine neden olacaktır (Boehnke ve Winkels, 2002). Bu durum

158 gelişmiş ülkelerde az gelişmişlere doğru bir açıdan incelendiğinde, tutumlarda ekonomik nedenlerden dolayı farklar da meydana gelecektir. Devletin politikalarından dolayı çocuğun istihdam edilmesi ya da sokakta çalıştırılması gibi nedenlere ses çıkarılmaması, eylemlerin sık olduğu ülkelerde değerler değişeceğinden suça ve çocuğa karşı tutumlarda da farklılıklar bulunacaktır.

Suçlu çocuk hakkında yanıltıcı düşünceler ya da kavram yanılgıları yüzünden de çocuğa karşı tutumlarda farklılıklar meydana gelir. Biyolojik, ırksal, kültürel ve cinsiyet açısından durum değerlendirildiğinde çocukların ırkına yargılamalar, kültürel çevresine göre ona karşı yargılar geliştirmeler gibi nedenlerden dolayı çocuk suçsuz olsa dahi topluluk tarafından o şekilde algılanmaktadır. Çocuğun yaşadığı yöresinden dolayı “suçlu doğan” anlamında düşünülmesi çocuğa karşı bir kavram yanılgısıdır. Bunun yanında “tam bir suçluya benziyor” gibi, çocuğun yüz şeklinden yola çıkılarak yapılan yorumlamalar da çocuk açısından oldukça sıkıntı verici bir süreç ve kavram yanılgısıdır. Bunların yanında benzer bir şekilde

“dengesiz, saldırgan, hırsız, soyu bozuk” gibi yargılamalar çocuğa yönelik tutum ve algılardan ibaret oluşmaktadır (Neumeyer, 1961: 14). Çocuğun bulunduğu bölgenin suç oranlarının yüksek olması toplum tarafından çocuğun da bir suçlu olduğu anlamına getirilmektedir. Mensubu olduğu ırk yüzünden suçlu olarak düşünülmesi yine yukarıdaki durumla benzer bir içeriğe sahiptir. Bu durum çocuğu gerçekten suça yönlendirmekte ve “kendini gerçekleştiren kehanet” süreci ortaya çıkmaktadır. Suçlu olarak yaftalanarak çocuk gerçekten öyle olduğunu düşünmekte ve kendini bu yönde şekillendirmektedir (Taylor ve diğerleri, 2005).

Kavram yanılgılarının yanı sıra, suçlu çocuğa yönelik tutumlar üzerinde hukuksal bakış açısı, grupsal yaklaşımlar ve değişen toplumsal normlar da etkili olmaktadır. Medyanın ya da farklı sosyal grupların çocuk üzerindeki etkileri yine onların suçlu çocuğu algılama şekillerindeki farklılıklardan dolayıdır. Suçlu olarak düşündürülmek istenen çocuk, medyasal yollar ya da diğer kitle iletişim araçları ile şekil verilmeye ve sembolleri oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu konunun algısal yönü asıl olarak bazı temel teorilerin yorumlanmasından geçmekte ve analizlerin teoriler üzerinde yapılan deneyler ile birlikte karşılaştırılması gerekmektedir.

Kuramsal bazda yapılacak araştırmalar ve tanımlamalar çalışmanın güvenilirlik ve geçerliliğini arttırmada daha çok katkı sağlayacaktır. Suçlu çocuk ile ilgili

159 oluşabilecek algılar genellikle toplumun kalıpyargılar üzerinden yürümekte ve şekillenmekte olan bir süreçtir. Bu yüzden kuramların mikro-sosyolojik açıdan değerlendirilip kültürlerarası çalışmalardan yararlanmak etkili bir yöntem gibi görünmektedir.