• Sonuç bulunamadı

A. Genel Olarak Kambiyo Senetlerinde Def’iler

3. Şahsi Def’iler

Şahsi def’iler, borçlu ile önceki hâmillerden biri veya senedi düzenleyen kişi arasında doğrudan doğruya var olan ilişkilere dayanan bir def’i grubudur. Senedin temel alacağı hakkında ileri sürülebilecek def’ileri ifade eden şahsi def’ilerin neredeyse hepsini yukarıda açıkladığımız bedelsizlik hâlleri oluşturmakla birlikte311,

308 Senet yapma iradesini etkileyen irade bozukluğu hâllerinin neler olduğunu tespitte, asıl borç ilişkisine ilişkin irade bozukluğu hâllerinin senet yapma iradesini etkileyip etkilemeyeceğini de göz önünde bulundurmak gerekir. Zira tehdit hâlinde aynı tehdit, birbirinden farklı iradeleri sakatlayabileceğinden asıl borç ilişkisini sakatlayan tehdit, eğer senedin düzenlenmesi anında devam ediyorsa senet yapma iradesini de sakatlayacaktır. Bununla birlikte hata ve hile hâllerinde asıl borç ilişkisi geçersiz olsa bile, senet düzenleme iradesi hata ve hileye maruz kalmadığından, senedin düzenlenmesi anında bu durumun devam etmesi senedi hükümsüz kılmaz (İnan, s. 31-33).

309 Tehdit hâlinin mutlak def’iye vücut vereceği yönünde bkz. Yarg. HGK., T. 13.06.2018, E.

2017/19-1627, K. 2018/1187 8 [www.kazanci.com (son erişim: 16.12.2018)].

310 Öztan, s. 224-234. Söz konusu durumların bir kısmı Oktay tarafından iyiniyetlilere karşı ileri sürülemeyecek zayıf etkili geçersizlik def’i, Yılmaz tarafından iyiniyetlilere karşı ileri sürülemeyen ve asıl borç ilişkisinden kaynaklanan şahsi def’i, Helvacı tarafından ise şahsi olmayan nisbi def’i olarak incelenmiştir (Oktay, s. 359-361; Yılmaz, L., s. 436-453; Helvacı, Def’iler, s. 683-690).

311 Burada senetteki bedelsizlik, şahsi def’i yoluyla ileri sürülmektedir (İnan, s. 28; Fatih Dirican, Bonoda Defilerin Sınıflandırılması, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1994, s. 106)

temel alacak bulunduğu hâlde vadede bunu istemenin imkânsız olduğu durumlarda bir şahsi def’i söz konusu olduğu hâlde teknik anlamda bir bedelsizlikten söz edilemez312.

Şahsi def’iler asıl borç ilişkisine dayanan bir nedenden kaynaklanabileceği gibi, taraflar arasındaki özel bir anlaşmadan veya taraflar arasında senedin düzenlenmesine neden olan ilişki dışında başka bir ilişkiden kaynaklanabilir313. Senet düzenlenmesine neden olan sözleşme gereği teslim edilen malın ayıp olması, yine bu sözleşmenin kurulmasında taraflardan birinin irade bozukluğu altında bulunması314, karşı tarafın edimini ifa etmemesi, gibi nedenler asıl borç ilişkisinden kaynaklanan;

hatır, senette yer almayan vade uzatma anlaşması gibi nedenler özel bir anlaşmadan kaynaklanan; takas durumu ise taraflar arasındaki başka bir ilişkiden kaynaklanan şahsi def’ilere örnek gösterilmektedir315.

Şahsi def’ilerin üçüncü kişiye ileri sürülebilmesi, ancak üçüncü kişinin bilerek borçlunun zararına hareket etmiş olması hâlinde mümkündür (TTK m. 687 ve m. 825).

“Bilerek borçlunun zararına hareket”den ne anlaşılması gerektiği ise öğretide tartışılmıştır. Burada kastedilenin, hâmilin; ağır kusurlu olması veya borçlunun şahsi def’ilerini bilmesi, değil, borçluya zarar verme iradesiyle hareket etmesi olduğu ileri sürülmüştür316. Kınacıoğlu’na göre hâmilin zarar verme kastı, ortaya çıkacak sonucu kendisi için farksız veya önemsiz görmesi sonucu, ihmâli kast olarak da kendini gösterebilir317.

Bir görüşe göre; “bilerek borçlunun zararına hareket” olgusunun gerçekleşmesi için hâmilin, kendi cirantasıyla, borçlunun şahsi def’ileri ileri sürmesini önlemek amacıyla anlaşmış olması aranmamaktadır318. Belirtilmelidir ki “hâmilin bilerek

312 İnan, s. 28.

313 Oktay, s. 361-363; Öztan, s. 234; Helvacı (Ülgen/Helvacı/Kendigelen/Kaya), s. 68; Dirican, s. 106.

314 İnan, s. 31; Cerrahoğlu, s. 47; Helvacı, Def’iler, s. 686.

