• Sonuç bulunamadı

ABD’nin Orta Doğu Politikası Bağlamında Irak’ın Önemi

ABD’nin Orta Doğu yönelik politikası 1920’lerde bölgede petrolün varlığı- nın fark edilmesiyle ve buna paralel olarak Amerikan petrol şirketlerinin bölgedeki petrol ayrıcalıklarından pay kapma yarışına dâhil olmalarıyla beraber başlamıştır. Ancak ABD’nin bölgeyle askeri bağlantı esas olarak II. Dünya Savaşı sonrası yılla- ra, yani Soğuk Savaş yıllarına rastlamaktadır. Başkan Eisenhower 1951’de Batı Asya’nın dünyanın en önemli stratejik bölgesi olduğunu ifade etmekteydi. Yirmi yıl sonra iktidara gelen Başkan Nixon da, aynı şeyi söylemiştir. Aslında ondan son- ra gelen bütün başkanlar bu geleneği sürdürerek bölgenin stratejik ve ekonomik önemine dikkat çekmiştir272.

Sovyet imparatorluğunun çökmesi ve Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle ortaya çıkan güç boşluğu yeni Amerikan yönetimi için bir fırsat doğmuş yani ABD’nin söz konusu amaçlarına dünya liderliği amacını eklemesine ve en temel politika haline getirmesine yol açmıştır. Artık Amerikan yönetimlerinin öncelikli hedefi hegemonik bir güç haline gelmek ve bu pozisyonlarını sürdürmek için gerekli fi- nansal, politik, askeri ve coğrafi koşulları yerine getirmektir. Diğer bir ifadeyle doların dünya ticaretindeki merkezi konumunu ve ABD’nin mali piyasalardaki egemenliğini sürdürmek ve bunun için olası rakiplerin rekabet edebileceği alanlar-

272

İkinci Dünya savaşı sonrası, Doğu ve Batı Blokları arasında yaşanan Soğuk Savaş döneminde terörizm her iki Blok arasında devam eden mücadelenin bir parçası olmuş devlet destekli ulus- lararası terörizme sık sık başvurulmuştur. Örneğin, Soğuk Savaş sırasında ABD başta olmak üzere batılı devletler, diğer ülkelerdeki yatırımlarını ve çıkarlarını korumak amacıyla yandaş hükümetleri desteklemişlerdir. 1960’lı yılların başında ABD Başkanı Kennedy ile birlikte “devrimci ayaklanmalara” karşı, yandaş hükümetleri desteklemek amacıyla karşı devrimci şid- det ile terör örgütleri kurup, devrimci ayaklanmalara kendi metotlarıyla cevap vermek olarak tarif edilebilen “karşı-ayaklanma” adı verilen siyasî savaş anlayışı ABD dış politikasının temel öğelerinden biri olmuştur. Teröre karşı terör uygulama düşüncesinin hâkim olduğu “karşı ayak- lanma” da, ordu içinden oluşturulan özel kuvvetler veya paramiliter örgütler kullanılarak dev- rimci ayaklanmalara karşı gayri-nizami bir savaş yürütülmüş ve bu devletlerde yoğun bir kitle terörü meydana gelmiştir. Diğer taraftan devam eden oligarşik düzene bir alternatif olarak or- taya çıktığı iddia edilen Komünizmin başlıca temsilcisi SSCB ve Doğu Blokuna mensup diğer devletler de, bu tür rejimlere karşı mücadele eden isyancı grupları aktif bir şekilde desteklemiş, silah, eğitim ve danışman temini gibi hususlarda yardımcı olmuştur. SSCB’nin çökmesi ve Doğu Blokunun dağılmasından sonra ortaya çıkan bilgi ve belgelerden söz konusu ülkelerin IRA, Japon Kızıl Ordusu ve Baader-Meinhof Çetesi gibi pek çok terörist örgüte destek verdiği anlaşılmıştır. Örneğin, Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinden sonra Doğu Alman İstihba- rat Servisi’nin (STASI), Batı Avrupa’da bulunan solcu grupları gizlice finanse ettiği, teröristle- re barınma, istihbarat, eğitim, seyahat ve kimlik belgeleri, plastik cerrahi gibi değişik konular- da yardımlarda bulunduğu ortaya çıkmıştır. Bkz. LIVINGSTONE Neil C: Myth & Conspi-

racy in International Affairs: Terrorism: Conspiracy, Myth and Reality, Fletcher F.

