• Sonuç bulunamadı

DĐLBĐLĐM VE METĐN DĐLBĐLĐM

3. 1. DĐLBĐLĐM

Bilindiği gibi dil; bildirişimi sağlayan bir dizge ya da bir iletişim aracı olarak tanımlanır. Ayrıca dilin çok sayıda kişi tarafından tanımlanmaya çalışıldığını da ekleyelim. Muharrem Ergin dil için ; “Đnsanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta, kendisine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş içtimai bir müessesedir” tanımını yapmıştır (Ergin, 1998:3). Tahsin Banguoğlu ise ; “Dil insanların meramlarını anlatmak için kullandıkları bir sesli işaretler sistemidir” der (Banguoğlu, 1998: 9). Mehmet Hengirmen ise; “Đnsanlar arasında anlaşmayı sağlayan ve sese, seslerin birlikteliğine, bu birlikteliklerin anlamlı olmasına ve anlamlı ses birliklerinin dizimine dayalı doğal araç” olarak tanımlamıştır (Hengirmen, 1999: 117). Zeynep Korkmaz ise Gramer Terimleri Sözlüğü’nde dilin tanımını; “Đnsanlar arasında karşılıklı haberleşme aracı olarak kullanılan; duygu,

düşünce ve isteklerin ses, şekil ve anlam bakımından her toplumun kendi değer yargılarına göre şekillenmiş ortak kurallarının yardımı ile başkalarına

aktarılmasını sağlayan , seslerden örülü çok yönlü ve gelişmiş bir sistem” biçiminde

verir (Korkmaz, 1992: 48).

Ancak bu tanımların tam olarak insan dilinin tanımını yapamadığı ortadadır. Doğan Aksan da bu zorluğa dikkat çekmiş ve “Dil, bir anda, kısaca tanımlanamayacak kadar çok yönlü, insana özgü bir gerçek(lik)tir” şeklinde dili tanımlamıştır (Aksan, 2003a: 9). Đşte dilin aydınlatılmayı bekleyen konularını araştırmak ve kendine ait yöntemlerle açıklığa kavuşturmak dilbilimin temel görevidir. Dil, insana soyut düşünme

imkanı temin eden, bu sayede bilim, teknik, sanat ve kültürün gelişmesini sağlayan bir yapı, bir iletişim aracıdır. Dilbilim ise dili konu alan, inceleyen bilim dalıdır. Dili bir sözcükler toplamı olarak görmek, bu doğrultuda çalışmalar yürütmeye çalışmak yapılacak en büyük hatadır. Çünkü dil devingen bir yapıya sahip bir çevrendir (Yücel, 1993: 57). Bu doğrultuda dil öğretiminde yapılması gereken de saptamak ve açıklamak olmalıdır. Çünkü dilbilim, dil bilgisi gibi buyurucu değil belirleyicidir.

Dil denen olgunun tanımını yapmak oldukça zor bir iştir. Bu zorluğun sebeplerinden biri de “dil” sözcüğü ile konuşma yeteneğinin mi, konuşma tarzının mı, yoksa belirli bir grup insanın birbiriyle konuşmasını sağlayan aracın (Türkçe, Almanca, Fransızca…) mı kastedildiğidir. Türkçede her iki anlam için de “dil” sözcüğü kullanılmakta ve bu durum bu sorunun çözümünü biraz daha zorlaştırmaktadır. Fransızcada konuşma yeteneği, konuşma tarzı için “language”, belirli bir tek dil için de ise “langue” sözcükleri kullanılmaktadır (Porzig, 2003: 67). Bizde de Batı dillerindeki gibi bu iki kavramın farklı terimler ile karşılanması ana dili incelemelerinde ve öğretiminde yararlı olacaktır. Bilindiği gibi ana dili ; “Çoklukla bir kişinin içinde doğup büyüdüğü aile ya da toplum çevresinde ilk öğrendiği dil” biçiminde açıklanmaktadır (Sinan, 2006: 75). Bütün dünyada ana dili eğitim ve öğretimine ciddiyetle yaklaşılır. Ana dili öğretiminde dilbilimin yöntem ve tekniklerinden yararlanılır.

