• Sonuç bulunamadı

1.1. Problem Durumu

1.1.7. Çevre Sorunları ve Çevre Eğitiminin Önem

Dünyadaki endüstri devrimi ile birlikte insanoğlunun doğayı, kaynakların yenilenmesine olanak tanımadan sömürmesi, kendisinin de doğanın bir parçası olduğunu düşünmeden doğaya zarar vermesi birçok çevre probleminin ortaya çıkmasına neden olmuştur (Caldarelli, 2004; Doğan, 1997). Çevre sorunları ilk defa 1869 yılında Massachusetts (ABD) Halk Sağlığı Komitesince ele alınmış ve bu konuda çok önemli bir bildiri yayımlanmıştır. Bu bildiride her insanın temiz havaya, suya ve toprağa ihtiyacı olduğu, bunların kirletilmemesi gerektiği belirtilmiştir. Aynı bildiride bunların sadece bir grup insanın değil, bütün insanların ortak hazineleri olduğu, bir kimsenin bilmeyerek de olsa bu kaynakları kirletemeyeceği vurgulanmıştır (Gündüz, 2004).

Geray (1992) çevre sorunlarının temel nedenini, insanın doğayı kendi öz çıkarı nedeniyle sömürerek kendi çıkarlarını toplumun ortak çıkarlarından üstün görmesi nedeniyle oluştuğunu savunmaktadır. Bir başka deyişle çevre sorunları, insanların toplumsal yaşantıları sonucu meydana gelen ihtiyaçlarını gidermek amacıyla sürdürdükleri etkinliklerin, doğal kaynakların kalitesini ve miktarını azaltarak, doğal dengeleri bozması olgusudur. (Erdönmez, 1993). 20. yüzyılda dünyadaki hızlı nüfus artışı, sanayileşme, kentleşme ve gelişen teknoloji ile doğal ve fiziksel kaynaklardan aşırı derecede yararlanılması nedeniyle, yeryüzünde kullanılmayan, el değmemiş veya doğallığını koruyabilen alanların sayısı gün geçtikçe azalmaktadır. Toprak, su, orman, nehir, göl, deniz ve hava gibi insan yaşamı içinde hayati öneme sahip bu unsurların kirlenmesi ve hatta tahribi de her geçen gün artmaktadır (Buhan, 2006).

İnsanların neden olduğu çevre sorunları konusunda kimi araştırmacılar hava kirliliği, su kirliliği, toprak kirliliği, radyoaktif kirlilik, gürültü kirliliği konusuna vurgu yaparken (Yel ve diğerleri, 2004); bazı araştırmacılar da küresel atmosfer değişiklikleri, toprak kullanımı, yüzey sularının tüketilmesi, toprak yapısındaki bozulmalar, erozyon, ötrifikasyon, yüzey sularındaki asit artışı gibi birçok konunun aynı oranda incelenmesi gerektiğini savunmuştur (Caldarelli, 2004). Çepel (1996), çevre sorunlarını insanların çevrelerinde yarattığı etkilerin tümünü niteleyen bir terim olarak ifade ederek; çevre kirliliği, erozyon, yanlış yapılaşma, aşırı nüfus artışı, doğal kaynakların sömürülmesi, biyolojik çeşitliliğin azalması gibi konuları da çevre sorunlarının bir parçası olduğunu ifade etmiştir. Çevre sorunlarının kapsamı, çevre kirlenmesinden çok daha geniştir. Daha açık bir ifadeyle çevre kirlenmesi, adının da çağrıştırdığı gibi, yalnızca kirlilik olgusuyla sınırlı kalırken, çevre sorunları doğal dengeyi bozan her türlü etkiyi kapsamaktadır. Örneğin; ormanların tahrip edilmesi ya da yok olması, oldukça güncel bir konu olan deniz kaplumbağalarının neslinin tükenmesi ya da çıplak arazilerde meydana gelen erozyon, çevre kirlenmesi kapsamına girmese de birer çevresel sorun olarak görülmesi gereken olaylardır (Erdönmez, 1993).

