• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

1.6. Bazı Ülkelerde Teknoloji Transfer Durumları

1.6.1. ABD Örneği

Ülke içi teknoloji transfer mekanizmalarının en iyi biçimde işlediği ülkelerin başında ABD gelmektedir. ABD, politika bazında, 1989 yılında Ulusal Teknoloji Transfer Merkezi Araştırma laboratuarlarını desteklemiş, üretilen teknolojilerin özel sektöre aktarılması hususunda yardımcı olmuştur. Bu ülkede Milli Bilim Vakfı (National Science Foundation; NSF ) destekli Araştırma Merkezleri, Milli Sağlık Enstitüsü (National Institute of Heslth ; NIH ), Üniversiteler, öteki Federal Araştırma Merkezleri ve NASA gibi kuruluşlar ile işletmeler arası Ar-Ge konsorsiyumlarından özel sektöre teknoloji transferi gerçekleştirilmektedir (Ayhan, 2002:216).

ABD de teknoloji transfer mekanizmaları bağlamında yüzlerce federal ve eyalet Ar-Ge laboratuvarı bulunmakta olup ana misyonları; yeni ticari ürün yaratmak veya istihdamı artırmak değil; teknoloji transfer yoluyla işletmelerin talep ettikleri projeleri gerçekleştirmektir. Bu ülkede teknoloji transfer politikalarının ana odak noktasını “Ortak Araştırma Geliştirme Anlaşması” (Cooperative Research and Development Agreement (CRADA)) oluşturmakta olup, bunlar federal laboratuarların kendi organizasyonları (şirketler, üniversiteler ve öteki karsız organizasyonlar, eyalet ve yerel hükümet) ile ortak araştırmaların yürütülmesine izin veren anlaşmanın yeni bir şeklini ifade etmektedirler (Guston, 1999:220-249).

37 Kamuya bağlı laboratuarlarda ortaya çıkan yeni teknolojilerin CRADA gibi merkezlerle özel sektöre transferi değişik faktörlere bağlı olup, bunların başında hükümet politikalarında söz konusu stratejilerin yer alması ve yüksek sermayenin mevcut olmasıdır (Wendy, 2008:7).

1980’li yıllardan itibaren küçük girişimleri değerlendirme çerçevesinde NSF eksenli Endüstri – Üniversite Kooperatif Araştırma Merkezleri Programı (Industry / Unıversity Cooperative Research Centers; I/UCRC ) kurulmaya başlanmıştır. Üniversite –sanayi iş birliğine yönelik bu program; MIT’nin Polimer Proses Merkezinin öncülüğünde başlamıştır (Gray ve Walters, 1998:9-15). 100’ ün üstünde üniversiteyle kurulan 80’den fazla kooperatif araştırma merkezinin halen 55’i faaliyetlerini sürdürmektedir. Bu merkezlerde sağlanan somut üniversite – sanayi işbirliği yoluyla küçümsenmeyecek ölçüde teknoloji transferi gerçekleştirilmektedir. Bugünkü anlamıyla milli teknoloji transferi politikalarının tanımı ve uygulaması bir çok ülkede olduğu gibi, ABD’nin de gündemine gecikmeli olarak girmiştir. Bu tür politika arayışları 1950’li yılların sonlarına doğru hız kazanmış, daha sonraki yıllarda belirtilen doğrultuda birçok kanun çıkarılmıştır. Bunların arasında en önemlileri, 1980 yılında yürürlüğe giren ve tüm federal laboratuarlarını teknoloji transferinin misyonu haline getirilen ve bu misyonu yürütmek üzere Araştırma ve Teknoloji Uygulama Ofislerinin (Offices of Research and Technology Applications) kurulmasını sağlayan Teknolojik Yenilik Kanunu, diğeri de üniversite araştırmalarını ticari uygulama arayışlarına teşvik eden federal destekli araştırmalarda üniversitelere ve öteki icracı kuruluşlara daha kolay buluş ve yenilik elde etmelerine, bireysel mucitlerin lisanslarından ortaya çıkan işletme payının bölünmesine imkan veren patent ve ticari marka kanununun (patent and trade mark amendmets act ) değiştirilmesi kanunudur. (Guston 1999:220-249). Bunun yanı sıra ABD kongresi, 1986 yılında Federal Teknoloji Transfer Kanununu çıkarmıştır. 1980’li yıllarda patent kanunlarındaki değişikleri ile moleküler biyoloji katı hal fiziği ve bilgisayar bilimleri gibi daha önce saf temel bilim niteliğindeki birçok alanda patentlenebilir buluşların artmaya başlamasının oluşturduğu yeni ortamda bazı öğretim üyeleri; yeni yükselen bilim-tabanlı sanayi alanlarıyla ilgili araştırmalar yapan şirket kurmaya yönelmişlerdir (Etzkowitz 1989:14-29). 1990’lı yıllarda oluşturulan teknoloji transfer politikalarının (TTP) bir parçası olarak NIH ve NSF

