• Sonuç bulunamadı

1. Türk Sineması’nda Minimalizm

2.3. Ahmet Uluçay ve Minimalizm

“Kendimi anlatıyorum, içinizde ben de varım. Benim de anlatacak bir hikayem var diyorum. Şimdi beni dinleyin, gibi bir duygu, şimdi söz bende, şimdi ben kendimi anlatıyorum, demek gibi sinemaç.” Ahmet Uluçay sinemasını ve sinemayı bu sözleri ile özetlemiştir. Ahmet Uluçay‟ın sinemasal serüveni Karpuz Kabuğundan Gemilir Yapmak‟a kadar kısa filmler ile devam etmiştir. Yönetmen ilk uzun metraj film Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak‟ı 2004 yılında kendi memleketinde çekmiştir (www.kameraarkasi.org).

Ahmet Uluçay, sinemasını anlattığı gibi Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak‟ta kendi yaşamını anlatmıştır. Film Kütahya‟nın küçük bir köyünde iki arkadaşın sinema tutkusunu ve sinema yapabilme uğraşlarını anlatıyor. Gündüzleri kasabada çalışan, akşamları ve boş vakitlerinde ise ahırda sinema makinesi yapmaya çalışan Recep ve Mehmet‟in bir yazını anlatıyor film. Çok fazla karakterin yer almadığı filmde köy genel itibari ile iki arkadaştan ve yanlarındaki köyün delisinden ibaret gibidir. Yan karakterlerde ise çok fazla görünmeyen ebeveynler ve Recep‟in kendisinden yaşça büyük olduğu aşkı Nihal göze çarpmaktadır. Ancak bunların dışında filmin geçtiği kırsal alanda bir karakter gibidir.

Sessiz bir ilerleyişle giden filmdeki bir diğer önemli unsur da nerdeyse tüm oyuncuların yerel bir ağız ile konuşmasıdır. Bu özellik gerçek bir köyde geçen öyküyü daha da gerçekçi kılmaktadır.

Sinemanın gerçeklikle kurduğu ilişkiyi ters yüz eden Uluçay, yerel unsurlardan “doğal” biçimde beslendiği filmleriyle “sinemanın ontolojik temelleri” üzerine düşünen evrensel ürünler ortaya koymuştur. Hayal ile gerçeği ustaca iç içe geçirdiği „Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak‟ta, köyün orta yerinde sinema yapma ya da Uluçayca söylersek “filmi gımıldatma” sevdasına düşmüşü, iki köylü gencin tüm çabalarının yakıldığı ekmek fırınını bir cadılar ve büyücüler mekanı gibi tasvir eder Uluçay, deli karakterinin saniyede 24 kere kırpıştırdığı gözlerinden, saniyede 24 kare akan hayatı izlettirir bize. Çöpe giden filmlerin kapıya takıldığı ve kendi kendine “gımıldamaya” başladığı filmde, hayat biraz sinema olur. Film, hayat ve düşler arasında katmanlaşan gerçeklik, ışık ve gölgenin yardımıyla temsili düzeyde bir anlam kazanır (Pay, 2010: 33).

Film yönetmenin kendi anılarının kamerayla yansımış hali gibidir. Her şey açık ve nettir. Bu yüzden belki de yönetmen çok fazla dallanıp budaklanmaya yer vermeden gerçeği gördüğü gibi aktarıyor. Buda kırsalın gerçeğini net bir şekilde anlatmasına rağmen filmin kurmacanın sınırlarının dışına çıkmasına izin vermiyor.

