• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM. KURAMSAL ÇERÇEVE

2.4. Aile Danışmanlığının Tarihsel Gelişimi

Aile ile ilgili ilk araştırmalarda dikkati çeken kişilerden birisi Sigmund Freud olmuştur.

Aileyi ayrıntılı olarak inceleyen ise Alfred Adler’dir. Adler, yaşamın ilk yılarında hayat

tarzının belirlendiği görüşündedir. 1920’de aile eğitim merkezlerini kurmuştur. Bu merkezlerde sorunu olan çocuk, ailenin diğer üyeleri ile; ana-babalardan biri rahatsız ise eşiyle birlikte ele alınmıştır. Çiftleri, birbirinden ayrı bireyler olarak değil, ikisini bir bütün olarak gören Adler, çiftlerden birini sürece dahil ederek incelemenin bir oyundaki diyaloğun yarısını dinlemek demek olacağını düşünmüştür. Özellikle eşleri birarada görmek onların birarada yaşamasından kaynaklanan sorunlarının daha iyi anlaşılması açısından son derece önemlidir. Aile üyelerinin herhangi birinde görünen bozukluğu, bir üye sadece kendi yaşamış olsa bile belki de ortaya hiç çıkmayacağını düşünebilir. Tabii ki bu düşünce Adlere aittir. Adler ilgisini ve enerjisini bireyler arasındaki iletişim üzerine kurmuştur (Kuzgun, 1991).

1940’lı yılların başında Amerika’da aile danışmanlığı kurumu yeni ortaya çıkmaya başlamıştır. Aile danışmanlığının oluşumuna üç kişi öncülük yapmıştır. Bunlardan ilki, profesyonel olarak çiftlerle çalışıp ilk derneklerden birini kurmuştur. 1942’de The American Asociyation for Mariace Counselor (AAMC) kurulmuştur. İkinci olarak da şizofreni teşhisi konulan hastası olan aileler ile yapılan çalışmalardır. Bu çalışmaların ilk öncülerinden biri de Thodore Lidz’dir. Bu araştırmalarını Lidz elli aile üzerinde gerçekleştirmiştir. Bu araştırmadaki ailelerin şizofreni sebebiyle dağılmış olan veya çok ciddi boyutlarda hasar görmüş aileler oluşturmaktadır (Gladding,1998). Ona göre şizofrenide oldukça katı aile rolleri ve hatalı ebeveyn modelleri etkilidir (Nichols vschwarts,1988). Lidz, aile danışmanlığına şema kavramını getirmiştir. Aile danışmanlığının gelişmesinin üçüncü etmeni de 2. Dünya Savaşı’dır. Savaş, milyonlarca Amerikalı aileyi sıkıntıya sokmuş ve aile ile ilgilenmesi gereken nedenler ortaya çıkmıştır. 1946’da Ulusal Zihin Sağlığı Anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmadan sonra ailelerin zihin sağlığı için yoğun çalışmalar yapılmıştır (Gladding, 1998). 1930’lu ve 1940’lı yıllarda ego psikolojisinin daha da öne çıkması sebebiyle bireyin içinde bulunduğu bağlamlar daha da saygın hal almaya başlamıştır. Pisko-sosyal gelişimin evrelerini Erik Erikson bu yıllarda tanımlamıştır. Heinz Hartman ise “ortalama olması gereken çevre” tezi ile ilgili yazılar yazmıştır. Anna Freud, çocuğun egosunun ailesi ile kurduğu ilişkilerden aldıkları ile beslendiğini belirtmiştir. Bunu izleyen yıllarda, Harry Sullivan ruhsal rahatsızlıkların sürüp giden hayat olaylarına tepkiler olduğu savını

ilerleterek önemli olanın kişilerarası ilişkiler olduğunu ve düzeltilmesi gerekenin de burada yattığını söylemiştir (Türkçapar, 1991 ).

Sullivan kişiler arası ilişkileri tanımlamıştır ve anksiyetelerin anne çocuk arasındaki ilişkiden kaynaklandığını ileri sürmüştür. Karen Horney, bireyin ilk yıllarında ebeveynleri ile güvenli ilişkiler kurması gerektiğine ve sosyo-kültürel güçlerin bireyin psikopatolojisini etkilediğine inanmaktadır. Sollivan ile Horney’in görüşleri sonradan aile danışmanlığı için önemli olmuş ve ışık tutmuştur (Kalk, 1985 ).