104

da avantajlı hale gelmek ve bunu korumak; özellikle petrol üzerindeki denetimi elinde bulundurarak rakiplerin rekabet güçlerini zayıflamak; hatta onları rekabet edemez hale getirmek; ayrıca olabildiğince daha geniş bir coğrafyada kontrolü sağ- lamak; özellikle stratejik noktaları denetim altında bulundurmak; uluslararası siya- sal karar organlarında rakiplerine inisiyatif kullandırmamak; bu çerçevede BM’yi Amerikan çıkarları dışında karar almaz hale getirmek; Amerikan politikaları için tehdit oluşturan İran ve Suriye gibi ülkeleri terörist devletler olarak niteleyip ulus- lararası toplumun dışına artarak cezalandırmak; hatta boy hedefi haline getirmek, tüm bu amaçları gerçekleştirmek için askeri harcamaları olabildiğince arttırmak ve bu çerçevede dünyanın en büyük askeri gücünü elinde bulundurmaya devam et- mektir273.

ABD’nin Irak politikasının amaçları Özellikle petrol zengini Körfez ülkeleri başta olmak üzere Orta Doğu bölgesinde Irak’ın bölgesel güç olma politikasının önüne geçmek, Irak’ı kitle imha silahları (KİS) üretmekten alıkoymak, Radikal İslam’ın etkisinin azaltılmasını, İsrail’in varlığını sürdürmesini, Saddam Hüseyin’i iktidardan uzaklaştırmak ve Orta doğu bölgesinde ABD müttefiklerinin istikrarının devamını sağlamaktır274.

ABD’nin Irak politikası sanıldığı gibi sadece Saddam’ı devirmeyi içermi- yor. Hiçbir zaman tek boyutlu politika izlemeyen ABD açısından Saddam, gidince- ye kadar çeşitli kargaşalara yol açarak ABD’de bölgede diğer sahalarda da avantaj sağlayan bir lider, belki Saddam bunu bilerek veya isteyerek sağlamıyor, ama çevre şartlarını belirleyen ABD Saddam’ın attığı her adımdan kar ediyordu. Şu an itiba-

273

Bu bağlamda, ABD’nin Orta Doğu politikasının geçmişten günümüze iki ana temel üzerine oturduğunu belirtmekte fayda vardır. Bunlardan birincisi petrolün akısını denetleme ve bunun rakip güçlerin eline geçmesini engellemek bağlamında Orta Doğu’da dost ve müttefik ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesidir. İkincisi ise bölgedeki bu çıkarlarla da bağlantılı olarak Israil’in gü- venliğini sağlamadır. AL- MAMURİ Abd Ali Kazım, AL-MESEUDİ, Besme macid, s. 145.

274

Soğuk Savaş’ın sonuna kadar hatta 2000’li yıllara kadar Orta Doğu’ya yönelik geleneksel Amerikan Politikasının ana hedefleri, petrolün (ABD denetiminde) düzenli bir şekilde sevkinin sürekliliğini sağlamak, bölgenin ve bölgedeki petrol kaynaklarının içeriden veya dışarıdan bir başka gücün kontrolüne girmesini önlemek veya üretici ülkeler üzerinde denetim kurarak pet- rolün sevkini engellemek veyahut petrolü ve petrol üreticisi ülkeler üzerinde sağladıkları dene- timi Batı dünyasına karşı kullanmaya çalışmalarını engellemek; Körfez’deki Amerikan mütte- fiki olan geleneksel rejimleri iç ve dış tehditlere karşı koruyarak mevcut istikrarı sürdürmek; İsrail’in güvenliğine, egemenliğine ve toprak bütünlüğüne yönelik gerekçe ve olası tehditleri önlemek ve tüm bu amaçları gerçekleştirmek için gerekirse askeri güç kullanmaktı. ARI, 2004, s. 206.

