• Sonuç bulunamadı

SEMA KAYGUSUZ ÖYKÜCÜLÜĞÜ

2.1.5. Çocukluk ve İlk gençlik

Her yazar için çocukluk ve ilk gençlik dönemleri yazma serüveninde önemli basamaklardır. Kaygusuz Esir Sözler Kuyusu adlı kitaptaki birkaç öykü çocukluk ve genç kızlık yıllarını konu edinmiş ve çocuk diliyle yazılmış öykülerdir.

Esir Sözler Kuyusu adlı kitaba isim veren “Esir Sözler Kuyusu” öyküsü bir

çocuk ağzıyla kaleme alınan öyküdür. Her gün babaannesine yemek götüren kız çocuğu babaannesinin her gün anlattığı hikayesini “ilk kez dinliyormuş gibi yaparak” (ESK, 17) dinler:

“Bana hep bir yılandan söz eder. Eskiden bu yılan her sabah evin taş döşeli avlusuna gelir, başını dikleştirip tıslayarak kimsenin dilini çözemediği bir hikaye anlatırmış. O zamanlar ev kalabalıkmış tabii, babaannem küçücükmüş ve harfi harfine anlarmış yılanın dediklerini. Evin öbür üyeleriyse, özellikle kadınlar çığlık çığlığa sağa sola koşuşturur, bu yabansı tıslamanın içinden en küçük bir anlam çıkaramazmış.” (ESK, 17)

Kız çocuğu babaannesinin bu ilginç hikayesini dinlerken bir yandan da yılanların ne söylediğine dair çocuksu merakı ön plana çıkıyor. Yılanların söylediklerini hiçbir zaman kimseye anlatmayan babaannenin aynı zamanda “gizemli ve paylaşılamaz bir yalnızlığı” (Akçay, 2005: 72) ortaya çıkıyor.

Öyküde yılanların hikayesini dinleyen babaannenin bunları kimseye anlatmaması için tembihlenmesi “yılanların bıraktığı bir esaret” (ESK, 18) olarak görülmektedir. Bu esaret öyküde şöyle anlatılıyor:

“Kimsenin duymadığı bir şeyi duymak, bilemediği bir şey bilmek en acılı hastalıktan daha ağrılı, en koyu yalnızlıktan daha betermiş. Böyle insanlar hep sinirli ve üzgün olurlarmış bu yüzden. Kalabalık çok daha kalabalık, yere düşen gölgeler olduğundan fazla karanlık görünürmüş onlara.” (ESK, 18)

Babaannenin yılanların hikâyelerini dinlemesinin bedeli bu cümlelerle daha net ortaya çıkmıştır. Torun babaannesine yemek götürdüğü bir gün bir başka yoldan gitmeyi tercih etmiş ve bir Cevizlik’teki ahşap evde yalnız başına yaşayan Nermin ile karşılaşmıştır. Yılanlarla konuşan babaannesinden sonra kuyuyla konuşan Nermin’i çok yadırgamaz belki ama ona karşı da büyük heyecan duyar. Çocuksu bir merak duyan kız çocuğu Nermin’e bununla ilgili sorular sorarak merakını gidermeye çalışır.

74

Öykünün sonunda babaannenin torununun Nermin ile karşılaştığını öğrenmesi üzerine babaannede bazı değişiklikler olmaya başlar. Durumdan memnuniyetini yüzündeki gülümsemeyle gösteren babaanne “tuhaf bir keyif” (ESK, 23) halini alır ve erimeye başlar. Öykünün son cümlesinde “meğerki babaannem öleli yıllar olmuştu” ifadesi öykünün kız çocuğunun kafasında kurduğu bir düşten ya da rüyadan ibaret olduğunu ortaya çıkarır. Akçay’a göre anlatıcının çocuk olduğu bu öyküde çocuk sesi başarıyla öyküye yedirilmiştir. (Akçay; 2005: 72)

