• Sonuç bulunamadı

Özelleştirme uygulamalarındaki ana gerekçe, kamu mülkiyetindeki teşebbüslerin ekonomik etkinliklerini artırmaktır. Mevcut teorilerden birkaçı, özel sektör işletmeciliğinin kamu işletmeciliğinden üstün olan taraflarını açıklamakta ve elde edilen kazanımların, varlıkların mülkiyetinin ve/veya işletme hakkının kamu sektöründen özel sektör yatırımcılarına devredilmesi sonucunda ortaya çıktığını ifade etmektedir (Chirwa, 2004: 3).

Etkinsizlik konusundaki endişelere çare bulabilmek adına özelleştirme konusu, 1980’li yıllardan beri ülkelerin başvurduğu önemli bir yöntem olarak göze çarpmaktadır. İşletme yönetimi tarzının kamuya uyarlanmaya çalışılmasının, kamuda beliren olumsuz gelişmelere çözüm getirebilmek için yapıldığı ifade edilmektedir. Bu konu dahilinde kamu ve özel sektör karşılaştırmalarında özellikle mülkiyet hakları teorisi (property rights theory), kamu tercihi teorisi (public choice theory) ve kurumsal teori (organizational theory) olmak üzere üç teori üzerinde durulmaktadır.

1.4.1 Mülkiyet Hakları Teorisi (Property Rights Theory)

Mülkiyet yapısının organizasyonların performansını belirleyen önemli bir faktör olduğunu savunan ve mülkiyet-etkinlik ilişkisinin boyutlarını analiz etmeye odaklanmış çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. Bu teoriler içinde en önemlisi belki de mülkiyet hakları teorisidir ve bu teori genel hatları ile kamu sektöründe eldeki kaynakların etkin kullanılmamasını açıklamaya çalışmaktadır (Dura, 2006: 226).

Mülkiyet hakları teorisi, kamu kurumlarındaki etkinsizliğin nedeni olarak mülkiyet sahipliğinin belirsiz olmasını göstermektedir. Özel bir şirket direkt olarak sahipleri tarafından kontrol edilmekte ve bu sahipler kötü yönetim tarzlarından, şirket kaynaklarını israf etmekten olabildiğince kaçınmaktadır. Çünkü şirketin kârı her zaman sahibinin kârı anlamına gelmektedir. Şirket sahibinin hisse senedi sahiplerinin olduğu durumlarda ise eğer hisse senedi sahipleri kötü yönetim veya karda azalma gibi durumların olduğunu görürlerse sahip oldukları

senetleri satıp şirketin hisse değerinin düşmesine neden olacaklardır. Bu nedenle özel sektörde etkin olmak ve kâr yapmak için birçok neden vardır. Ancak kamu kurumları, özel sektördeki bu mekanizmaya sahip değildir (Kim vd., 2014: 54).

Mülkiyet hakları teorisi, kamu ve özel sektör teşebbüsleri arasındaki performans farklılıklarını, kamudan özel sektöre transfer edilen mülkiyet haklarının azalışında göze çarpan farklılıkları dikkate alarak açıklamaktadır. Kamu teşebbüslerindeki mülkiyet hakları, kademeli olarak azaltılmaktadır. Çünkü mülkiyet hakları, ekonomik faaliyetlerdeki maliyet ve kazanımları doğrudan etkilediği için kısa süre içinde kolaylıkla transfer edilememektedir.

Mülkiyet hakları teorisinde esas alınan nokta, kamu ve özel sektör yöneticileri arasındaki yönetim tarzları ve amaçlardan kaynaklanan farklılıklardır. Kamu yöneticilerinin ulaşmak istedikleri asıl amaç toplumun refah seviyesinin artırılması iken özel sektör yöneticilerinin ulaşmak istedikleri asıl amaç ise kârı en yüksek seviyeye çıkarmaktır. Mülkiyetin kamu sektöründen özel sektöre doğru transfer süreci başladığı andan itibaren refahı en yüksek seviyeye çıkarma amacı, kârı en yüksek seviyeye çıkarma amacına doğru kaymaya başlamaktadır (Chirwa, 2004: 3).

Mülkiyet hakları teorisi, hem kaynakların dağılımı açısından, hem de mülkiyete sahip olma açısından bazı kesimlerin bu durumdan fayda sağlarken başkalarının da zarar görmesine neden olabildikleri için, insanların dikkat etmesi gereken sosyal ve ekonomik ilişkileri ortaya koymaktadır. Mülkiyet hakları mülkiyet sahibi bireylere, özel işletmelerin varlıkları üzerinde “artık değer (residual claims)” talebinde bulunma hakkı tanımaktadır. Kaynaklar üzerindeki haklar, karar alıcılara ne kadar fazla dağıtılırsa, bu kaynakları etkin kullanmaya ve korumaya karşı da o kadar güçlü bir istek ortaya çıkmaktadır (Adams, 2006: 297).

