• Sonuç bulunamadı

Ekonomi yazıları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ekonomi yazıları"

Copied!
282
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Prof. Dr. Ferhat ERARI’nın

Anısına…….

EKONOMİ YAZILARI

Editör:

Nihal YAYLA

Denizli, 2010

(2)
(3)

EKONOMİ YAZILARI

Editör:

Nihal YAYLA

Yazarlar:

Prof.Dr. Harun TERZİ Prof.Dr. Kenan ÇELİK Prof.Dr. Nihal YAYLA Doç.Dr. Ahmet BARDAKCI Doç.Dr. Ayşe İRMİŞ Doç.Dr. Ekrem KARAYILMAZLAR Doç.Dr. Ersan ÖZ Doç.Dr. Halil SAVAŞ Doç.Dr. Nihat BATMAZ Yrd. Doç.Dr. Harun SULAK Yrd. Doç.Dr. Muhammet AKAYDIN Öğr. Gör. Dr.Zübeyr BAĞCI Öğr. Gör. Dr.Serap OVALI Arş. Gör. Osman Murat TELATAR Öğr. Gör. Beytullah YILMAZ Nur ÇAĞLAR Türkay GÖZLÜKAYA

Karadeniz Teknik Üniversitesi Karadeniz Teknik Üniversitesi Pamukkale Üniversitesi Pamukkale Üniversitesi Pamukkale Üniversitesi Pamukkale Üniversitesi Pamukkale Üniversitesi Pamukkale Üniversitesi Pamukkale Üniversitesi Süleyman Demirel Üniversitesi Pamukkale Üniversitesi Pamukkale Üniversitesi Karadeniz Teknik Üniversitesi Karadeniz Teknik Üniversitesi Pamukkale Üniversitesi Pamukkale Üniversitesi Denizli Valiliği

(4)

Prof.Dr. Ferhat ERARI

(1952-2008)

1952 yılında Burdur’un Gölhisar ilçesinde doğan Erarı, 1977 yılında Uludağ Üniversitesi İ.İ.B.F. İktisat Bölümü’den mezun oldu. Yüksek lisans ve doktora eğitimlerini de aynı üniversitede tamamlayarak 1987 yılında İktisat Doktoru ünvanını aldı. 1990 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi İ.İ.B.F.’nde Yardımcı Doçent olarak göreve başladı. 1995 yılına kadar görev yaptığı Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde Artvin Meslek Yüksekokulu Müdürlüğü, Senato Üyeliği ve Anabilim Dalı Başkanlığı gibi görevleri de üstlendi. 1995 yılında Pamukkale Üniversitesi İ.İ.B.F. İktisat Bölümü’ne atanan Erarı, 1997 yılında İktisat Politikası Anabilim Dalı’nda Doçent ve 2004 yılında da aynı anabilim dalında Profesör ünvanını aldı. Pamukkale Üniversitesi bünyesinde Dekan Yardımcılığı (1995-1998), Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü (1998-2005), Senato Üyeliği (1995-2005), Anabilim Dalı Başkanlıkları (1996-2005), Fakülte Kurulu Üyeliği gibi görevlerde bulundu.

21 Ekim 2008 tarihinde geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybeden Prof.Dr. Ferhat ERARI, Türkiye ekonomisi ve özellikle Denizli ekonomisi üzerine yaptığı çok sayıda yayınla bilim dünyasına önemli katkılarda bulunmuştur.

(5)

SUNUŞ

Bir akademisyen hayatı boyunca ne için çalışır?

Öğrencilerini eğitmek, ülkesine, dünyaya yeni bir söz söylemek, yolunda olmadığına inandığı şeyleri değiştirmek, çevresine değer katmak, topluma hizmet etmek…

Bütün bunların karşılığında ne kazanır?

Meslektaşlarının saygısını, öğrencilerinin sevgisini, toplumun minnetini…

Prof.Dr. Ferhat ERARI, Pamukkale Üniversitesi’ne, Denizli’ye, ülkemize karşılıksız hizmet etmiş değerli bir akademisyendi. Aramızdan vakitsiz bir şekilde ayrıldı. Yazılarıyla bir araya gelen bizler, değerli hocamızı saygıyla anıyoruz. Onu bizden sonra gelen genç akademisyenlere de unutturmamak için, bu çalışmayı ona ithaf ediyoruz. Bu düşüncenin öncülüğünü yapan ve kitaba büyük emek veren Prof.Dr. Nihal YAYLA’ya, bütün bölüm yazarlarına teşekkür ediyorum ve bu davranışın bir gelenek olmasını diliyorum.

Prof.Dr. Fazıl Necdet ARDIÇ Rektör

(6)

ÖNSÖZ

1980’li yılların ikinci yarısından itibaren hızlanarak artan ekonomik ve siyasi serbestleşme süreci, 1990’larda bilgi ve iletişim teknolojileri alanındaki gelişmelerle birleşerek ”küreselleşme” kavramının literatüre yerleşmesine neden olmuştur. 1990’lı yılların başından itibaren, çift kutuplu dünyanın ortadan kalkması ile daha geniş bir coğrafyaya yayılma imkanı bulan ekonomik küreselleşme, çokuluslu şirketler arasındaki ticaretin artması, hizmetler sektörünün güçlenmesi, teknolojinin hızla gelişmesi ve yaygınlaşması ile ülke sınırlarının soyut olarak ortadan kalkması sonucu ortaya çıkan ekonomik gelişmeyi ifade etmektedir.

Dünya çapında meydana gelen bu değişim ve gelişim süreci, her ülkeyi olduğu gibi Türkiye’yi de yakından ilgilendirmektedir. Türkiye’deki firmaların önemli bir kısmı küreselleşmeyle artan uluslararası rekabet sürecinde, gerek üretim tekniği, gerek kalite, gerekse üretim ölçeği açısından olumsuz etkilenmiş, bir çoğu da uluslar arası entegrasyon anlamında ciddi sıkıntılar yaşamışlardır.

Teknoloji-yoğun sektörlerin kendisine daha geniş pazar imkanı bulabildiği günümüz dünya ticaretinde, Türkiye’nin rekabet edebilmesi için öncelikle yapısal reformlarla buna olanak sağlaması ve üretim sektörünü buna teşvik etmesi gerekmektedir. Sanayi üretimini dünya devletleri ile rekabet edebilecek bir şekilde artırabilmek için, öncelikle maliyetlerin rekabet edebilmesini sağlamak gerekmektedir. Enerji fiyatları, vergi oranları, hammadde girdi maliyetleri ve işgücü-emek piyasasında istikrar sağlanarak verimi artırmak öncelikli olarak ele alınmalıdır. Standart emek-yoğun ürünlerin ihracatına (tekstil vb) ağırlık vererek dış ticarette dengeyi sağlamak mümkün gözükmemektedir. Sürekli cari açıklar karşısında iç ve dış piyasalardan sürekli borçlanmak kaçınılmaz bir döngü olmaktadır. Yeni borçlanmalar da yeni faizler ve yatırım yerine borç ve faiz ödemelerine giden fonlar demektir.

Türkiye'de KOBİ'lerin büyük ölçüde fason üretime yöneldikleri, kendi markalarını yaratmakta ve kendi ürünlerini pazarlamakta güçlük çektikleri görülmektedir. Ülke imajının ve markanın olmaması bu işletmelerin rekabet gücünü büyük ölçüde zayıflatmaktadır. Firmaların kendi markasını yaratmadığı, kaliteli üretime ve üretim süreçlerine önem vermediği sürece sözkonusu gelişmeler karsısında rekabet avantajı yakalamaları olanaksızdır. Tüm bu gelişmeler, kaçınılmaz olarak firmaları ve dolayısıyla ekonomik gelişmeyi çeşitli boyutlarda etkilemektedir. Küreselleşmenin ve bu kapsamdaki serbestleşme hareketlerinin etkilerinin Türkiye ve Denizli ekseninde yorumlanmasını amaç edinen ve aramızdan erken ayrılan merhum hocamız, meslekdaşımız Prof.Dr. Ferhat Erarı’nın anısına hazırlanan bu çalışma, Uluslar arası İktisat, Türkiye Ekonomisi, Bölgesel Kalkınma gibi lisans ve lisansüstü dersler için yardımcı kitap olarak dizayn edilmiştir.

Prof.Dr. Ferhat Erarı, mütevazı kişiliği ve hoşgörüsüyle gerek görev yaptığı üniversitelerdeki meslekdaşları gerekse öğrencileri arasında saygınlık kazanmayı başarmış değerli bir akademisyendir. Anısına armağan olarak hazırladığımız bu kitabı, çalışma arkadaşları ve öğrencileri adına, vefa duygularımızın bir nişanesi olarak okuyucuların beğenisine sunmaktan gurur duyuyorum.

(7)

Bu kitabın ortaya çıkmasında en büyük pay, kuşkusuz nitelikli çalışmalarıyla katkıda bulunan yazarlara aittir. Kitabın yayına hazırlanması sürecinde emeği geçen mesai arkadaşım Öğr. Gör. Muhammet Emin Soydaş’a ve her zaman olduğu gibi, desteklerini esirgemeyen kızlarım Zeynep ve Pınar’a ayrıca teşekkür ediyorum. Kitabın basımında gösterdikleri titiz çabalarından dolayı Üniversitemiz Yayın Komisyonu ve yayınevi çalışanlarına da teşekkür borçluyum.

25 Mayıs 2010, Denizli Prof.Dr. Nihal YAYLA

(8)

İÇİNDEKİLER

SUNUŞ... 5 ÖNSÖZ... 6 İÇİNDEKİLER... 8 1. BÜYÜYEN ÇELİŞKİLERLE KÜRESELLEŞME SÜRECİ VE DÜNYA EKONOMİSİNDEKİ

DEĞİŞİMLER... 9 Nihat BATMAZ

2. KÜRESELLEŞME ÇARKI İÇERİSİNDE FASON ÜRETİM VE ÇİN DİŞLİSİ...35 Ayşe İRMİŞ

3. AVRUPA BİRLİĞİ ORTAK TARIM POLİTİKASI, TÜRKİYE’NİN UYUM ÇALIŞMALARI,

SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ...66 Kenan ÇELİK, Serap OVALI

4. TÜRKİYE’DE CARİ İŞLEMLER DENGESİ VE DENGENİN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ...98 Osman Murat TELATAR, Harun TERZİ

5. TÜRKİYE’NİN İHRACAT POTANSİYELİNİ ARTIRMAYA YÖNELİK BAZI ÖNERİLER...114 Ahmet BARDAKCI, Nihal YAYLA

6. KOBİ’LERİN DIŞ TİCARETE AÇILIMINDA DIŞ TİCARET ŞİRKETLERİNİN ROLÜ...137 Beytullah YILMAZ

7. TARİHTEN GÜNÜMÜZE DENİZLİ TEKSTİL VE KONFEKSİYON SANAYİİ...164 Muhammet AKAYDIN, Türkay GÖZLÜKAYA

8. DENİZLİ’DE TEKSTİL SEKTÖRÜ VE BİR REKABET GÜCÜ OLARAK VERGİ PLANLAMASININ GEREKLİLİĞİ... 194 Ekrem KARAYILMAZLAR, Nur ÇAĞLAR

9 TÜRK VERGİ KOMPOZİSYONU: DENİZLİ YAMACINDAN BAKIŞ...217 Ersan ÖZ

10. ETKİNLİK VE VERİMLİLİĞE DAYALI İNSAN KALİTESİ VE GÜVENİLİRLİĞİNİN SOSYAL SERMAYE ÜZERİNE ETKİSİ...234 Halil SAVAŞ

11. ÖRGÜTLERDE ÇALIŞANLARIN ALGILADIKLARI SOSYAL GÜÇ KAYNAKLARINI ÖLÇMEYE YÖNELİK YENİ BİR ÖLÇEK GELİŞTİRME ÇALIŞMASI...255 Zübeyir BAĞCI

12. OSMANLI’DA ŞEHZADE EĞİTİMİ VE XVII. YÜZYIL ŞEHZADELERİ: LİDERLİK

YAKLAŞIMLARI AÇISINDAN BİR DEĞERLENDİRME...273 Harun SULAK

(9)

1

BÜYÜYEN ÇELİŞKİLERLE KÜRESELLEŞME SÜRECİ VE

DÜNYA EKONOMİSİNDEKİ DEĞİŞİMLER

Nihat BATMAZ1

Giriş

Özellikle 1980 sonrasında birçok konunun ve tartışmanın merkezine kurulan, bugünde içinde yaşadığımız “Küreselleşme”, son zamanlarda kendi içinde çok tartışılan bir kavram oldu. Küreselleşmenin tanımı, boyutları ve sonuçları konusunda nereden baktığımıza göre değişen birçok yorum ve farklı bakış açısı ortaya çıktı.

