• Sonuç bulunamadı

Uzun bir geçmişe sahip olan ve süreç içerisinde genellikle inişli-çıkışlı bir seyir izleyen Türkiye-AB ilişkilerinde 1999 Helsinki Zirvesi, bir köşe taşını ifade etmektedir. Bu Zirve’de aday statüsü alan Türkiye, AB standartlarını yakalamak için uyum çabalarını hızlandırmıştır. 159 Adaylık statüsünü alan Türkiye’nin

müzakerelerin başlatılması için kısa sürede geçekleştirdiği reformları hesaba kattığımızda tezimizin başında teorik çerçeve kısmında yer verdiğimiz AB koşulsallığının Türkiye’nin bu çabalarında etkili olduğunu söyleyebiliriz. AB tarafından bize verilen açık bir üyelik perspektifi, güvenilir AB koşulsallığı ile birleşince ortaya Türkiye’nin 1999-2004 yıllarında gerçekleştirdiği idam cezasının kaldırılması, yerel dil ve lehçelerle yayın, yerel lehçelerle dil öğrenme, azınlık vakıfların mallarıyla ilgili düzenlemeler ve ifade özgürlüğünün eleştiri hakkına açıklık getirilmesi gibi önemli AB reformları ortaya çıkmaktadır.

Ankara Antlaşması çerçevesinde yürütülen ortaklık ilişkilerinde AB koşulsallığı, hızı, açıklığı ve güvenilirliği düşünüldüğünde oldukça zayıftı. AET, bu

157 Harun Arıkan, a.g.e, s.76., içinde Çiğdem Nas-Yonca Özer, a.g.e.,s.56. 158 Çiğdem Nas-Yonca Özer, a.g.e., s.56-58.

dönemde Türkiye’ye üyelik perspektifi sunmaktan ziyade, ekonomik iş birliğine odaklanmıştır. Antlaşmanın 28. maddesi her ne kadar Türkiye’nin olası adaylığından bahsetse de bu durum açık ve kesin bir adaylık perspektifi değildir. Antlaşmada Türkiye’nin üyelik şartlarını karşıladığında Türkiye’nin üyelik ihtimalinin değerlendirileceğinin belirtilmiş olması, kesin adaylık perspektifi sunulmadığının göstergesidir.160

Türkiye için Gümrük Birliği de tam üyelikle kıyaslandığında yeterli bir teşvik olarak değerlendirilmemiştir. Dış Teşvik Modeli’ni göz önünde bulundurduğumuzda fayda-maliyet analizinde Türkiye, Gümrük Birliği ödülünü yeterli görmemiş, adaylığın dışında bir seçeneğe ikna olmayacağını AB’ye göstermiştir. Kısacası AB koşulsallığı, adaylığının açıklandığı 1999 Helsinki Zirvesi öncesi dönemde Türk hükümetlerini gerekli reformları yapmaları için ikna edememiş çünkü yaptıkları fayda-maliyet analizlerinde adaylık dışında bir seçenek uygun ve ikna edici bulunmamıştır.

Türkiye’ye adaylık statüsü verilen 1999 Helsinki Zirvesi’nden şimdiye kadarki Türkiye-AB ilişkilerini, AB koşulsallığı ve AB koşulsallığının reformlara ve dolayısıyla Türkiye-AB ilişkilerine etkisini iki döneme ayırarak değerlendirebiliriz. İlk dönem 1999-2005 yılları arasında köklü değişimlerin yaşandığı süreçtir. 2005’ten günümüze gelinen noktada ise reformların yavaşladığı görülmektedir. Türkiye-AB arasındaki ilişkilerin bu süreçte bozulduğu ve sorunların arttığı gözlemlenmektedir.