Esir Sözler Kuyusu’ndaki “Yüzeysel Şeyler” öyküsü, lojmanda yaşayan

kadınların sıradan hikayelerini anlatır. Kaygusuz bir çocuk ya da genç diliyle yazdığı bu öyküde lojmandaki kadınları kendi penceresinden ele almıştır. Öyküde lojmandaki gündelik yaşamın detayları verilir:

“Bir ön bilgi vermem gerekirse, meçli saçlarıyla tıpkı kocaları gibi bir örnek olmaya mahkum subay hanımları, pazardan, çay partisinden, eğer öğretmenlerse okulda ya da memurluk yaptıkları devlet dairesinden, yüksek topuklu ayakkabılarını apartman basamaklarına tak tak vurarak, kendi evlerine çıkmadan önce abartılı kahkahalar eşliğinde birer birer bizim evde buluşup benim sevgili meneşecik annemle bir çift sohbet ederler.” (ESK, 25)

Anlatıcının bir çocuk olduğunu anladığımız öyküde anlatıcının annesine karşı duyduğu yakınlık göze çarpar. O gün anlatıcının evlerine giden Nuriye teyzeyi görünce peşinden gider. Nuriye teyzenin annesine ağlayarak bir şeyler anlattığına şahit olur. Meselenin ne olduğunu çok geçmeden anlarız:

“Nuriye teyzeyi öyle ağlamaktan mosmor görünce, annem bir ölüm haberi alacağını sanarak hemen göğsünü tuttu. Ancak Nuriye teyzenin üzüntüsü bambaşkaydı. Meğerse para hırsı yüzünden cimrilikte sınır tanımayan Güngör teyze, kendi kızı Ebru ile Nuriye teyzenin kızı Filiz anaokulunun bahçesinde tahterevallide karşılıklı oynarlarken, yine bir subay hanımı olan anaokulu müdürü Nihan hanıma demiş ki: ‘Bir şu Nuriye’nin kızına bak, ne kadar da kara, bir de benim kızıma bak, hem sarışın hem de akça pakça.”” (ESK, 27)

Nihan hanımın olanları Nuriye’ye söylemesiyle birlikte olaylar silsilesinin fitili ateşlenir. Anlatıcı çocuk karakter bu olayları anlatırken dalgacı bir üslup takınır. Kısa sürede eve dolan diğer kadınlarla birlikte olay çığırından çıkar ve yüzeysel şeyler yüzünden herkes bir hesaplaşma peşine düşer. Anlatıcının çocuk ve acemi oluşu öykünün kurgusuna yansımış parantez içi açıklamalar yapılmıştır. Eve birer birer doluşan kadınların her biri diğerine suçlamalar yapmakta ve büyük bir kargaşaya sebep olmaktadırlar. Anlatıcının annesi ev sahipliğini bozmamakta ve olanlara sessiz kalmaktadır.

Lojmanda yaşayan subay hanımlarının bu trajik hallerinin mizahi bir anlatımla işlendiği öyküde anlatıcı çocuğun yaşananları alaya alması üzerinde durulur ve öykü sonunda anlatıcı kendi alaycı tavrıyla yüzleşir:

75

“Benim için eğlenceli olan bu kavga, her dakika, çok acıklı bir sahneye dönüşüyordu. Birkaç hafta önce istismar denilen bir tavırdan söz etmişti babam. İnsanın insana ettiği kötülüklerin en küçüğü, öte yandan en aşağılık olanıymış, istismar. O zaman, ne demek istediğini pek anlamasam da, istismara açık zayıf yanlarımızdan yararlanarak, insandan insana çarpa çarpa mahvolduğumuzu, tarih öncesi bir cadının büyülü küresine baktığı gibi salonumuzda açılan kara boşluğa bakarken gördüm. Bir de kendi istismarımı…evimizde toplaşan kadınlara öfke duymuyordum, hayır, çoğunun söyledikleri kısmen doğru, attıkları palavraların birçoğu yerinde sezgilerdi. Yanlış olan benim görme biçimim! İnsan böyle görürse asla iyileşemez. Yazarken, aynı annemin yaptığı gibi bir susma hakkı geliştirmeliyim ben de kimseyi istismar etmemek için…”(ESK,31)