Aksan’ın; “Dil nasıl, insanın fizik, düşünce ve ruh yapısıyla ve çeşitli eylemleriyle ilişkili ise, dilbilim de bütün bu eylemleri kendisine konu olarak alan öteki bilim dallarıyla sıkı sıkıya ilişkilidir” açıklaması dilbilimin diğer bilim dallarından yöntem olarak yararlanmasına dikkat çekmektedir (Aksan, 2003b: 14). Hiç kuşkusuz dilbilim gerektiğinde; fizik, fizyoloji, felsefe, psikoloji, toplumbilim, budunbilim gibi bilim dallarından yararlanabilir. Günümüzde dilbilim nasıl başka bilim dallarının yöntem ve tekniklerinden yararlanıyorsa, başka bilim dalları da dilbilimin teknik ve yöntemlerinden, verilerinden yararlanabilmektedir.

17

Dilbilimde geleneksel dil bilgisi anlayışına karşı çıkılır: “…Dilbilgisi kuralcı ve buyurucu bir daldır. Bu bakımdan nesnel gözleme dayanan bilimle çelişir, yanlış/doğru karşıtlığının ötesine gitmez. Oysa XIX. yy. başlarında doğan dilbilim nesnel gözleme yönelen, durumları saptamayı amaçlayan bir daldır” (Vardar, 2001a: 79). Berke Vardar, dil bilgisi anlayışı ile dil sorunlarına çözüm bulmanın zor olduğunu belirterek, dili doğal varlık olarak görmenin çözümü zorlaştırmaktan öteye gidemeyeceğini savunur. Dilbilimsel anlayışta ise dil doğal bir varlık olarak değil toplumsal bir olay olarak ele alınır. Modern dilbilimin kurucusu F. De Saussure bu görüşe sosyolog Durkheim’in etkisinde kalarak ulaşmıştır (Başkan, 2003b: 18). Bu anlayışla yola çıkan bilgin dili bütün olarak ele almıştır. Saussure ile başlayan dil çalışmalarında dil, bir dizi sözcük sayılmaktan kurtarılmış; yine sözcüklerden kurulu fakat belli bir düzen, belli bir sistem gösteren bir mekanizma olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Bu akım 20. yy.ın ilk yarısında gelişmiş ve yapısal lengüistik adını almıştır (Başkan, 2003b: 75). Yapısal dilbilim, dili tek tek sözcükler olarak değil, birbiriyle ilişkili öğelerden kurulu bir dizge olarak ele almış ve bu yönü ile de dil incelemelerine yeni yöntemler kazandırmıştır.

Saussure’nin yaptığı çalışmaları çok iyi kavrayan ve onu daha da geliştirerek dilbilimin yapısını değiştiren Amerikalı dilbilimci Noam Chomsky olmuştur. Aksan’ın “…Geleneksel dilbilgisinin ad, sıfat, fiil gibi kavramları eski önemlerini yitirmiş, düşünme ve anlatım kalıpları, dönüşümler önem kazanmıştır” açıklamasına yol açan durum da dönüşümsel-üretimsel dilbilgisinin sonucudur (Aksan, 1973: 3). Amerikalı dilbilimci Noam Chomsky’ye göre bir dilde bulunan bütün tümceler, sayısı birkaçı geçmeyen tümce tiplerine indirilebilirdi. Aynı işlerin ters yönde de yapılarak, bir dildeki bütün tümceler, sayısı belli olan tümce kalıplarının genişletilmesi ile üretilebilirdi. “Đnsan dili, üretimsel lengüistiğe göre sonsuz sayıda tümcelerin, belli sayıda kurallar ile

üretilmesi ve anlaşılması ile işleyen bir sistem sayılmaktadır. Yapısal lengüistikte verilen tümceler analiz edilerek parçalarına ayrıldığı halde üretimsel lengüistikte tam tersine, verilen parçalar birleştirilerek bir sentez yapılmakta ve cümleler üretilmektedir” (Başkan, 2003b: 121).

