• Sonuç bulunamadı

1.4. Zaman ve Çelişki

1.4.2. Ân Kavramı ve Çelişkiler

Zamanı düşünme biçiminde karşılaştığımız güçlüklerin temeline inmek istediğimizde zamanın dayanağı olan “ân” kavrayışını incelememiz gerekir. Aristoteles zamanın ân ile belirlendiğini söylemiştir. Eğer zamanı ölçü olarak anlayacak olursak ânlar zamanın birimleri olmaktadır. Böyle düşünüldüğünde de ânlar kendileri ile değişimi ölçtüğümüz ve birleşince zamanı oluşturan taneler olmaktadır. Ânlar bu şekilde düşünülürse süreklilik problemi ile karşılaşırız. Aristoteles’te süreklilik için iki şey arasında temas olmalıdır ve temas eden iki

60 Coope, Time for Aristotle, s. 87.

61 Aristoteles, Organon I: Kategoryalar, çev. Hamdi Ragıp Atademir (İstanbul: Milli Eğitim

29

şey arasında başka bir şey olmamalıdır. Temas ardışıklığı gerektirirken süreklilik de teması gerektirmektedir. Süreklilik olabilmesi için de nesnelerin kenarlarının bir olması gerekir.62 Süreklilik böyle düşünüldüğünde Aristoteles’e göre sürekli bir nesnenin bölünmez şeylerden oluşmasının olanaksız olduğu ortaya çıkar. Örnek olarak çizgi sürekli, nokta bölünmeyen bir şey olduğu için, bir çizginin noktalardan oluşması imkânsızdır. Çünkü kendisi bölünmeyen şeylerin kenarları, dolayısıyla temas yüzeyleri olamaz. Zamanın sürekli olduğunu savunan Aristoteles için de eğer ânlar taneler olarak kabul edilirse bir noktanın bir noktaya ardışık olamayacağı gibi bir ân da diğer bir âna ardışık olamaz. Çünkü ardışıklık olabilmesi için ardışık olan şeyler arasında başka bir şey olmaması gerekir ancak Aristoteles’te uzay ve zaman sonsuzdur, sonsuz bölünebilmektedir.63 Dolayısıyla herhangi iki ân arasında sonsuz sayıda ânların olduğunu düşünebiliriz. Eğer iki ân arasında sonsuz sayıda ân düşünüyorsak iki ânın birbirine teması mümkün olmayacaktır. Sonuç olarak ânlar zamanı oluşturan taneler olarak düşünülürse zamanın sürekliliğinin açıklanamaması problemi ile karşı karşıya kalırız. Aristoteles de bu problemin farkındadır ve zamanın ânlardan oluşmadığını yani ânların zamanın parçaları olmadığını ifade etmiştir.64 Hem ânların ölçmeye yarayan birim olarak düşünülmeye çalışılması hem de zamanın ânlardan oluşmadığının ifade edilmesi ikinci bir güçlük oluşturmaktadır.

Herhangi bir şeyin sürekliliği için temas yüzeyi olması gerektiğini aktardık. Zaman için önce ve sonrayı veya geçmiş ve geleceği “ayıran” bu yüzey şimdiki ândır. Aristoteles’e göre şimdiki ân hem olanak halinde zamanı bölmektedir hem de her iki yanın sınırı ve birliğidir.65 Zamanı tecrübe etmemiz de hep bu şimdiki ân üzerinden olmaktadır çünkü geçmiş ve geleceği – hâlihazırda– tecrübe edemememize rağmen içinde bulunduğumuz şimdiki ânı

62 Aristoteles, Fizik, 231 a 20.

63 Aristoteles, Fizik, 233 a 18-21. 64 Aristoteles, Fizik, 218 a 6-8. 65 Aristoteles, Fizik, 222 a 18-19.

30

tecrübe edebilmekteyizdir.66 Nasıl ki bir süreklilik içinde teması sağlayan yüzey hem öncesini hem sonrasını barındırıyor ise (bu anlamda iki yanın birliğidir) şimdiki ân da hem geçmiş hem geleceği içinde barındırmaktadır.67 Ayrıca şimdiki ân hem öncesinden hem de sonrasından farklı olacağı için ne geçmiş ne de gelecektir. Böyle düşünüldüğünde şimdiki ân hem geçmiş hem gelecek, ne geçmiş ne de gelecek olmaktadır.