Anlatıcının kendi penceresinden baktığında yüzeysel şeyler olarak gördüğü meselelerin subay hanımları için büyük meseleler oluşu aslında bakış açısıyla doğrudan alakalıdır. Kendi esmer olan Nuriye teyzenin bu esmerliğini kapatmak için verdiği mücadele anlatıldığında kızına “ne kadar da kara” (ESK, 27) denilmesine verdiği tepki anlaşılır düzeydedir. Kaygusuz anlatıcının subay hanımlarının problemlerini istismar etmesine ve sonra bu istismarla yüzleşmesine müsaade ederek anlatıcı çocuğun öyküde büyüdüğüne şahitlik etmemizi sağlamıştır.

“Üzüntü Avcısı” öyküsü kız çocuklarının iç dünyasını çocuk diliyle anlatan bir başka öyküdür. Serpil adlı kızın ağzından anlatılan öyküde parçalı anlatım vardır. Öykü iki bölümden oluşur. Birinci bölümde Serpil arkadaşı Nilüfer ile okulun bahçesinde sohbet etmektedir. Aşırı kilolarından şikayetçi olan Nilüfer için iki arkadaş çözüm bulmaya çalışmaktadır. Nilüfer’in ailesinin Nilüfer’e yeterince destek olmadığını düşünen Serpil Nilüfer’e zayıflamak konusundaki kararlığını ailesine göstermesini istiyor ve Nilüfer’in buna cevabı sert oluyor. Çünkü Nilüfer’e göre çocuk olan kendisi büyük olan ise anne babası. Bu durumda Nilüfer asıl görevin anne ve babasına düştüğünü düşünüyor. Serpil’in ona verdiği cevap ise düşündürücüdür:

“ “Nilüfercim” diyorum yumuşacık, “bak bu konuda yanılıyorsun. Annemiz ile babamız artık büyümüyor, gerçekten. Büyüyen sensin. Sakın onların senden daha akıllı olmalarını bekleme.”(ESK, 35)

Serpil, Nilüfer’in kilolarından dolayı üzüntü yaşamasını istememekte ve ona yardım etmeye çalışmaktadır. Öykünün birinci bölümünde Nilüfer’in ve Serpil’in iç dünyaları, üzüntüleri ve aralarındaki ilişki bir çocuk gözünden başarılı bir şekilde verilmiştir. Öykünün ikinci bölümünde ise okuldan sonra eve dönen Serpil’in annesi ile yaşadığı bir an anlatılır. Annesinin o gün endişeli bir hali olduğunu fark eden Serpil annesinin halini şöyle anlatır:

“Annemden bana çarpıp mutfağa yayılan yoğun bir duygu hissediyorum. Nedenini anlamıyorum tabii. Daha önce de okuldan geç geldiğim olmuştu, hiç böyle bakmamıştı yüzüme. Ben de meraklanmaya başlıyorum.” (ESK, 37)

76

Annesinin endişelenmesinin nedenini çok geçmeden öğrenen Serpil annesinin endişesini giderir. Daha evvel arkadaşlık kurduğu Şebnem’in anal seks yaptığı söylentisi annesine duyulmuş ve anne kendi kızı için endişelenmiştir. Serpil bu endişeyi yok etmek için anal seksin ne olduğunu dahi bilmediğini yadırgayıcı bir üslupla annesine ifade etmiş ve annesini bir nebze de olsa sakinleştirmiştir.

Anne ve babaların çocuklarının ergenlik dönemlerinde onlar için endişelenmesi ve tehlikelere karşı korumaya çalışması öyküde Serpil’in birinci ağızdan anlatımıyla verilir.

