• Sonuç bulunamadı

“1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti Aydınlanma Felsefesi ve Fransız ilkelerinden yola çıkmıştır ve geliştirdiği kültür ve eğitim politikaları doğal olarak “ulusalcı”dır (Say, 2003: 513). Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni çağdaş medeniyetler seviyesine çıkarmak için birtakım devrimler yaparken gücünü ulusal kültürden almıştır. Bunu da şu sözleriyle ifade etmiştir: “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür”. Atatürk, Ercan’a (2001: 117) göre bu sözüyle, […] Türk aydınlanmasının önünü açacak kültür devriminin önemine işaret etmektedir.

Atatürk’ün hedeflediği çağdaş Türkiye Cumhuriyeti yönünü Batı’ya çevirirken amacı, tarihsel geçmişinden gelen zengin ulusal kültürünü Batı kültürü ile birleştirerek yeni bir üst kültür yaratmaktır. Bu amaç doğrultusunda geleneksel Türk müzik kültürünün ürünü olan müzikler, Batı klasik müziği kuralları ile yeniden ele alınarak çağdaş ulusal bir müzik kültürü oluşturulmaya çalışılmıştır.

“[…] Gökalp’e göre (1972: 30) ulusal kültür, ‘bir milletin dinî, ahlakî, hukûkî, aklî, estetik, lisânî, iktisâdî ve fennî hayatlarının âhenkli bir bütünü’ olarak tanımlamaktadır […] Gökalp, ulusal kültürün kaynağını halkta ve halkın ürettiği değerlerde bulmaktadır” (Ercan, 2001: 118 ). Gökalp’in bu düşüncesi 19. yüzyılda yaygınlaşan ulusalcılık akımı ile paralellik taşımaktadır. Cumhuriyet dönemi düşünce akımlarının şekillenmesinde Ziya Gökalp’in düşüncelerinin Atatürk ve dönemin aydınları üzerinde önemli etkisi olmuştur. Atatürk’ün Türk ulusal müziğinin nasıl olması gerektiği konusunda Ziya Gökalp’le düşüncelerinde bazen paralellik bazen de onun görüşlerinin ilerisinde görüşleri olduğu görülmektedir.

Gökalp’in Türk musiki inkılâbı hakkındaki görüşlerine geçmeden önce gelenek hakkındaki görüşlerine yer vermek ve Türk musiki inkılâbı hakkındaki görüşlerinin dayanak noktasını belirlemek fayda sağlayacaktır. “Gökalp’e göre ‘yaşamın özü yaratıcı bir gelişmedir’. Gelenek, yaratma ve gelişme demektir. Çünkü gelenek, çeşitli anları birbiriyle kaynaşmış bir geçmişi, hareket ettiren bir güç gibi arkadan ileri doğru iten doğal bir akıma sahiptir. Bu özelliği ile sürekli olarak yeni gelişimler ve eğilimler doğurur. Gelenek, tek başına doğurucu ve yaratıcı olmakla birlikte, kendisine aşılanan yabancı yeniliklerle de, damarlarındaki besi suyundan feyiz alarak yeniden canlanır” (Akt: Uçan, 2005: 318). Bir ulusun ruhunu gelenekleri oluşturur.

Son dönem Osmanlı aydını ve Cumhuriyet’in sosyolojik ve kültürel alanda en belirleyici teorisyeni olan, kültür-medeniyet ayırımından hareketle müzikteki ideal sentezi kurgulayan Gökalp; “[…] Osmanlı musikisi kaidelerden mürekkep bir fen şeklinde olduğu halde, Türk musikisi, kaidesiz, usulsüz, fensiz melodilerden, Türk’ün bağrından kopan samimi nağmelerden ibarettir” diyerek, günümüze dek süregelen ve halkın folklorik müziği ile şehir müziğini ayrı kaynaklardan gelmekte imiş gibi gösteren ideolojik görüşün temelini atmıştır” (Paçacı, 1999: 26).