Esas itibariyle ekonomik bir olgu olarak karşımıza çıkan küreselleşmenin siyasal, sosyo-kültürel boyutları da mevcuttur. Ancak genelde ekonomik boyutları üzerinde durulmuş olup, siyasi, sosyal ve kültürel boyutları üzerinde pek fazla ilgi gösterilmemiş olsa da küreselleşme bu alanlarda da etkisini göstermiştir.

Günümüzde dünya çapında ortaya çıkan bu değişim rüzgarında; Sovyetler Birliği’nin dağılmasından tutunda Çin Halk Cumhuriyeti gibi kıtasal boyutta ki bir devletten küçücük adacıklara, her büyüklükteki ve renkteki ülkeden şirketlere, kurumlara, ailelere kadar, topluluklarla bireyler esen değişim rüzgarına ayak uydurmak ve kendilerini 21.yüzyıla hazırlayabilmek için harıl harıl çalışmakta. Bu değişimi algılayarak özümleyip kendini hazırlamaya geçemeyenler ise dışlanmaya, çağdışı kalmaya mahkum diye bakılıyor (Kazgan; 2002: 21).

Değişim rüzgarı aslında iki boyutta esmekte: Bir yanda teknoloji devriminin haberleşmede yarattığı olağanüstü hızlanma ve alan genişlemesi; diğer yanda serbest piyasa ekonomisi-serbest dış ticaret-serbest sermaye hareketleridir.

Bu çalışma, küresel değişim rüzgarıyla dünya ekonomisinde son dönemlerde (1990 sonrası) meydana gelen gelişmelerden ikincisini, “serbest piyasa ekonomisi-serbest dış ticaret-serbest sermaye hareketleri”nin genelde dünya ekonomisi üzerinde oluşturduğu etkiler üzerinde bir ufuk turu yapmayı hedeflemektedir.

Bu amaçla çalışmanın birinci bölümünde; küreselleşmenin tanımı, tarihi süreç içindeki gelişimi ile küreselleşmenin lehinde ve aleyhindeki görüşler açıklanmaktadır. İkinci bölümde; küreselleşme sürecinde dünya ekonomisinde meydana gelen gelişmeler üzerinde durulmaktadır. Özellikle 1980 sonrası dönemde dünya genelinde mali küreselleşmenin hız kazanmasıyla birlikte; 1995 sonrasında hemen hemen tüm ülkeleri doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen küresel krizlerin ülkelerin makro ekonomik göstergelerini nasıl ve hangi yönde etkilediği (hasar tespiti) açıklandıktan sonra; genel değerlendirme ve sonuç kısmıyla çalışma sonlandırılmaktadır.

(10)

1.Küreselleşmenin Tanımı ve Tarihi Süreç İçindeki Gelişimi

1.1.Küreselleşmenin Tanımı

Küreselleşmenin tanımı konusunda henüz bir fikir birliği sağlanmış değildir. Bazı yazarlar, küreselleşmenin sadece ekonomik boyutuna ağırlık verirken; diğerleri ekonomik boyutu yanında siyasi ve kültürel boyutlarına da temas etmektedirler. Ouattara (1977), küreselleşmeyi ekonomik açıdan ele almakta ve ticaret, finansal akımlar, teknoloji değişimi ile bilgi ve işgücünün mobilitesi yoluyla dünya ekonomilerinin birbirleriyle entegrasyonu olarak tanımlamaktadırlar (Yatkın, 2007:56).

Tezcan (2002), Küreselleşmeyi; sosyal, kültürel, ekonomik değerlerin uluslar arası alanda yayılması ve kabul görmesi ile, ulusal bir alanda üretilmiş değerlerin ulusal sınırları aşmasıdır. Kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması ve ekonomik, kültürel, siyasal düzeyde dünya toplumlarının içiçe girmesi olarak tanımlamakta (Tezcan, 2002:35).

Küresel kelimesi, uzun bir süredir kullanımda olmasına rağmen, aslında Küreselleşmeye günümüzde gösterilen ilginin uzantısı olup çıkmıştır. Küresel sözcüğünün “dolaşımda bulunan ağız” da ki anlamı üzerinde odaklanan Oxford Dictionary of New Words bile küreseli yeni bir sözcük olarak tanımlar. Sözlük, “küresel bilinci”de bir kültürün diğer kültürleri genelde “dünyanın toplumsal-ekonomik ve ekolojik sorunlarının değerlendirmesinin bir parçası olarak anlaması” olarak tanımlamaktadır. Sözlük, bu kullanımın Marshall Mcluhan’ın “Explorations in Communication” kitabında ortaya attığı “küresel köy” düşüncesinden etkilendiğini ileri sürer.

Globalleşme, esas Batı dışı toplumları etkileyen bir sürece atıfta bulunmaktadır. Bu sürecin tek boyutlu ve yönlü olmadığını ise, diğer birçok yazar gibi Ulrich Beck’de farklı bir yaklaşımla şu şekilde açıklamaktadır. Beck de Globalizm, Globalite ve Globalleşme gibi üç terimi ayırt eder.

Globalizm; Neo-Liberalizmin yön verdiği ideolojik bir kavramlaştırmayı ifade eder. Bu kavramsallaştırmaya göre, globalleşme ekonomiye indirgenmiş tek boyutlu ve düz çizgisel bir durum olarak anlaşılır. Globalleşmenin ekoloji, kültür, politika, sivil toplum gibi oluşumları globalizm kavramıyla dünya pazar ekonomisinin hakimiyeti altına yerleştirilir.

Globalite; Bir dünya toplumu anlayışı doğrultusunda ülkelerin birbirlerine çok boyutlu ilişkiler ağı içinde bağlı hale gelmelerini anlatır.

Globalleşme ise; Bir süreç olup, bu süreç ekoloji, kültür, ekonomi, politika ve sivil toplum alanlarındaki oluşumlar yan yana, fakat birbirlerine indirgenmeyen varoluşu içerir ve artık egemen ulus devletlerin değil uluslararası aktörlerin bu varoluşuyu yönlendirmeye başladığını ifade eder. Bir başka ifade ile, globalleşme çok boyutlu bir uluslararası sürecin adıdır (Yaman,2009:2).

1.2.Küreselleşmenin Tarihi Süreç İçindeki Gelişimi

Küreselleşme gizli bir konplonun, hatta bir planın sonucunda oluşmadı. Küreselleşmeye, belirli niyetler doğrultusunda hareket eden- yeni ekonomik fırsatlar arayan, yeni kurumlar yaratan, siyasi ve ekonomik hasımlarına karşı avantajlar elde etmeye çalışan insanlar sebep oldu. Ancak, küreselleşme yanlızca bu insanların niyetlerinden kaynaklanmadı; aynı zamanda, eylemlerin amaçladıkları yan etkilerinden ve karşılıklı etkileşimlerin

(11)

niyetlerinden bağımsız olarak ortaya çıkan sonuçlarından kaynaklandı (Brecher, Costella, Smith; 2002: 20).

Bu amaç doğrultusunda küreselleşmenin hiç de yeni bir olay olmadığı, aslında başlangıcı Rönesans’taki coğrafi keşiflerle, önce yerkürenin her yanının tanınmasına kadar uzanıyor. Olayın ilk basamağı bu. İkinci basamağı Birinci Sanayi Devrimi’nden, Üçüncü basamağı; İkinci Sanayi Devriminden geçiyor. Sermayenin küreselleşmesi anlamındaki küreselleşme ise, Birinci Sanayi Devrimi’nin ürünü. Yeni keşifler ve icatlarla ulaştırma-haberleşmeye yeni boyutlar katan İkinci Sanayi Devrimi dönemindeyse sermayenin küreselleşmesi olgusu son buluyor. İlginçtir, “finans kapital” diye anılan akışkan fonların sermaye piyasalarına serbestçe girip çıkmaları ve sermayenin her biçimiyle ülke sınırlarından içeri ve dışarı serbest hareketleri ikinci dünya savaşı sonrasında da hemen geri gelmedi. Ancak 1970’li yılların ikinci yarısında sermayenin kâr haddindeki düşüşü izleyerek ortaya çıktı. 1870’li yıllarda Avrupa’nın yaşadığı büyük depresyonun sermayeyi küreselleştirmesi yüzyıl sonra aynen tekrarlandı (Kazgan, 2002: 28).

Başlangıcı Rönesans’a kadar dayanan bu süreç bize, bilimsel buluşların getirdiği küreselleşme sermayenin küreselleşmesinin başlıca kaynağı ya da dayanağının olmadığını gösteriyor. Kavramın doğuşu üzerinde yapılabilecek tartışmalar bir yana, işaret ettiği sürecin unsurlarından yola çıkarak bir tanıma varma gayreti daha anlamlı olabilir. Çünkü son yıllarda yoğun bir biçimde kullanılmakta olan küreselleşme kavramına, değişik bakış açılarına göre bir takım farklı değerler yüklenmektedir. Benzer durumu küreselleşmenin tarihi süreç içerisindeki gelişiminde de görmek mümkün. Bu nedenle, konuyla ilgili olarak yapılmış olan farklı çalışmalar mevcut olup, bunlardan Yaman’a göre, Batı’nın yayılarak kendi verileri içinde dünyayı yeniden örgütlemesi ve sonunda bir dünya sistemi durumuna yükselmesi olgusu bugüne kadar küreselleşmenin üç ayrı tarihte, üç ayrı kez ortaya çıkmış olması şeklindeki tanımlamasıdır.

