• Sonuç bulunamadı

Adil Olma Değeri ile İlgili Bulgu ve Yorumlar

5.1 Eserlerde Tespit Edilen Değerler ve Yorumları

5.1.1 Adil Olma Değeri ile İlgili Bulgu ve Yorumlar

Adalet kelimesi doğruluk, dürüstlük, eşitlik, hak, hak yemezlik, hakkaniyet ölçülerine uyma, meşruluk, tarafsızlık, insaniyet, iyilik gibi anlamlara gelir(Tan, 2006: 14).

Hayat Bilgisi ders programından yola çıkan Aydın ve Gürler, Adalet başlığı altında şunlardan bahsetmiştir: kurallara katılma, kurallara uyma, etik değer ve davranışları fark etme, görev paylaşımına katılıp üzerine düşeni yapma, görev dağılımının adil olup olmadığını sorgulama(2012: 58).

Bu bilgiler doğrultusunda incelediğimiz eserlerdeki adil olma değerine dair bulguları aktaracağız.

Çamlıbel’in Akın adlı tiyatrosunun kahramanlarından Demir, Bumin ve Bayan, İstemi Han’ın sorumlu olmadığı ve gücünün yetmeyeceği işlerden dolayı haksız yere öldürülecek olmasına itiraz edip bunun adalete aykırı olduğunu dile getirmektedirler. Hükümdar, yağmur yağmadığı için, kıtlık sebebiyle öldürülecektir fakat bu durumun ortaya çıkmasında kendisinin hiçbir kusuru yoktur.

-Demir:

Unuttun mu ataların huyunu?

Dereler kesti miydi on iki yıl suyunu, Ortalığa uğursuz bir kıtlık çöktü müydü, Halkın bir han başında kalırdı son ümidi. Gök Tanrı'ya nezreder hakanın kellesini...

-Demir:

Hakan daha ne yapsın? Tohum mu çıkarmadı? Dağlardan ovalara kanallar mı yarmadı? Bıraktı mı su diye başvurmadık taş kaya? Ne yapsın sular yemin etmişse akmamaya...

-Bumin:

Gök yağmur esirger, Hakan'ındır günahı, Irmaklaı kurur, halkın Hakan'ı tutar ahı, Onun suçu sayılır denizin alçalması, Tarlaların ekinsiz, davarın aç kalması...

Tanrının vermediği lütfu halk ondan diler...(Çamlıbel, 2010: 14)

Orhan Veli tarafından nazmedilen Nasrettin Hoca’nın nükteli hikayelerinden birinde Hoca, sudan bir bahane ile kendisine hakkını vermeyen arkadaşlarına benzer şekilde mukabele ederek onlara yaptıklarının haksızlık olduğunu gösteren bir ders vermiştir. Adalet hissinin tesisi için haksızlık yapanların, bu haksızlıklarını anlayabilecekleri bir muameleye tâbi tutulması gerekir. Hoca’nın yaptığı da tam olarak budur.

Hoca'dan bir ziyafet koparabilmek için Eşi dostu zorlayıp bir bahse tutuşurlar. Derler ki: - "Bu geceyi kırda geçireceksin. Yapabilirsen sana büyük ziyafet var Üşür eve dönersen ziyafet sana düşer; Yarın akşam damlarız kapına üçer beşer."

Hoca çıkar kıra, gün batar batmaz. Hava da aksine, ayaz mı ayaz. İşin ucundaysa türlü yemekler. Dişini tırnağına takar, bekler. Şafak söker, kalkar evine,

"Kazandık!" diye sevine sevine. Dostlarıysa mızıkçılık ederler; - "Hoca be! Davayı kaybettin, derler; Hani kalacaktın sabaha kadar."

- "Kaldık!" - "Kaldın ya, bir nokta daha var. Yerine getirmedin bize verdiğin sözü. Isındın, yıldız doluydu gökyüzü."

-"Yıldızla mı ısındık?"" - "Yıldızla ısındın ya! Akşama geliyoruz, fazla bekletme bizi;

Başla güneş batmadan kuzuyu kızartmaya!" der; Kalkar, evine gider.

Akşam olur, komşular sökün eder. Azıcık oturulur misafir odasında; Ama hepsinin aklı kuzu kızartmasında. Nihayet hafif tertip çıtlatılır;

Münasipçe bir dille yemek hatırlatılır. Hoca: - "İşiniz der pek mi acele? Az bekleyin, kuzu kızarsın hele!" Tâkâtler gittikçe azalmadadır; Açlıktan karınlar zil çalmadadır. Nihayet hep birden isyan ederler: -" Ne zaman yemek yiyeceğiz?, derler, Galiba balık kavağa çıkınca!"

- "Patlamayın , kızarıyor" der Hoca. -"Kızarıyor ya nerde? Görsek şunu, Anlasak sözün doğruluğunu."

- "Hay hay!Zahmet edin mutfağa kadar." Kalkıp mutfağa giderler, bakarlar. Bakarlar kuzunun altında bir mum; Ölü gözü gibi kurban olduğum.

