• Sonuç bulunamadı

Dünya Üretim Yapısındaki Değişmeler

Belgede Ekonomi yazıları (sayfa 121-123)

TÜRKİYE’NİN İHRACAT POTANSİYELİNİ ARTIRMAYA YÖNELİK BAZI ÖNERİLER

2. Dünya Üretim Yapısındaki Değişmeler

Tüketiciler aynı ihtiyacı karşılayan farklı ürünler arasında bir kalite farkı algılamadıkça en ucuz olanını satın alma eğiliminde olacaklardır. Günümüz ekonomilerinde küresel rekabetin artan baskısı, ürünlerin, sermayenin ve dolayısıyla teknolojinin sınırlar arasında serbest dolaşımını mümkün kılarak farklı üreticilerin ürettiği ürünler arasındaki kalite farkının büyük ölçüde ortadan kalkmasına neden olmuştur. Bu nedenle de, tüketici pazarlarında markalaşmayla ve markaya yapılan yatırımlarla tüketicilerin ürünler arasında kalite farkı algılamaları sağlanmaya çalışılmaktadır.

Çoğu sektörde üretim için gerekli olan sermaye mallarının fiyatlarındaki düşüş, bir yandan üretim yatırımlarının maliyetini azaltırken, diğer yandan dünyadaki toplam üretim kapasitesini arttırmıştır. Kapasite artışına bağlı olarak çoğu sektörde üretmek karlı bir iş olmaktan çıkmış, pazarlama yeteneği önem kazanmaya başlamıştır. Dijk (2002) başta makine ve diğer sermaye mallarını ifade eden, teknolojinin tedarikçilerce geliştirildiği sektörleri “Tedarikçi baskın sektörler” olarak adlandırmaktadır. Tedarikçinin baskın olduğu sektörlerde süreç innovasyonu, ürün innovasyonundan daha önemlidir. Bu tür sektörlerde üretim açısından üstünlük, karşılaştırmalı üstünlükler teorisinde öngörüldüğü gibi, maliyet avantajına dayanmaktadır.

Firmanın başarısının üretimden çok pazarlama yeteneğine bağlı olması durumunda, uluslararası işletmecilik ve uluslararası pazarlama literatürü en rasyonel metot olarak kontratlı üretim metodunu işaret etmektedir (örn, Terpstra ve Sarathy; 2000). Bu doğrultuda gelişmiş ülkeler öncelikle emek yoğun sektörlerdeki üretimi hızla terk edip, bunları daha düşük maliyetle elde edebilecekleri ülkelerden ithal etmeye başlamıştır. Bu sürecin bir sonucu olarak WTO’nun Çin’e kota uyguladığı dönemlerde tekstil sektöründe içinde Türkiye’nin de bulunduğu birtakım ülkeler kontratlı üreticiler olma yolunda önemli aşamalar kaydetmiştir. Benzer şekilde kotaların hafifletilmesi veya kaldırılması sonrasında başta Çin olmak üzere Asya ülkeleri önceden emek yoğun sektörlerde, sonradan bilgisayar ve elektronik gibi teknoloji yoğun sektörlerde dünyanın kontratlı üretim merkezi haline gelmiştir. Bu süreçte, gelişmiş ülkelerin firmaları adına üretim denizaşırı ülkelerde gerçekleştirilirken, gelişmiş ekonomiler de savunma sanayi ve tarım gibi stratejik sektörler dışında kalan hizmet sektörlerinde yoğunlaşmıştır.

Günlük kullanım için satın alınan ürünlerin üretim yerleri incelendiğinde, başta emek yoğun sektörler olmak üzere çoğu sektörde üretimin, maliyetlerin düşük olduğu ülkelerde gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Özellikle tekstil ve ayakkabı sektörlerinde, hatta sermaye yoğun bir sektör olan elektronik sektöründe tanınmış markaların aslında Çin, Vietnam gibi düşük maliyetli üçüncü dünya ülkelerinde üretildiği kolaylıkla gözlemlenebilmektedir. Ancak kontratlı üretimin gerçekleştiği bu tür bir faaliyetten kazançlı çıkan taraf, üretimi fiilen gerçekleştirenden ziyade bu üretimi yaptırıp zengin pazarlarda satanlar olmaktadır.

