• Sonuç bulunamadı

2.2 Orta Çağ İslam Dünyasında Loncalar

2.2.1 Ahilik Öncesi İslam Loncaları

İslam dünyasında loncalardan bahis açıldığında ilk akla gelen teşkilat, ahilik teşkilatıdır. Hâlbuki Ahiliğin kuruluşu olan on ikinci yüzyıl öncesinde hem tüccar hem de esnaf loncasına örnek teşkil edebilecek Eyyubiler zamanında faaliyetine başlayıp on altıncı yüzyıla kadar faaliyet gösteren Kârimî tüccarları ve Karahanlılar devrinde kurulan ve Anadolu Selçuklu Devletinde de on üçüncü yüzyıl sonlarına kadar üretimde ve yönetimde aktif rol oynayan aktif rol oynayan İğdişlik örgütü bulunmaktadır. Bu sebeple Fütüvvet ve ahilik konularına geçmeden önce bu iki kurum incelenecektir (Küçükdağ, 2017; Çetin, 2004; Yalçın, 2017; Abulafia, 1987).

İslam dünyasında ticaretin yürütülmesi Müslümanların yanı sıra Yahudiler, Farslar, Kıptiler, Hindular ve Ortodoks Yunanlılar tarafından ortak olarak yürütülmekteydi. Beşinci asırdan itibaren İslam dünyası ile Hıristiyan dünyasında ticari işlemleri bir aracı olarak yürüten Rahdaniler’in esas olarak adlarının duyulması 800 yılından sonra Müslüman ve Hristiyan dünyasındaki liderlerin birbirleri ile doğrudan ticareti yasaklamalarından sonraya rast gelmektedir. Bir asır sonra Rahdaniler’in uzak mesafeli ticaret üzerine kurdukları tekel, stratejik ortaklarından en önemlilerinden biri olan Hazar kağanlığının topraklarının Rus-Varangian’lar tarafından ele geçirilmesinden ve Varangianların Yahudilerin ticaret alanında faaliyet göstermesinden sonra kırılmıştır. Venedikliler ve Kârimî tüccarlar da Rahdanilerin eskiden faaliyette bulundukları bölgelerde ticarette bulunmuşlardır. Bu döneme kadar İslam ve Hıristiyan dünyası arasında en çok ticaret yapan ve en çok serveti kazanan grup Rahdaniler olmuştur. Abulafia (1987) sekiz ile on birinci asırlar arasında Müslüman dünyasının karakteristik özelliğinin üretimde uzman olan kasabalara ham

maddelerin kolaylıkla taşınması ve bu merkezlerde işlenen ürünlerin de İslam toprakları üzerinden sorunsuzca ihraç edilmesi olduğunu belirtmiştir. Lokal uzmanlaşma ve İslam dünyasında iletişimin kolaylığı uzak mesafeli ticarette İslam dünyasının en önemli avantajı olmuştur. Onuncu yüzyıldan sonra ise İslam dünyasında daha önceki dönemde hammadde ve ürünlerin dolaşımını sağlayan iş ortaklarının ticaret sahnesinden çekilmeye başlaması ve daha önce İspanya ve Mısır’a has olan ürünlerin birbirlerince kopyalanmasından sonra Müslüman ticaret dünyasının karakteristik yapısının değişmesine ve mal sirkülasyonunun eskisi kadar rahat olmamasına yol açmıştır (Abulafia, 1987: 408-420; Nabhan, 2014: 182-183; Dixon, 1998).