Kamusal ve özel mülkiyete yönelik standart mülkiyet hakları yaklaşımı, mülkiyetin tüm biçimlerinde bazı vekil (agency) problemleri olduğunu kabul etmektedir. Bununla birlikte özel sektörde mülkiyet, rekabetçi bir sermaye piyasası aracılığıyla transfer edilebilir olduğu için, kaynaklar daha verimli bir biçimde kullanılacaktır. Artık değerden pay talep edenler tarafından gerçekleştirilen gözetim, politik süreçlerle gözetim yapmaktan daha etkilidir. İlgili yazın, kamusal mülkiyetin bulunduğu alanlarda, mülkiyet haklarının zayıflatılmasını ve zayıflatılmış mülkiyet haklarının etkinlik açısından sonuçlarını araştırmaktadır (Kalkan, 2011: 50).

1.4.2 Kamu Tercihi Teorisi (Public Choice Theory)

Kamu Tercihi Teorisi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan ve politik süreçte alınan karar ve uygulamaları iktisat biliminin kullandığı metot ve varsayımlara dayalı olarak açıklayan bir disiplindir (Kızılboğa, 2012: 91).

Odak noktası kamu kesimi olan kamu tercihi teorisinin temelleri 18. ve 19. yüzyılda Avrupa iktisatçılarının çalışmalarıyla atılmıştır. ABD’li iktisatçıların konu ile ilgili ilk çalışmaları 1950’li yıllara dayanmakla birlikte asıl önemli çalışmalar 1970’lerden sonra ortaya konmuştur. Modern özelleştirme görüşünün oluşmasına iktisat okullarının ekonomistlerinin büyük katkısı olmuştur.

Kamu tercihi teorisi, politikacıların kamu teşebbüslerini oylarını ve/veya bütçeyi artırmak gibi amaçlar güderek bürokratik yaklaşımlar ile yönettiğini ifade etmektedir. Bu teorinin savunucuları, hükümet kademelerinde genel olarak amaçlanan kârı yüksek seviyelere çıkarmak değil bütçeyi artırmak, riski azaltmak, istihdam ve yatırım olduğunu belirtmektedirler (Chirwa, 2004: 3).

Teoriye göre bürokrasinin kamu hizmetlerinde yarattığı sorunların çözüm yolu olarak tekel durumdaki kamu hizmetlerinin rekabete açılması görülmektedir. Aslında hizmet kalitesini artıran, mülkiyetin özel sektöre ya da kamu sektörüne ait olmasından ziyade piyasada yaşanan rekabetin sonucunda etkinliğin artmasıdır.

Dünya Bankası tarafından yapılan bir çalışmada kamu tercihi teorisi ayrıntılarıyla incelenmiş ve benzer biçimde ekonomik krizle özelleştirme arasında bir ilişki olduğu tespit edilmiştir. Dünya Bankası’na göre, “hükümetin mali durumunu kötüleştiren bir ekonomik kriz, politikacıların zarar eden kamu işletmelerini desteklemelerini güçleştirerek, özelleştirmenin maliyetlerini ve faydalarını değiştirebilir.” Dünya Bankası, bu konudaki yorumunu daha da ileri götürerek bürokratların işletmeleri yönetmekte başarısız olmalarının nedeninin, yetersiz olmaktan daha ziyade (ki aslında gerçekten de yeteneksiz olmadıkları da ileri sürülmektedir) oldukça yetenekli ve istekli kamu çalışanlarının bile dikkatini dağıtacak ve hevesini kıracak, aykırı amaçlarla ve ters güdüleyici sorunlarla karşılaşmaları olduğunu gözlemlediğini belirtmiştir. Amaç fazlalığının, hükümetleri, kamu işletmelerinin verimsiz bir biçimde yönetilmesine ve bu nedenle de, kâr etmelerinin imkânsız olduğuna inanmaya önceden hazırladığı iddiası, özelleştirmelere ilişkin bir başka haklı neden teşkil etmektedir (Odukoya, 2007: 30).

Kamu tercihi teorisinde özelleştirme faaliyetleri desteklenmektedir. Bu teoriyi destekleyenler, kamu yetkililerinin kendi tercihleri doğrultusunda işleri idare ettiklerini, bir sonraki siyasi seçimleri düşünerek hareket ettiklerini, faydalı olamayan çalışanların sırf seçimler düşünülerek işten çıkarılmadıklarını ve hatta bazı durumlarda ücretlerinde artışların dahi yapıldığını belirtmektedirler. Kamu tercihi teorisini destekleyenler, tüm bu olumsuzlukların özel sektör yönetim tarzıyla çözülebileceğini ifade etmektedirler (Kim vd.,

2014: 53). Bu nedenle kamu tercihi teorisi, devletin ekonomideki rolünün azaltılması ve hizmet sunumunun mümkün olan yerlerde derhal özelleştirilmesi gerektiği görüşünü benimsemektedir.

1.4.3 Kurumsal Teori (Organizational Theory)

Bu teori, özel sektör ile kamu sektörü arasındaki kontrol mekanizması, teşvik, güdülenme, amaç, kurumsal altyapı, iletişim, raporlama sistemleri, harcanan emek ve yönetim tarzı gibi kurumsal karakteristikler arasındaki farklılıklara odaklanmaktadır (Villalonga, 2000: 46). Bahsedilen bu kurumsal karakteristiklerin işletmenin verimliliği ve/veya kârlılığı açısından önemli farklar ortaya çıkaracağı ifade edilmektedir. Gerçekleştirilecek özelleştirme uygulamaları ile daha kurumsal, daha sistematik yönetim anlayışı ile önemli ölçüde performans iyileşmeleri sağlanacağı düşünülmektedir.