Birinci Küreselleşme (1490) : Bu tarih Batı’nın denizler ötesi keşiflere girişimlerini simgeler. Ulusal devleti güçlendirecek olan kolonilerin kurulması, yani Batı’nın o zamana kadar ulaşamadığı deniz aşırı ülkelere siyasal, askeri ve ticari etkisini yayması. Bu bölgelerde sömürge imparatorlukları kurdu. Bu sömürge imparatorluklarında egemen olan Batılı yöneticiler 18.yüzyıl sonunda Kuzey Amerika’da, 19.yüzyılda Latin Amerika’da, 20. yüzyılda da Güney Amerika’da ki ülkelerden bağımsızlıklarını alarak bu ülkelerdeki yerli halkın durumunu değiştirmeyen süreç.

İkinci Küreselleşme (1890): Batı’nın ikinci yayılması 1870’den sonra başladı ve 1890’larda kurumsallaştı. Yararlanılan teknoloji, Batı ile dünyanın bölgeleri arasında çok büyük oransızlık doğurmuş bulunan devrimin yarattığı muazzam teknolojik imkanlardı. Yani bu yayılmanın ardında sanayi devrimi bulunuyordu.

Üçüncü Küreselleşme (1990): İlk iki küreselleşmede kararsız dengeler ortaya çıkmıştı. Bağımsız ülke sayısı çok artmıştı. Çatışmalar çoğalmış ve hızlanmıştı. Azgelişmiş ülkelerde ise kimlik çatışmaları doruğa ulaşmıştı. İlk iki küreselleşme sonrasında Avrupa pazarı kendine yetmeyen Batı’nın yaşamaya devam etmesi için yeniden yapılanmaya gitmesi ve bunun için de ekonomik açıdan pazarlarını genişletmesi gerekiyordu. Bu durum ise üst yapı açısından, Batı kültürünün tüm dünyayı sarmasıdır. Üçüncü küreselleşmenin diğer ikisinden daha güçlü olduğunu görüyoruz. Bunun nedeni;

(12)

- 1980’lerde Batı’nın optik kablo, haberleşme uyduları, bilgisayarlar, internet gibi teknolojik buluşları devreye sokarak yarattığı iletişim devrimi.

- 1990’lar da Sovyetler Birliği’nin dağılması sonucu güç dengesinin ortadan kalkması ve Batı’nın yeniden tek güç odağı haline gelmesidir.

Şekil 1’de de görüldüğü gibi, küreselleşmenin tarihi süreci 3 ayrı aşamada incelenmiş olup, üçüncüsünün diğerlerinden daha etkili olduğunu söyleyebiliriz (Yaman, 2009:01).

Birinci

Küreselleşme İkinci Küreselleşme Üçüncü Küreselleşme İtici Güç Denizcilikteki

Gelişmeler Sanayileşme ve Doğurduğu gereksinimler.

1970’lerde Çok Uluslu Şirketler, 1980’lerde İletişim Devrimi

1990’larda Batı’nın Rakibinin kalmaması Yöntem Önce kâr, sonra

askeri işgal

Önce misyonerler sonra keşifler, sonra ticari şirketler, en sonra işgal

Kültürel-ideolojik etki, böylece ülkenin her yanı kendiliğinden etkileniyor

Haklı

gösteriş Putperestlere Allah’ın dinini götürme

Beyaz adamın yükü, Uygarlaştırıcı görev. Irkçı teoriler.

En yüksek uygarlık düzeyi, Uluslar arası topluluğun iradesi, Piyasanın gizli eli,

Küreselleşme herkesin çıkarınadır.

SONUÇ Sömürgecilik Emperyalizm. Küreselleşme

Şekil 1. Üç Küreselleşme Sürecinin Karşılaştırılması 1.3.Küreselleşmenin Lehinde ve Aleyhindeki Görüşler

1.3.1.Küreselleşmenin Lehindeki Görüşler

Küreselleşme ile birlikte ortaya çıkan yeni durum hakkında ve küreselleşmenin geleceği konusunda temelde iki farklı yaklaşım bulunmaktadır. Bir yanda küreselleşmeyi insanlığın ilerlemesi ve dünya üzerindeki eşitsizliklerin giderilmesi açısından büyük bir nimet sayan Liberaller, diğer yanda ise küreselleşmenin modern bir sömürü biçimi olduğunu savunan küreselleşme karşıtları bu tezleri için önemli argümanlar sunmaktadırlar. İyimser ve kötümser olarak adlandırılan bu iki görüşten hangisinin haklı olduğu aslında belli olmasına rağmen, önümüzdeki yıllarda bu durumu daha açık bir şekilde görmek mümkün olacaktır.

Küreselleşmeyi savunan görüşlerin temelinde; demokrasinin ve serbest piyasa mekanizmasının küresel olarak yaygınlaşmasının yeni bir özgürlükler ve fırsatlar çağı açacağı anlayışı yatmaktadır. Bu yaklaşımın temelini oluşturan Neo-Liberal iktisadi yaklaşım, referans olarak bireyci felsefeyi ve müdahale olmaksızın kendiliğinden koordine olacağına inanılan piyasa mekanizmasını almaktadır. Bu görüşü savunanlar, müdahale edilmeyen bir piyasanın uzun dönemde herkes için olumlu sonuçlar yaratacağını öngörüyorlar. Dolayısı ile bu görüşü savunanların beklentisi, gerek geride kalan ülkelerin gerekse de her ülkenin kendi içinde geri kalanların, zaman içinde öndekileri yakalayacağıdır (Öniş ve Erdoğdu, 2002: 28).

(13)

Bir başka görüşe göre, teknolojiyi geliştirmiş bir ülke, azgelişmiş bir ülkeyi pâzar olarak görecek ve azgelişmiş ülkeye yatırım yapan gelişmiş ülkeler küresel normların baskısı nedeniyle yüksek kalitede ürünü ve kaliteyi bu ülkelere götürmek zorunda kalacaklardır (Kutlu, 1998:365).

Yine, küreselleşme ile birlikte rekabetin artması, fiyat rekabeti yoluyla tüketiciye mal ve hizmetlerde daha fazla seçme olanağı verecek ve bu gelişme de yaşam seviyesini yükseltecektir. Dolayısıyla küreselleşmenin insanların hayatı üzerinde önemli etkileri olacaktır. Böylece, ticaret ve sermaye önündeki engellerin kaldırılması daha etkin bir uluslararası iş bölümüne neden olurken, aynı zamanda kalite ve fiyat açısından malların ve hizmetlerin daha etkin bir biçimde tüketiciye yönlendirilmesine olanak sağlayacaktır (Leba, 2001:3).

Küreselleşmenin kültürler üzerinde oluşturacağı etkiyi ise Ulugay şu şekilde açıklamaktadır; “Tarihte ilk kez gerçekten küresel bir uygarlık kurulmakta olup, iletişimdeki ilerleme sonucunda bütün kültürler birbirlerine yakınlaşmakta ve melez bir küresel kültürün oluşumuna zemin hazırlamaktadır (Ulugay, 2001:61).

Erkan’ın yaklaşımı ise, gelişmekte olan ülkeler, bilgi çağının bilişim altyapısına sahip olmadıkları gibi, bilgi çağının personel, kurumsal ve maddi altyapısına yeterli düzeyde sahip olmadıkları için, küreselleşmenin etkisiyle bu ülkelerin gelişmiş merkez bölgelerinde bilgi yoğun bir yaşama geçilirken sanayi toplumlarında olduğu gibi ikili hatta üçlü bir ekonomik yapı ortaya çıkacaktır. Üçlü yapının hızlanan entegre bir kalkınma sürecine dönüşebilmesi özellikle bilişim, personel ve kurumsal altyapı donanımları ile buna paralel olarak sanayi ve bilgi sektörlerinde önemli bir birikimin olmasına bağlıdır. Bilgi sektörü, bilişim altyapısı, sanayileşme, personel ve kuramsal altyapıdaki olumlu ve dinamik gelişmenin, olumsuz gelişmeleri aştığı sektör ve yörelerde kendi kendini besleyen gelişme süreci yaşanabilecektir (Erkan, 1998:147).

Yine, küreselleşmeyi savunanların görüşleri sadece serbest piyasa ekonomisi, serbest dış ticaretle sınırlı kalmayıp; sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesini de kapsamaktadır. Çokuluslu Şirketler (ÇUŞ) bir yandan çeşitli eleştirilere maruz kalıp, bu kuruluşlara karşı ciddi bazı tedbirler alınırken, öte yandan hemen hemen bütün ülkelerin yabancı sermaye peşinde koşmaları ilginç bir durumdur. Yabancı sermaye, küreselleşme eğiliminin artmasına bağlı olarak ortaya çıkan ekonomi politikalarındaki liberalleşme, sermayenin serbest dolaşımı, ticarette serbestleşme ve tüketici alışkanlıklarının birbirine yakınlaşması gibi faktörlerle birlikte gelişmiş ve gelişmekte olan tüm ülkeler için çok önemli bir konu haline gelmiştir.

Yabancı sermaye akımlarının toplam hacminde ortaya çıkan artış da yabancı sermayenin kalkınmaya olan etkisinin anlaşılmasında önemli rol oynamış ve tüm ülkelerin bu konu üzerinde odaklanmasına neden olmuştur (Batmaz ve Tunca, 2005:49).

Yabancı sermaye yatırımlarının bir ülke ekonomisi için en önemli katkısı o ülke ekonomisine yaptığı sermaye aktarımı olup, küreselleşme sürecinde sermaye piyasalarının liberalleştirilmesi sonucu Geri Kalmış ve Gelişmekte Olan Ülke ekonomilerine sağlayacağı katkılara yönelik görüşler ise şöyle:

Gelişmekte olan ülkeler, geri kalmışlık kısır döngüsünü kırabilmek için yatırımlarını artırmak zorundadırlar. Ancak yatırımlarını artırmak için gerekli olan tasarruf birikiminden yoksundurlar. Bu ülkelerin kalkınma süreçlerinde karşı karşıya bulundukları bu

(14)

tasarruf-yatırım darboğazı veya sermaye yetersizliği bir ölçüde yabancı ülkelerde yapılan tasarrufların ülkeye yatırım olarak çekilmesi ile ortadan kaldırılabilmektedir. Diğer bir deyişle, yabancı sermaye iç tasarruf darboğazını azaltmak için kullanılabilecek önemli bir kaynaktır (Nazan, 1992:15).

Gelişmekte olan ülkelerde yabancı sermayeden ev sahibi ülkenin beklentilerinden birisi de, ödemeler dengesinde yaratacağı iyileşmedir. Bir başka deyişle, yatırım yapan firmanın ticaret açığının kapatılmasında ve ayrıca döviz girişinde pozitif bir etkisinin olacağı yönündeki beklentilerdir.

Aizenman ve Yi’ye göre (1997), ülkelerin ithal ikameci endüstriden ihracata dönük endüstriye dönmesi durumunda Çok Uluslu Şirketlerin avantajları önemlidir. İhracat mallarının üretilmesi yaygınlaştırılmak isteniyorsa, ÇUŞ’lar serbest ticaret için önemli bir faktör olabilir. Korumacı bir rejime sahip ülkelerde doğrudan yabancı yatırımların artması ülke içindeki sermaye verimliliği hatta kamu sektöründeki verimliliği artırmakta, bu durumda ülkenin ihracatını ve ödemeler dengesini pozitif yönde etkilemektedir (Aizenman ve Yi, 1997:4-9).