Adı ve kaynağı her ne olursa olsun çevre sorunları tek yönlü bir olgu olarak algılanmamalıdır. Bu sorun tek başına teknik bir sorun olmadığı gibi, biyolojik ya da ekolojik de değildir. Aslında adı geçen tüm dallarla ilgili olmasının yanında, esasen insandan kaynaklanan bir sorun olması açısından, toplumsal bir nitelik taşımaktadır (Erdönmez, 1993).

Daha temiz ve sağlıklı bir çevre için, mutlaka ve mutlaka daha iyi eğitilmiş, daha bilgili ve daha sağlıklı toplumlara ihtiyaç vardır. Diğer yandan, ekonomik gelişmenin temel noktasının da burada yattığı unutulmamalıdır. Daha iyi eğitilmiş ve sağlıklı toplumlar aynı zamanda ellerindeki kaynağı da daha iyi kullanacaklardır (Erdönmez, 1993). İnsan ve çevre arasındaki etkileşimin vazgeçilmez nitelikte oluşu, çevre kavramının günümüzde kazandığı boyutlar, çevrenin ulusal düzeyde olduğu kadar uluslararası düzeyde de yeni yaklaşımlarla ele alınması gereğini ortaya çıkarmıştır (Çevre ve Orman Bakanlığı, 2010a). Bugün çevresel bunalımın önlenmesinde çok yönlü ve ciddi bir çabaya girişilmesi gerekmektedir. Bu süreçte tartışılamayacak kesinlikte bir nokta vardır: Çevre Eğitimi. Çevre eğitiminin doğru bir yönde yaygınlaştırılması ve gerçekleştirilmesi olmaksızın çevresel bunalıma teslim olmak zorunda kalacağımız açıktır (Tüfenkçi, 2006).

Çevre eğitimin kökleri, doğayı ve doğal kaynakları koruma eğitimine dayanmaktadır. Çevre eğitimi, toprak, su, orman gibi doğal kaynakları geliştirme ve korumaya ilave olarak biyosfer, biyomlar ve ekosistemleri içine alacak şekilde tüm çevreyi korumak ve iyileştirmeye odaklanmıştır (Ünal ve Dımışkı, 1999). Çepel’e göre (1996) çevre eğitimi, insanlara doğal, teknik ve sosyal bir çevredeki her türlü davranış ve eylemlerinin sonuçlarını analiz edip, değerlendirebilecek bilgiler verilmesini ve yöntemler kazandırılmasını sağlayacak öğretim ve eğitimdir.

Çevre eğitimi; toplumun tüm kesimlerinde çevre bilincinin geliştirilmesi, çevreye duyarlı, kalıcı ve olumlu davranış değişikliklerinin kazandırılması ve doğal, târihi, kültürel, sosyo estetik değerlerin korunması, aktif olarak katılımın sağlanması ve sorunların çözümünde görev almak olarak tanımlanabilir (Çevre Bakanlığı, 1997). Erten (2004) çevre eğitimini, çevrenin korunması için tutumların, değer yargılarının,

bilgi ve becerilerin geliştirilmesi, çevre dostu davranışların gösterilmesi ve bunların sonuçlarının görülmesi süreci olarak tanımlamaktadır.

Çevre eğitimi yalnız bilgi vermek ve sorumluluk hissi oluşturmakla kalmamalı, insan davranışını da etkilemelidir. Bunun için eğitim çalışmalarında işitsel ve görsel materyaller ile uygulamaya ağırlık verilmelidir. Çevre ile ilgili konularda aktif katılım sağlayacak, olumsuzluklara karşı tepki oluşturacak, bireysel çıkarların toplumsal çıkarlardan ayrı düşünülemeyeceği gerçeğini kavratacak bir eğitim yöntemi uygulanmalıdır (Çevre ve Orman Bakanlığı, 2010a). Çevre eğitimi, çevre bilimi veya diğer ekolojik içerikli eğitimlerden farklılık gösterir. Bir yandan ekolojik bilgileri aktarırken diğer yandan da bireylerde çevreye yönelik tutumların gelişmesini ve bu tutumların davranışa dönüşmesini sağlar. Bu eğitim, öğrencilerin bilişsel, duyuşsal ve psiko-motor öğrenme alanlarına hitap eder (Erten, 2004). Çevre eğitimi toplumun tüm bireylerine yönelik olmalıdır. Bu eğitimi toplumun tüm kesimlerine yaygınlaştırmada eşitlik ilkesi göz ardı edilmemelidir. Bir sahil kasabasında olduğu kadar doğu illerinde bir kasabaya da çevre eğitimini götürebilmeliyiz (Tüfenkçi, 2006). Çevre eğitimi ile çevre tâhribinin insanlar üzerinde yapacağı etkilerin değerlendirilebilmesi ile ilgili değer yargıları, normlar ve bu konuda insanların bilinçlenmesini sağlayacak bilgi, beceri, tutum ve davranış kalıpları verilmelidir (Çepel, 1996; Mrazek, 1993).