“Sessizlikler” adlı öykü bir kız çocuğunun kendine bir japon balığını arkadaş edinmesi ve onunla kurduğu bağ kız çocuğunun dilinden anlatılmıştır. Daha evvel de değindiğimiz bu öyküde Sema’nın balık ile kurduğu ilişki keşfe dayalı bir ilişkidir: “Solungaçları eteklikleri andırırdı, fırfırlı felan. Önce bir gözünü dönerdi, sonra öbürkünü. Pek geç anladım, balık beni görmüyordu. Camın, suyun saydamlığı yetmiyor karayı algılamakta. Kavanoza tık tık vurduğumda suya yem düşeceğini biliyordu; başını yukarı kaldırınca bir elin devasa gölgesini izliyordu patlak gözleriyle yuvalarında.” (ESK, 42)

Japon balığı ile özdeşim kurmaya başlayan Sema bir kız çocuğunun başka bir canlıyla kurduğu özdeşimin kendi ağzından etkileyici biçimde aktarır. Öykü kendini yalnız hisseden çocukların bir arkadaşıyla kurduğu duygusal bağı gösterir. Sema’nın birinci ağızdan olanları anlatması öykünün okuru içine çekmesinde daha da etkili bir anlatım tarzı oluşturmuştur.

“Kayıp” ise durmadan kaybolan bir çocuğun bir başka çocuk gözünden anlatıldığı bir öyküdür. Çocuk ağzından kaleme alınan öykü yine askeri bir lojmanda bir nevi koca bir aile olan insanlar arasında geçiyor. Sürekli kaybolan Suat’tan öykü anlatıcısı olan adını bilmediğimiz kız çocuğu pek hoşlanmamaktadır:

“Suat kirpikten bir oğlandı. Kirpikleri onu güzelleştireceğine yerde tam tersine burnunun üstünde bir çift saç fırçası taşıyormuş gibi bir izlenim yaratırdı. Onu neden sevimsiz bulduğumu şimdi daha iyi anlıyorum. Çünkü gözlerini görmüyordum çocuğun, nasıl baktığını, gözlerinin ne renk olduğunu… Sürekli yere baktığı için herhalde.” (ESK,45-46)

Suat annesi Feyman’ın ilgisizliğinden ötürü içine kapanık bir çocuk haline gelmiştir. Kimseyle pek iletişim kurmayan Suat kendini kaybederek dikkat çekmek, bir süreliğine de olsa ilgi görmek istemektedir. Bir gün yine saklanan ve geceyi saklandığı balkon altında geçiren Suat sabaha karşı kirlenmiş bir halde bulunmuş ve bulunduğunda annesi Feyman dahi çocuğundan iğrenmiş ona sarılmamıştır. Anlatıcı kız çocuğu kendi annesinin bu durum karşısındaki tavrını şöyle anlatmıştır:

“Herkes Suat’ın bu “yokoluş” oyununu fazlasıyla kanıksadığından kimse onun için kaygılanmıyordu artık. Ama fena halde üşütmüştü çocuk. Suat’tan köhür köhür öksürükler…onca insanın içinde bir tek annemin dudakları sarkıyordu.” (ESK, 47)

77

Suat’ın durumu kendi annesi Feyman’ı bile çok düşündürmezken anlatıcı kız çocuğunun annesi Suat için endişelenmektedir. Öykü bu noktadan sonra daha da çocuksu bir hal alır ve öykü kahramanın kız çocuğunun Suat’ı annesinden kıskanmaya başladığını görürüz. Suat’a yardımcı olmak isteyen annesini kıskanan kız çocuğu şöyle tepkiler vermiştir:

“Ciyak ciyak ağlamaya başladım. Kıskançlıktan damarlarım patladı patlayacak. Annem tatlı tatlı kaşlarını çatıp susmamı bekliyor. İnatla ağlıyorum ben de. Küçücük ellerimle yüzünü kapatıyorum annemin. Suat bize gelmesin, diyemesem de onu sevmesini hiç istemediğimi annem gayet iyi biliyor. Ama buna katlanmam gerektiğini sessizce öğretiyor bana. Uzun parmaklarıyla saçlarımı sakince okşayarak…”(ESK, 47)

Annesini komşu çocuğuyla paylaşmak istemeyen bir çocuğun kıskançlığı açık bir şekilde öyküde görülür. Öykünün çocuk ağzıyla kaleme alınması çocuklara has bir dürüstlüğü de işin içine dahil eder ve öyküdeki çocuk en doğal, saf duygularını açığa çıkarmaktan çekinmez.