Kârimî tüccarlarının tam da söz konusu mal sirkülasyonun zorlaşmaya başladığı dönemler olan onuncu yüzyıldan itibaren Fatımiler devletinde ticari faaliyetlerine başladıkları bilinmektedir. Fischel (1958) Kârimî tüccarlarının baharat ticaretine odaklanmış bir grup tüccarın ortak ticari amaçlar çerçevesinde sıkı şekilde organize olmuş bir birlik, korporasyon, kooperatif, konfederasyon ve hatta bir lonca olarak kabul edilebileceğini iddia etmiştir. Çetin (2004) ise iddiayı destekler biçimde, Kârimî tüccarlarının deniz aşırı yüksek hacimli bir ticari faaliyetin tedarik, ithalat, nakliye ve ambarlama, satış ve ihracat gibi olmaz olmazlarının çeşitli problemlerinin çözümü için, fertlerin işbirliğine, karşılıklı yardımlaşmaya ihtiyaç olduğunu ve bu ihtiyaç sonucu oluşturdukları yapılanmanın korporasyon veya lonca yapılanması şeklinde olduğunu belirtmiştir. Nadhan (2014) ise Kârimîlerin tüccar loncaları olduklarını söylemektedir. Fatımilerin Mevali karşıtı olmayan politikaları sayesinde Arap olmayan Fars, Soğd, Türk, Berberi vb. Müslüman tüccarlar baharat ticareti sayesinde zengin olmuşlardır. Sahib al-mal olarak anılmaya başlanan bu kapitalist elit sınıf onuncu yüzyıldan sonra tüccar loncası altında birleşmişlerdir. Bu loncanın adı ise Kârimî tüccarlarıdır. Onuncu asırda Yahudi ve Müslümanlar ticarette beraber hareket etmekteydiler. Bu yüzden loncada Yahudiler de, Araplar da, Hintliler de, Persler de ve Tamilliler de bulunmaktaydı. Kârimî loncasının ilk faaliyete ilk başladığında elli kişiden az bir insan topluluğu ile yola çıktıkları düşünülmektedir. On üçüncü yüzyılın ikinci yarısında Memluk hükümdarlığı döneminde ise yeni lonca üyelerinin çoğunlukla İslam’ın iktisadi, sosyal ve ahlaki kurallarını benimsemiş Araplar arasından seçildiği

anlatılmaktadır. Stratejik öneme sahip üyeliklerin ise babadan oğula geçtiği bilinmektedir (Yalçın, 2017:275; Nadhan, 2014; 160; Fischel, 1958: 164; Sato, 2014: 81; Ağır, 2015: 174-180).

Kârimî tüccarları baharat, tütsü, fildişi, emtia, hububat, meyve-sebze, tekstil, parfüm, ham madde, at, şeker, kereste, çömlek ve köle ticareti ile meşgul olmaktaydılar. Kârimî Tüccarlarının ana merkezi Afrika, Yemen, Hindistan ve Habeşistan mallarıyla dolu büyük ve canlı bir liman olan Kus şehriydi. Bunun dışında Kahire, Fustat ve Aden’de merkezleri bulunmaktaydı. Ticaret ağları ise Dimyat, Mekke, Ayzab, Kus, İskenderiye, Şam, Halep, Bağdat, Basra, Cidde, Çin ve Hindistan’a da uzanmaktaydı. Malları stokladıkları ticaret yapılan şehre ya da tüccarlara da tahsis edilen funduk el-karim adı verilen dükkân ya da depolara sahiplerdi. Ayzab, Kahire, İskenderiye, Dimyat gibi merkezler bu gibi yerlerde vekâlet adını verdikleri müesseseler kurmuşlardır. Funduk kurumlarına örnek olarak Funduk el-

Demamini, Funduk el-Muz, Funduk el-Cevnekdar, Funduk eI-Frank el-Has, Funduk el-Katalan, Funduk el-Ceneviyyin, Funduk el-Tayyib, Han Kaçmaz el-İshakı

verilebilir. Kârimî tüccarlarının başında olan kimse Reis el-Karimiyye, Reis et-Tüccar,

Vekil et-Tüccar veya Şehbender et-Tüccar olarak anılmaktaydı. Reislik her ne kadar

babadan oğula geçse de uzun süre aynı aile mensuplarının reislik yaptığı görülmemiştir. Devletin Karimi tüccarları ile ilgilenilmesi için atadığı nazırlar bulunmaktaydı. Mısır’da baharat içindeki ticaretini düzenleyen Müstevfi fi el-b har ve el-Karim isimli bir kurum bulunmaktaydı. Karimi tüccarlarının zekât ödemelerini kontrol eden bir memurluk ve tüccarları kontrol eden müfettişler de bulanmaktaydı. (Çetin, 2004: 78- 81; Labib, 2013, 232; Sato, 2015: 80-81)