Zamanın hem önceyi hem de sonrayı içermesi çelişkiye yol açacağı için Aristoteles, öncenin sonunun ve sonranın başının bir arada bulunduğunu böylelikle önce ve sonranın veya başlangıç ve sonun yani karşıtlıkların zamandaş olarak bir arada bulunmadığını belirtmiştir.68 Ancak bu çözümün ânı sınır olarak düşündüğümüzde yetersiz kaldığını söyleyebiliriz, çünkü şimdiki âna nispetle önce ister öncenin sonu ister öncenin başı olsun nihayetinde geçmiştir ya da öncedir. Gelecek de aynı şekilde şimdiki âna nispetle ister geleceğin başı ister geleceğin sonu olsun nihayetinde gelecek veya sonradır. Öyleyse, ânı sınır olarak düşündüğümüzde bu düşünüş biçiminin bizi çelişkiye götürdüğünü söyleyebiliriz.69

Ânı düşünürken karşılaştığımız çelişkinin kuvve fiil ayrımı ile çözülüp çözülemeyeceğini incelemeye çalışalım. Kuvve fiil ayrımının çelişmezlik ilkesi doğrultusunda sınır çekmek (somut bireyin fiili halde olan özellikleri ile kuvve halinde bulunan özelliklerini ayıran bir sınır) suretiyle somut nesneyi belirlediği düşünülmektedir. Kendisi bir tür sınır durumunu ifade eden ânı belirlemek için

66 Şimdiki ân yerine genel olarak ân ifadesini de kullanabiliriz çünkü her ânın bir zaman

“şimdiki ân” olarak adlandırıldığını ya da adlandırılacağını unutmamak gerekir.

67 Süreklilik içerisinde bir A nesnesini düşünelim bir de sürekliliği sağlayan temas yüzeyi

olarak Z noktası olduğunu varsayalım. A nesnesinin Z noktasından öncesi (zamansal ya da mekânsal olabilir) B, sonrası ise C olsun. A nesnesi için Z noktası hem B’yi hem C’yi içermelidir. Ancak bu içerim fiilen olmak zorunda değildir imkân halinde de hem B’yi hem C’yi içerdiğini söyleyebiliriz. Eğer böyle bir içerim söz konusu olmasa yüzeyin önce ve sonrasıyla teması kesilmiş olur. Bu durumda da süreklilik ortadan kalkar.

68 Aristoteles, Fizik, 222 b 1-5.

69 Geçmiş ve gelecek olarak ifade etmiş olsak da asıl kastedilen geçmişi ele aldığımızda, ânın,

geçmiş olmayan yani hem şimdi hem geleceği içerdiğidir. Geleceği ele aldığımızda da gelecek olmayan olarak hem geçmiş hem de şimdiki zamanı içermesidir. Dolayısıyla açık bir çelişki ile karşılaşmaktayız.

31

–çelişmezlik ilkesi doğrultusunda– sınır çekmeye çalışsak mutlak bir kuvve hali ile karşı karşıya kalırız. Eğer ân içerisinde öncenin sönmüş bir fiil olarak kuvve haline geçtiğini, sonranın ise henüz gerçekleşmemiş bir kuvve halinde bulunduğunu düşünecek olsak, zaman mutlak kuvve haline karşılık gelmektedir. Zaman kuvve halinde geçmiş, kuvve halinde gelecek iken fiilen ne diye sorduğumuzda verebileceğimiz cevap “fiilen geçmiş olmayan fiilen gelecek olmayandır” olacaktır. Çünkü şimdiki ânın belirlenimi –kendisi sınır olduğu için– ancak yine öncesi ve sonrası üzerinden yapılabilmektedir. Şimdiki ânı bu şekilde geçmiş ve gelecek üzerinden tanımladığımızda bir belirlenim yapmış olmamaktayız yalnızca bir negatif açıklama ortaya koymuş oluruz. Bu durumda ân yine belirsiz olacak kalacaktır.

Kendisi belirlenmemiş olan, mutlak kuvve haline tekabül eden, çelişik olan bir şeyin düşünceye konu edilmesi Aristotelesçi düşünce açısından mümkün değildir. Çünkü çelişmezlik ilkesi doğrultusunda somut bireyler belirlenip madde ve suretinin gerektirdiği şekilde çelişkilerinden –fiilen– arınıp düşünceye konu edilmektedir. Aristoteles’e göre sonsuz evrende ne kadar ileriye ya da geriye gidersek gidelim suretsiz bir madde ile yani belirlenmemiş bir şeyle karşılaşmamız mümkün değildir çünkü böyle bir şey olsa çelişik olanakları içinde barındıran madde kendinde haliyle doğada bulunur olurdu ve çelişmezlik ilkesi varlığın temel aksiyomu olamazdı. Bu yüzden varlıkta ousia’lar yani belirlenmiş bireyler bulunmaktadır. Dolayısıyla zaman var ise Aristotelesçi düşüncede onun da çelişik olmayan belirlenmiş bir yapısının olması gerekir. Ayrıca ânların çelişik olduğunu kabul edip, ânları düşünceye konu edemeyeceğimizi düşünsek değişim ve hareketi nasıl ânlar üzerinden idrak ettiğimizin açıklaması verilemez hale gelir.