Kitlesel üretimin kaydırıldığı ülkelerden başta Çin olmak üzere maliyetlerin düşük olduğu ülkelerin dış ticaret hacimlerindeki büyüme eğilimine bağlı olarak ekonomileri de önemli ölçüde büyümeğe başlamıştır. Bu süreçte gelişmiş ülkelerdeki emek yoğun ürünlerin üretimi dolayısıyla da ihracatı, işgücünün ucuz olduğu Asya ülkelerinin lehine azalmıştır. Türkiye’nin 1990dan beri vasıfsız işgücüne dayalı ürünlerin AB’ne ihracatı azalırken, özellikle 2000-2004 yılları arasında vasıflı işgücüne dayalı ürün ihracatının arttığı gözlenmiştir (Kaminski ve Ng 2007). Krugman (2007) son yıllarda ABD’nin bitmiş ürün ithalatının çoğunlukla işgücü maliyetlerinin karşılaştırmalı olarak ABD’den çok daha düşük olduğu üçüncü dünya ülkelerinden gerçekleştirildiğini belirtmektedir.

Dünyada kontratlı üretimin yaygınlaşması toplam dünya dış ticaret hacminin geçmişe oranla oldukça büyümesinden de görülebilecektir. 1995 yılında yaklaşık 5 trilyon dolar olan dünya toplam dış ticareti, 2005 yılında 10 trilyon dolar civarında gerçekleşmiştir. Buna bağlı olarak çokuluslu firmalar, sömürgeci kralların yerini almaya başlamış ve dünyanın nispeten daha az gelişmiş veya gelişmemiş ülkelerini özellikle de işgücü maliyetlerinin düşük olduğu ülkeleri kendileri için birer kontratlı üretim üssü haline dönüştürmeye başlamışlardır. Örneğin Çin firması Lenovo, Ar-Ge faaliyetlerinin büyük bölümünü Kuzey Carolina’da gerçekleştirirken ThinkPad diz üstü bilgisayarların üretimini Çin’de gerçekleştirmektedir (Krugman, 2007).

Çoğu sektörde üretimin gelişmiş ülkelerin dışına kaymasının önemli nedenlerinden birisi, uluslar arası ticaret teorilerinin çoğunlukla göz ardı ettiği, ulaştırma sektöründeki ilerlemeler nedeniyle nakliye maliyetlerinin oldukça düşürülmüş olmasıdır (The Royal Swedish Academy Of Sciences, 2008). 1970li yıllardan itibaren denizyolu taşımacılığında kaydedilen ilerlemeler özellikle de kontainer taşımacılığının hızla yaygınlaşması dünya ticaretine büyük bir ivme kazandırmış, Japonya, Çin, Malezya ve Hindistan gibi batı pazarlarına uzak olan ülkelerin ABD ve Avrupa pazarlarında güç kazanmalarına neden olmuştur (Tung, 2000). Bu bağlamda, Türkiye’nin AB pazarına yakın olması çoğu açıdan bir avantaj olmaktan çıkmıştır. Ulaştırma sektöründe ilerlemeler kaydedildikçe de, pazara yakınlık gibi mevcut bazı avantajların kaybolması da kaçınılmaz olacaktır.

Ulaştırma maliyetlerinin etkisini çiçek pazarı örneğiyle açıklamak mümkündür. Bir zamanlar, Hollanda bu pazarda ihracat gerçekleştiren neredeyse tek ülke iken günümüzde Hollanda’da yapılan üretimden elde edilen cironun %35’i işgücüne ödenmek durumundadır. Çiçek üretiminde otomasyonun son derece sınırlı olması ve emek maliyetinin Hollanda’da yüksek olması üretimin Hollanda dışına kaymasına neden olmuş ve özellikle Kolombiya, Kenya, Ekvador ve Zimbabwe’de çiçek ihracatına başlanmıştır. Kenya’dan her gece 330 ton kesilmiş çiçek ihraç edilmektedir. Amsterdam ile Nairobi arası uzaklığın kuş uçuşu 6662 km olduğu düşünülürse bu çiçeklerin soğuk zincirde pazara ulaşmasının sadece havayolu taşımacılığı ile mümkün olabileceği görülecektir (Ridgeway, 2004; 178-185). Havayolu taşımacılığında maliyetler eskiye oranla oldukça azalmış olmasaydı, kesilmiş çiçek pazarının

merkezi olan Avrupa ve ABD pazarına coğrafi olarak oldukça uzak konumda bulunan Kolombiya, Kenya, Ekvador ve Zimbabwe gibi ülkelerin bu pazarda kendilerine yer bulmaları oldukça zor olacaktı.

3. Dünya Pazarlarındaki Bazı Eğilimler Ve Türkiye İçin Fırsatlar

Belgede Ekonomi yazıları (sayfa 121-123)

Outline

Benzer Belgeler