Aile danışmanlığı alanında 1950-1959 yılları arasında Mathan Ackerman önemli çalışmalar gerçekleştirmiştir. Ackerman 1930’larda aile sistem perspektifini ele almasına rağmen 1950 yılına kadar fazla tanınmamıştır. Ackerman psikoanaltik eğitimini aile danışmanlığına aktarmıştır (Gladding, 1998). Nathan Ackerman psikyatri kliniğinde çocuk ve yetişkinlerin giderilemeyen problemleri, psikoanalitik teori ve pratiği, bireysel ve grup psikoterapisi, psikosomatik hastalıklar ve kişilik arasındaki ilişki ve psikolojinin ön yargılı hükümleri ile ilgilenmiştir. Bulunduğu şehirde ilk kez aile sağlığı merkezi açmış ve bunun öncülüğünü yapmıştır. Aile danışmanlığının teorisi ve pratiği ile uğraşmıştır (Ackermen, 1967). Ackerman (1967)’a göre ailede yaşanan çatışmalar çocuktaki sabit ruhsal çatışmaların oluşmasına sebep olur. Esas olarak ailedeki çatışma ile çocuktaki çatışma benzer olduğundan, çocuğun çatışması aileye döndürülerek ailenin daha az hastalıklı çözüm yolları bulmasına yardım edebilir.

Szurek ve Chonson adlı iki araştırmacı çocuğun psikopatolojik eylemlerinin, ebeveynleri ile ilişkili olduğunu ifade eden kişilerdendir. Sonraları bu yaklaşım, Friedya Fromm’un “şizofrenojenik anne” (yani çocuğunda şizofreni oluşumuna yol açan anne) kavramının oluşmasına sebep olmuştur. 1950’li yıllarında aile ile ilgili araştırmaların en çok araştırılanı veya merkezinde olanı şizofreni olmuştur (Türkçapar, 1991). Bu yıllarda şizofrenik üyesi olan aileler de grup çalışmalarıyla tedavi edilmeye çalışılmıştır. Bazı araştırma grupları, çocukluktaki çeşitli psikyatrik bozuklukların ve şizofreninin gelişmesinde ailesel etkenlerin rolünü incelemeye başlamışlardır (Bentovim, 1989).

1950’li yıllarda etkili olan kişilerden birisi de Gregorey Bateson’dur. Bu yıllardaki birçok araştırmacı gibi Bateson da şizofrenilerin etkileşim kalıplarını incelemiştir.

Bateson pek çok ünlü kişi (Jayhaley, John Weakland, Don Jackson) ile çalışmış ve bunlarla birlikte double-bind (çifte bağ) adlı bir çalışma yayınlamıştır (Gladding,1998).

Çifte bağ, aynı anda birbirileri ile çelişen, olumsuz, sözel olmayan ancak farklı düzeylerdeki iletilere maruz kalmak olarak betimlenmiştir. Örneğin Türkçe’deki “yukarı tükürsem bıyık aşağı tükürsem sakal” deyimi böyle bir çifte - bağ durumunu ifade eder.

Her iki seçenek de olumsuzdur ve bağlanan kişinin kaçma ya da kazanma şansı yoktur (Türkçapar, 1991).

Bir çifte bağ durumunda, iletişim ve öğrenmenin farklı mantıksal düzeyleri söz konusudur. Örneğin, iletişimde sözel kısım sözel olmayan kısımdan ayrılmıştır. Böylece şizofreni paradoksal iletişim bağlamına verilen akılcı bir yanıt olarak kavramsallaştırılmıştır.

Ailenin iletişimsel bağlamının ne denli anlamlı olduğunu 1957’de Don Jackson daha yakından incelemiştir. Ona göre patoloji aile etkileşiminin bir sonucudur. Jackson aileyi çeşitli çıktı veya davranışların, sistemin davranışını düzeltmek üzere geri bildirdiği kapalı bir bilgi sistemi’’ olarak betimlemiştir. Aile üyeleri arasındaki etkileşimin sabitliği anlamındaki aile homeostazisi (family homeostasis) kavramını kullanmıştır.

