• Sonuç bulunamadı

OSMANLI MUTFAĞI

1.1.3. Tatlılar, Şekerlemeler

1.1.3.1. Akîde Şekeri

Türk şekerlemelerinin en eski türlerinden olan şeker, adını yeniçerilerin üç ayda bir aldıkları aylıklarına verilen ûlufe isminden almaktadır. Maaşların verildiği törende yeniçerilere sunulan şekerin kabulü yönetime olan bağlılığın devam ettiğinin; reddi ise hoşnutsuzluğun belirtisidir (Larousse Gastronomique, “Akîde Şekeri”, C.1/ 2005: 15). Bir kayıtta, sade, kaymaklı, fındıklı, bademli, tarçınlı, susamlı, fıstıklı, baharlı, güllü, menekşeli, ıtırlı, naneli, limonlu, portakallı, turunçlu, çaylı, kahveli, çikolatalı gibi akide çeşitlerine yer verilmiştir (Hadiye Fahriye, 2002: 138-142). Sevgilinin tatlı diline benzetilen bu renkli, kokulu şeker çeşidi, mükkerrer şekerden yapılan akîdedir ve bal,

şeker, güllâç kelimeleriyle tenasüp içerisinde kullanılmıştır:

Tatlu dilinde kand-ı mükerrer ‘akîdesin

Şîrîn sözinde şehd ile şekker gülâcını (ADD, Trc. 19/1/6) 1.1.3.2. Âşûre (Âşûr)

“Yemeklerin en tatlısı, türlü türlü nesneler karıştırılarak yapılmış olan çok nefis yiyeceklerdir.” diyen Gelibolulu Mustafa Ali, bu yiyecekler arasında kaygana ve salatanın yanında aşureyi de sayar (Gelibolulu Mustafa Ali, 1978; 160). Muharrem aşûresi, adî aşûre, sütlü aşûre, süzme aşûre, Frenk arpası aşûre gibi çeşitleri olan aşûre (Renda ve diğ., 2002: 89-91), genellikle Muharrem aynının onu ile yirmisi arasında yapılır. Aşûre, Nuh tufanının bitiminde, gemide kalan son yiyeceklerin bir araya getirilerek kurtuluşun kutlanması dolayısıyla yapılan bir tören tatlısı olarak kabul görmektedir. Kırk türlü malzemeyi içermekle birlikte eskiden ilahiler okunarak pişirilmesi, bir kısmının büyük aşure sürahileriyle komşulara dağıtılması âdettendi (Araz, 2000: 17).

23

Nesimî’nin aşağıdaki beytinde âşûre tatlısının Muharrem ayında yapılma geleneğine işaret edilmektedir:

Hem Berât u Kadr ü Đsrâ hem sıyâm ü Hacc ü ‘id

Hem Muharrem hem Muharrem şehrinün ‘âşûrıyam (ND, G. 241/19)

1.1.3.3. Bal (‘Asel, Engebîn, Engübîn, Nûş, Şehd)

Bal, Türkçenin en eski kelimelerindendir (Üçer, 1983: 255). Arapça “asel, şehd”, Farsça “engübîn, engebîn” bal anlamında kullanılan kelimelerdir. Bal, bal arısı tarafından çiçeklerden alınarak peteklerde biriktirilen açık sarıdan esmer sarıya kadar değişen renkli, arının en çok öz suyu aldığı çiçeğin kokusunu taşıyan, tatlı lezzetli, taze iken şurup kıvamında ve yarı saydam bir maddedir (Baytop, 1984: 177-178).

Balın çok eski devirlerden beri bilindiği 15.000 yıl önce Đspanya’da bir mağaranın duvarlarındaki komşusunun kovanından petek çalan bir mağara adamı tasviri, Mısır piramitlerindeki resimler ve Anadolu’daki Hitit kalıntılarından anlaşılmaktadır.

Sadece ekmekle de yenilen bal, tereyağına, yoğurda katılarak da yenilir. Ayrıca baldan bal şarabı, bal şerbeti, ballı börek, bal helvası, kuymak, kavut gibi yiyecek ve içecekler yapılabilir. Bunun yanı sıra bir şifa kaynağı olan balın birçok iyileştirici özelliği mevcuttur. Đştah açıcı, midevî, kuvvet verici, yaraları temizleyici ve mikrobu öldürücü, başka karışımlarla da öksürüğe mide ağrılarına iyi gelen bir maddedir. Kur‘ân-ı Kerim’de adı geçen balın sağlığa yararı, Hz. Peygamber’in “Şifa üç şeydedir. Kan aldırmak, bal şerbeti içmek, ateşle dağlamak, fakat ihtiyaç olmadıkça ateşle dağlamaktan menederim.” hadisinde de görülmektedir (Üçer, 1983: 255-265).

Bal, hava geçirmeme özelliğiyle nesnelerin bozulmadan saklanması için kullanılmaktadır. Babil, Sümer, Girit gibi kültürlerde ölüler bala gömülerek saklandığı için ölümsüzlüğü çağrıştırmaktadır. Osmanlı devrinde taşrada idam edilen birinin kesik başının, padişahın görmesi için bal içinde getirilmesi de balın koruyucu özelliğinden ötürüdür (Belge, 2001: 196-197).

Mitolojide, üreme ve ebedî hayat sembolü olan bal, Türk geleneklerinde de yerini almıştır. Kırklı bebeğin vücuduna bal sürülür, saflığı ve tadı nedeniyle evlilik törenlerine kutsiyet katar, yeni gelin oğlan evine gediğinde ev halkı ile iyi geçinmesi

24

için kapıya bal sürülür. Evliliğin ilk devresine bal ayı denilmesi de gelenek olmuştur (Üçer, 1983: 255-266).