Doğal kaynakların ve genel anlamıyla dünyanın yaşanabilirliliğinin sürdürülmesi açısından atılacak en önemli adım, yaygın olarak kabul gören “dünya insan içindir” ya da “dünya insana aittir” anlayışının yıkılması ve yerine “insanlar dünyaya aittir” anlayışının yerleştirilmesi olacaktır (Erdönmez, 1993). Bu anlayışın yerleştirilmesi için çevre eğitimi ile insanlarda sorgulama, problem çözme, sonuç çıkarma, verilere dayanarak tahmin yürütme gibi becerilerin geliştirilmesi sağlanmalıdır (Mrazek, 1993).

1.1.8. Çevre Eğitimin Gelişimi ve Çevre Eğitiminin Hedefleri

Çevre hareketinin ilk olarak nerede başladığı sorusunun yanıtını vermek oldukça zordur. Bu hareketin kökenini Eski Mısır ve Eski Yunan’a kadar götürenler olsa da ilk hareketin sanayi devrimini gerçekleştirerek doğa üzerinde ağır bir tahrip yaratmış İngiltere, kimi Avrupa ülkeleri ve Amerika gibi ülkelerde başladığı söylenebilir (Dilek, 2008). Bu değişim sürecine bağlı olarak çevre eğitiminin kökleri 18. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Goethe, Rousseau, Haeckel, Froebel, Dewey ve Montessori gibi düşünürler çevre eğitiminin bugün algılandığı şeklinin oluşumunda son derece etkili olmuşlardır (1998, Palmer’den aktaran; Taşkın, 2008). Çevre eğitimi terimi ilk defa 1948’de Paris’te “Doğayı ve Doğal Kaynakları Koruma İçin Uluslar Arası Birlik Konferansı’nda kullanılmıştır (Taşkın, 2008). 1972 yılında Stockholm’de düzenlenen Birleşmiş Milletler İnsan ve Çevre Konferansı ile de uluslararası bir boyut kazanmıştır (IUCN, 1972’den aktaran; Dımışkı ve diğerleri, 1999).

Stockholm Konferansı’nda çevre eğitimi için kaynakların belirlenmesi ve değerlendirilmesi ile ilgili olarak bir anket uygulanmış ve ortaya çıkan sonuçlar ışığında UNESCO ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) işbirliği ile 1975 yılında Uluslar Arası Çevre Eğitimi Programı ( IEEP: International Environmental Education Program) düzenlenmiştir. Daha sonra 1977 yılında UNESCO ve UNEP işbirliği ile Tiflis’te Hükümetler Arası Çevre Eğitim Konferansı düzenlenmiştir (Ünal ve Dımışkı, 1999).

Tiflis Konferansı’ndan 10 yıl sonra 1987 yılında UNESCO ve UNEP işbirliği ile Moskova’da Uluslar arası Çevre Eğitim Kongresi (International Congress on Environmental Education and Traning) düzenlenmiştir. Bu kongrede üzerine odaklanan konular aşağıdaki gibi sıralanabilir (Buhan, 2006):

 Tiflis Konferansı’ndan sonra kaydedilen ilerleme ve gelişmeler  Çevrenin durumu ve eğitimsel izdüşümü

 Hükümetler arası çevre-bilim programlarının çevre eğitimiyle olan ilişkileri ve 1990’larda yürütülecek çevre eğitimi için Tiflis Bildirgesi çerçevesinde uluslar arası stratejinin saptanması.