Jackson’ın aile homestazisi görüşü birçok noktada epistemolojik yönden Freud’un denge kavramına benzer. Mekanistik, determinist ve doğrusaldır. Kapalı bir sistemde hastalığın veya kuralların nosyonunu vurgular. Yani aile, bireyin problemine neden olur demekten farklı değildir. Oysa Bateson’ın düşündüğü modelde, sistemdeki hiçbir öğe ötekilerden daha önemli olmadığı gibi diğerleri üzerinde herhangi bir kontrole de sahip değildir (Gülerce, 1990). 1950’lerin öncülerinden birisi Carl Whitaker’dır. Whitaker, Conjonint Couple Therapy adlı kitabı yazmıştır. Yine 1950’lerde çalışmalarına başlayan kişiler arasında Ivan Boszarmengi - Nagy ve Murray Bowen olmuştur. Bowen 1950’lerde Ulusal Zihin Sağlığı Enstitüsü’nün sponsorluğunda aile üyeleriyle oturumlara başlamıştır (Gladding, 1998).

Aile danışmanlığı 1960 – 1969 yıllarında gelişme göstererek daha yaygınlaşmıştır.

Oldukça karizmatik liderler bu yıllarda çalışmalarını sürdürmüştür. Jay Haley, Salvador Minuchin, Virginia Satir ve Carl Whitaker bu alanda çalışmalarını sürdüren

liderlerdendir. Bu yıllarda Ackerman, John Belle ve Murray Bowen kuramlarını ve kavramlarını geliştirmeye devam etmektedirler. 1962’de Family Process dergisi yayınlanmaya başlamıştır (Gladding, 1998).

Conjoint Family Therapy adlı Virginia Satir’in kitabı birçok danışmanı etkilemiştir.

Ailede duygusal iletişime önem veren Satir, aile bireylerinin gelişimi ve davranışlarının arkasında oluşan psikodinamiklerle ilgilenmiş ve araştırmalarını bu yönde daha da geliştirmiştir (Satir, 1967).

1960’larda M.Salvador, aile danışmanlığında çok önemli bir rol almıştır. Psikoanalitik eğitimli bir psikiyatrist olan Munichin, New York’taki suçlu çocuklarla ilgilenmiştir.

Minuchin’in yapısal aile danışmanlığının gelişiminde önemli bir sorumluluğu vardır.

Yapısal aile danışmanları, ailedeki alt sistemler ile ilgilenmişler ve öğeler arasındaki sınırlara bakmışlardır (Barker, 1992).

Murray Bowen ve James Framo’nun da liderliğini yaptığı, American aile terapi derneği (AFTA) 1977’de kurulmuştur. Yine 1970’lerde (Yapısal Aile Danışmanlığı) Salvador Munichin, (Davranışçı Aile Danışmanlığı) Gerald Patterson, (Yaşantısal Aile danışmanlığı) Carl Whitaker ve (Stratejik Aile danışmanlığı) Jay Haley bu on yılda oldukça fazla etkisini gösteren liderler arasına girmişlerdir (Gladding, 1998).

1960’ların sonu 1970’lerin başında Avrupa’da da aile danışmanlığı hızlı bir gelişme göstermiştir. İtalya’daki ve İngiltere’deki çalışmalar, Amerika Birleşik Devletlerindeki çalışmaları etkilemiştir. Özellikle İtalya’da Mora Selvini Palazzolini önderliğinde Milan grubunun etkisi çok olmuştur (Gladding, 1998).

R. Skynner aile danışmanlığı literatürüne 1970’lerde değerli katkılarda bulunmuştur.

Almanya’da H.Richter’in 1970’lerdeki “Hasta Aile” kitabıyla aile danışmanlığı çalışmaları yeterli bir düzeye gelmiştir (Barker, 1991).

Aile danışmanlığı alanında uzmanlaşan liderlerin çalışmaları 1980-1989 yıllarında daha da gelişmeye başlamış ve Jay Haley 1980’lerde yaptığı çalışmalarla kendinden fazlaca söz ettirmiştir.

Aile danışmanlığında 1980’li yıllarda daha çok kadınlar (Monica Mc Goldrick, Rachel Hare - Mustin, CarolyAttneave, Peggy Pap, Peggy Pennn, Cloe Madanes, Fromma Walsh ve Betty Carter) etkili olmuşlardır. Bu yıllarda çözüm odaklı danışmanlar daha büyük ilgi görmeye başlamıştır (Barker, 1992).

Benzer Belgeler