Karimi tüccarlarının ticari faaliyetleri arasında vergi toplama, vergi belirleme, bankacılık da bulunmaktadır. Lonca içindeki tüccarlar üretim ve ticaret ile alakalı resmi görevlere de atanmışlardır. On dördüncü ve on beşinci yüzyılda giderek artan korsanlık vakalarını önlemeleri ve vergi toplama işini yapmaları için Karimi tüccarları Kahire, İskenderiye ve Şam funduklarına resmi yetkiler verilmiştir. Bu yetkilerden sonra kendileri nazır el-karim yani baharatın efendileri olarak anılmışlardır. Kârimîler Bankacılık işinde oldukça başarılı olmuşlardır. Şehirde düzenlenen fuarlarda borç

verme işlemleri yapmışlardır. Savaş durumunda sultana borç para vermişlerdir. Servetleri o kadar artmıştır ki borç verdikleri ülkeler bile olmuştur. Kârimîler sadece ticaret ile uğraşmamışlardır. Aynı zamanda vakıflar kurup, kütüphaneler, medreseler açmışlar; bilim adamlarını, din âlimlerini, edebiyatçıları, desteklemişler; görkemli camiler yaptırmışlar; kervansaraylar, çeşmeler, hanlar, hamamlar, yetim yurtları, hastaneler, dinlenme evleri kurmuşlardı (Çetin, 2004: 81-83; Nabhan, 2014: 184; Lapidus, 2008: 121-126).

Karimi tüccarlarının gerilemesinde hem içsel hem de dışsal sebepler bulunmaktadır. Dışsal sebeplerin ilki 1291 yılında Akka kalesinin Memluk tarafından yeniden fethi sonrasında Haçlıların Suriye’den kalıcı olarak atılması sonucunda Papalığın Kârimî tüccarlara uyguladığı ambargodur. İkinci dışsal sebep ise giderek artan korsan saldırılarıdır. Rodos şövalyeleri ve Aragon devleti Akdeniz ticaretine zararda bulunuyorlar diğer taraftan ise Aragon ile ittifak kuran Habeşistanlılar Kızıldeniz’de problem oluşturuyorlardı. Kıbrıs devletinin haçlılarla yaptığı ittifak ise İskenderiye, Mısır ve Suriye sahillerine saldırı olarak Memluklere yansıyordu. Coğrafi keşifler özellikle de Vasco de Gama’nın Ümit Burnu’nu keşfi sonrasında Memluk ticareti ağır yara olmuş sonrasında ise Portekizlerin ve destekledikleri Frenk korsanlarının saldırıları sonucunda iyice güçten düşen Kârimîler İtalyan şehir devletlerinin ve Avrupa devletlerinin Yahudi tüccarlarla birlikte ticarete hâkim olmaları sonucunda dünya ticaret sahnesinden silinmişlerdir. 1455 yılından sonraki hiçbir pazarda isimleri geçmemektedir. İçsel sorunlar ise şu şekildedir: Baybars zamanında ise devlet dış ticareti kendi tekeline almak istemiş, bu sebeple kanunlar çıkarmış ve ticarete ağır vergiler getirmiştir. Sultanın izni olmadan mal alıp satamaz hale gelen lonca, ticaret üzerindeki söz hakkını yitirmiştir. Memluk hükümetinin uyguladığı fahiş satış fiyatlarının sonucunda alıcılar alternatif satıcı ya da satın alma yolları aramaya mecbur kalmışlardır. Baybars’dan sonra da Memluk hükümetinin Kârimîler’in servetine olan aç gözlülüklerinden dolayı sürekli haksız vergiler, müsadere etme gibi yollarla tüccarların servetlerini gasp etme yoluna gitmişlerdir. Kârimîler bu sebeple en önemli merkezleri olan Aden ile bağlarını koparmışlardır. Dışsal sebeplerinde etkisiyle on beşinci yüzyılın sonlarında tarih sahnesinden

silinmişleridir (Sato: 88-90; Fischel; 1958: 172-174; Curtin, 2002: 114-115; Yalçın, 2017: 280; Çetin, 2004: 84-87; Ağır, 2015: 184-196).