-"Yani bu mum mu pişirecek bunu?" Hoca kızar, der ki: - "Behey avanak! Sen keyfine bak;

Yıldızla ısınılan memlekette

Bu mum yakar kavurur bile onu" (Veli, 2003: 57-58)f

Bazı durumlarda adilane bir tavır sergilemek oldukça zordur. Keskin bir zekaya ihtiyaç duyulur bu gibi zamanlarda. Yine bir Nasreddin Hoca hikayesi olan

Hiç’te, kadılık vazifesi yapan Hoca, kendini hak arayışında gibi gösteren fakat bir

hakkı bulunmayan adamın davasında adaletle hükmetmiş ve onun istediği Hiç’i kendisine vermiştir.

Hiç

Hoca kadıyken iki adam gelir; Biri ötekinden şikayetçidir.

Der ki: -“Hocam! Ben yolda gidiyordum; , ­ Bu da evine odun taşıyordu.

Sırtından çuval düşmüş, boyna uğraşıyordu. Arkadaş, dedim; sordum:

Tutsam şu çuvalı vursam sırtına, Karşılığında ne verirsin bana? Hiç! dedi. Ala! Mesele kalmadı; Demek anlaştık, dedim;

Tuttum yükü, yükledim.

Ya borcun? dedim; oralı olmadı. Şimdi ben hakkımı istemez miyim? Ver bakayım borcunu demez miyim?..” Hoca keser, der ki: - “Doğru! Haklısın! Madem ki vadetmiş, alacaksın.

Yalnız bir zahmet et şuraya kadar; Kaldır şu kilimi altında ne var?”

Çek git! Kaldı mı alacağın falan?”(Veli, 2003: 110)

Bazen adaletin terazisini ellerinde tutanlar, bu işin hakkını veremeyebilir. Bu durumda zulme uğrayan, adalet talebini dile getirmenin bir yolunu bulmalıdır. Aşağıdaki metinde Hoca’nın yaşadığı da benzer bir vakadır. Abartılı bir şaka neticesine zulme uğrayan Hoca, kadıya gidip adalet talebini dile getirir fakat kadı adaletle hükmetmekten uzak davranışlar sergilemektedir. Bu durumda hoca kadıya hükmünün adil olmadığını kendi üslubunca anlatmaya çalışır.

Değiş Tokuş

Hoca yolda yürürken, ensesine, Hatırı sayılır bir tokat iner. Beyninde şaklayan tokat sesine Hoca hışımla döner.

Bakar, hiç tanımadığı bir adam. Hoca’ ya der ki: – “Hocam! Seni birine benzetmişim, affet.” – “Sen onu benim kavuğuma dinlet.” Böyle dolmaları yutar mı Hoca? Herifin yakasına yapışınca

Paldır küldür mahkemeye götürür. –Hâlâ yanmaktadır zavallı ense– Kadı davayı görür.

Adamı da pek kayırır nedense. Duruşma şöyle bağlanır karara: Tokat vuran iki akça bir para Verecek Hoca’ ya, ceza olarak.

Hoca pek kızar; der ki:– “Canım, bırak! İki akça da para mı?” Üstelik

Adam, bir cebi delik.

– “Üstümde yok, gidip getireyim,” der. Kadı bu teklifi de kabul eder.

Oturur Hoca, başlar beklemeye Adam gelecek diye.

Böyle boş boşuna geçer saatler Hoca da sinirden deliye döner. En sonunda sığınıp yaradana Bir indirir Kadı’nın suratına.

- “Haydi ben gidiyorum, hoşça kal, der. Sen paranı o adamdan alıver.”(Veli, 2003: 32-33)

Gökalp’ın Altın Işık’ında yer alan metinlerden birinde Oğuz iline saldıran Tepegöz’ün, düzene riayet etmeyip haydutluk etmesinin kabul edilir olmadığı ve düzen bozanların muhakkak cezalandırılması gerektiği dile getirilmiştir. Yol kesmek, haramilik edip başkalarının haklarını gasp etmek adalete hesap vermeyi gerektiren durumlardır. Bayındır Han, mülkün idarecisi ve adaletin sesi olarak zalimden hesap sorulacağını söylemiştir.

Tepegöz Oğuzdan gitti uzağa Çıktı Kanlıkaya adlı bir dağa... Yol kesti, ad aldı, oldu haramî Başladı kırmağa Türk'ü Acem'i Bayındır Han dedi: "Kutludur bu yurt, Barınamaz burada ne haydut ne kurt!" Emretti başbuğu Salur Kazan'a:

"Bir ceza verin bu düzen bozana"(Gökalp, 2010: 151)

Yine aynı eserde yer alan Küçük Hemşire adlı manzum masalın bir bölümünde padişah, gençleri imtihan etmektedir. Sınadığı ettiği gençlerden biri, halkın doğru yolda nasıl gideceğini ve refaha nasıl erebileceğini anlatırken ilim ve hikmetin yanına adaleti de koyulmuştur. Bu gencin sözlerinden de açıkça anlaşılacağı üzere bir memlekette refahın olabilmesi için adaletin var olması bir zorunluluktur.