Diğer taraftan, uluslararası müşterilerin varlığının da firma verimliliği üzerinde pozitif etkiye neden olduğu bulgular arasındadır. Verimlilik üzerindeki bu pozitif dışsallık yerel firmaların da ihracat performansını olumlu yönde etkilemektedir (Smarzynska, 2002:1-3).

Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının (DYSY) teknoloji transferinin bir diğer kanalı olduğunu savunanlar ise, uluslararası teknolojinin yayılması ile doğrudan bağlantısının olduğu görüşünü savunmaktadırlar. Behrman ve Wallender, yapmış oldukları çalışmalarında teknoloji transferinin ÇUŞ’leri arasında ve bağımsız şirketler arasında niteliksel farklılıklarını vurgulamışlardır. İleri teknoloji transferinin daha çok şirket içi kanallarla gerçekleştirilmekte olduğunu ileri sürmüşlerdir (Blomström, 1991:4).

Küreselleşmeyi savunanların görüşleri bunlarla sınırlı kalmayıp, ÇUŞ teknolojilerinin dışsallığından tutunda, endüstri içi dışsallık, endüstri dışı dışsallıkla birlikte, ücretler üzerinde oluşturacağı olumlu etkilere varıncaya birçok farklı görüşün ileri sürüldüğünü görmek mümkündür.

1.3.2. Küreselleşmenin Aleyhindeki Görüşler

Küreselleşme ile ilgili olarak bugünün dünyasında iki farklı direnç dalgasından söz etmek mümkündür. İlki, gelişmiş ülkelerin kendi içlerindeki bazı grupların karşı eylemleriyle kendini gösterirken; ikincisi, dünyanın daha çok gelişmekte olan ülkeleri tarafından ortaya çıkmaktadır (Toprak, 2001:31).

Gelişmiş ülkelerin kaygısı, Üçüncü Dünya ile yapılan ticaretin sonucu olan küreselleşmeden gelecek başlıca tehditi, kendi ülkelerindeki en yoksul ve en az vasıflı işçilerin yaşam standartlarını olumsuz yönde etkileyeceğinden kaygı duymalarıdır (Lal, 2000:18).

Gelişmiş dünyada ki küreselleşme karşıtlarının bir başka kaygısı da; sınıf, eğitim, kültür, çevre, düşünce, etnik köken, atipik cinsel tercih olarak daha çok dışlanmışlardan oluşmakla birlikte; ırkçılık ve etnik ayrımcılık karşıtları, doğa-çevre severler, hayvan severlerin de bu eylemlerde önemli düzeyde yer aldığını kaydetmek gerekir. Dolayısıyla, sadece pastadan pay alamayanlar veya yeterince alamayanlar küreselleşmeye, liberalleşmeye

(15)

karşı çıkmamakta; aynı zamanda insancıl veya doğa ve çevre kaygıları olanlar da endişe ile karşılamaktadırlar (Toprak, 2001: 32).

Küreselleşme ile ortaya çıkan bir başka endişe de emek piyasalarındaki rahatsızlıklardır. Bu piyasalarda ortaya çıkacak olan bir dengesizlikten gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan ülkelerin büyük kaygı duymalarıdır. Bununla birlikte, emek piyasası henüz mal ve sermaye piyasaları gibi küreselleşmese de, ticaretin artması ve Çok Uluslu İşletmelerin talepleri doğrultusunda nitelikli işgücü ya da beyin göçünün giderek hız kazanması. Küresel dünya, ulus devletleri aşan uluslar üstü gücü sayesinde topraktan bağımsız bir devlet niteliği kazanarak toprak mülkiyetini değiştirmesi ve emeği hareketlendirmesidir (Altan, 1998:32).

İşin özü, emek küreselleşmeden önemli oranda etkilenirken kendisinin küreselleşmeye katkısı yok denecek kadar sınırlı olsa da, emek küreselleşmeden etkilenmektedir. Çünkü, özellikle geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde ücretlerin düşük olması, işgücünün kendisine emeğinin karşılığında daha yüksek ücret ödenebileceğini düşündüğü gelişmiş ülkelere göçü hızlandırmaktadır. Bu durum söz konusu ülkelerde ki ücretlerin düşmesine ve aynı zamanda işsizliğin artmasına da neden olmaktadır. Son zamanlarda Gelişmiş Olan Ülkeler de kaçak işgücünün daha düşük ücretle istihdam edilmesi, bu ülkelerde sürekli ikamet eden ve çalışan işgücünün işsiz kalmasına sebep olduğu gibi, bu ülkelerde zaman zaman işçi ayaklanmalarında da etkili olmuştur.

Küreselleşmeyle birlikte, Gelişmekte Olan Ülkelerin kaygıları ve endişeleri ,Gelişmiş Olan Ülkelerin kaygı ve endişelerinden çok farklı boyutlarda olup, her geçen günde farklı bir şekle bürünmektedir. Çünkü, küreselleşmenin temeldeki öğretisi, evrensel düzeyde serbest piyasa ekonomisine geçişteki bütün ülkelerin tek pâzar oluşturmak üzere dünya pazarlarıyla bütünleşmesi ve mal-hizmet-sermaye hareketlerinin tam serbestleşmesiyle küreselleşme gerçekleşecekti. Bu amaçla, ithalat-ihracat dış ticaret koruma politikalarının etkisinden arındırılacak, fiyat sübvansiyonları kalkacak, paraların konvertibilitesi sağlanacak; devlet tekelleri kaldırılacak, kamu teşebbüsleri özelleştirilecek; mallar gibi hizmetlerin ve sermayenin dolaşımındaki kamu müdahaleleri kaldırılacak; dolaysız yatırımlar, portfolyo yatırımları ve kısa vadeli sermaye hareketleri denetimden arındırılacak ve mali piyasalar bütünleşecek. Böylece dünya ekonomisi, katılanları özel girişimleri olan, piyasalarına rekabet koşullarının egemen olduğu ve dürtüsünün kâr olduğu bir alana dönüşecekti. Ancak bunlar gerçekleşmedi (Kazgan, 2002 :95-96).

Yine küreselleşmeye karşı çıkanlara göre; küreselleşme emperyalizmin, neo-liberalizmin 21.yüzyıl başında ki adı olup, bu görüşte olanların küreselleşmeye değişik açılardan bakıp, değerlendirmeleri şöyle:

Ekonomik Açıdan Küreselleşme: Batı’nın ekonomik düzeni olan kapitalizmin ulusal kalıbına sığmadığı ve dünyaya yayılmak istediği durum olarak tanımlanmaktadır. Amacı ise, Batı’nın dünyadaki pâzar payını maksimize etmek istemesidir. Bununla birlikte dünya genelinde gelir dağılımının bozulmasına, yoksulluğun artmasına ve çevre kirliliği gibi unsurların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Siyasi Açıdan Küreselleşme: Demokrasiyi getirmediği gibi, bu kavramı Gelişmekte Olan Ülkelerin işlerine müdahale etme ve bu ülkeleri zayıf düşürerek amaçlarına daha kolay erişmek için kullanmaktadırlar. Böylece az gelişmiş ülkelerin gerek ulusal gerekse uluslararası ilgili konuların tek başına alınmasını da engellemiş oluyorlar. Diğer bir ifade ile bu ülkelerin bağımsızlıklarını zedelemektedirler.

(16)

Uluslararası Düzen Açısından: Küreselleşmenin başlıca sloganı olan “Yeni Dünya Düzeni” kavramı düzensizliği de beraberinde getiriyor. Ülkelerde çatışmaların artması, uluslararası ciddi boyutlara ulaşması, yoksulluk, açlık, sefalet ve insan tacirliği bunun somut örnekleridir (Çeken, Ökten ve Ateş,2008:79).

Yukarda ifade edildiği gibi, gerek küreselleşme kavramı üzerinde gerekse küreselleşmenin lehinde ve aleyhindeki görüşler üzerinde net bir tanım ve fikir birliği sağlanmamıştır. Ancak, gerçek olan bir şey var ki o da küreselleşme olgusunun ister bir dayatma isterse gönüllü bir gelişme ve değim biçiminde algılansın günümüz dünyasında tüm ülkeleri artan bir ivme ile şekillendiren etken oluşudur.

2. Küreselleşme Sürecinde Dünya Ekonomisindeki Gelişmeler

Küreselleşme söylemlerinin artarak yoğunluk kazandığı günümüz dünyasında, global ölçekte ekonomik, kültürel ve siyasal düzeyler de bir dönüşümün ve yeniden yapılanmanın yaşandığı açıkça görülmektedir.

Bu yeniden yapılanmada dünya bir taraftan küreselleşirken, diğer taraftan da bölgeselleşmektedir. Ülkeler arasında ekonomik, politik ve teknolojik bağların artması, aralarındaki işbirliği hareketlerini körüklemektedir. Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), Dünya Bankası (IBRD), Birleşmiş Milletler (BM) gibi kuruluşlar, Avrupa Birliği (AB), Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi (NAFTA), Güney Amerika Ortak Pazarı (MERCOSUR), Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi (EFTA), Güney Doğu Asya Uluslararası Birliği (ASEAN) ve Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) ise bölgeselleşme çerçevesindeki bir işbirliğini simgelemektedirler. Ancak bu kuruluşlara ve dünyanın geleceğine yön veren esas güç ise, ekonomisi güçlü devletlerin oluşturdukları özel ülke gruplarıdır. Bu gruplardan bazıları; Yediler Grubu (G-7)’dir. G-7’yi oluşturan ülkeler; ABD, Japonya, Almanya, İngiltere, Fransa, Kanada ve İtalya’dır. 1998 yılında bu gruba Rusya 8. üye olarak katılmış fakat grubun ismi değişmemiştir. G-7’yi oluşturan bu ülkelerin dünya GSMH’sı içindeki payı oldukça yüksek olup, 1999 yılı itibariyle dünya GSMH’sının % 65’ini üretmişlerdir. Yine G-7 grubunun dünya ticareti içindeki payları ise % 52’dir. Grup üyeleri birbirine danışmakta, çeşitli konularda müzakereler yürütmekte, dünya ekonomisinin geleceğini şekillendirerek, büyüme hızına, ticarete, mali akışlara yön verecek niteliklerde kararlar almaktadırlar (dtm.gov.tr, 2009).

Dünya ölçeğindeki bu değişim, ekonomik alanda ülkeler arasında bölgesel ekonomik entegrasyon hareketlerine önem kazandırmış ve günümüzde üç ayrı kıtada bölgesel ticaret blokları oluşturmuştur. Bunlar, Avrupa kıtasında AB ve EFTA, Amerika kıtasında NAFTA ve MERCOSUR, Asya Kıtasında ASEAN ve Asya-Pasifik bölgesinde ise APEC en önemli bölgesel ekonomik entegrasyonlar arasında yer almaktadır. Ülkeler arasında gerçekleştirilen bu entegrasyonların ileriki yıllarda dünyanın farklı bölgelerinde farklı ülkeler arasında artan bir hızla daha fazla bütünleşeceğinin bir göstergesi olduğunu söyleyebiliriz.

