• Sonuç bulunamadı

2.2. Çocuk ve Çocuk Hakları

2.2.2. Çocuk Olgusunun Tarihsel Gelişimi

Çocuk, eski devirlerden beri toplumların ilgilendiği bir varlıktır. Ancak, bu ilginin niteliği, kapsamı ve biçimi tarihsel gelişimde farklılıklar göstermektedir. Söz konusu farklılıklar, toplumların sosyal, kültürel gelişmesine, örgütlenmesine ve toplum içindeki egemenlik koşullarına bağlı bulunmaktadır (İnan, 1968). Çocuğun kendine özgü dünya, dönem/çağ ve kültürünü ifade etmekte kullanılan çocukluğun uzun yıllara dayanan sosyal tarihini inceleme işi, birçok faktör, kavram ve düşüncenin eşliğinde yapılabilmektedir. Genel bir muhasebe için yapılacak tarihsel (değişken), bağlamsal(belli bir mekâna/zamana özgü) ve olgusal (vergisel) bir değerlendirmede elbette çocuğu ve çocukluğu ilgilendiren çeşitli boyutlar söz konusu olabilir. İktisadi, eğitsel, dini, ailevi, ideolojik, siyasi vb. değerlendirmeler çerçevesinde geniş bir tarihi geçmiş, tartışmalı bağlamlar ve çelişik olgularla karşılaşmak, konunun ne derece zengin olduğunu gösterir (İnal, 2014).

Çocukluğun kökenini ve tarihini araştırmaya başlayanlar; çocukluk, annelik, ev, aile gibi kavramların insanlığın evrensel bir parçası değil de, birçok yönüyle sonradan icat edilmiş olduğunu görmektedir. Çocuk, eski çağlarda üzerine titrenilen, etrafında pervane olunan bir varlık değildi. Bırakın üzerine titrenilen bir varlık, hafif ateşlendiğinde bütün aile huzurunun bozulduğu bir çekim merkezi olmayı, çocuklar normal bir insan olarak dahi değerlendirilmiyordu (Kaya, 2011).

31

Gülcan (2003), coğrafi, siyasal, sosyal ve ekonomik ortamlardaki koşulların bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlı olduğunu ve bu nedenle bir olgu incelenirken bir bütünün parçası durumunda değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Çocukluk da toplumsal bir yaratma olduğu için çocuğun nasıl algılandığı, insanlık tarihinin “karşılıklı etkilemeler ve etkilenmeler” süreci içinde değerlendirmelidir (Elkind, 2000, s.231). Aries (1962) ve Postman (1995), tarihsel olarak çocukluk olgusunun gelişiminde ve sürekliliğinde (çocukluğun yitişi) okuryazarlığın, ahlaki değerlerin (ayıbın nasıl tanımlandığı gibi), eğitimin ve teknolojinin etkili olduğunu söylemektedir (akt. Yurtsever, 2009). Çocukluk olgusunun tarihsel, felsefi, yasal ve pratikteki uygulamalarına bakıldığında birbirini takip eden dört aşamanın (1. Çocuk/küçük insan görüşü 2. Çocuk toplumsal varlıktır görüşü 3. Çocukluk İnsan Yaşamının Çok Özel ve Önemli Bir Dönemidir Görüşü 4. Post modern Çocuk Paradigması) gerçekleştiği görülmektedir (Yurtsever, 2009).

Yursever’e (2009) göre çocukluğun ne olduğunu anlamaya çalışan ilk görüş, “çocuk/küçük insan” diye adlandırılan görüştür. Bu görüşe göre, çocukla yetişkin arasında önemli bir “büyüklük” farkı vardır. Ayrıca, yaşça da fark olduğundan çocuk “ufak” bir insandır. Bu görüş, bugün de çocuk gelişiminin yalnızca bir büyüme süreci olduğu düşünüldüğünde kabullenebilecek bir yaklaşımdır. Örneğin, ilk bakışta çocukların yalnızca büyüdüğü sanılır. Çocuklar genelde bebeklerden daha iri, gençler ve yetişkinlerden daha ufaklardır. Bu gözleme göre çocuklar, bir takım “devler”ce çevrilmiş bir dünyada yaşamaya başlarlar. Çocukluğun ne olduğunu anlamaya çalışan ikinci görüş, “çocuk toplumsal bir varlıktır” görüşüdür. Bu görüşe göre çocuk, biyolojik varlığı dışında toplumsal bir varlığa da sahiptir. Bu görüşün gelişmesinde semavi dinlerin büyük etkisi olduğu görülmüştür. Çocukluğu insan yaşamının çok özel ve önemli bir dönemi olarak ele alan paradigma (Modern Çocuk Paradigması) genel olarak 20. yüzyılın ürünü olarak kabul edilir. Ancak 20. yüzyılın, modern çocuk paradigmasının tüm nedenlerini de hazırladığının ileri sürülmesi tartışmaya açık bir konudur. Çünkü modern çocuk paradigması, geleneksel Doğu ve Batı toplumlarının çocukluk karşısındaki olumsuzluklar kadar, dönemin felsefe ve uygulamalarından güç ve teşvik almıştır. Semavi dinler ile bazı ünlü düşünürlerin yaklaşımları bu bağlamda göz ardı edilmemesi gereken önemli gelişmelerdir. Musevilik aileye kutsal bazı sorumlulukları yüklemektedir. Hıristiyanlık da kutsal çocuk imgesi ile çocuğu dışlayan bir topluma bir mesaj vermektedir. İslamiyet ise bu mesajın toplumsal gerekliliği üzerinde ısrarla durmaktadır. Dinden gelen bu özgün dalgalanmalar ilerleyen