2.5.1. 1999-2005 Yılları Arasında AB Koşulsallığı

Daha önce belirtildiği gibi 1999 Helsinki Zirvesi, Türkiye-AB ilişkilerinde bir dönüm noktasıdır. Bu Zirve’de adaylık statüsü alan Türkiye, artık son aşama olan üyelik müzakerelerine başlaması için yerine getirmesi gereken şartlara yönelik kapsamlı bir reform süreci başlatmıştır. Dış Teşvik Modeli’ni göz önünde

bulundurduğumuzda bu dönemde artan dışsal teşviklerin ve azalan siyasi maliyetlerin ilk reformları tetiklediğini ve bu durumun üyelik müzakerelerinin başlatılmasını sağladığı görülmektedir. Bu başarıda Türkiye’ye verilen resmi adaylık statüsünün AB üyelik perspektif güvenilirliğini artırdığı söylenebilir.161

Resmi adaylık statüsünün alınması ve ardından başlatılan reformların başarılı olma sebeplerinden biri de hem AB koşulsallığı için hem de Dış Teşvik Modeli için önemli rol oynayan veto aktörleri ve koşulları benimseme maliyetlerinin, reform sürecini olumsuz etkilememesidir. Koalisyon partileri Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ile Demokratik Sol Parti (DSP), liberal Anavatan Partisi (ANAP) ile birlikte hareket ederek reformların hayata geçmesinde olumlu katkı sağlamışlardır.

Bu süreçte art arda uyum yasası paketleri kabul edilmiştir. İlk uyum yasası paketi, 6 Şubat 2002’de kabul edilerek Devlet Güvenlik Mahkemeleri, Türk Ceza Yasası, Terörle Mücadele Yasası, Ceza Mahkemeleri ve Usulü gibi değişiklikler yapılmıştır. 22 Mart 2002’de gerçekleştirilen ikinci uyum paketiyle siyasi partiler, toplantı ve gösteri yürüyüşleri, basın, dernekler, il idaresi, jandarmanın görevleri gibi konularda AB için gerekli değişiklikler yapılmıştır. 3 Ağustos 2002’de gerçekleştirilen üçüncü uyum paketi idam cezasının savaş tehdidi durumları hariç olmak üzere kaldırılması, yerel dil ve lehçelerle yayın, yerel lehçelerle dil öğrenme, basın suçlarının paraya çevrilmesi, azınlık vakıfların mallarıyla ilgili düzenlemeler, ifade özgürlüğünün eleştiri hakkına açıklık getirilmesi ve göçmen kaçakçılığı suçunun ilk kez Türk Ceza Kanunu’na girmesi gibi devrim sayılabilecek adımlar atılarak işkence, gözaltı koşulları, siyasi partiler, milletvekili seçimi gibi birçok konuda kapsamlı değişiklikler yapılmıştır.162

Ekonomik alanda da kapsamlı değişiklikler yapılarak maliye, bankacılık, ihale yasası, yabancı işgücü ve sermaye, fikri mülkiyet ve devlet yardımları gibi alanlar düzenlenmiştir. AB, Türkiye hakkında yayınladığı 2002 ilerleme raporu ve

161 Frank Schimmelfennig-Ulrich Sedelmeier, “The Europeanization of Eastern…”, s.13. 162 Haydar Çakmak, a.g.e., s.144

2002 strateji belgesinde ekonomik kriterler ve topluluk müktesebatına uyum konusunda olumlu ilerlemelerin kaydedildiği, son bir yıl içinde gerçekleştirilen reformlarla Kopenhag Kriterleri’nin karşılanması konusunda önemli adımlar atıldığı ancak daha yapılması gereken çok sayıda değişikliğin olduğu belirtilmiştir.163

Kasım 2002’de erken seçim yapılmış ve bu seçim iktidar değişikliğini getirmiştir. Batı dünyasına ve AB’ye pek de sıcak bakmayan Necmettin Erbakan’ın yetiştirdiği kadrolar Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) çatısı altında iktidara gelmiştir. Beklenenin aksine AK Parti, Kopenhag siyasi ve ekonomik kriterlerini yerine getirmek için olağanüstü gayret göstererek AB’nin Türkiye’den karşılanmasını istediği şartları hızlı bir şekilde yerine getirmiştir.

