• Sonuç bulunamadı

Ailesi, Çocukluğu ve Gençlik Yılları

1. BÖLÜM: KEMAL TAHİR’İN BİYOGRAFİSİ

1.1. Ailesi, Çocukluğu ve Gençlik Yılları

Kemal Tahir, saraylı bir anne babanın ilk evladı olarak, 13 Mart 1910 tarihinde İstanbul’da hayata gözlerini açar.1 Alaylı bir Bahriye subayı olan babası Tahir Bey, II.

1 Asıl adı İsmail Kemalettin olan Kemal Tahir’in, farklı tarihlerde “TİPİ” ya da “BENERCİ” soyadlarını almakla birlikte nüfusunda kayıtlı olan soyadı “DEMİR”dir. Fakat edebiyata ilkin şiir vasıtasıyla girmiş olan Kemal Tahir, ilk şiirlerinde kullandığı imzalardan biri olan “Kemal Tahir” ile tanınmış ve ismi öylece kalmıştır. Kemal Tahir’in özgeçmişine dair kimi önemli bilgiler henüz netlik kazanmamıştır.

Nüfus cüzdanında, “4 Rebiyülahir ve 1328-3 Mart 1326” olarak iki ayrı tarih kayıtlıdır. Notlarını derleyen Cengiz Yazoğlu, “Kemal Tahir'in nüfus kağıdında yazılı olan iki ayrı doğum tarihi, günümüz takviminde aynı günü vermemektedir. 1917 yılında yapılan takvim değişikliğinden kaynaklanan bir hesap hatası

19

Abdülhamid’in Hünkâr yaverlerinden ve Yıldız Sarayı’ndaki özel marangozlarından biridir. II. Abdülhamin’in kızı Naile Sultan’ın sarayındaki çalışanlardan olan annesi Nuriye Hanım, Kafkasya’dan göçerek Adapazarı’na yerleşmiş orta halli bir ailenin kızıdır.

Kemal Tahir’in babası yüzbaşı Tahir Bey, II. Meşruiyet’in ilanından sonra, 1908’de emekliye sevk edilir. 1912 yılında Balkan Savaşları başlayınca teğmen olarak yeniden orduya alınır. Savaşın ardından da tekrar emekliye sevk edilir. Kemal Tahir, ailesi ve kendisi hakkında otobiyografik ögeler taşıyan Bir Mülkiyet Kalesi romanında bu durum için şöyle diyor: “Mahir Efendi bir akşam karısına ikinci defa: - Yarın benim takım zembilini hazırla! dedi. Vücuduna gene ihtiyaç kalmamış, gene tekaüt edilmişti”

(BMK: 136).

Fakat, I. Dünya Savaşı başlayınca Tahir Bey, bir kez daha orduya çağrılır.

Çanakkale cephesinde savaşan Tahir Bey, aldığı yaralar nedeniyle 1916-1918 yılları arasında görevine, seyyar hastanelerde inzibat subaylığı yaparak devam eder. Ama bu son görevinde yanına eşi ve çocuklarını da aldırmıştır.

Küçük Kemal Tahir’in çocukluğunun bir kısmı, annesi ve kardeşi Nuri Tahir ile birlikte babasının görevi dolayısıyla gittikleri Nazilli, Aydın, Burdur, İzmir gibi yerlerde geçer. Bu yıllar aynı zamanda savaş yıllarıdır. Kemal Tahir, ilk öğrenimine savaş yıllarında dolaşmış oldukları bu yerlerde başlar ve tamamlar.