İslam dünyasında ticari yapının benzerliği görmek adına güzel örneklerden bir tanesi Endülüs’te çarşı, pazarlar ve hanların yapısıdır. Endülüs’te Ulucami’nin etrafına kurulan iki katlı binalar Endülüs pazarını oluşturmaktaydı. Endülüs’te Karimi tüccar loncalarının funduk hanlarından bulunmakta ve pazarın denetimini de aynı Memlükler ve diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi Hisbe teşkilatı tarafından kontrol edilmekteydi. Arapçası el-muhtesib olan çarşının denetimini yapan Hisbe teşkilatının görevlisi İspanyolca’ya almotacén, almotazaf, almotazán ve almotacé olarak geçmiştir. Arapça’da pazar kelimesinin karşılığı olan es-sûk ise İspanyolca vb. dillere zoco,

azogue, açougue ve souk olarak aktarılmıştır. Ulucami genelde şehrin merkezinde yer

alırdı. Etrafında kayseriyye olarak bilinen bedesten yer alırdı. Kayseriyye İspanyolca’ya Alcaicería olarak aktarılmıştır. Kayseriyye kapalı çarşının diğer adıdır. Burada ipek gibi değerli malların satışı yapılırdı. Sebze-meyve, et-balık ve parfüm pazarları ise kokuları rahatsızlık verir kaygısı ile camiden uzak kısımlara kurulurlardı. Endülüs pazarları Arap, Berberi, Hıristiyan, Musevi, Mevali, kadın, erkek içeren renkli bir yapıya sahipti. Pazarın ortak dili ise Latince ile Arapça karışımı olan Endülüs Acemiyesi olarak bilinen sokak diliydi. Endülüs pazarlar-han yapısı sadece İspanya’da değil Mağrip olarak bilinen Kuzey Afrika’daki İslam ülkelerinde de mevcuttu. Bölgedeki Funduk hanları Şam ve İran bölgesindeki hanlardan esinlenerek yapılması da ticaretin kültür ve sanat elçiliğindeki gücünün bir yansımasıdır (Şeyban, 2012: 707- 711).

Ahilik öncesinde Anadolu Selçuklu devletinde İğdiş organizasyonu ise esnaf loncalarına benzer bir organizasyon olarak karşımıza çıkmaktadır. Ahiliğin temeli olan Fütüvvet felsefesi Selçuklulara kuruluşlarından bir asır sonra sirayet etmiştir. Hâlbuki on ikinci yüzyılın başlarında başkent Konya’da İğdişlerin kontrolünde olan örgütlü bir esnaf zümresi bulunmaktaydı. İğdiş kelimesi 840-1212 yılları arasında var olan Karahanlılar zamanında ordunun ve halkın iaşesini ve mal ihtiyacını karşılamak ile sorumlu memurlara verilen ad olarak geçmektedir. İğdişler ordunun binek ve yük hayvanlarını yetiştirir; süt ve süt ürünlerini; yaygı ve keçe gibi ev eşyalarını imal eder

ve ticareti ile meşgul olurlardı. Selçuklularda da aynı işlerle meşgul olan iğdişler; aynı zamanda vergi memurluğu ve asayişi koruma adına polis yetkilerine de sahip olan devletin üst düzey memurlarının arasında yer almaktaydılar. Kentin savunmasında ordunun yanında savaşırlar, divanda ise esnafları temsil ederlerdi. İğdiş birliğinin başındaki kimse emir-i iğdişan, iğdişbaşı veya emirül egadişe olarak anılırdı. İğdişbaşı hem Konya’nın iaşesinden sorumluydu ayrıca olağanüstü durumlarda lider olarak hareket etme, isyan gibi durumlarda halkı örgütleme ve harekete geçirme haklarına sahipti. Vergi koyma ve koyduğu vergiyi toplama hakkı Konya ile sınırlı değildi başka şehirlerde vergi koyma ve toplama hakkı bulunurdu. İğdiş kurumu ve Emir-i İğdişanlık görevi Ahiliğin aynı görevleri üstlenmesi sebebiyle on üçüncü yüzyılın sonlarında sona ermiştir (Küçükdağ, 2017: 174-176).