• Sonuç bulunamadı

3.1. Değersizleşmenin Nedenleri

3.1.1. Üretim Yapısının Değişmesi ve Kapitalizm Kültürü

Navaro’ya göre (2014: 118) çalışma, modern kapitalist toplumda, insanın geçinebilmesi ve temel ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için gerekli ve zorunlu bir araç haline dönüşmüştür. Böylece çalışma, kendini gerçekleştirme sürecinden çıkmış ve bir sömürü haline gelmiştir. Bu çerçevede üretim yapısının değişmesi ve kapitalizm kültürü arasındaki ilişkiye vurgu yapan çalışmaların birkaçına şu şekilde değinmek mümkündür:

Yenal’ın (2009), insanlık tarihinin geçirdiği aşamalar, insanlığın bu aşamalarda bağlı olduğu geçim kaynakları ve üretim yapısı üzerinden yaptığı değerlendirmesi; üretim yapısının değişmesi ve kapitalizm kültürünün anlaşılması konusuna katkıda bulunmaktadır. Yenal’ın vurguladığı üzere, insanlık tarihi bazı temel aşamalardan geçmiştir. Bu aşamalar temel olarak: ilkel toplum, tarım toplumu, modern toplum ve tartışması hala devam eden ve günümüz toplumu tanımlamak için kullanılan post modern, bilgi toplumu, enformasyon toplumu, sanayi sonrası toplum olarak belirtilmektedir. İlkel toplum ve tarım toplumuna bakıldığında, insanların temel geçim kaynağının avcılık-toplayıcılık ve tarıma bağlı olduğu görülmektedir.

Avcılık ve toplayıcılıkla temel geçimini sağlayan ilkel toplumların, toprağı ekip biçmeyi öğrendiklerinden söz edilmektedir. Temel geçim kaynağı tarıma bağlı olan toplumların ise insan ve hayvan gücünden, güneş enerjisinden ve su kaynaklarından yararlanmayı öğrendikleri vurgusu yapılmaktadır. Üretim yapısı Yenal’a göre bu toplumlarda el emeğine dayanmaktaydı (Yenal, 2009: 128).

Ancak Buğra ve Sennet ise çalışmalarıyla konuyu, aşamalar ve geçim kaynağı tartışmasından öteye taşıyarak; sürece, kullanılan bilgiye ve bilgiye verilen değerin

değişimine şöyle dikkat çekmektedirler. Sanayi öncesi dönem; insanların temel geçimini

tarımdan nasıl sağlayabileceği bilgisi üzerine kuruluydu ve bu süreçte böyle bir düzen kurulmuştu. Ancak endüstri hareketi ile birlikte, böyle bir bilginin yararlılığı geçerliliğini yitirmeye başlamıştır. Çünkü üretimin merkezinde; artık tarım değil, fabrikalar yer almaya başlamıştır. Tarım alanına makinenin girmesiyle birlikte, insanlar kitlesel halde köylerden kentlere göç etmiştir. Ancak bu insanların fabrikalarda çalışabilmesi için, tarımsal faaliyetlerde kullanılan bilgiden farklı ve yeni bir bilgi edinmesi gerekiyordu. Bu bilgeye sahip olsa bile fabrikalar bir çalışma alanı olarak herkese yetmiyordu. Bu tablo hem bireyin önce öğrendiği bilgisinin

değersizleştirilmesini, hem işsizliği, hem yoksulluğu hem de bireyin değersizleşmesini beraberinde getirmiştir (Buğra, 2008; Sennet, 2009).

Yukarıda sözü edilen bu dönemde, Çetin, üretim alanı formasyonundan yeni teknolojik formasyona doğru olan değişime ve bunların uygulandığı ilgili alana, sermayeye ve buna sahip olanlarla-olmayanlara şöyle dikkat çekmektedir: Bu dönemde, buhar gücünün üretim alanına girmesiyle birlikte, bütün üretim alanlarının formasyonu değişime uğrarken fiziki mesafeler kısalmış ve ulaşım kolaylaşmıştır. Ancak değerli

olan bir grubun vurgusu yapılmaktadır, şöyle ki; bu yeni teknolojik formasyonun kullanıldığı alana ve sermayeye sahip olanlar. Böyle bir sermayeden yoksun olan

insanların emek değeri metalaşmış ve emeğinden başka kendilerini değerli kılacak bir

unvanı kalmamıştır (Çetin, 2002).