Tahir Bey savaş sonunda yeniden emekliye ayrılır. Aile, 1922 yılında İstanbul’a geri döner ve Kasımpaşa’ya, Tahir Bey’in kardeşinin yanına yerleşir. Mütareke’den

sonucu 4 Rebiyülalıir 1328'in 13 Mart 1326 olarak yazılmış olabileceğini düşünerek ilk takvime göre yazılmış 4 Rebiyülahir 1328'i esas alarak Kemal Tahir'in doğum tarihinin 15 Nisan 1910 olduğu sonucuna varıyoruz” demektedir (Tahir, 1989: 5). Bununla birlikte, Kemal Tahir’in bir notunda doğum yılını 1908 olarak kaydettiğini görüyoruz (Tahir, 1990b: 7). Kemal Tahir’in yakın arkadaşlarından Naci Çelik Berksoy, Kemal Tahir biyografleri arasında temel kaynaklardan birisi olan, çalışmasında bu tarihi 13 Mart 1910 olarak göstermektedir. Bir başka karışıklık da annesinin adına dairdir. Nüfus cüzdanında anne adı “Hubser” olarak görünmesine rağmen kimi kaynaklarda “Nuriye” olarak geçmektedir. Biz, henüz netlik kazanmamış bu karışıklıklar konusunda Naci Çelik’in hazırlamış olduğu biyografiyi esas aldık bkz.

BERKSOY, Naci Çelik, “Kemal Tahir İçin Biyografi Çalışması” Kemal Tahir 100 Yaşında, ed. Ertan Eğribel, Ankara: T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2010, ss. 16-23.

20

sonra Tahir Bey ailesinin geçimini, seyyar marangozluk yapıp inşaatlarda çalışarak sağlar. Kemal Tahir, İstanbul’a geri dönüşten sonra, eğitimine Kasımpaşa Cezayirli Gazi Hasan Paşa Rüştiyesi’nde devam eder. 1923 yılında rüştiyeyi bitirip, Galatasaray Sultanisi’ne girer. Edebiyata ve okumaya düşkün bir gençtir. Sultani’de Fransızca öğrenmesi bu hevesini derinleştirir. Fakat 1926 yılında, belki de her şeyden ve herkesten daha düşkün olduğu annesini otuz sekiz gibi genç bir yaşta veremden kaybeder. Annesinin vefatı, Kemal Tahir’i çok derinden sarsar. İlerleyen yıllarda edebiyat dünyasına şiirle giriş yapan Kemal Tahir’in ilk şiirlerinin büyük bir kısmının teması “anne”dir. Oldukça parlak bir öğrenci olmasına rağmen annesinin vefatından sonra, Galatasaray’daki eğitimine devam edemez ve okulu terk eder.

Anneme

Dilimde bir dua mübarek adın Simsiyah serviler mezar taşları Bir hasret şarkısı eninim anne Vecd ile titreyip sallanışları Kalbimde yaşatmam başka bir kadın Ruhuma biriken bu göz yaşları

Hayatta ilk işte ilk yeminim anne! O korkunç geceden yadigar anne!

Anladım saadet en büyük yalan Allah’tan, şeytandan, ölümden derdim Düşünce bir yıldız gibi koynundan… Yüz kere, bin kere ebedi derdim Yattığın köşenin bekçisi olan Aczime sardımda öyle gönderdim Karanlıklar kadar derinim anne! Bu hicran şiirini yadigar anne!2

Okuldan ayrıldıktan sonra bir süre avukat katipliği yapar. Aynı zamanda maddi güçlükler yaşayan ailesine yardım eder. Fakat kazancı yetersizdir. Avukat katipliğinden ayrılıp, Kömür İşletmeleri’nde ambar memurluğu yapmak üzere Zonguldak’a gider.

Yaklaşık bir buçuk yıl çalıştıktan sonra İstanbul’a geri döner. Yeniden avukat katipliğine başlayıncaya kadar işsiz kalır ve çok yoksul zamanlar geçirir. Bu süreçte yaşadıklarının bir kısmını Hür Şehrin İnsanları romanında görebiliyoruz. Kemal Tahir, Şehzadebaşı’nda bir kahvehanenin depo olarak kullanılan kısmında kalmaktadır.