315 Oktay, s. 361-363; Öztan, s. 236-240; Helvacı (Ülgen/Helvacı/Kendigelen/Kaya), s. 68.

316 İmregün, Def’iler, s. 55; Öztan, s. 242; Kınacıoğlu, s. 169; Helvacı, Def’iler, s. 695; Mehmet Şirin Erdoğan, “Kambiyo Senetlerinde İyiniyetli Hamilin Korunması”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, S. 2, 1999, s. 390. Adıgüzel’e göre de; borçlunun zararına hareket olgusunun varlığı için tek başına bilmek yetmemelidir. Yazara göre; senetteki hakkı ileri süren kişi kötüniyetli olarak kambiyo senedini devralırken, borçlunun şahsi def’ilerini ileri sürme imkânını da kaybedeceğinin bilincinde olmalı, iradesi de bu yönde tecelli etmelidir (Burak Adıgüzel, “Yargıtay Kararları ışığında Kambiyo Senetlerinde Bile Bile Borçlunun Zararına Hareket”, Ticaret ve Fikri Mülkiyet Hukuku Dergisi, C. IV, S. 2, s. 134).

317 Kınacıoğlu, s. 169.

318 İmregün, Def’iler, s. 56; Kınacıoğlu, s. 169; Öztan, s. 243; Erdoğan, s. 390.

borçlunun zararına hareket edip etmediği” olguları, hâmilin senedi iktisap ettiği an bakımından önem taşımaktadır319.

“Bilerek borçlunun zararına hareket” olgusunu, buna bağlı olarak, hâmilin zarar kastını ispat yükü ise borçlunun üzerindedir320. Ancak, öğretide, bu kuralın kesin bir şekilde uygulanmasının borçlunun ispat olanağını büyük ölçüde ortadan kaldıracağı ileri sürülmüştür. Bu nedenle, borçlunun; hâmilin senedi devraldığı sırada borçlunun devredene karşı ileri sürebileceği def’ileri bildiğini ispatlaması TTK m. 687 ve m. 825’in uygulanması için yeterli görülmüştür321. Bununla birlikte Yılmaz’a göre;

borçlu, senedin devri sırasında hâmilin, def’ileri bildiğinin yanında, bunu bertaraf etmek amacıyla ve kendisini mağdur etme iradesiyle hareket ettiğini de ispatlamalıdır322. Yine bir görüşe göre, Kanun’da “kötüniyet” yerine “bilerek borçlunun zararına hareket” olgusunun aranması kanun koyucunun bilinçli bir tercihidir323. Bu nedenle de burada sadece bilme hususu ile yetinilmeyip, hâmilin senedi devralırken, borçlunun, devraldığı ciranta veya lehtara ileri sürebileceği şahsi def’iyi bertaraf etme amacının da ispatlanması gerekmektedir324. Aksi takdirde

“bilerek borçlunun zararına hareket” olgusu TMK m. 3’te düzenlenen iyiniyetin tersi olan kötüniyete oldukça yaklaşmaktadır325. Kanaatimizce bu görüş de “bilerek borçlunun zararına hareket” olgusunun varlığı için şahsi def’iyi bertaraf etme amacını arayarak, söz konusu olguyu, 865 sayılı Ticaret Kanunu’ndaki “hileli itilaf”, yani

“hileli anlaşma” olgusuna benzetmektedir. Zira 865 sayılı Ticaret Kanunu’nda şahsi def’ilerin üçüncü kişiye karşı ileri sürülebilmesi için hâmil ile lehtar veya ciranta arasında hileli bir anlaşma aranırken, 6762 sayılı Ticaret Kanunu ve 6102 sayılı TTK’de bu şart aranmamıştır. Şahsi def’iyi bertaraf etme olgusu ise, kanaatimizce, TTK’de aranmayan “hileli anlaşma” ile ilgilidir. Ancak “bilerek borçlunun zararına hareket” olgusu, TMK m. 3’te ifade edilen iyiniyetin tersi niteliğindeki kötüniyet olarak da anlaşılmamalıdır326. Zira TMK m. 3’te ifade edilen iyiniyetin tersi olan

319 Öztan, s. 243

320 İmregün, Def’iler, Kınacıoğlu, s. 169; s. 55; Öztan, s. 242; Yılmaz, L., s. 497; Helvacı, Def’iler, s.

695; Erdoğan, s. 390.

321 İmregün, Def’iler, s. 55; Öztan, s. 242; Bahtiyar, s. 35. Kınacıoğlu’na göre de hâmil iktisap anında borçlunun zararına olan işlemi biliyorsa kasıtlı hareket etmiş sayılmalıdır (Kınacıoğlu, s. 169).

322 Yılmaz, L., s. 497.

323 Sarıkaya, s. 139.

324 Odman Boztosun, s. 1494; Sarıkaya, s. 139.

325 Sarıkaya, s. 139.

326 Pulaşlı, s. 70. Türk’e göre ise “bilerek borçlunun zararına hareket “ ile iyiniyetli olmamak aynı, ya da en azından birbirine yakın kavramlar olup uygulamada ispat yönünden farklı sonuçlar

kötüniyet, “bilme ve bilmesi gerekme” durumlarının ikisini de kapsamaktadır327.

“Bilerek borçlunun zararına hareket” olgusu ise bilmesi gerekme durumu dışında yalnızca “müspet bilme” durumunu ifade etmektedir. “Müspet bilme” olgusu ise, hâmilin borçlunun zararına hareket ettiğinin göstergesidir.328 Dolayısıyla bizim görüşümüze göre, yalnızca müspet bilme olgusunu ispat, “bilerek borçlunun zararına hareket etme” olgusunun ispatı için yeterli sayılmalıdır.