32

dönemde filozof ve aydın yaklaşımlarına da esin kaynağı olmuştur. Geleneksel toplumların Batı’da ve Doğu’da görmezlikten geldikleri çocukluk olgusu, bu ısrarın sonucunda ortaya çıkan çocuk duyarlılığını, özen ve ihtimamı oluşturmuş, anne ve babaları bu bağlamda çocuğa karşı sorumlu tutmuştur. Dönemin toplumsal ve siyasal hareketliliği de paradigmanın hayata geçmesinde çok önemli işlevler yüklenmiştir.Ailenin tarih sürecindeki değişimine bakıldığında aile yapılarındaki değişimin çocukluk olgusunun değişimine neden olduğu görülmektedir. Modern aileden post modern aileye geçiş, çocukların yetiştirmesini de etkilemektedir ve post modern çocuk paragdigmasını ortaya çıkarmıştır. Post modern kozmopolit aileler, iki ebeveynin çalıştığı aileleri, tek ebeveynli aileleri, boşanmış ve yeniden evlenmiş aileleri kapsamaktadır. Bir zamanlar güçlü bir tabu sayılan farklı din ve ırklar arası evlilikleri de içermektedir. Ebeveyn rolleri kadınlar için eğitim ve iş olanakları açıldıkça değişmektedir. Babalar, geçmişe göre çocuk bakımı ve ev işlerinin yapılmasına daha çok katılmaktadırlar. Post modern ailede çocuğun algılanması da yeniden yaratılmıştır. Post modern ailede çocuk yetkin, hazır ve yaşamın tüm olanaklarıyla ve meydan okumalarıyla uğraşabilecek biri olarak görülür. Erken yaşlardan itibaren ev bakımı dışında da bulunabilen, boşanma ve tek ebeveyn ile başa çıkabilen, televizyon ekranlarında yaygın biçimde izlediğimiz şiddet ve ürkütücü cinsellik görüntüleriyle başa çıkabilecek çocuklara gereksinimiz vardır. Yine zamanın kısıtlı olması nedeniyle genellikle ebeveyn ve öğretmenleri, sorumlulukları çocuklarla paylaşmaya gönüllü hale getirmektedir. Postmodern ebeveynlik tanımı çocuklarla birlikte geçen zamanın miktarını değil ama nitelikli zamanı dikkate almaktadır.

Günümüzde artık çocukluğun tüm çocuklar için ortak olduğu ve hayat çizgisinin temel fiziksel ve gelişimsel örüntülerince karakterize edilmiş bir gelişim evresi olduğunu kabul edilmektedir. Gerek çocukların gündelik hayatlarındaki çeşitliliğin, gerekse yetişkinlerin çocuk ve çocuklukla etkileşimlerindeki çeşitliliğin bir bütünün parçaları olduğu bilinir hale gelmiştir. Artık çocukluk dünya toplumları tarafından sosyal bir olgu olarak yapılandırılmakta, çocukların incelemeye değer oldukları görüşü hâkim olmakta ve çocukların dünyaya ilişkin özgül bir bakış açısına sahip oldukları ve biz yetişkinler olarak onları dinlemeye değer bulduğumuz görüşleri kabul edilmektedir. Böylece çocukluk, çocuk-yetişkin ilişkisi ve çocukların hakları bir bütünün parçaları olarak değer bulmaktadır (James, 2000, s.250; Mayall, 2000, s.255-257, Freeman, 1998, s.433-435).

33