Ancak, gerek dünya ekonomisi gerekse buna bağlı olarak ülke ekonomileri şuanda çok zor bir dönemden geçiyorlar. Uluslararası ekonomik ilişkilerin gelişiminde rol oynayan bazı kapsamlı konuların tartışılmaya açılması gereken çok önemli bir noktada duruyoruz. Bugün, muazzam bir belirsizlik ve hatta küresel finans piyasalarının ve daha geniş anlamda küresel ekonominin geleceği ile ilgili endişeler yaşandığını gözlemliyoruz. Yine dünya genelinde

(17)

yakın geleceğin neler getireceği konusunda da büyük bir kaygı mevcuttur (Friedman, 2008:2-29).

Dünya genelinde gözlemlenen bu kaygı ve endişelerin nedeni ise özellikle son dönemlerde (1990 sonrası) dünya ekonomisi göstergelerindeki çarpık/dengesiz yöndeki gelişmelerdir. Bu olumsuz ve çarpık gelişmeler başta sanayileşmiş olan ülke ekonomilerinde olmak üzere, arkasından diğer tüm dünya ülkelerine yayılarak bu ülkelerde de görülmeye başladı.

Dünya ekonomisinde meydana gelen bu değişimin (büyüme hızları, GSMH’sı, dış ticaret hadleri, cari açıklar, ödemeler bilançosu dengesizlikleri v.b) nedenleri konusunda farklı görüşlerin ileri sürüldüğünü görüyoruz. Bunlardan Stiglitz’e göre: “Küreselleşme, serbest ticaretin önündeki engellerin kaldırılması ve ulusal ekonomilerin daha fazla bütünleşmesi, iyi yönde kullanılabilecek bir güç olabilir; ve dünyadaki herkesi, öezellikle fakirleri zenginleştirebilecek bir potansiyele sahipken, söz konusu engellerin kaldırılmasında büyük rol oynayan uluslararası ticari anlaşmalar ve küreselleşme sürecinde gelişmekte olan ülkelere dayatılan politikalar dahil olmak üzere, küreselleşmenin yürütülme şeklinin baştan aşağıya gözden geçirilmesi gerektiğine inanıyorum” (Stiglitz, 2002:9) şeklinde yapmış olduğu açıklama ile bu gün dünya genelinde ki kaygı ve endişelerin kaynağı olarak küreselleşmeyi göstermektedir.

Yine son yıllarda dünya ekonomisinde meydana gelen bozulmanın nedeni IMF tarafından da desteklenmekte olup, “küresel dengesizlikler” olarak adlandırılmakta olan bu sürecin “sürdürülemez” olduğunu muhalif iktisatçılardan çok neo-liberal çevreler ileri sürmektedirler (IMF, 2005: Böl.2).

Deardorff’a göre ise, dünya ölçeğindeki bu hızlı değişimin ve büyümenin temel nedenlerinden biri Çin’in ve Hindistan’ın büyüme hızlarında meydana gelen hızlı artıştan kaynaklandığını (2007’de Çin ekonomisi % 11.4 oranında ve Çin’i % 8.5 büyüme hızıyla Hindistan’ın takip etmesidir) neden olarak göstermesidir (Deardorff, 2008:9).

Yine bu konuyla ilgili Boratav ise (2007) de yapmış olduğu çalışmasında; dünya ekonomisinde ortaya çıkan bunalımın nedenini; dünya ekonomisini oluşturan ülke gruplarının bir bölümünün cari işlem dengesini değiştiren dönüşümler, dünya ekonomisinde de, ulusal bir ekonomide olduğu gibi ödemeler dengesi özdeşliği geçerlidir. Yani ülkeler ve bloklar arası cari işlem hesaplarının “hata noksan” öğesi dışında sıfır toplamla sonuçlanması gerekir.

Tablo 1, büyük ekonomik bölgeler itibariyle yukarıda özetlenen dönüşümün nicel yansımalarını ortaya koymaktadır. Gerek Metropol’ün gerekse ABD ve Japonya ile birlikte Çevre Ülkelerin Cari İşlem Dengeleri 1996 yılına göre; 2006’da büyük değişiklik göstermektedir. Metropol’ün 1996’da Cari İşlem Dengesi +36 milyar dolarken bu rakam 2006’da -651 milyar dolara ulaşmıştır. Öte yandan ABD’nin konumu 1996’da -118 milyar dolardan, 2006’da -857 milyar dolara çıkmıştır. Çevre Ülkeleri konumunu -85 milyar dolardan +631 milyar dolara dönüştürürken, Petrol İhracatçısı Ülkeler ile Çin’de Cari İşlem Dengelerini büyük oranda iyileştirmişlerdir.

(18)

Tablo 1: Dünya Ekonomisinin Cari İşlem Dengeleri, (Milyar Dolar) Yıllar 1996 2003 2006 Metropol 36 - 302 - 651 ABD - 118 - 527 - 857 Japonya 66 136 170 Diğer Batı 88 89 36 Çevre - 85 228 631 Petrol İhracatcıları 39 109 396 Çin 7 46 239 Diğer Çevre - 131 73 - 4 Kayıt Dışı 49 74 - 20

Kaynak: IMF, World Economic Outlook, farklı yıllardan yapılan hesaplamalar. Bu kaynaklarda

“ileri” (“advanced”) ekonomiler arasında gösterilen “Asya’nın yeni sanayileşen Ülkeleri” “tabloda” “diğer çevre” içinde yer almıştır. (Alıntı: Boratav, 2007 ).

Son on yıllık bozulmanın ardında yatan etkenlere ise Tablo 2 ışık tutmaktadır. Dünya Ekonomisindeki bozulmanın “başlangıç noktası” tartışıldığında iki adres gösteriliyor. 1996 ve 1999-2000 dışında süreklilik gösteren kamu açıkları, 1996 sonrasında oluşan özel tasarruf açığı ve Tablo 2’de gözlendiği gibi daha sonra adım adım büyüyen tasarruf / yatırım açığı nedeniyle faturayı ABD ekonominse çıkaranlar çoğunluktadır. Bu dev ekonomi, 1981 sonrasında bir dışında sürekli Cari Açık vermiş; özellikle 1991 sonrasında dış açığın Milli Gelire oranı kesintisiz artarak, 2006’da % 6.5’e ulaşmıştır. Dış dünya (özellikle Japonya, başta Çin olmak üzere Asya ve Petrol İhracatçıları) devlet tahvil ve hazine bonolarını kabul ederek ve Amerikan Şirketlerine ait hisse senetlerine, özel tahvillere “yatırım” yaparak, ABD ekonomisinin cari açığının finansmanını sağlamış; borsayı, gayrimenkul piyasasını, tahvil fiyatlarını yukarı çekerek ve “servet etkisi aracılığı” ile iç talebi kamçılamış; hane halklarının net tasarruflarının erimesine yol açmıştır.

Tablo 2: Gayri Safi Yurtiçi Hasıla İçinde Tasarruf ve Yatırım Oranları (%)

Yıllar 1989-1996 2003 2006 ABD Tasarruf 16.7 13.3 13,4 Yatırım 18.3 18.4 20.2 EURO BÖLGESİ Tasarruf 21.0 20.4 21.0 Yatırım 21.3 20.0 21.0 JAPOYA Tasarruf 32.4 26.2 27.6 Yatırım 30.3 23.0 23.9 ASYA/Japonya hariç

(19)

Tasarruf 31.3 34.9 40.2 Yatırım 32.3 32.0 36.3 Petrol İhracatçıları Tasarruf 22.4 29.7 39.8 Yatırım 24.1 22.7 22.1 Diğer GOÜ Tasarruf 25.6 26.8 30.9 Yatırım 27.6 26.1 30.1

Kaynak:IMF, World Economic Outlook, April 2006 ve September 2006.

Buna karşılık, dengesizliklerin kökenini özellikle Asya ekonomilerindeki “tasarruf fazlası”nda arayanlarda vardır. 1997’ye kadar tasarruf oranlarını aşan yüksek yatırım tempoları ile cari açık veren Doğu Asya Ülkeleri, kriz sonrasında yatırım oranlarını dramatik boyutlarda aşağıya çektiler ve sonraki yıllarda sürekli cari fazla veren bir konuma geçtiler. Tablo 2 , bu durumu kriz öncesi ve sonrasını karşılaştıran verilerle kısmen ortaya koymaktadır (Boratav, 2007:3).

Yine, gerek dünya ekonomisi için gerekse ABD ekonomisi için önemli sıkıntı yaratan konulardan birisi de cari açıkların yanı sıra uzun zamandan beri doların değer kaybetmesi ve ABD’deki “Mortgage Krizi” ile birlikte dış ticaret açıklarıdır.

Bu konuya ilişkin Deardorff’un yaklaşımı şöyle: ABD’nin cari işlemler açığı tarihin hiçbir döneminde şimdiki kadar yüksek düzeye çıkmamıştır. Söz konusu açık 1990’ların başından itibaren büyüyerek 2007’de GSYİH’nın % 7’sine ulaşmıştır. Yıllar içinde birkaç çeyrek boyunca doların değer kaybı son üç yılda oldukça istikrarlı bir şekilde seyretmekte, ancak 2007’de daha ani bir düşüş görülmektedir. Burada üzerinde durulması gereken husus, çoğu ülkenin para biriminin dolara bağlı olması ve bu yüzden dolar karşısında avro gibi bir yükseliş eğilimi izleyememeleridir. Bununla birlikte, son yıllarda doların nominal olarak diğer para birimlerine karşı değer yitirmekte olduğu açıktır.

ABD ekonomisinde bir diğer eğilim ise, belki doğrudan ticaret sistemi ile ilgili olmayan, ancak iktisadi yapı üzerindeki etkileri tartışılmaya başlayan Mortgage Krizi (Emlak Balonu) dir. Amerika’da konut alan birçok insanın kredileri ödeme konusunda zorluk yaşamaya başlaması sonucunda bütün finansal piyasalar (piyasaların küreselleşmiş olmasından dolayı) yalnız ABD’de değil tüm dünyayı negatif yönde etkilemiştir.

Öte yandan ABD’nin ticarette korumacılığı devam ettirdiği sektörlerde serbestleşme sağlanması yada dünya ihracat pazarlarında Amerikan ürünlerine açılmaya yönelik olarak yeterli ve istenilen adımların atılmaması durumunda, Kongrenin müzakere sonuçlarını tartışmaya açması söz konusudur. ABD’nin dış ticaret açıkları ile bilhassa taleplerinde önemli artışlar olan tarım ürünlerine yönelik ulusal destekleme politikaları konularında durum daha da ciddi bir hal almaktadır (Deardorff, 2008:10-13):

(20)

Sonuç olarak bu gelişmeler ABD ekonomisinde bir yavaşlamaya neden olarak, ABD ekonomisinin bir resesyon dönemine girmesine yol açmıştır. Bu durum kuşkusuz sadece bu ülkeyi olumsuz yönde etkilemekte kalmadı; dünya ekonomisi genelinde de birçok değişikliğe neden olmuştur. Bunlar arasında dünyanın çeşitli bölgeleri ve ülkelerindeki GSYİH’larından tutunda, ülkelerin yıllık ortalama büyüme hızları, işsizlik oranları, ödemeler bilançosundaki dengesizlikler, cari açıklar ve mal ticaret hacmindeki değişikliklere varıncaya kadar uzanmaktadır.