Nurol’a (2014) göre, 1980’li yıllara gelindiğinden ise mevcut üretim yapısının değiştiğine dair birçok çalışma gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmaların değindiği ortak bir tema vardır. Bu çalışmalar, baskıcı bürokratik yapının çöküşünü, geleneksel kapitalizmin koyduğu engellerin ortadan kalkışını, bilgi işçilerinin potansiyelini ortaya çıkabilmesi için gerekli koşulların sağlandığını ve bu konuda özgürlük alanının genişlediğini vurgular. Nurol’a göre, böylece kitlesel üretimin yapıldığı büyük sanayi yerlerini az sayıda uzmanlaşmış, gelişmiş teknolojiyi kullanan, esnek ve sermaye yoğun işletmelere bırakmıştır. Böylece denetim şartı ortadan kalkmıştır. Bununla birlikte bu süreçte, işin tamamına hâkim olmayı gerektiren iş görme biçimi, kafa ve kol emeği ayrımını da ortadan kaldırmıştır.

Aksu Kaya’ya göre ise, yeni üretim yapısı yeni işlevleri de beraberinde getirmiştir. Gelişen üretim, daha önce görülmemiş birtakım yeni işlevler gerektirdiğinden bu işlevleri yerine getiren işçilerin emeğinin belli bir süre için de olsa değerlendiği söylemek mümkün olabilir. Ancak emek sürecini dönüştüren işbölümü olgusunun, daha sonra makineleşmenin getirdiği etkilerle birleşerek olumsuz sonuçlara yol açtığından da bahsedilmektedir. Bazı işlevlerde emek gücünün değeri korunurken genel anlamda bir değersizleşmeyi beraberinde getirmiştir (Aksu Kaya, 2012: 32).

Buğra ve Makal, Türkiye’de üretim yapısının şöyle bir değişim geçirdiğinden bahsetmektedir. Temel geçim kaynağı tarıma bağlı olan Türkiye, tarihsel süreçte üretim yapısıyla ilgili çeşitli kırılmalar yaşamıştır. 1940’lara kadar en önemli geçim kaynağı tarım ve hayvancılık iken İkinci Dünya Savaşı sürecinde Türkiye bir dönüşüm geçirmiştir. Bu çerçevede, insanların istihdam alanları da değişmiştir. Bu tarihten

itibaren tarımda istihdam edilen kişilerin sayıları azalırken diğer sektörlerdeki istihdam alanları büyümüştür. İkinci dünya savaşından sonra, Türkiye’de sanayi sektöründe istihdam edilenlerin oranı ve sayısı artmaya başlamıştır (Buğra, 2008: 158; Makal, 2001:103). 1940’lara kadar nüfusun büyük çoğunluğunun kırsalda yaşadığı Türkiye’de, özellikle makinenin tarımsal alana girmesi ile büyük bir dönüşüm yaşanmıştır. İnsanlar kitleler halinde kentlere göç etmiş, sanayi ve enformel sektörlerde çalışmaya başlamıştır (Buğra, 2008). Fakat sanayi alanlarının tarım alanındaki makineleşmeden dolayı işsiz kalan kişilerin tamamını istihdam edememesi işsiz nüfusun artışını beraberinde getirmiştir.

Türkiye’de makinenin tarımsal alana girmesi ve toprağın bölüşümü gibi nedenlerden dolayı kırsal alandan kentlere göç eden insanlar, tarım dışı sektörlerde istihdam edilmeye başlamıştır. Temel birikimlerini ve bilgilerini tarım pratiği üzerine inşa eden bu kişilerin bilgileri sanayi atölyelerinde önemini yitirmiştir. Böylece yeni iş alanı ile ilgili yeni bir bilgiye ihtiyaçları olmuştur. Bu süreç onların pratiklerinin

geçerliliğini yitirmesine ve sahip olduğu bilginin değersizleşmesine neden olmuştur.

Makal işsizliğe göç ve istihdam olguları üzerinden şöyle bir vurgu yapmaktadır. Türkiye’de tarımsal alandaki istihdam yapısının değişmesi ve kırsal alandaki yapısal dönüşümler işsizliği de beraberinde getirmiştir. Çünkü bu yapısal dönüşüm sonucu insanlar kente göç ettiğinde, insanların hepsi sanayi sektörü gibi alanlar tarafından istihdam kısıtlığından dolayı istihdam edilmemiştir (Makal, 2001). Bu tablo büyük bir işsizlik olgusunun doğmasına neden olmuştur. Tıpkı günümüzde büyüyen hizmet sektörünün bütün eğitim düzeyi yüksek kişileri istihdam edememesi gibi (Bora ve Erdoğan, 2012: 14).