Uluslar Arası Çevre Eğitim Kongresi’nden sonra 1992’de Rio de Janerio’da gerçekleştirilen Sürdürülebilir Gelişme Konferansı veya The Earth Summit ile dünya liderleri toplanmıştır (United Nations Conference on Environment and Development: UNCED). Konferansta farklı perspektifler sunularak sürdürülebilir kalkınma ile gelecek nesillerin ihtiyaçlarına cevap verecek kaynakların ancak tehlikeye atılmadan bugünkü nesillerin ihtiyaçlarına cevap verilebileceği belirtilmiştir (Ünal ve Dımışkı, 1999).

1992 yılında Brezilya’da toplanan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda (Yeryüzü Zirvesi) 1976 Nairobi, 1987 Moskova Konferansları’nda belirlenen çevre eğitim stratejileri tüm boyutları ile tartışılmıştır (Tüfenkçi, 2006).

1996 yılında İstanbul’da düzenlenen BM Habitat II İnsan Yerleşimleri Konferansı (Kent Zirvesi) Rio’da başlatılan Yerel Gündem 21 hareketini, yerel yönetimin “kolaylaştırıcı” rolünün altını çizerek, “iyi yönetim”in temel ilkelerini ön plana çıkararak ve yerel yönetim, sivil toplum ve özel sektör işbirliğini teşvik ederek, güçlendirmiş ve zenginleştirmiştir (Tombul, 2006)

1997 yılında, Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonunun çalışma programının uygulanmasına katkıda bulunmak amacıyla Selanik'te, Uluslararası Çevre ve Toplum Konferansı: Sürdürülebilirlik için Eğitim ve Toplum Bilinci (International Conference on Environment and Society: Education and Public Awareness for Sustainability) başlıklı bir konferans düzenlenmiştir. Konferansta Tiflis Bildirgesi’nin tümüyle hala geçerli olduğu belirtilmiş ve sürdürülebilir kalkınma konusunda eğitimde yapılması gereken düzenlemeler için esaslar oluşturulmuştur (Ünal ve Dımışkı, 1999).

26 Ağustos- 4 Eylül 2002 tarihleri arasında Güney Afrika’nın Johannesburg kentinde BM Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi toplanmıştır. Zirve’de Rio’dan

Johannesburg’a uzanan süreç özetlendikten sonra karşılaşılan sıkıntılara ve darboğazlara dikkat çekilmiş, “sürdürülebilir kalkınma” hedefine yönelik küresel taahhüt yinelenmiş, ortaklıkların önemi dile getirilerek, uygulamanın güçlendirilmesinin gereği vurgulanmıştır (Tombul, 2006).

Yaşanan bu süreçte çevre eğitimin hedeflerinin nasıl olması gerektiği Tiflis Bildirgesi’nde ortaya konmuş diğer zirve ve toplantılarda alınan kararların uygulanabilirliği üzerinde çalışılmıştır. Şu anda tüm dünyada uygulanan çeşitli çevre eğitim programları Tiflis Bildirge’nde kabul edilen hedeflere göre organize edilmektedir. Aşağıda çevre eğitimin Tiflis Bildirge’sinde sunulan hedefleri yer almaktadır (Özoğlu, 1993; Ünal ve Dımışkı, 1999):

 Bireysel ve toplumsal olarak çevre problemlerinin farkına varma, duyarlılık kazanma.

 Çevre ve çevre problemleri hakkında bireysel ve toplumsal olarak temel bilgi ve deneyimleri kazanma.

 Çevrenin önemi, çevrenin korunması ve çevrenin iyileştirilmesi yönünde gerçekçi tutumlar geliştirme.

 Çevre ve çevre sorunlarını tanımlama ve anlama süreçlerini gerçekleştirerek, çevre sorunlarının çözümü için beceri ve yaklaşım geliştirme.

 Çevre sorunlarının çözümü ile ilgili olarak her seviyede bireysel ve toplumsal katılım gerçekleştirme ve sağlama.

Tiflis Bildirgesi’nde yer alan ölçütlere dayanılarak Türkiye’de çevre eğitiminin ana hedefi yeni bir insan tipini, ahlak anlayışını ve tüketim bilincini topluma kazandırmak, ihtiyacı kadar tüketen, gelecek nesillere karşı sorumluluk hisseden, çevre sorunlarına karşı duyarlı ve bilinçli bir insan modeli yetiştirmektir (Çevre ve Orman Bakanlığı, 2010a).