Diller ile konuşulduğu toplumun zihinsel ve sosyokültürel yapısı arasında sıkı bir ilişki, sıkı bir bağ vardır (Buran, 2006: 20). Hatta insanlar toplu halde yaşamakta olmasalardı, dile de ihtiyaç duymayacaklar, belki dil diye bir şey de olmayacaktı (Aksan, 2003b: 64). Bu durum dilin toplumun bir aynası olduğunu göstermektedir. Zaten dilbilimci Humboldt, dil ile kültür arasındaki ilişkiye işaret etmiş ve bir ulusun dilinin incelenmesi ile o ulusun kültürünün de gözler önüne serilebileceğini savunmuştur. Gerçekten dil içerisindeki deyimler, atasözleri, kalıp sözler; kısacası söz varlığı incelendiğinde kültürel unsurlar da incelenmiş olacaktır. Bugün Türkçenin söz varlığındaki akrabalık bildiren sözlerin fazlalığı ve ayrıntılı oluşu akrabalık ilişkilerinin yakınlığını da gözler önüne sermektedir.

3. 1. 1. Türkiye’deki Dilbilim Çalışmaları

Cumhuriyet döneminde Türkiye’de dilbilimin en eski araştırmacısı 1933’te Đstanbul Üniversitesinde verdiği dersler ile Ragıp Hulusi Özdem’dir. Birçok Doğu ve Batı dilini çok iyi bilen Özdem, ayrıca 1932 yılında Türk Dil Kurumunda çalışmıştır. Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümleri içinde edebiyattan ayrı bir alan olarak sürdürülen dilbilim çalışmalarına özellikle; Đngilizce, Almanca ve Fransızca bölümlerinde yer verilmiştir. Türkiye’de dilbilim alanında çalışma yapan dilbilimcilerin çoğu filoloji ve dil öğretimi kökenlidir (Şenöz, 2005: 70-71). Dilbilim çalışmalarında en büyük sorunlarından biri çoğu yabancı dilde yazıldığı için anlaşılamayan ve geniş okur kitlelerine ulaşmayan bilimsel yayınlardır. Gerek Türkiye’de yapılan yabancı dilde

19

yayınlanan çalışmaların, gerekse de yurt dışında yapılan dilbilim çalışmalarının Türkçe olarak da yayınlanması bu bilim dalında çalışan araştırmacılara kolaylık sağlayacaktır.

Dilbilim araştırmalarında üretilen özgün Türkçe yapıtların genellikle Batı Dilleri Bölümlerinden çıkmış olması da dilbilim alanındaki başlıca özelliklerden biridir. Berke Vardar, Tahsin Yücel, Berna Moran, Akşit Göktürk gibi bilim adamları bu soruna dikkat çekmiş Türk Dili ve Edebiyatı Bölümlerindeki araştırmacıların birbirinden haberdar olmaları gerektiğini belirtmişlerdir (Şenöz, 2005: 75).

Türkiye’de yapılan dilbilim çalışmalarına bakıldığında Greimas’ın göstergebilimle ilgili kuramını, ilk olarak 1960’larda Đstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünde geliştirdiğini görüyoruz. Tahsin Yücel, bu görüşünü 21 Ekim 2004 tarihinde Đstanbul Üniversitesinde düzenlenen “de la Litterature a la culture” (Edebiyattan Kültüre) adlı toplantıda dile getirmiştir (Şenöz, 2005: 77).

Dilbilim, Aralık 1991 tarihinde Üniversitelerarası Kurul ve Yüksek Öğretim Kurulu kararı ile bağımsız bölüm durumuna getirilmiştir. Öğretim dili Türkçedir (Şenöz, 2005: 82). Đstanbul Üniversitesinde ders olarak okutulan dilbilim öğretimi, lisans programı olarak ilk defa Türkiye’de Hacettepe Üniversitesinde başlatılmıştır. Mersin Üniversitesinde 1999-2000 öğretim yılından itibaren Đngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü, Dilbilim Bölümüne dönüştürülmüştür. Öğretim dili Đngilizcedir. Yine Đzmir Dokuz Eylül Üniversitesinde 2001-2002 öğretim yılında Dilbilim Bölümü kurulmuştur. Derslerin %30’u Đngilizce, geri kalanı Türkçedir (Şenöz, 2005: 83).