Yeni kurulan Cumhuriyet’in kültürel yaklaşımında özellikle belirleyici olan ve Türkçülük/Turancılık akımının da temelini oluşturan Gökalp ideolojisinin milli musiki üzerine düşüncelerini vurgulayan en açık ifadesi şöyledir:

“Bugün işte şu üç musikinin karşısındayız: Şark musikisi, Garp musikisi, halk musikisi. Acaba bunlardan hangisi bizim için millîdir? Şark musikisinin hem hasta hem de gayri millî olduğunu gördük. Halk mûsikîsi harsımızın, Garp mûsikîsi de yeni medeniyetimizin musikileri olduğu için, her ikisi de bize yabancı değildir. O halde, millî

mûsikîmiz, memleketimizdeki halk mûsikîsiyle Garp mûsikîsinin imtizâcından

[kaynaşmasından] doğacaktır. Halk mûsikîmiz bize birçok melodi vermiştir. Bunları toplar ve Garp mûsikîsi usulünce ‘armonize’ edersek, hem millî, hem de Avrupai bir mûsikîye malik oluruz ” (Gökalp, 2006: 124).

Gökalp’in Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl bir milli musikisi olmalı sorusuna ilişkin geliştirmiş olduğu görüşlerinin arkasında, geleneğin halkların damarlarındaki yaşam öz suyu olduğu, zamana ve mekana göre değişim ve gelişim gösterdiği, Türk tarihi boyunca Türk halkının geleneklerinden gelen müziğin Türk Halk Müziği olduğu ve halk müziğinin

Batı müziği kurallarına göre çokseslendirilmesi ile milli ve Avrupai bir müziğe sahip olunacağı temel düşüncesi yatmaktadır.

Atatürk’ün Cumhuriyet projesinin temelinde, Cumhuriyet’in halkçı-devrimci yaklaşımıyla ivme kazanmış bir çağdaşlaşma sürecinde kendi yurttaşını yaratmak ve yeni bir birey bilinci oluşturmak vardır. Cumhuriyet Türkiyesi’nin kültür-sanat politikalarında da bu düşünce hakimdir (Paçacı, 1999: 20). Geleneksel kültürel kazanımlarını Batılı kültür değerleri ile biçimlendirip yeni bir kültürel kimlik oluşturma fikri içerisinde yeni bir ulusal müzik kültürü tesis etme düşüncesinin en önemli mimarlarından olan Atatürk, gerçekleştirmek istediği müzik devrimi ile ilgili görüşlerini çeşitli zaman ve ortamlarda dile getirmiştir. Bu düşüncelerinden bazılarına aşağıda yer verilmiştir:

“ […] Bu gece burada güzel bir rastlantı sonucu Doğu’nun en seçkin iki müzik küğ takımını dinledim. Özellikle sahneyi birinci olarak süsleyen Müniret-ül-Mehdiye Hanım sanatçılığında başarılı oldu. Fakat benim Türk duygularım üzerinde artık bu küğ, bu basit küğ, Türk’ün çok gelişmiş ruh ve duygusunu doyurmaya yetmez. Şimdi karşımda uygar dünyanın küğü de işitildi. Bu ana dek Doğu müziği denilen ezgiler karşısında kansız gibi görünen halk hemen harekete ve etkinliğe geçti. Hepsi oynuyor ve şen, şatırdılar doğalarının gereğini yapıyorlar…” (Oransay, 1985: 27).

Yukarıda Atatürk’ün 1925 yılında öğrencilerle yaptığı bir sohbet esnasında söylediği sözlerden ve İstanbul Sarayburnu Gazinosu’nda, önce Mısırlı bir şarkıcıyı daha sonra bir orkestrayı dinledikten sonra bu iki tür müzik hakkındaki karşılaştırmayı içeren sözlerinden iki sonuç çıkarılabilir; Birincisi, Atatürk’ün toplum-müzik, insan-müzik ilişkisi hakkında düşüncelerinin geçmişe dayandığını ve derin olduğunu göstermektedir. İkincisi ise, Cumhuriyet devrimleri ideolojisine paralel bir musiki devriminin yapılacağını işaret etmektedir.

Atatürk, 1 Kasım 1934 tarihinde TBMM’nin açılış konuşmasında ulusal müzik devrimine ilişkin düşüncelerine yer vermiştir: “Arkadaşlar ! Güzel sanatların hepsinde ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu yapılmaktadır. Ancak, bunda çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk mûsikîsidir. Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir. Bu gün dinletmeğe yeltenilen mûsıkî, yüz ağartacak değerde olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusal ince duyguları, düşünceleri anlatan; yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları, bir gün önce genel son mûsıkî kurallarına göre işlemek gerekir, ancak, bu güzeyde Türk ulusal

mûsikîsi yükselebilir, evrensel musiki de yerini alabilir. Kültür İşleri Bakanlığının buna değerince önem vermesini, kamunun da ona yardımcı olmasını dilerim (TBMM Zabıt Ceridesi 25, 1934: 4).