105

riyle ABD’nin Saddam’ın gitmesinden de kalmasından da büyük avantajları var. Öte yandan ABD’nin orta doğuda yaşadığı sıkıntı bölgedeki Arap ülkelerinin sınır- larının, bu bölgede daha önce egemen olan İngiltere’nin dizayn ettiği şekilde olma- sı ve bu nedenle ABD’nin bugünkü çıkarları açısından Washington’un beklediği faydayı sağlayamamasıydı275.

19. yüz yılında ABD büyük hedeflerini gerçekleştirilmesi için önündeki iki seçenekten birini tercih etmek durumunda kalmıştır. Bunlardan ilki, amaçların tek tek hayata geçirilmesi ve bütüncül sonuca ulaşmak, diğeri, hedeflerin tamamını kapsayacak şekilde, farklı ancak birbirine paralel politikalar üreterek bu amaçların uzun vadede gerçekleşmesi yoluna gitmek. İkinci yolu tercih eden ABD için ünlü Orta Doğu uzmanı tarihçi (Bernard Lewis), bir formül hazırlamıştır. Lewis, Orta Doğu ülkelerini; İran ve Irak gibi ülke halkı ABD taraftarı olan anti-Amerikan dik- tatörlükler; Mısır ve Suudi Arabistan gibi ülke halkı ABD karşıtı, ancak ABD yan- lısı olan diktatörlükler; İngiltere ve İsrail gibi hem halkı hem de rejimi ABD’ye dost olan ülkeler olmak üzere üç kategoriye ayırmıştır. ABD’nin hedeflerine uygun şekilde bir öncelik sıralaması da bu çerçevede ortaya konulmuştur. Bunlar içerisin- de 1950’den beri çok ince bir siyasetle özellikle Irak Devlet Başkanı Saddam Hü- seyin’i tuzağına düşürmeyi başarmıştı. Dolayısıyla ABD Irak’a verdiği KİS’e hem savaşa soktu hem de suçlu olarak gösterdi, aynı zamanda Saddam iktidarda kaldığı sürece büyük bir tehdit unsuru olarak görülmesine yol açmıştır.276 ABD yönetimi, formül uygulamasına başlamasıyla kendisine karşı olan ilk iki devletin (İran ve Irak) öncelikli etkisiz hale getirilecek hedefler olması gerektiğine karar vermiştir. Bu bağlamda, Körfez Savaşı ile birlikte, üç saç ayaklı genel bir politika benimseye- rek hedeflerine ulaşmaya çalışmıştır277. “Çifte çevreleme/kuşatma” projesi adı veri- len, İran Irak arasında 8 yıl süren savaş içerisinde paralel olarak ABD iki tarafa da silah desteğinde bulunmuştur. ABD’nin 1990’lı yıllarda Ortadoğu’ya yönelik be-

275

ARI Tayyar, Ortadoğu Irak Dedikleri, Irak’a BM Yaptırımları: Kitlesel İmha Silahları-

nın Denetimi ve Ambargo, www.diplomatikgozlem.com/, 2002 (e.t. 01.02.2015)s. 9.

276

ÖZKAN, s.233-234.

277

Bu noktada, Irak’ın Kuveyt’i işgali ve arkasından ABD önderliğindeki müttefik güçlerin Irak’a saldırması, Ortadoğu’nun dünya politikasındaki stratejik önemli ve Amerika’nın, yenidünya düzeni çerçevesinde Ortadoğu’ya yeni bir biçim vermek istemek ve tek süper güç olma konu- sunu kanıtlamaya çalışması göz önüne alındığında, gerçekten dönüm noktası şeklinde, ince- lenmesi gerekli önemli gelişmelerdir. USLU Nasuh, Körfez Savaşı ve Amerika’nın Politika-