Yükseköğretim Yürütme Kurulu’nun 04.11.1997 tarih ve 97.39.2761 sayılı kararı ile Eğitim Fakültelerinde yeniden yapılanma süreci başlatılmış ve 1998-1999 eğitim-öğretim yılından itibaren yeniden düzenlenen öğretmen yetiştirme programları uygulamaya konulmuştur. 2006-2007 eğitim öğretim yılından beri de Genel Dilbilim dersi Türkçe Öğretmenliği Lisans Programında, IV. Yarıyılda 3 kredili zorunlu alan

(http://www.yok.gov.tr/egitim/ogretmen/programlar_aciklama.doc. 29.05.2007 tarihli erişim).

Bunların dışında üniversitelerdeki, yabancı dil, Türk Dili ve Edebiyatı, Türkçe Eğitimi Bölümlerinde dilbilim çalışmaları yürütülmektedir. Bu alanların yüksek lisans ve doktora dersleri arasında da dilbilim dersleri yer almaktadır.

3. 2. DĐLBĐLĐM VE METĐN DĐLBĐLĐM

Dilbilim, Latince “lingua” (dil) sözcüğü üzerine kurulan “linguitique” terimi olarak ilk kez 1826’da kullanılmıştır (Zeynel Kıran, 2003b: 9). Dilbilim, dili konu alır ve inceler. Dil bilgisinden farklı olarak belirli bir topluluk arasında iletişimi sağlayan dili değil, konuşma becerisini ele alır. Dil bilgisi kuralcıdır, belirli kurallar çerçevesinde bu doğrudur, bu yanlıştır şeklinde hareket eder. Buna karşılık dilbilim kuralcı yaklaşım göstermez, betimleyici ve belirleyicidir. Eşsüremsel bir inceleme ile konuşma dilini esas alır ve var olanı, kullanılanı gözler önüne serer. Hiçbir dile öncelik ve üstünlük tanımaz. Dilbilgisi özel dil ile ilgilidir, onunla sınırlı kalır. Ama dilbilim, dil yetisini incelediği için daha evrenseldir. Günümüz dilbiliminin temelleri William D. Whitney (1827- 1894), Ferdinand de Saussure (1857-1913), Edward Sapir (1884-1939) ve Leonard Bloomfield (1887-1949) tarafından atılmıştır. Saussure, başta olmak üzere bu bilim adamları 19. yüzyıla kadar yapılan dil araştırmalarını yetersiz görmüş ve bir bildirişme aracı olan dili yapı bakımından kuramsal bir çerçevede kavramaya çalışmışlardır. 20. yüzyıl dilbilimi bu bilim adamlarının ve Prag okulunun çalışmaları ile beslenmiştir.

Bugün dilbilim farklı bilim dallarından yararlanır. Onların yöntem ve verilerini kullanır. Buna karşılık insanı konu alan diğer bilim dalları da dilbilimin ortaya koyduğu yöntem ve tekniklerden, verilerden faydalanır. Karşılıklı bu etkileşim sonucunda ses bilgisi, ses bilim, biçim bilim, söz dizim ve anlam bilime ek olarak sözcelem, edim bilim ve metinbilim alanları da dilbilimin ulamlarına eklenmiştir. Dallar arası etkileşim

21

sonucunda toplum dilbilim, ruh dilbilim, sinir dilbilim, bilimsel dilbilim ile uygulamalı dilbilim ortaya çıkmıştır (Zeynel Kıran, 2003b: 12).