Genel olarak Anadolu insanının genel özelliklerini, oryantalist ya da otantik olmadan gerçekçi bir duruş ve bakışla anlatan Ahmet Uluçay, ustaca kurduğu diyaloglar ve çok iyi bir görüntü yönetmenliği ile çok iyi bir eser koymuş ortaya. Görüntülerdeki kalitenin yanına, öykünün içerisine yerleştirilen çocukluk korkularına dair metaforik öğeler ile birlikte film masalsı bir güzelliğe ulaşıyor (www.bisav.org.tr)

Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak yönetmenin kısa filmlerinden sonra çektiği ilk ve tek uzun metraj filmi olmasının yanında, kısa filmlerinin bir devamı niteliğindedir. Yönetmen, filminde taşrayı alışılageldiğin dışında göstermektedir. Taşrayı bir şeylerin simgesi olarak vermekten çıkaran yönetmen, taşrayı bize göstermekten çok, taşranın içindekini, taşranın bize gösterdiklerini sunuyor filminde. Taşrayı egzotik bir bir yapı olmaktan çıkaran yönetmen, burasının bize içerisindeki dinamikler ile yaşayan, nefes alıp veren bir yer olduğunu hatırlatıyor. Film bu dinamikler ve gerçekler çerçevesinde metafizik evren ilede karşımızda çıkıyor. Ancak sunulan bu cinler, büyüler, büyücüler herhangi bir geri kalmışlık göstergesi olarak yoktur karşımızda. Bu durum köyün gerçekleridir ve bu gerçekler o köyde yaşanmaktadır (Pay, 2010: 32-33).

Filmindeki amatör oyuncu kullanımı, gerçek mekan kullanımı, diyalogların olması gerektiği gibi kullanılması, özel bir zorlamanın bulunmaması, ayrıca konuşmalardaki yerel şive, filmin çok kısıtlı imkanlarla çekilmesi, kamera ve kurgu oyunlarından kaçınılması filmin minimalist özellikleridir. Gerçeği ve doğalı en sade hali ile kurmaca ile birleştiren yönetmen Nuri Bilge Ceylan ve Zeki Demirkubuz sinemasından çok daha farklı bir sinema anlayışının içerisindedir.

Ahmet uluçay sineması yönetmenin kendi yaşamıdır aslında. Düş gücü çok yüksek olan Ahmet Uluçay sineması, sineması en açık en anlaşılır

sinemacılarımızdandır. Yönetmenin sahip olduğu düş gücü köyün, eseridir. Yönetmenin yaratmış olduğu bu düşler, karakterler, öyküler her şey o köyün yaşanmışlıklarıdır. Anlattığı hiçbir şey o köyden bağımsız değildir. Bizlere sunduğu herşeyin içerisinde yaşadığı o köyün ve kendisinin öyküsü vardır (Pay, 2010: 121).

Yönetmenin sinemasını anlamak için kendi öyküsünü bilmek yeterli olacaktır. Çünkü anlattığı her şeyde kendi yaşam öyküsünden izler vardır. Yönetmenin sinemasını bu kadar güçlü ve gerçekçi yapan öğelerde bu yaşanmışlıklarda gizlidir.

Ahmet Uluçay sinemasını ve „Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak‟ filmini anlatmamın belkide en kısa özü, sözü kendisine bırakmaktır. “ geçenlerde Yavuz Turgul‟la yapılmış bir söyleşi okudum, diyorki: “herkes sanat sineması yapmak istiyor. Birisi gelip de demiyor ki, ben işte öykümü çeşitli lezzetlerle öyle anlatacağım ki binlerce kişi sinemaya koşacak.” Kendi kendime dedim ki: “ben bunu istiyorum işte.” Binlerce kişi sinemalara koşsun benim filmimi seyretmek için. Ama ben o filmi yaparken kendi sinema anlayışımdan zerre kadar ödün vermeyeyim. Son yaptığım uzun metrajda yapımcı Ezel Akay bana dedi ki: “Biraz eğlenceli olsun film. Tamam mı? Neşeli bir şey olsun. Şöyle şöyle yap, ama kendi sinemanı yap gene. “Yav nasıl olur, nasıl olur? Bir senteze vardım ve çok güzel bir şey çıktığına inanıyorum. Ha tabi buna on bin bişi gitmeyecek. Çünkü ben orda Okan Bayülgen‟i oynatmadım ya da Mehmet Ali Erbil orada sırıtmıyor. Ama sadece yüz elli, iki yüz kişinin seyrettiği cep sinemalarında oynayan filmler kadar da içine dönül değil (Pay, 2010: 130).