2002 yılının son zirvesi Kopenhag’da Türkiye’ye koşullu olarak kısa bir süre içinde müzakerelere başlama sözü, şüphesiz AB koşulsallığının güvenilirliğini artırmış ve bu da 2003 ve 2004 yıllarında gerekli reformların yerine getirilmesini sağlamıştır. Burada belirmek gerekir ki iktidardaki AK Parti’nin reformlar konusunda gösterdiği gayretler sürecin hızlı tamamlanmasında etkili olmuştur. Gerçekten de AK Parti, ilk döneminde çok önemli demokratik reformlar gerçekleştirerek Türkiye’nin tam üyelik müzakere sürecine başlamasını sağlamıştır.164

Kopenhag Kriterleri ve AB’ye uyum yolunda 2001-2004 yılları arasında Anayasanın 43 maddesini, 8’i uyum yasası olmak üzere 66 yasa, 49 genelge ve 29 yönetmelik olmak üzere 175 madde değiştirilmiş ve AB için gerekli 28 uluslararası sözleşme onaylanmıştır. Bu süreçte TBMM ve hükümetler yoğun mesai harcamış ve bu sayede devrim niteliğinde reformlar hayata geçirilmiştir. Bu çalışmalar 2003 ve 2004 yıllarında yayınlanan AB Komisyon raporlarına da yansımış ve gerekli şartları yerine getirdiğini düşünen Türkiye, karar tarihi olan Aralık 2004’ü beklemeye başlamıştır. Beklenildiği gibi Türkiye, 16-17 Aralık 2004’te Brüksel Zirvesi’nde

163 Gös.yer.

istediği sonucu almış, Türkiye’nin tam üyeliği için müzakerelerin başlamasına karar verilmiştir. Böylece Türkiye, 1959’da AET’ye başvuru yapmasından 45 yıl sonra resmi olarak AB ile müzakerelere başlamıştır.165

Açıkmeşe’ye göre adaylık statüsü alınmasından itibaren başlayan ve AB ile adaylık müzakerelerinin başlamasını sağlayan reformların yapılmasında belli faktörler etkili olmuştur. Bu süreçte AB, Türkiye’nin AB’ye katılımı konusunda taahhütlerinde kararlıydı ve AB üye ülkeleri arasında Türkiye’nin üyeliği konusunda Türkiye gerekli şartları yerine getirdiği takdirde karşılığını alır fikri hâkimdi. Bu konuda üye ülkeler imtiyazlı ortaklık gibi alternatif modeller üzerinde beyanatta bulunmuyorlardı. Türk siyasetine yön verenler, AB’nin çifte standart uyguladığı gibi eleştirilerde bulunmuyordu. Aksine şartlar sağlandığında ödülün alınacağına inanmışlardı. Bu güvenilirlik ve kesinlik, Türkiye’yi köklü reformlar yapmaya teşvik etmişti.166 Bu bağlamda AB’nin Türkiye’nin üyeliği konusundaki kararlılığı ile AB

koşulsallığının güvenilirliğinin artıkça AB’nin Türkiye’deki demokratik dönüşüme etkisinin arttığı sonucu çıkartılabilir.