Klasik Türk Edebiyatı’nda sarı renginden ötürü âşığın yüzü, tadı ve iyileştirici etkisi dolayısıyla sevgilinin dudağı ve sözleri ve vuslat için benzetilen durumundadır. Dudağı bal olan sevgilinin kirpiği arıya, beni ve hatları da arı ve sineğe benzetilmektedir. Balın ilaç olarak kullanılması, balla yağı karıştırıp yemek de zaman zaman karşımıza çıkar.

Sûfîye lanet okuyan âşık, onun bal ile yağ üstünde olduğunu söylerken Tanrı’nın rahmetine sığınarak şeker kadehini (şarabı) istemektedir:

Rahmeti çohdur Hakun sâgar-ı şekker getür

Sûfiye la‘net ki olur balıla yag üstine (AD, G. 597/8)

Âşık, “(Ey sevgili!) gönül ayva tüylerini gördü ona ‘ayıp değil nerede arı varsa bala bağlanması âdettir’ dedim.” sözleriyle sevgilinin dudaklarını bala, dudaklarının çevresindeki ayva tüylerini de arıya benzetmektedir:

Hattını gördi gönül didüm ana ‘ayb degül

‘Âdet oldur ki aru kandayise bala durur (KBD, G. 510/6)

Kur‘ân-ı Kerim’de ve hadislerde cennete gidecek insanlar için bal, süt ve şarap ırmaklarının olmasına telmihte bulunan şair, cennet gibi güzel sevgilinin dudağının kendisine hem şarap, hem bal olduğunu belirtmektedir:

Cennetde gerçi Hakdan bal ü mey oldı va‘de

La‘lün mana gerek kim hem mey ü hem ‘aseldür (ND, G. 146/4)

Ahmed-i Dâ‘î aşağıdaki beytinde yağ ile balın karıştırılarak yenmesinin hoş olduğunu belirtmektedir. Ayrıca “yağlı ballı olmak” deyimiyle sevgiliyle içli dışlı olmak istediğini söyler. Nasıl yağ ile bal birlikte hoş oluyorsa sevgilisiyle birlikte olurlarsa hoş olacaktır:

Bal yağ oluban gel idelüm tatluca sohbet

25

Sevgilinin dudakları bal gibi hatta baldan daha tatlıdır. Cem Sultan, sevgilinin dudaklarındaki tatlılığın bal ve şekerde dahi bulunmadığını söylerken; Ahmed Paşa, sevgilinin dudaklarını ne zaman ansa mükerrer şekerin lafı edilmediğini dile getirir.

Şeyhî ise sevgilinin tatlı dudağının kendisi için bin şeker ve baldan daha tatlı olduğunu

söyler:

Lebün halâveti şehd ü şekerde bulınmaz

Dişün letâfeti dürr ü güherde bulınmaz (CSD, G. 120/1)

Kanda kim ede lebin şehdini Ahmed tekrâr

Hiç kimse dile almaya mükerrer şekeri (APD, G. 299/5)

Anun şîrîn lebi tatlı bana bin şehd ü şekkerden

Anun gül yanağı nâzik bana yüz berg-i nesrînden (ŞD, G. 136/6)

Sinek, tatlı şeylere düşkündür ve nerede tatlı varsa sinek oradadır. Zaten başına da tüm belalar bu yüzden gelir. Bir hevesle tatlı nesnenin etrafında dönüp dolaşan sinek ona kavuşmasıyla sonunu hazırladığının farkında değildir. Tatlının içine gömüldükçe felakete gömüler çoğu zaman kurtulamaz belalar çekerek ölür. Şair, sevgilinin dudaklarını bala, gönlünü ise balın etrafındaki sineğe teşbih etmektedir. Sineğin baldan çektiği belalar gibi âşık da sevgilinin bal dudaklarından çeker:

Çekse dil-i Mesîhî lebünde belâ n’ola

Zâhir ki bala konsa belâlar çeker meges (MD, G. 104/5)

Feleğin soğan kabukları gibi iç içe tabakalardan oluşarak dünyayı sardığına inanılır. “(Ey sevgili!) feleğin bana sensiz bal ve şeker sunmasını yedi tastan geçip zehir getirdiğini sanıyorum.” Bu tabakaları şekilleri dolayısıyla tasa benzeten şair, feleğin sevgilisi olmadan sunduğu bal ve şekeri yedi tastan geçen zehir gibi tahayyül etmektedir:

Bana sensiz felekin şehd ü şeker sunduğunu

26 1.1.3.4. Güllâc (Gülâc)

Farsça bir isim olan “gülâc”dan dilimize geçen güllaç, ramazan sofralarına özgü, çok ince nişasta yufkasından içine ceviz, badem gibi çeşitli maddeler konularak sütle yapılan üzerine gülsuyu dökülerek servis edilen bir tatlıdır. Elmalı, kaymaklı, badem ezmeli, fıstıklı, Hindistan cevizli, muhallebili, cevizli çeşitleri vardır (Arlı, 1982: 30; Ertürk, 1971: 101-102).1

Mihrî Hatun’a ait aşağıdaki beyitte âşık, sevgilinin ayrılık zehrinden helak olmamasını, sevgilinin dudaklarının güllacına borçludur:

Zehr-i hecriyle helâk olmışdı çokdan cân u dil

Lutf idüp şîrîn lebi ger itmese güllâclık (MHD, G. 78/6)