2.1.Kişi Başına Düşen GSYİH ve Yıllık Ortalama Büyüme Hızlarındaki Değişim Son yirmi yıldır iktisadi büyüme süreci iktisatçıların daha fazla ilgisini çekerken, başta Angus Madison olmak üzere pek çok iktisat tarihçisi de özellikle Sanayi Devrimi sonrası dönemde tüm dünya ülkeleri veya bölgeleri için satın alma gücü paritesine göre uyarlanmış GSYİH’ları hesaplamaya çalışmaktadırlar. Dünya ekonomisinin önemli dönüm noktaları olarak kabul edilen 1973, 1950, 1913, 1820 yılları için kişi başına GSYİH düzeyleri her ülke için ayrı ayrı hesaplanmış olup, yapılan hesaplamalar sonucunda 1500 yılından günümüze kadar dünyanın çeşitli bölgelerli ve ülkeleri için kişi başına gelirde sağlanan artışlar (Grafik 1) görüldüğü gibidir (Madison, 1995 ve 2001).

Yukarıda Grafik 1’de görüldüğü gibi, 1500 yılından günümüze kadar dünyanın çeşitli bölgeleri ve ülkeleri için kişi başına gelirde sağlanan artışlarda her ikisinde de iktisadi büyümenin 19. yüzyılda başlamasa bile hız kazandığı açıkça görülmektedir. 1820 ile 2005 yılları arasında dünyada kişi başına gelir yaklaşık olarak sekiz kat artış göstermiştir. Ancak aynı süre içinde tüm ülkeler ya da bölgeler aynı hızla büyümemiştir. Sanayileşme ve gelir artışları, Birinci Dünya Savaşı’na ve hatta 20.yüzyılın ortalarına kadar yüksek gelirli Avrupa ve Kuzey Amerika ülkeleriyle sınırlı kalmıştır. 20.yüzyılda, özellikle de İkinci Dünya savaşı sonrasında Güney Avrupa, Japonya ve Kore gibi az sayıda ülke ve bölge kişi başına üretim ve

(21)

gelirde çok hızlı artışlar gerçekleştirerek kendileri ile yüksek gelirli ülkeler arasındaki farkı büyük ölçüde kapatabilmiştir. Ancak bu “iktisadi mucize” örneklerinin dışında, dünya ölçeğindeki genel eğilimlere bakıldığında, yüksek gelirli ülkelerle gelişen ülkeler arasında 19.yüzyıl boyunca açılan farkın son elli ya da yüzyıl da kapanmadığı görülmektedir. 1820’den buyana kişi başına gelir Batı Amerika’da 15 kattan fazla, Kuzey Amerika’da 20 kat, Japonya’da 30 kat artmıştır. Oysa aynı dönemde kişi başına gelir Japonya dışındaki Asya’da 6 kat, Güney Amerika’da 7 kat, Afrika’da ise sadece 4 kat artabilmiştir (Pamuk, 2007:10).

Diğer taraftan yine dünyanın çeşitli bölgeleri ve ülkelerinde (1500-2005) yılları arasında meydana gelen yıllık ortalama büyüme hızlarındaki artışın 1820’li yıllara kıyasla daha yüksek olduğu Tablo 3’de açıkça görülmektedir.

Tablo 3’de görüldüğü gibi, dünyanın bazı bölgeleri ve ülkelerinde meydana gelen yıllık ortalama büyüme hızlarında (%) olarak farklı sonuçlar görülmektedir. Özellikle Latin Amerika, Asya, Afrika, Ortadoğu, Japonya, G.Kore, Çin ve Hindistan’ın yıllık ortalama büyüme hızları 1950’yıllarına gelinceye kadar kayda değer bir büyüme hızı gerçekleştirememişlerdir. Ancak, 1950’li yıllardan itibaren başta Japonya olmak üzere Çin, G.Kore, Hindistan, Asya ve Afrika’da meydana gelen büyüme hızları Batı Avrupa ve ABD ortalamasının üzerinde seyretmeye başlamıştır.

Tablo 3: Yıllık Ortalama Büyüme Hızları (%)

Yıllar 1500-1820 1820-1914 1914-1950 1950-1973 1973-2005 Batı Avrupa + ABD 0.1 1.3 1.3 3.3 1.9 Gelişen Ülkeler 0.0 0.3 0.5 2.8 2.4 Dünya 0.1 0.9 0.9 2.9 1.8 ABD 0.4 1.5 1.6 2.5 2.0 Batı Avrupa 0.1 1.2 0.8 3.9 1.7 Güney Avrupa 0.0 0.8 0.7 5.2 2.1 Latin Amerika 0.9 1.4 2.6 1.0 Asya 0.0 0.2 -0.1 3.8 3.9 Afrika 0.0 0.4 0.9 2.0 0.3 Ortadoğu 0.5 1.3 4.5 0.7 Japonya 0.1 0.8 0.9 8.1 2.0 G.Kore 0.3 -0.2 5.8 5.8 Çin 0.0 -0.1 -0.6 2.9 5.9

(22)

Hindistan 0.0 0.2 -0.2 1.4 3.4

Türkiye 0.0 0.6 0.8 3.4 2.5

Kaynak: DTM: Uluslar arası Ekonomi ve Dış Ticaret Politikaları Dergisi, Yıl 1, Sayı:2, 2007

Ancak, 1820 yılında dünyanın en zengin ülkeleriyle en yoksul ülkeleri arasında kişi başına gelir bakımından fark en fazla 4:1(dörtte bir) mertebesinde idi. Son iki yüz yılda dünyada kişi başına gelir yaklaşık olarak 8 kat artmış, ancak en yüksek gelirli ülkelerle en düşük gelirli ülkeler arasındaki ortalama gelir farkı 60:1 (atmışa bir) mertebesine kadar yükselmiştir (Pamuk, 2007:11). Bunun ardında, ülkelerin yıllık büyüme hızlarındaki % 1 ya da % 2 gibi farklar yatmaktadır. İlk bakışta önemsiz gibi gözükebilen bu farklar, uzun vadede ülkelerin ortalama gelir düzeyleri arasında büyük uçurumlar ortaya çıkarmıştır.

2.2. Dünya’da İşsizlik

Dünya ekonomisi güçlü büyüme performansına rağmen işsizlik oranları bakımından son yıllarda (1995 sonrası) tarihsel olarak en yüksek düzeylere ulaşmıştır. Uluslararası Çalışma Örgütünün Ocak 2007’de yayımladığı rapor (Global Employment Trends, International Organization) dikkat çekici üst başlığı “güçlü büyüme performansına rağmen dünya ekonomileri işsizlik oranları bakımından en yüksek seviyededir” şeklindeki açıklamalarından da anlaşılacağı gibi dünya ekonomileri işsizlik oranları bakımından kayda değer düşüşler yaratamamışlardır.

Söz konusu rapora göre bunun başlıca nedeni işsizlik oranlarının daha düşük düzeylere çekilmesinde “ekonomik büyüme ve istihdam yaratma” arasındaki ilişkinin yeniden kurulamamasından dolayı olup, bu durum Tablo 4’de açıkça görülmektedir.

Tablo 4’de görüldüğü gibi, 1995 yılında dünya genelinde işsizlik oranı ortalaması % 6 olup, dünyanın çeşitli bölgelerinde farklı oranlarda seyretmektedir. İşsizliğin bu dönemde en yüksek olduğu bölge % 14.3’lük bir oranla Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesi iken, en düşük oranda Doğu Asya (% 3.7) bölgesidir. Öte yandan, aynı dönemler itibariyle işsizlik ve Reel GSYİH Büyüme Oranlarını (% olarak) karşılaştırdığımızda 2004- 2005 ve 2006 yıllarında ayrı ayrı işsizlik oranları dünya genelinde sırasıyla her üç yılda % 6.3 oranında seyrederken; söz konusu yıllardaki Reel GSYİH büyüme oranları % 5.1, 4.9 ve 5.2 oranında seyretmiştir. Bu göstergelerden de anlaşılacağı gibi, ekonomik büyüme ile istihdam yaratma arasında bir bağın son dönemlerde kurulamadığı, dünyadaki işsizlik oranları önceki dönemlere oranla artış göstermiştir.

Tablo 4: Dünya Ekonomisindeki Büyüme ve İşsizlik Oranları (%)

Bölge İşsizlik Oranı (%) Reel GSYİH Büyüme Oranı (%)

1995 2004 2005 2006 2004 2005 2006 Dünya 6.0 6.3 6.3 6.3 5.1 4.9 5.2 Gelişmiş Ülkeler ve AB Ülkeleri 7.8 7.1 6.8 6.2 3.3 2.5 3.0 AB Dışı Doğu Avrupa Ülkeleri 9.4 9.5 9.4 9.3 8.2 6.4 6.3 Doğu Asya 3.7 3.7 3.5 3.6 8.7 9,2 9.2 Güney Asya 4.0 4.7 5.2 5.2 7.1 8.2 7.9

(23)

Latin Amerika ve

Karayibler 7.6 7.4 8.1 8 5.5 4.3 4.7

Orta Doğu ve

Kuzey Afrika 14.3 13.1 12.3 12.2 5.4 5,5 6.1

Sahraaltı Afrikası 9.2 9.9 9,7 9.8 5.4 5.6 4.8

Kaynak: ILO, Global Employment Trends 2007.

ILO, Global Employment Trends 2007 Raporu’na göre; 2006 yılında dünya üzerindeki resmi işsiz sayısı, 2005 yılına göre yaklaşık 3.5 milyon kişi artış göstermiş ve 195.2 milyon kişinin işsiz olduğu belirlenmiştir. 2006 yılı için istihdam göstergeleri açısından ilk kez hizmet sektörünün istihdam payı (% 40), tarım sektörünün istihdam payını (% 38.7) geçmiştir. Sanayi sektörünün payı ise (% 21.3) sabit kalmıştır.

Öte yandan son on yıl içerisinde ekonomik büyüme daha çok üretkenlik artışları ve giderek daha az istihdam artışları ile temsil edilir hale gelmiştir. Son on yılda dünya ekonomileri için işgücü üretkenliği (birikimli olarak) % 26 oranında artarken aynı dönemde ancak % 16.6’lık bir istihdam artışı yaratılabilmiştir.

Söz konusu gelişmeler “büyüme mucizeleri” olarak gösterilen Hindistan ve Çin içinde geçerlidir. Büyüme-İstihdam ilişkisi bakımından son 25 yılda sürekli bir büyüme politikasına oturan Hindistan (1980’ler boyunca yıllık yüzde 5.4, 1990-93 arası % 6.3 ve 2002-2005 döneminde % 8’in üzerinde bir büyüme performansı ile) gelişmekte olan ülkelerin temel ortak problemini fazlası ile paylaşmaktadır. Giderek daha üst platforma sıçrayan büyüme oranları yeterince istihdam yaratamamaktadır. 1984-94 döneminde yıllık ortalama % 2.7 olarak gerçekleşen istihdam artışı, 2000’li yıllara gelindiğinde % 0.6’lara dek gerilemiştir

Aynı dönemde (1980-2000) yıllık ortalama % 10’ları bulan reel katma değer büyüme oranlarını yakalayan Çin ekonomisi için ortalama istihdam artış hızları 1980-1990 dönemi için % 4.1, 1990-2000 dönemi için ise % 1.1’dir (Bağımsız Sosyal Bilimciler Raporu, 2007:41).