Kirişçi bu süreçte gerek AK Parti öncesinde görev alan koalisyon hükümetinin gerek AK Parti’nin AB koşulsallığına inandığını, bundan dolayı her iki hükümet de üyelik için atılması gereken adımların fayda-maliyet analizinde Türkiye’nin çıkarına olacağına kanaat getirmişlerdi. Ayrıca AB’nin şartlar yerine getirildiği takdirde Türkiye’nin istediğini alacağı görüşü Türk kamuoyunda da benimsenmişti. Türk kamuoyu da AB’yi güvenilir buluyordu ve bundan dolayı AB sürecini desteklemişti. Bu durum hükümet üzerinde siyasi anlamda kolay olmayan idam cezasının kaldırılması, Kürtçe yayına izin verilmesi, anadilde eğitim gibi reformların tamamlanması konusunda baskı oluşturuyordu.167

165 Haydar Çakmak, a.g.e., s.146-147.

166 Sinem Akgül Açıkmeşe, “Cycles of Europeanizaton in Turkey: The Domestic Impact of EU

Conditionality”, https://www.redalyc.org/html/767/76715004008/, (26.01.2019), s.10-15.

167 Kemal Kirişçi, “The Limits of Conditionality and Europeanisation: Turkey’s Dilemmas in

2.5.2. 2005’ten Günümüze AB Koşulsallığı

Genel kabul gören anlayışa göre Türkiye, müzakere tarihi alana kadar reform sürecini istikrarlı bir şekilde yürütmüş ancak müzakereler başladıktan sonra reformlarda yavaşlama başlamıştır.168 AB, Türkiye’nin azınlık hakları, başta ifade

özgürlüğü olmak üzere temel özgürlükler ve yargı sistemi gibi belli alanlardaki sorunlarını ilerleme raporlarında belirtmiştir. Gerçekten de üyelik toplantıları yaklaştıkça ilerleme raporları paradoksal biçimde daha uzun ve daha eleştirel olmaya başlamıştır.169

İlişkinin açık uçluluk, hazmetme kapasitesi, alternatif çağrışımlar ve AB üyesi devlet başkanlarının beyanatları bir bütün olarak göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye cephesi AB’ye üyelik sürecinin tamamlanmasının zor olduğunu, Türkiye gerekli şartları yerine getirse bile Türkiye’nin AB’ye alınmayacağı yönünde kaygılara sahipti. Bu durum, ülke içinde zaten var olan AB muhalefetini daha da artırmıştır.170 Bunun doğal bir sonucu olarak, AB reformlarının

yavaşlamasıyla 2000’lerin ikinci yarısından itibaren Türk kamuoyundaki AB desteği, müzakerelere başlanmadan önceki döneme kıyasla oldukça düşük seviyeleri görmüştür.171 Benzer bir durum AB içinde Türkiye hakkında yaşanmakta, yapılan

anketlerde Türkiye karşıtlığı yüzde ellinin üzerinde görülmektedir. Nitekim 1996’da %36 olan Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyenlerin oranı, 2016’da %7’ye düşmüştür. 1996’da Türkiye’nin üyeliğine karşı olanların oranı %44 iken, bu oran 2016’da %76’ya çıkmıştır.172

the supranational governance: Implication of Europeanisation at the EUSA Tenth Biennial International Conference, Montreal, 17-19 Mayın 2007,

http://aei.pitt.edu/7936/1/kirisci-k-08g.pdf, (02.06.2019), s.6.

168 Mehmet Zahid Sobacı, a.g.m., s.86.

169 Senem Aydın Düzgit-E. Fuat Keyman, a.g.m., s.2. 170 Mehmet Zahid Sobacı, a.g.m., s.95.

171 Başak Alpan, “Brexit ve Avrupa…”, s.293.

172 Jakob Lindgaard, “EU Public Opinion on Turkish EU Membership: Trends and Drivers”,

https://www.feuture.uni-koeln.de/sites/feuture/user_upload/Online_Paper_No_25_final.pdf,

AB siyasi koşulsallığının etkisizliği, Türkiye’deki Avrupalılaşma sürecini olumsuz etkilemiştir. AB’nin Türkiye’nin Kıbrıs Rum Kesimi gemi ve uçaklarına limanlarımızı açmadığımız için 2006 yılında müzakerelerdeki 8 faslı askıya aldığı dönem, bu süreçte ilişkilerin en kötü olduğu dönemdir.173