Cumhuriyet döneminin bestecilerinden ve Atatürk’ün milli müzik oluşumu konusunda önemli görev verdiği A.A. Saygun, Atatürk’le ilgili anılarını şöyle anlatıyor: “ 1934 yılının özellikle ikinci yarısı Atatürk’ün mûsıkî konusundaki düşünüşlerinin gittikçe yoğunlaştığı bir dönem olmuştu. Bu münasebetle mûsıkî konusunu ele alacağı toplantılarda, beni de Çankaya’ya davet eder olmuştu. 1934 Ekim ayında bir akşam saat on sularında Çankaya’ya davet olundum. Önünde bazı kitaplar olan Atatürk, bir şarkının oldukça Arapça-Farsça karışımı sözlerini sade Türkçe’ye çeviriyor, Kâzım (Özalp) Paşa da yazıyordu. Çevirme işi tamam olduktan sonra, Atatürk bu sözleri bana verdi ve bestelememi istedi. İsteğini yerine getirdim ve piyanoda kendime eşlik ederek bestemi söyledim. Nihayet, masadaki kalabalık davetlilerine dönerek şunları söyledi: ‘Efendiler! O sözler Osmanlıcadır ve onun mûsikîsi, Osmanlı mûsıkîsidir. Bu sözler Türkçedir ve bu mûsıkî, Türk mûsıkîsidir. Yeni sosyete, yeni sanat!’ (Saygun, t.y.: 43-44).

Uçan’a göre Atatürk’ün yeni ulusal Türk Müziği’nin yaratılması konusunda Gökalp’in görüşlerini aşan önemli tespitleri vardır.

“Atatürk, Gökalp’i önce ‘Türk musikisi’ veya ‘milli mûsıkî’ için yine ‘Türk musikisi’ veya ‘milli mûsıkî’ diyerek büyük ölçüde paylaşmış, sonra ‘Batı Musikisi’ yerine ‘Batı Musikiciliği’ diyerek eksik bulup tamamlamış, daha sonra ‘Bizans’tan kalma mûsıkî’ yerine ‘Osmanlı musikisi’ veya ‘halk musikisi’ yerine ‘Anadolu/Rumeli halkından işitilen mûsıkî’ diyerek yanlış noktaları bulup düzeltmiştir”. Milli musiki konusunda Atatürk’ün görüşlerinin Gökalp’ten ayrıldığı en büyük nokta ise, Gökalp milli müziğin halk müziğinin Batı müziği ile kurallarına göre kaynaştırılıp armonize edilmesi ile oluşması gerektiğini Atatürk ise, halk müziğinin genel son müzik kuralları ile işlenmesi diyerek ötesine geçmiş ve aşmıştır (Uçan, 2005: 433).

Atatürk’ün müzik devriminin temel ilkeleri Andak’a göre şu şekilde özetlenmiştir; 1. Evrensel, çağdaş ve çoksesli müzik anlayışına yönelmek,

2. Türk ulusunun derin ve engin müzik kaynaklarını, özellikle Anadolu folklor hazinesini, uygar ve ileri müzik yaratımları ve biçimleri içinde geliştirmek,

3. Geleneksel ve Klasik Türk Müziği’nin değişmez değerlerini korurken, kötüleşen, eskidikçe ve piyasaya sürüldükçe yozlaşan örneklerini tutucu davranışlarla devam ettirmemek,

4. Müzikte evrensel, çağdaş ve uygar kuralları ve biçimleri uygularken, ne Doğu ne de Batı özenticiliğine düşmeden, özgün ve yeni beste yaratımlarına yönelmek,

5. Ulusal anlamda Türk Müziği’ne çokseslilik, armonizasyon, tüm müzik bilimi ve gerekli eğitimden geçmiş yorumculuk gücüyle ulaşmak (Aktaran: Tunçdemir, 2007).

Cumhuriyet döneminde Avrupa’ya müzik alanında eğitim görmek için gönderilen Türk öğrencileri yurda döndükten sonra Cumhuriyet Türkiye’sinin müzik kurumlarının kurulmasına önderlik etmişler, ulusal Türk müziği yaratmak için eserler vermişlerdir.

Benzer Belgeler