106

nimsediği bu politika, ilk kez Clinton’ın özel danışmanı Martin Indyk’in 18 Mayıs 1993‟te (Washington Institute for Near East Policy) adlı düşünce kuruluşunda yap- tığı bir konuşmada dile getirilmiştir. Söz konusu politika, Soğuk Savaş döneminde birbirine karşı kullanılan Irak ve İran’ın, birlikte ekonomik ve siyasi olarak sistem dışına itilmesi ve uluslararası arenada yalnız bırakılması, izole edilmesi amacına dayanıyordu. Çifte çevreleme politikasının temel öğeleri ise; ABD’nin Körfez dev- letleriyle geliştireceği işbirliği ile İran ve Irak’ın askeri açıdan çevrelenmesi, eko- nomik yaptırımlarla bu iki rejimin davranışlarının değiştirilmesi, müttefiklerle olan işbirliğinin artırılarak her iki ülkenin de rejimlerinin zayıflatılması olarak sıralana- bilirdi278.

Amerika Birleşik Devleti en büyük hedefi dünya hâkimiyetini ele almaktı. Bugün gerek Cumhuriyetçi Parti’nin gerekse Demokrat Parti’nin iktidarında ulusla- rarası hukuka yönelik tutarlı bir duruşa sahip olmuş ve dünya ticaret, ekonomik dolar sütunluğu hata dil konusunda da üstünlüğünü korumakta aynı zamanda ulus- lararası hukuk kurallarını kendi çıkarları için kullanma yönünde yorumlamış ve uygulamıştır. Bush döneminde Irak’ın Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin ihlal edi- lerek işgal edilmesi aslında bu durumun bir örneğidir279.

ABD, Afganistan’a yönelik müdahalesinden sonra dikkatini Irak diktatör- lük olan, İran ile yapmış olduğu savaş sırasında İran kuvvetlerine ve Halep’çe gibi yerlerde kendi halkına karşı kitle imha silahları kullanmış olan ve halen çevresi için büyük bir tehdit oluşturduğunu düşündüğü Irak’a yöneltmiştir280

. Ayrıca ABD’nin dış politikası gereği, Irak'ta kendisine yakın bir grubu işbaşına getirmek için çeşitli muhalif grupları desteklemiştir. Bu muhalif grupları üç kısımda ele alabiliriz: Kürt- ler, Irak Ulusal Konseyi (INC) yani Sünniler ve Şiiler. Muhalif Kürtler ve Şiiler, Irak'a yönelik ABD politikasını desteklemekle beraber, Irak'ın diktatör yönetiminin değişmesini ya da düşürmeyi Iraklılar tarafından sağlanması gerektiğine inanmak-

278

ERKMEN, s. 105.

279

HURMİ Ayşe Bahar, Bush ve Obama Karşılaştırması Çerçevesinde Amerikan Dış Politika

Analizi, Alternatif Politika, Cilt: 2, Sayı: 1, 2010, (e.t. 13.02.2015).

www.alternatifpolitika.com/page/docs/.../Ozet-Ayse_Bahar_Hurmi.pdf , s. 63.

280

TAŞDEMİR Fatma, Uluslararası Anarşiye Giden Yol: Uluslararası Hukuk Açısından Ön-

leyici Meşru Müdafaa Hakkı, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 2, Sayı: 5, 2006, (e.t.

107

tadırlar. Bu bağlamda zaman zaman Saddam'ın ABD tarafından devrilerek yerine ABD yanlısı (kuklası) bir iktidar gelmesine hoş bakmaktadırlar. Günümüzde Irak Cumhur Başkanı Kürtlere, Başbakan koltuğunda Şiiler oturmaktadır. Ayrıca Irak halkının bütünlüğünü oluşturan Sünnilere de hiçbir hak tanımamıştır281.