İlimle hikmetle bulsun yolunu Adalete alet etsin kolunu Yaratsın ruhlarda millî bir irfan Yapsın memlekete refahla ümran Müsavi, hür fertler mesut yaşasın

İnsanlık ne demek herkes anlasın.(Gökalp, 2010: 102)

Dünyanın bir kısmının dertleriyle ilgilenilip başka bölge ve ülkelerin ihmal edilmesini doğru bulmayan Arif Nihat Asya, bu durumu aşağıdaki sözleriyle dile getirip kongreler düzenleyen kişilerden adilane bir tavır beklemiştir. Çünkü adalet, hüküm sahiplerinin herkesin dertleriyle eşit bir şekilde ilgilenmesini gerektirir.

Kıbrıs ve Zürih derken unuttuk Musul’u Kıbrıs diye toplandı Güvenlik Kurulu Çektiğini soran kalmadı Kerküklüler’in

Ey kongreler Tanrı’nın onlar da kulu! (Asya, 2009: 119)

Mehmet Akif Ersoy, zulmün ve zalimin karşısında olduğunu haksızlığa tahammülünün bulunmadığını dile getirmiştir. Onun zalime karşı tavrı, adalete olan düşkünlüğünü apaçık göstermektedir. Haksızlığa tapacağına canından vazgeçmeyi göze almış olması bahsettiğimiz düşkünlüğü berraklaştırmaktadır.

Zulmü alkışlıyamam, zâlimi aslâ sevemem; Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem... Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ, boğarım... - Boğamazsın ki!

- Hiç olmazsa yanımdan koğarım. Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;

Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.(Ersoy, 2009: 109)

Gökalp’ın kaleme aldığı şiirlerden birinde de Mehveş adlı çocuğun, kuşları hapsetmeyi zalimlik olarak görmesi ve bu düşüncesine göre adil bir tavırla onları

özgür bırakması durumunu görüyoruz. İnsanın niçin kuşları bağladığını sorguluyor oluşu, içindeki adalet duygusunu harekete geçirmiştir. O da bu duygunun gerektirdiği davranışı sergilemiştir.

Mehveş’in Adaleti

Ahmet gördü bir koru Düştü gönlü hevese Tuttu bir dişi kumru Koydu, onu kafese.

Küçücük kız kardeşi Dedi: “Ver onu bana!” Severdi o Mehveş’i Dedi: “Al olsun sana!”

Kumrunun eşi akşam Boş bulunca yuvayı Ah çekti buram buram Aradı hep ovayı…

Sonunda buldu dostunu Mehveş’in duvarında. Geldi serdi postunu Kafesin kenarında

İki eş gündüz gece Konuşur sevişirdi Mehveş dedi “İyice Zalimim ben şimdi…

Yoldaşı gelmiş ağlar… Ya Rab bu insan nedir? Niçin kuşları bağlar?”

Bu sözleri söylerken Açtı küçük zindanı… İki kuş uçup birden

Boyladılar ormanı…(Gökalp, 2010: 64)

Ersoy, mahkemenin bir davada karar verirken sergilemesi gereken tavırdan bahisle hem davalı hem davacının sözlerini dinlemenin adalet için zorunlu oluşundan söz ediyor. Hep bir tarafı dinlemek, diğer tarafa söz hakkı vermeden hüküm vermek adilce bir davranış değildir. Düşmanların yahut kavgalı olanların birbirleri hakkında kötü söz söylemesi kadar doğal bir durum yoktur. Bu durumda hâkim, adil olabilmek için herkesi dinleyip kararı en son vermelidir.

Fetvâyı veren mahkeme, yanlış, gerçek İki da´vâcı ne söylerse bütün dinliyecek. O zaman kestiği parmak acımaz, âmennâ... Ama hep bir tarafın ağzına bakmak o fenâ. Benim arkamdaki düşman bana mevlid mi okur

Dur ki ben söyliyeyim bir de, kuzum, sen hele dur!(Ersoy: 2009: 104)

Zalimin hasmı olmak ve mazlumu sevmek, adaletli tavır örneğidir. Bilindiği gibi Mehmet Akif’in şiirleri, dini metinlerle sıkı ilişki içerisindedir. Zulüm karşısında gücü yetenin fiziki, buna gücü yetmeyenin sözlü olarak müdahale etmesi, her ikisine de gücü yetmeyenin hisleri ve düşünceleri ile bu duruma karşı çıkması gerektiği fikri de söz konusu metinlerde işlenmektedir. Aşağıdaki dizeler de bu fikrin bir yansıması olarak görülebilir:

Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim, Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.

Adam aldımıa da geç git, diyemem, aldırırım. Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım. Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu...

İrticâın şu sizin lehçede ma´nâsı bu mu(Ersoy, 2009: 109)