Dilbilim, filoloji ile de karıştırılmamalıdır. Yunancadan türeyen ve “dil sevgisi” anlamına gelen filolojinin birinci amacı; okunup anlaşılmasında zorluk çekilen eski metinleri açıklamak, onları canlı tutarak bir kültür geleneğinin kurulmasını sağlamak ve bu eski metinlerin unutulmasını engellemektir (Bayrav, 1998a: 13). Filoloji, temel olarak “doğru” metinler sunmayı, eski metinleri açıklayarak günümüze aktarmayı ve anlaşılmasını sağlamayı hedefler. Metinler arasında yazınsal değere ve bu doğrultuda yapılacak sınıflandırmalara önem verir. Doğal olarak dil ile ilgisi de dolaylıdır. Dilbilim ise olgular arasında hiçbir ayrım yapmaz, doğrudan dil ile ilgilenir. Eşsüremsel bir inceleme yapar (Vardar, 2001b: 32). Bir devrin bütün yazarları için ortak buyurumlar ve alışkanlıklar bütünü dildir. Dolayısıyla da yazın yapıtlarını çevreleyen ve içerisine alan bir yapıdır, dil: “Bütün yazınsal yaratımı gök, yer ve bunların birleşim çizgilerinin insan için bildik bir konut çizdikleri gibi kapsamı içerisine alır” (Barthes, 2003: 17). Bu durum yazın yapıtlarını incelerken dilbilimin yöntemlerinden, verilerinden yararlanmayı zorunlu kılmaktadır. Çünkü dilbilim; dili konu olarak alan, dili inceleyen bilimdir.

Yazınsal yapıtların çözümlenmesinde, yapıtı içerisinde üretildiği dilden koparmak, bağımsız olarak incelemek imkansızdır. Bu yüzden son otuz, kırk yıldır dilbilim ile beslenen metin dilbilimi gelişmiştir. Yazar tarafından oluşturulan metin kodu, metin dilbilimsel yöntemlerle çözülmeye çalışılır. Metin dilbilimin temel amacı metnin ne aktardığını aramak değil, aktardığı şeyi nasıl oluşturduğunu tespit etmektir: “Metni çözümleme, metnin işleyiş biçimini, belirlediği amaca nasıl ulaştığını, ya da okuyucu üzerinde bazı etkilerin nasıl yaratıldığını göstermek, incelenecek metnin mantıksal yapısını ve temel düşünce biçiminin bulunmasına katkı sağlamak, yazınsal etkinliğin mantıksal gelişimini ve tutarlılığını çözümlemektir” (Sığırcı, 2005: 174).

Yazınsal yapıtların kendine özgü şifresi, okur tarafından yazardan bağımsız olarak gerçekleştirilir ve çözülür. Bu yüzden bir metnin anlamı okurun öznel niyeti ile bulunur. Bir metnin anlamını bulmak, yazar tarafından oluşturulan ve metnin arkasında kaybolan metni bulmak değildir. Tam aksine metnin önünde, metnin açtığı ve okurun katkısı ile oluşan anlam evrenini bulmaktır (Kıran, 2004: 54). Okur, yapacağı metin dilbilimsel okuma ile metinle özel bir ilişki kurar; hem yeni bir dünya oluşturur, hem de önünde yeni dünyalar açılır.

Dil dışı gerçeklik bir bütündür ve bölünemez. Bir metin ne kadar gerçekçi olursa olsun, dil dışı dünya gerçekliğini tam olarak yansıtamaz; bu yüzden de boşluklar bulunur. “Okur bu boşlukları kendi deneyim, bilgi ve duygulanımlarına göre pek çok beti arasından seçme yaparak doldurur ve böylece metni kendi öznel bakış açısıyla okur, bir başka anlatımla metni yeniden dokur” (Kıran, 2004: 56). Her okurun bilgi birikiminin, kültür düzeyinin birbirinden farklı olacağı düşünülürse ister aynı okur, ister farklı okur tarafından yapılan her yeni okuma, farklı anlamların ortaya çıkmasına yol açar.

Yazınsal yapıtların, bir dizi kişiler, olaylar ve durumlar içerdiği; bu öğelerin belirgin nitelikli ulamlara bölünebileceği öteden beri bilinmektedir. Tiyatrodaki; saf kız, hain, sırdaş; engellenen aşk, cezalandırma, öç alma vb. durumlar örnek olarak gösterilebilir (Guiraud, 1994: 97). Metin dilbilimi, bu olguları yapılaşmış bir dizge olarak görür ve yazın yapıtlarını bu doğrultuda inceler. Bunun ilk örneği Rus biçimcilerinden V. Propp’un, yüz Rus halk masalına yönelik yaptığı incelemedir. Bu inceleme sonucunda Propp, anlatıların tümünde yer alan ve olayın bütününü özetleyecek otuz bir (31) işlev tespit eder.

23