ABD’ye göre, Ortadoğu’da KİS üretebilecek güçte ve ülkeleri için önemli bir tehdit unsuru olan iki ülkeden biri İran diğeri Irak’tı. Bu yüzden tek tek veya bu iki ülke birlikte kuşatma altına alınmalı, çevreleme operasyonu ile dünyadan soyutlanmalı ve ar- dından denetleme yoluyla kontrol altında tutulmalıydı. Kuveyt’in işgali nedeniyle dünya kamuoyunun tepkisini çeken Irak öne çıkmaktaydı ve Irak’ta bulunan muhalefetçiler

Saddam yönetimini düşürmeye yönelik avantaj elde etmesiyle ABD bu sebeplerden ötürü izolesi daha kolay olabilirdi. Böylesi bir politikanın başarıya ulaşması neticesin- de elde edilebilecek kazanımlar ise, Bu yüzden ABD’nin, Irak’ı tecrit politikası, genel olarak önce ekonomik ambargo ile yoksullaştırma, ardından siyasal yalnızlığa itile- rek güçsüzleştirme ve sonrasında da KİS’in denetimi ve bulunduğu takdirde imhası yoluyla dış dünyaya düşman gösterme biçiminde üç saç ayağından oluşmuştur.

ABD yeni savaş siyaseti karşı devleti ekonomik açısından çökelmesi dola- yısıyla I. Körfez Savaşı’nın başlangıcında alınan ekonomik ambargo, kararlarla uygulanmaya başlanmıştır. Amaç, fakirleşen halkın iktidarda bulunan Saddam Hü- seyin yönetimine karşı tepki göstermesini sağlamaktır. Tüm sefaletin müsebbibi olarak görülen Saddam yönetimine karşı halkın yoğun bir tepki göstermesi ve ABD’nin de Irak merkezi hükümetine muhalefet edenlere destek vermesi sonucun- da, Irak içindeki muhalif kanadın, herhangi bir ABD askeri müdahalesi mevzubahis olmaksızın, Saddam iktidarını devirmesi planlanmıştır. Irak halkı, Saddam iktidarı- nı deviremez ise, o zaman Saddam muhalifleri ABD’den destek isteyecektir. Neti- cede, gerçekleşen bir iktidar değişimi veya Irak’ın işgali senaryosu dünya kamuo- yunda meşru hale gelecektir. Anlaşılacağı üzere çevreleme ve soyutlama politikası, uzun vadede Irak’ın işgali için sadece Saddam’ın varlığını dahi başlı başına bir neden olarak gösterebilecek şekilde hazırlanmıştır282.

281

İSKENDER, s. 8.

282

108

Dolayısıyla 2003’te ABD ve müttefiklerinin Irak’a saldırmasının öncesinde ve saldırı sürecinde ABD Körfez Savaşı sonrasında yapılan açıklamalardan anlaşıl- dığı kadarıyla ABD’nin planı sanılanın aksine karadan askeri bir harekât değildir. Aksine ABD Irak’ta Saddam Hüseyin ve yakın kadrosunu hedef alan çok teknik bir bombardıman gerçekleştirecektir. Bu bombardıman sırasında Saddam’ın çok gü- vendiği Milli Muhafız ordusu dâhil Saddam’ın tüm destekleri ortadan kaldırınca gerek ordu gerekse sivil kesimlerden muhaliflerin rejime karşı ayaklanmaları des- teklenecek, böylelikle Saddam Hüseyin iktidardan indirilecektir. İşte yapılan bu planın hayata geçirilmesini konuşmak üzere Irak’lı tüm muhalif grupların Lond- ra’da gerçekleştirdikleri “Saddam’ı Devirme Toplantısına” Ürdün Prensi Hasan da katılıyordu. Prens Hasan’ın bu katılımı Ürdün’deki Haşemi Hanedanı’nın, Irak’ın geleceğinde aktif rol oynama niyetini tüm dünyaya gösteriyordu283.

Sonuç olarak ABD’nin Ortadoğu politikasında istemediği bir KİS sahibi ül- kenin kalmayacak olması, radikal İslam korkusunun sona ermesi, Arap cemiyeti kurulmaması başka bir ifadeyle diğer Arap ülkeleriyle siyasal bazda kurulacak dostluk, Ortadoğu petrol kaynaklarından payının sağlanması, dolayısıyla dünya pazarlarına akışında herhangi bir sorunun çıkmayacak olması şeklinde özetlenebi- lir. Tüm bunların yanında ABD’yi karşısına alarak İsrail’in varlığına tehdit oluştu- rabilecek bir güç de kalmayacaktır284.