“Odada mobilya olarak beş tane masa, açılır kapanır bir demir iskemle, bir şeker sandığı vardı. Masalardan üçü, duvarın dibine yan yana koyulmuş, Üstüne Murat’ın

2 (Tahir, 1990b: 17)

21

yatağı serilmişti. Diğer ikisi, karşı tarafta duruyorlardı. Bunları üzeri ve altları alabildikleri kadar kitapla doluydu. Şeker sandığının üzerinde de ciltli, ciltsiz kitaplar duruyordu. Duvara mıhlanmış büyük bir çiviye Murat’ın paltosuyla şapkası asılmıştı”

(HŞİ: 61).

Kimi zaman kahvehanede kumar oynayanların verdiği paralarla karnını doyuran Kemal Tahir, açlıkla tokluk arasında perişan bir haldedir. “Kunduralarını çıkarmak için iskemleyeilişti. Hele kunduraları öteki giyim eşyalarının hiçbiriyle mukayese edilemez haldeydi. Bir insanı değil, Taksim meydanını bile bu bir çift pabuç eskisi, derhal, ayyaş ve meczup bir dilenci haline getirebilirdi. Artık su ve çamur tutacak yerleri kalmamıştı.

Boyatmanın da imkanı yoktu. Çamurda yürümeğe mecbur kaldığı günlerin sabahı, burada, çoraplarını ayağına giyerken gözlerinden kaç kere yaş gelmişti. Çoraplar buz tuttukları için… Böyle sabahlarda nasıl olup da hala ölmediğine şaşardı” (HŞİ: 64-65).

Tüm bu sefalet içinde Kemal Tahir’in bırakmadığı, bırakamadığı tek şey kitaplardır. İki sandığı dolduracak miktarda kitapları, onun tüm mal varlığıdır. “Kitaplara bakarak, elleri koltuk altlarına kavuşmuş öylece durdu. Aynı zamanda birkaç kitaba başlamak adetiydi. Bu gece, hangisine devam edeceğini düşünüyordu. Bronte’nin Jane Eyre’i..

Hele dursun! Bu gece sarsak, karanlık, yalancı gibi gibi şeylere tahammülü yok…

Flober’in Trois Contesu… İnsan, üsluptaki intizamdan bunalıyor. Daha hafif… Daha budalaca olan Sirano dö Berjerak gelsin ortaya… Bir zamanlar Fransa’yı hop oturtup hop kaldıran ne var bunda?” (HŞİ: 62).

Kemal Tahir’in yoksul yaşantısı, bir arkadaşının yardımıyla Karaköy’de avukat katipliği işine tekrar başlamasıyla son bulur. Bu kez hayatı tam aksine yöne kayar.

Beyoğlu’nun tanınan simalarından biri olur. Hür Şehrin İnsanları ya da Yol Ayrımı’nda yer alan Murat karakteri Kemal Tahir’in gençliğinin bu döneminden derin izler taşır.

Kültürü ve yakışıklılığıyla adeta bir cazibe merkezidir; çapkın ve bıçkın bir genç olarak yaşamaktadır. Kemal Tahir’in bu yıllarına Cemil Meriç şöyle değiniyor: “Hapishaneden önce çapkın ve şımarık bir İstanbul delikanlısıdır. Sağlam bir iştiha, diri bir tecessüs, diri fakat toy ve serseri” (Meriç, 2015: 251). Fakat Kemal Tahir, bu layüsel yaşantıyı hiçbir zaman tam olarak içine sindiremez. “Başıboş, meselesiz, ülkesinin ve toplumunun hiçbir meselesiyle ilgilenmeyen bu insanlar arasında, kendine sahici anlamda bir yer bulamaz. Kendini hep bir yabancı gibi hisseder. Eğlenceden döndüğü

22

bir sabah vakti, Galata Köprüsü üzerinde iş bekleyen ameleleri görünce, büyük bir mahcubiyet hisseder” (Coşkun, 2006: 13).