Dünya ekonomisindeki “büyüme ve işsizlik oranları” arasındaki bu dengesizlik bize Hint asıllı iktisatçı Jagdish Bragwati’nin teorik olarak geliştirdiği Yoksullaştıran Büyüme (immiserizing growth) teorisini çağrıştırmaktadır. Bu teoriye günümüz dünyasında sık rastlanılmasa da, küreselleşme rüzgarı, dünya ekonomisindeki bazı makro göstereler arasındaki ilişkiler (büyüme-istihdam arasında olduğu gibi) bu teoriye uyum sağlamıyor da değil.

Bu ve benzeri gelişmelerin sonucunda, 2007 yılının ikinci yarısından itibaren başlayan sıkıntılar, 2008 yılının ilerleyen dönemlerinde büyük bir hızla sisteme yayılmış ve küresel boyutta bir işsizliğe ve beraberinde krize dönüşmüştür. Mevcut durumu, (Tablo 5) son üç yıla ait (2006-2007-2008 ve 2009 Ocak ayı) küresel çaptaki işsizlik oranları açıkça görülmektedir.

Tablo 5: Küresel İşsizlikteki Gelişmeler (%)

Yıllık 2008 2009

2006 2007 2008 Tem Ağust Eylül Ekim Kasım Aralık. Ocak

(24)

Avustralya 4.8 4.4 4.2 4.3 4.1 4.3 4.4 4.5 4.5 4.8 Avusturya 4.7 4.4 3.8 3.7 3.7 3.9 3.9 3.9 4.0 4.0 Belçika 8.2 7.5 7.1 7.2 7.3 7.3 7.1 7.1 7.1 7.2 Kanada 6.3 6.0 6.1 6.1 6.2 6.2 6.3 6.4 6.6 7.2 Çek.Cum. 7.2 5.3 4.4 4.3 4.3 4.3 4.4 4.6 4.7 5.0 Danimarka 3.9 3.8 3.4 3.3 3.3 3.4 3.6 3.7 4.0 4.3 Finlandiya 7.7 6.8 6.4 6.4 6.4 6.5 6.5 6.5 6.6 6.6 Fransa 9.2 8.3 7.8 7.7 7.7 7.8 7.9 8.1 8.2 8.3 Almanya 9.9 8.4 7.3 7.3 7.2 7.2 7.2 7.2 7.2 7.3 Macaristan 7.5 7.4 7.9 7.8 7.9 7.9 8.0 8.3 8.5 8.6 Japonya 4.1 3.9 4.0 4.0 4.1 4.0 3.8 4.0 4.3 4.1 G.Kore 3.5 3.2 3.2 3.1 3.2 3.2 3.2 3.2 3.3 3.3 Lüksembur 4.6 4.2 4.4 4.4 4.4 4.5 4.6 4.7 4.9 5.1 Meksika 3.6 3.7 4.0 3.9 3.9 4.0 3.9 4.7 4.8 4.6 Norveç 3.5 2.6 2.6 2.4 2.4 2.5 2.7 2.9 3.0 3.0 Polonya 13.9 9.6 7.1 6.9 6.8 6.7 6.6 6.6 6.6 6.7 Portekiz 7.8 8.1 7.8 7.8 7.9 7.8 7.8 7.8 7.9 8.1 Slovekya 13.3 11.2 9.7 9.5 9.3 9.2 9.2 9.4 9.5 9.8 İspanya 8.5 8.3 11.3 11.3 11.7 12.3 13.0 13.7 14.3 14.8 Türkiye 8.4 8.5 9.4 9.4 9.4 9.4 10.6 10.6 10.6 15.5 İngiltere 54 53 65 57 58 59 61 63 65 67 ABD 46 46 58 58 62 62 66 68 72 76 Avro Bölg. 83 75 76 75 75 76 78 79 81 82 G-7 58 54 59 59 60 61 62 64 66 68 Kaynak: OECD.

Tablo 5’de görüldüğü gibi, gelişmiş-sanayileşmiş ülkelerdeki işsizlik oranları G-7 grubunda 2006-2008 döneminde% 5.8 civarında seyrederken, 2009 Ocak ayında % 6.8’e yükselmiş. Aynı durum Avro Bölgesi için % 7.8’den % 8.2’ye ; OECD ülkeleri için % 6’dan

(25)

% 6.9’a, ABD’de % 5’den % 7.6’ya yükselirken, Japonya mevcut durumunu % 4’lük seviye ile korumuştur. Eski Doğu Blok’u ülkelerinden Slovekya, Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nde de işsizlik oranlarında düşüşlerin yaşandığı görülmektedir. Bunun nedeni; son yıllarda bu ülkelere başta Batı Ülkeleri olmak üzere dünyanın bir çok ülkesinden bu ülkelere gerçekleştirilmiş olan doğrudan ve dolaylı yabancı sermaye yatırımlarının etkisindendir. Bu göstergelerden de anlaşılacağı gibi, küresel ekonominin ve kapitalizmin genel olarak işsizliğe de çare olamadığıdır. İşsizlikteki bu çarpık yapılanma geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde de geçerlidir.

2.3.Maliyet Şokları-Artan Enflasyon ve Faizler

Dünya ekonomisi açısından endişe veren diğer bir gelişme de, petrol fiyatlarındaki beklenmedik artıştır. 2002 yılı ortasından 2005 yılı ortasına kadar petrol fiyatları iki kat artarak 58 $ / varil’i bulmuş, içinde bulunduğumuz yılda ise 70 $ / varil’i aşmıştır (Aktan, 2006: 71). Bu durum özellikle yeterli petrol rezervine sahip olmayan G.O.Ü’ ler de daha büyük bir etki yaratarak üretilen mallarda birim başına maliyetin artmasından dolayı maliyet şoklarına, enflasyon tehditi yaratarak büyüme süreçlerinin sürdürülebilirliğini tehlikeye atmıştır.

Artan emtia ve enerji fiyatlarındaki artış yalnızca G.O.Ü’leri değil Gelişmiş Olan Ülkeleri de (G.Ü) etkilemiştir. ABD’de enflasyonun 2006 yılı ve sonrasında yükselmesine ve 2008 yılında % 5 sınırını zorlamasına sebep olmuştur (Şekil:1).

Bu gelişme, patlamaya hazır olarak bekleyen balon ekonomisi açısından son darbe olmuştur. Şöyle ki; enflasyon baskısını kontrol altına almak üzere ABD Merkez Bankası FED, iki sene zarfında faiz oranlarını hızla % 5 sınırına kadar yükseltmiştir. Faiz oranlarındaki değişim, kredi piyasasında daraltıcı etki yapmıştır. Örneğin, kredi piyasasında 2006 yılında % 13.2 oranında artış sağlarken, 2007 yılında bu oran sadece % 4.8 olarak gerçekleşmiştir.

(26)

Konut satış fiyatları ile kira gelirlerinin piyasa düzeyinin altına inmesiyle düşük gelirli gruplar, kredilerini geri ödeyemez duruma düşmüşlerdir. ABD konut piyasasında talebin ve fiyatların düşmesi, yüksek riskli konut kredilerinde endişe ve kaygıların artması, bu piyasalarda faaliyet göstermekte olan kredi kuruluşları ile ipotekli ev-bağlantılı türev finansal enstrümanlara yatırım yapan mali kuruluşların arka arkaya büyük zararlar açıklamasına neden olmuştur.

Bu gibi gelişmelerin sonucunda 2007 yılının ikinci yarısından itibaren başlayan sıkıntılar, 2008 yılının ilerleyen dönemlerinde büyük bir hızla sisteme yayılmış ve küresel boyutta mali bir krize dönüşmüştür. ADB ve AB kökenli finansal kuruluşlardan arka arkaya gelen zarar ve iflas açıklamaları, tüm dünya finansal piyasalarında şiddetli çalkantılara neden olmuş ve başta gelişmiş ülkelerin borsaları olmak üzere tüm dünya borsalarında işlem görmekte olan şirketlerin piyasa değerleri toplamda yaklaşık 10 trilyon dolar erimiştir.

1929 yılında yaşanan Büyük Depresyon ile karşılaştırılan ve yüzyılın en büyük daralması olarak nitelendirilen kriz, ABD dışında özellikle Avrupa Birliği ülkeleri ve diğer gelişmiş ekonomilere de sirayet etmiştir. 2007 yılının Ocak ayından 2008 yılı Ekim ayına kadar geçen sürede, ABD ve AB kökenli finansal kuruluşların açıkladıkları riskli mortgage kredilerine bağlı zararların toplam tutarı 586 milyar dolara ulaşmış. Bunun 2009 yılı sonu itibariyle çok daha büyük rakamlara ulaşacağı tahmin edilmektedir. Krizin, kredi ve menkul kıymetlerden kaynaklanan toplam maliyetinin 3.5 trilyon doları aşabileceği öngörülmektedir (MÜSİAD Araştırma Raporu, 2009:36).

Dünya ekonomisinde meydana gelen bu daralma gerek G.O.Ü’de gerekse G.Ü’lerde piyasaların rahatlaması için acilen yeni önlemlerin alınmasını zorunlu hale getirmiştir. Bunların başında hemen hemen tüm ülkelerin Merkez Bankaları faiz oranlarına müdahale ederek faizleri aşağıya çekmişlerdir (Tablo: 6).

Tablo 6: Kriz ve Dünya da Faiz İndirimleri

Politika Faizi (2008 Ekim-20 Mart 2009)

Ülkeler Son Seviye Toplam İndirim

Türkiye 10.5 -6.25 Hindistan 3.5 -5.50 İngiltere 0.5 -4.50 Yeni Zelanda 3.5 -4.00 Avustralya 3.3 - 3.75 İsveç 1.0 -3.75 Şili 4.8 -3.50 Norveç 2.5 -3.25 Güney Kore 2.0 -3.25

(27)

İsrail 1.0 -3.25 Avrupa 1.5 -2.75 Kanada 0.5 -2.50 İsviçre 0.5 -2.25 Tayvan 1.5 -2.00 ABD 0.3 -2.00 Çin 5.3 -1.89 Polonya 4.3 -1.75 Slovakya 2.5 -1.75 Tayland 2.0 -1.75 Çek Cumhuriyeti 1.8 -1.75 Güney Afrika 10.5 -1.50 Endonezya 7.8 -1.50 Filipinler 4.8 -1.25 Brezilya 12.8 -1.00

Kaynak: MÜSİAD, Türkiye Ekonomisi Raporu 2009: s.121.

Tablo 6’da görüldüğü gibi, son krizin etkisiyle hemen hemen tüm dünya ülkeleri faiz oranlarını küçümsenemeyecek boyutlarda aşağıya çekmişlerdir. Faiz indirimlerinde dikkat çeken ülkelerin başında ise Türkiye, Hindistan, İngiltere, Yeni Zelanda, Avustralya ve İsveç gibi ülkelerin geldiği görülmektedir.