38 gibi federal kökenli kamu araştırma kuruluşlarından destek alan 35 üniversitenin 34’ünde öğretim üyelerini patent almaya teşvik etmek ve bununla ilgili işlemlerde yardımcı olmak üzere Teknoloji Lisans Ofisleri ile üniversite kampüslerinde “risk sermayesi” ofislerinin kurulmasına izin verilmiştir.

Böylece üniversiteler yoluyla yeni işletmelerin doğuşuna zemin hazırlanmış sanayiye aktarılacak teknolojinin üretimine hız verecek birçok süreç oluşturulmuştur. Buradan da anlaşıldığı gibi, ABD’nin teknoloji politikalarının en önemli eksenlerinden biri de kapasite oluşturmaktan ziyade kapasiteyi harekete geçiren anlayışın ve kurumsal alt yapının hazırlanmasıdır.

1980’li yıllardan itibaren ABD’de federal düzeyde oluşturulan stratejiler doğrultusunda sanayiye uygun fiyatlı teknoloji alanlarında disiplinler arası araştırmaların, mühendislik araştırma merkezleri programları çerçevesinde desteklenmeye başlanmıştır (Parker, 1999:209-226). Destekler; üniversiteler, eyalet hükümeti ve endüstrilerden gelmektedir. Anılan programlar, bir taraftan lisans ve lisans üstü öğrencilere doğrudan uygulamalı projelerle sanayiyi tanımalarına fırsat yaratmakta, öte yandan üniversitelerde üretilen temel araştırmaların ileri teknolojiye dönüştürülmesine zemin hazırlamaktadır.

ABD’nin güçlü üniversiteleri teknoloji üretim kuruluşları ve özel sektörün bu alandaki istekli girişimleri ile federal hükümetlerin esnek politikalarının ürünü olarak dünyanın en büyük teknoloji üretim potası yaratılmıştır (Ayhan, 2002: 218). ABD’nin son 60 yıllık dönemde izlediği teknoloji transfer politikaları karşılaştırıldığında ülke içi ve ülke dışı rekabetin milli güvenlik unsurları tehdide maruz kalması federal düzeyde büyük politika dönüşüm kararlarının alınmansa yöneltmiştir. En önemlisi öngörülen politikaların hayata geçirilmesinde gecikmelere mahal bırakmayacak faaliyetlerin çok kısa sürede devreye sokulması ve özendirici tedbirlerin alınmasıdır. Dünyadaki askeri ve siyasi gelişmelerin dönüm noktalarının zamanında öngörüldüğü ve bir dönemden ötekine geçişte yeni ortamın ABD tarafından her yönüyle çok iyi değerlendirildiği bilinmektedir. Nitekim 2. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Almanya’dan kaçan bilim adamlarını 1990 yılında da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasını izleyen yıllarda binlerce nitelikli araştırmacıya daha iyi ekonomik ve araştırma imkanları vermek suretiyle o dönemin Doğu Bloku ülkelerinin uzun yıllar boyunca sağladığı zihinsel birikimin

39 önemli bir bölümünün ABD’ye akması sağlanmış ve böylece “Dolaylı Teknoloji

Transferi’ olarak nitelendirilen mekanizmadan büyük ölçüde faydalanılmıştır.

Bu bilgiler ışığında A.B.D.’ nin özellikle ülke içi teknoloji transferini başarılı biçimde yürüttüğü anlaşılmakta olup, dünyanın en güçlü ekonomisi ve sanayi kesimi sürekli beslenmiş, ülke içinde kullanılan teknolojinin bir bölümü daha sonraki yıllarda gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelere “kullanılmış teknoloji’ biçiminde aktarılarak uluslar arası teknoloji transferinin ana ayaklarından biri oluşturulmuştur. İkinci grup ülkeler elde ettikleri bu teknolojilerle, ki bunlar kendileri için yenidir önemli ölçüde kaynak teknolojik açıdan bağımlı kalmaya devam etmişlerdir. Böylece ABD bu yolla da büyük katma değerler sağlamış ve dünyanın bir çok ülkesini teknolojik anlamda kendine bağlamayı başarmıştır.