1931 yılında ilk şiirini İçtihad mecmuasında yayımlamasından sonra Kemal Tahir’in hayatının doğrultusu yavaş yavaş değişir. Yaklaşık bir yıl sonra avukat katipliğini bırakarak, gazeteciliğe başlar. 1932-1938 yılları arasında, musahhihlik, çevirmenlik, röportaj yazarlığı, yazı işleri müdürlüğü gibi çeşitlli gazete ve dergilerde ve mesleğin hemen her kademesinde çalışır. Ülke sorunlarına son derece duyarlı ve Kemalizm’e içtenlikle bağlıdır. Kemal Tahir’in bu yıllarına ait bilgiler edindiğimiz önemli kaynaklardan biri, ilk eşi Fatma İrfan’a yazdığı mektuplardan oluşan Kemal Tahir’den Fatma İrfan’a Mektuplar adlı kitaptır. Kemal Tahir 16.01. 1934 tarihli bir mektubunda Fatma İrfan’a, Mustafa Kemal’in fotoğrafını göndererek “Bir de Büyük Adam’ın fotoğrafını gönderiyorum. Kolay yenilmemek isteyenler bu yaratıcıya sık sık bakmalıdırlar. Biz Mustafa Kemal’in bu resminden birer tane ceplerimizde taşıyoruz.

Seni de mahrum etmek istemedim” diye yazar (1979: 27).

Fakat Kemal Tahir, bu yıllarda Cumhuriyet devrimlerinin yeterince anlatılmadığı, edebiyata taşınmadığı, devrimlere yeterli oranda sahip çıkılmadığı inancındadır. Bu nedenle maddi güçlükler yaşamasına rağmen bir grup arkadaşıyla Geçit adlı bir dergi çıkarır. Geçit, Cumhuriyet’in ülküleri kapsamında, onları hakkıyla temsil eden bir edebiyat meydana getirme amacındadır. Kemal Tahir toplamda yedi sayı yayımlamış olan bu dergide, Şehir Tiyatroları yönetmeni Muhsin Ertuğrul, Cumhuriyet’in onun yıl kutlamaları ve Anadolu edebiyat üzerine eleştiri yazıları yazar.

“Rejisör Efendi biz İstanbul Şehir Tiyatrosunda inkılap Türkiye’sinin on cepheden zaferini haykıran eserleri karşısında bir kral sarayında keyfe yazılmış şeyler seyretmediğimizi görmek ve buna inanmak istiyoruz. Bıktırıncaya kadar çıplak bacak değil beyim, taptırıncaya kadar, sanat ve vatan eseri. Hala mayo ile plaj manzaraları çeviren rejisörümüz, işte büyük inkılabın yürüyüş nizamında hissene düşen budur.”

“Ben bayramımızın ilk günü muazzam kalabalıkla dolmuş olan (Onuncu Yıl Meydanı)nda idim.

Geçit resmi başladı. Alay, Taksim’e doğru yola çıktı. Taklardan çiçekler atıldı. Fakat alkış ruhsuz, haykırış sıfırdı. Ben onuncu yıl bayramımızı böyle düşünmemiştim. Bekledim ki, onbinlerce vatandaş hep bir ağızdan ve hep aynı ateşle ‘Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız’ diye vatanımızın ilk mesut bayramını kutlasın.”

‘Tekrar ediyorum Anadolu, asırlarca şehirliden ve yazıcıdan uzak kalmıştır. Onu tamamıyla tanımak için senelerce tetkik etmeğe muhtacız. Bunun haricinde yazılan yazılar, bugün bile fantezi olmaktan kurtulamayan (Milli Edebiyat), (Memleket edebiyatı) yapmak olacaktır”

(aktaran Coşkun, 2006: 15-17)

Tan gazetesinde yazı işleri müdürü olarak çalışan Kemal Tahir, dönemin önemli solcularından Kerim Sadi’nin evine sık sık gidip gelmeye başlamış, sol entelektüel

23

çevreyle tanışma imkanı bulmuştur. Yine bu dönemde, avukat katipliği yaparken Şehzadebaşı civarındaki bir pansiyondan Tünel civarında “oda oda kiraya verilen bir bekarlar hanı”na taşınmıştır. Kaldığı handa kapı komşusu, TKP genel merkez üyeliği yapmış olan Sarı Mustafa lakaplı Mustafa Börklüce’dir. İlk zamanlar yalnızca selamlaşırlarken zaman içinde tanışıp arkadaş olurlar. Kemal Tahir, Sarı Mustafa’nın aracılığıyla Nazım Hikmet’le de tanışır ve uzun yıllar sürecek bir dostluk başlar.