2.4. Dünya Ticaretindeki Gelişmeler

İkinci Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan dünya ticaretini serbestleştirme eğilimleri günümüzde de hızlı bir biçimde sürmektedir. Dünya ticaretinin serbestleştirilmesi amacı güden bu süreç iki ayrı doğrultuda gelişme göstermiştir. Birincisi, GATT çerçevesindeki çok yanlı görüşmelerle ticaretin serbestleştirilmesine dayanan küresel yaklaşımdır. Bu aynı zamanda bugün küreselleşme adı verilen gelişmenin de başlangıcını oluşturmaktadır.

İkincisi ise, iktisadi birleşme hareketlerini kapsamaktadır. Burada, genellikle belirli bir coğrafi bölgede yerleşik ve yakın ekonomik ilişki içinde bulunan ülkeler arasındaki dış ticaret ve diğer ekonomik faaliyetleri serbestleştirmek üzere iktisadi gruplaşmaların oluşturulması söz konusudur. Bu tür gruplaşmalar değişik biçimlerde olabilir. Ama ana amaçları üye ülkeler arasındaki ticaretin serbestleştirilmesidir. Günümüzde ise bölgesel iktisadi birleşmelerin sayı ve kapsamında çok büyük artışlar ortaya çıkmıştır (Seyidoğlu, 2007:215).

Ancak, gerek dünya ticaretinin serbestleştirilmesi, gerekse iktisadi birleşme hareketlerinin öncülüğünü sanayileşmiş olan ülkeler başlatmış zamanla az gelişmiş ülkeleri de

(28)

bu akımın içine çekmişlerdir. Bu gelişmelerin temelinde 1930’larda dünya ekonomisinde görülen yoğun korumacılık ve iktisadi milliyetçilik hareketlerine karşı bir tepki olarak düşünülmesidir.

Büyük depresyon ve onu izleyen yıllarda piyasa ekonomisini benimseyip uygulayan ülkelerde (başta ABD ve Batılı Ülkeler) konjonktürel olarak sermayenin kâr haddinin düştüğü ve büyümenin tıkandığı, bunun da yöneticileri yeni arayışlara götürdüğü bir gerçektir. Çünkü kapitalizmin sağlıklı yaşaması sermaye birikimi ve büyümenin sürmesine, bu da kâr haddinin (faiz haddini bir riziko primiyle aşacak biçimde) yüksekliğine bağlıdır. Firma düzeyinde yöneticiler yeni teknolojileri devreye sokarak, ihracatı artırmak , duraklamanın getirdiği fırsatlardan (faiz haddinin ve reel ücretlerin düzelebilmesi gibi) yararlanarak, işçilere yol verip üretimi daraltarak, firmanın tasfiyesine gitmeden durgunluğu aşmaya, kâr haddini yükseltmeye çalışırlar; başaramazlarsa firmanın tasfiyesine geçerler.

Hükümetler ise, ekonomi politikalarını değiştirip durgunluğu atlatmak için yeni politika arayışlarına girerler. Örneğin, ABD’de F.D. Roosevelt, büyük depresyonda (1929) Keynes’den önce Keynes vari politikaları keşfetmiş ve uygulamış; Almanya’da Hitler bu kez askeri harcamalar yoluyla aynı sonuca varmaya çalışmıştı. Aynı şekilde, Türkiye Büyük Depresyon’un etkilerinden kurtuluşu, sanayi planları çerçevesinde devletçilik yoluyla, tarımda yeni örgütlenmelerde ve bütün finansal piyasaları denetime alarak gerçekleştirmişti (Kazgan, 2002: 97-98).

Öte yandan; bu dönemde uluslararası ticarette görülen kısıtlayıcı uygulamalar (özellikle Çevre Ülkelerinin Merkez Ülkelere karşı uyguladığı gümrük tarifeleri ve tarife dışı ticaret politikası araçları) sonucunda karşılıklı tarife yükseltmelerine yol açmaktaydı. Bu durum ülkeleri, içinde bulundukları dış ödemeler açığını, işsizliği, enflasyonu ve diğer makro ekonomik göstergelerini olumsuz yönde etkilediği gibi dünya ticaretinin de en düşük düzeylere inmesine neden olmuştu.

Uluslararası ticarette görülen bu kısıtlayıcı uygulamalardan özellikle Batılı Sanayileşmiş Ülkeler şikayetçi olmuşlardı. Çünkü sanayi üretiminin hızla geliştiği bu ülkelerde, ekonomik hayatın canlılığı, büyük ölçüde geniş dış piyasaların varlığına bağlı bulunuyordu. O nedenle, Batılı Ülkeler daha İkinci Dünya Savaşı sona ermeden veya savaşın hemen sonrasında çok yanlı bir uluslararası ticaret ve ödeme sistemi gerçekleştirmek için harekete geçtiler.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki uluslararası ekonomik ve mali sistemin temeli 1944’te toplanan Bretten Woods Konferansları’nda atılmıştı. Konferansların sonucunda kurulmasına karar verilen iki örgütten birisi olan Dünya Bankası’nın görevi Avrupa ekonomilerinin onarımına katkıda bulunmak (daha sonraları az gelişmiş ülkelere kalkınma yardımı sağlamak), ikincisi olan, Uluslararası Para Fonu’nun görevi de uluslar arası parasal ve mali sistemin düzenli biçimde işlemesini sağlamaktı (Seyidoğlu, 2007:218).

Bu noktada dünya ticaret sisteminde de büyük değişiklikler yaşandı. GATT Uruguay Görüşmelerini izleyerek yerini DTÖ’ne bıraktı (1995). DTÖ kapsadığı alanlar ve yetkiler açısından GATT’ın çok ötesine geçti (Kazgan, 2002:125).

DTÖ 1995 yılından beri varlığını sürdürmektedir ve üye sayısı çok hızlı olmasa da yine de önemli artış göstermiştir. En son olarak S.Arabistan, Vietnam ve Tonga ile birlikte sayı Mayıs 2008’de Ukrayna’nın ve Temmuz 2008’de Verde’nin katılımıyla DTÖ’ne üye ülke sayısı 153 olmuştur. DTÖ’nun önemli özelliklerinden birisi de anlaşmazlıkların giderilmesi

(29)

mekanizmasıdır. Mekanizmaya bakıldığında ve GATT dönemi ile kıyaslandığında burada önemli bir ilerleme mevcuttur. DTÖ’de ülkeler arasındaki ticari-ekonomik anlaşmazlıkların halli için böyle bir mekanizmanın kurulmasının ardındaki asıl amaç, üyelerin anlaşmazlıkları kendi başlarına daha yıkıcı yöntemler kullanarak çözmelerine engel olmak yoluyla daha düzenli bir anlamda mahkeme usulüne göre hareket eden bir sistem yaratmaktır (Deardorff, 2008: 16).

1929 Dünya Buhranı’nın ardından oluşturulan uluslararası kuruluşlar ve bunların uluslararası ticaretin serbestleştirilmesi için yapmış oldukları doğrudan ve dolaylı baskıların sonucunda (her ne kadar bazı ülkeler kendi rızası ile kabüllenmiş olsa da ) dünya ticaretinin serbestleştirilmesi, etkilerini doğrudan dünya ticaret hacmi üzerinde göstermiş olup, (Tablo 7)’de bu durum açıkça görülmektedir.

Tablo 7. Dünya Üretimi ve Dünya Ticaret Hacmindeki Artış (%)

Dünya Üretimindeki Gelişmeler 1988-1997 1998-2007 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 Dünya 3.4 4.1 2.8 3.7 4.8 2.6 3.1 4.1 5.3 4.8 Gelişmiş Ülkeler 2.9 2.6 2.6 3.4 3.9 1.2 1.6 2.0 3.3 2.7 Gelişmekte Olan Ülkeler 4.1 5.8 3.1 4.1 6.1 4.4 5.1 6.7 7.6 7.2

Dünya Mal ve Hizmet Ticareti Hacmindeki Gelişmeler

Dünya Ticareti 7.0 6.4 4.6 5.7 12.1 0.3 3.4 5.4 10.4 7.3 İhracat Gelişmiş Ülkeler 7.1 5.2 4.3 5.6 11.7 -0.6 2.2 3.3 8.5 5.3 Gelişmekte Olan Ülkeler 7.6 9.0 5.5 3.4 13.3 3.1 7.0 10.6 14.6 11.5 İthalat Gelişmiş Ülk. 6.7 5.8 6.0 8.1 11.6 -0.5 2.5 4.1 8.9 5.8 Gelişmekte Olan Ülkeler 7.3 8.6 -0.1 0.1 14.5 3.4 6.3 10.3 15.8 12.4

Kaynak: World Economic Outlook, April 2006, International Monetary Fund, s. 177-205.

Tablo 7’de görüldüğü gibi, gerek 1988 ile 1997 arasındaki birinci, gerekse 1998 ile 2007 arasındaki ikinci on yıllık dönemlerde dünya ticaret hacmindeki artışlar, dünya üretimindeki büyümeden daha yüksek olmuştur. Tablodaki rakamlara göre sözü edilen ilk on yıllık dönemde dünya ticaret hacmi ortalama % 7,0 artarken, dünya üretimi ortalama % 3.4 oranında büyümüştür. Bunun gibi, ikinci on yıllık dönemde de dünya ticareti ortalama % 6.4, dünya üretimi ortalama % 4.1 oranında artmıştır. Dünya üretimi ve ticareti gelişmiş ve az

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu amaç doğrultusunda, Yabancı Diller Yüksekokulu Politikalar ve Prosedürler Komitesi aracılığı ile bünyemizde çalışan takım arkadaşlarımız için 2019-2020 akademik yılı

Şekil 7.11 : ∆t = 0,1 ve 0,01 sn zaman adımlarında ışınımlı durumdaki kavite merkez sıcaklığının deneysel verilerle karşılaştırılması. Şekil 7.12 ‘da, ara

Eğer, arz ve talep miktarı bağımlı değişkenini etkileyen ve her iki fonksiyonda da ortak bağımsız değişken olan fiyat (P) değişebiliyor, buna karşılık

“26.03.2020 tarihli Olağan Genel Kurul Toplantısı’nda borçlanma aracı niteliğindeki sermaye piyasası araçlarının çıkartılabilmesi için Yönetim Kurulumuza verilen

Serbest döviz ithalatı ve ihracatı Bankacılık hizmetleri.. “Biskek” serbest ekonomik bölgesi | 9. Gayrimenkulün

1997 yılında Merkez Bankası ve Hazine arasında bir protokol imzalanmış ve 1998'den itibaren Hazinenin Merkez Bankasından kısa vadeli avans kullanmaması konusunda

• Katetere bağlı nozokomiyal kan dolaşımı enfeksiyonlarının büyük bölümü (%65), giriş bölgesinin yüzeyel kolonizasyonu ve etken mikroorganizmaların kateter

• Ekonomik olarak güçlü medya kuruluşlarının toplum üyelerine çok çeşitli enformasyon ulaştırabilecekleri savı. • Rekabet yüzünden medya kuruluşlarının toplum