Ülkenin mevcut siyaseti Kemal Tahir’i tatmin etmemektedir. Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşu sonrasında yaşanan olaylarla son derece bağlı olduğu CHP’ye olan inancı ağır yara alır. (Bu hikeyeyi ayrıntılı olarak Yol Ayrımı’nda okuruz.) Tam da bu evrede sol düşünce ile tanışması siyasi düşüncelerinde dönüşüm yaratır Kemal Tahir’in. Cemil Meriç dönüşümü şöyle anlatıyor: “Ülkemiz bir geçiş devresinin hummaları ve yasakları içindedir. Mukaddeslerin can çekiştiği bir devir. “İzm”lerin gittikçe kesifleşen taarruzu karşısında bütün setler yıkılmış. Mazio yok, istikbak meşhul… Tutunacak dal arayan genç zekalar, mücerredin cazibesine kapıldılar, mücerredin yani meçhulün. İçtimai reçetelerin en ucuzu, en yalınkatı, en aldatıcısı elbetteki büyüleyecekti onları…” (Meriç, 2015: 251).

Kemal Tahir de “büyülenmiştir”; yaşadıklarını Fatma İrfan’a anlatır: “Yarım yırtık bilgili kafama bir çok kocaman meseleler yığdılar. Kant, Dekart, Niçe, Engels, hatta Marks bomboş kafamda koşmaca oynuyorlar. Demokrasi, Liberalizm, Komünizm, Bolşevizm, Faşizm, Hitleıizm, Emperyalizm fır dönüyor etrafımda. Gözleri yeni açılan anadan doğma bir kör gibiyim. [..] Sınıf kavgalarının korkunç meydan muharebesine seyirci kalmak, muayyen bir cephenin üniformasını giymemek hakkına bile malik değilmişim. (Oportünist denilen şaşkınların arasında durduğun yeter!) diye haykıran inandırıcı bir ses duyuyorum” (1979: 122). Yakın geçmiş, “gözlerinin içini sızlatacak”

kadar büyük bir pişmanlık olarak karşısına dikilmiştir: “Gözlerimin içi sızlıyor eski halime. Ne saçmaymış düşüncelerim. Hele kocaman Geçit mecmuası kepazeliğini bir düşün” (1979: 97). Düşünceleri rejimi eleştiriye götürmüştür Kemal Tahir’i.

Şikayetlerini dile getirir Fatma İrfan’a:

“Ne mutlu Türküm diyene, fekat bizim Şahap, Polis Müdürüne kanundan bahsetti diye hapse atıldı. Köylü efendimizdir. Elbette.. Fakat vergisini veremiyor. Ve o efendinin hizmetkârı olduğunu söyleyenler, ekmeğe, buğdaya kanun çıkarıp zam yaptırarak hususi trenle İstanbul’dan A nkara’ya davetli taşıyıp koca koca düğünler kurduruyorlar;kahve, piyasasını anlamak için tahsisatı mahsusa ile Brezilya’ya, şehircilik tahsili için Monmartr barlarına gidenler var da,

24

Kemal Tahir şuracıkta, burnunun dibinde duran tevkifhâneye dostunu görmeğe gidemiyor; Kadın Konferansı Yıldız Sarayı’nda şam panya açtırıyor da, Beyoğlu Caddesinde saat ondan sonra vur aşağı tut yukarı Türk kızları satılıyor; imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz de, herifçioğlu 10 yıllık metresini on kurşunda öldürüp Şifa Yurdu’na yan geliyor; fikirlerini serbest konuştu diye tombul bir delikanlı hapse tıkılıyor da, vatan delikanlılarını, nefes nefes zehirleyen muhterem eroinci çeteleri köşe başlarını kesiyor” (1979: 93).