• Sonuç bulunamadı

C. ÖLÜM SONRASI

1. Yas Âdetleri

Ölenin arkasından duyulan gam ve keder geride kalanların gözyaşlarıyla birleşir. Kadim Türklerden beri ölülere verilen önem ve onların arkasından tutulan yas, ilk günkü gibi önemini korumaktadır.

Kadim Türklerin yas tutma âdetlerine dair bazı kayıtlar Çin kaynaklarında da yer almaktadır. Edinilen bilgilerde yas tutanlar, ölünün bulunduğu çadırın etrafında atlarıyla hızlıca dolaşırlar, yas tutanlar yüzlerini, kulaklarını keser, bağıra çağıra ağlayıp, saçlarını başlarını dağıtırlar. Ölen kişinin atının kuyruğunu keserler ve daha sonra atı kurban ederler. Ölü için yemek verirler. Bunlar yas alâmetleridir (Kocasavaş, 2002: 73). İnan’dan edinilen

141 bilgilerde ise Beltirlerin, ölenin dul kalan karısının saç örgülerini çözüp dağıttığı ve örgünün yarısından aşağısını kestiği görülmektedir. Dul kalan kadın ancak ölüsünün yedisinden sonra saçlarını örebilir (İnan, 2015: 187). Bahaddin Ögel’den edinilen bilgilerde ise Çin tarihlerinde yazan Göktürklerin cenaze törenlerinde onların ölülerini ilk önce bir çadıra koydukları daha sonra at, sığır ve koyunlardan türlü kurbanlar kestikleri ve atlarla çadırın etrafında dönüp, at yarışı yaptıkları görülmektedir (Ögel, 2001: 760).

Ölümle gelen bu derin yas, kanlı gözyaşlarıyla dudaklardan dökülen ve gönülleri dağlayan acılı ağıtlarla kendini yatıştırmaya çalışır. M. Yardımcı ’ya göre ölenin arkasından yakılan ağıt hem taşının toprağının hem de insanlarının bağrı yanık olan Anadolu’da canlı bir hatıra ve ölen için yerine getirilen bir görev olarak hafızalarda yerini almaktadır (Yardımcı, 1990: 370).

Çalışma yapılan sahada yas tutma geleneği mevcuttur. Ancak ölünün başında feryat figan ağlama ve dakikalarca ağıt yakma geleneğine rastlanılamamıştır. Yöre halkına yöneltilen “Ağıt yakan var mıdır ya da yakılır mı?” sorusuna “Ağıt nedir bilmeyiz ama

bizlerde de ölüye güzel ağlayanlar vardır. Kimi sessizce ağlar kimi bağıra bağıra ama daha çek sessizce ağlanır” yanıtı alındı.

Yöre halkına göre ölü gömüldükten hemen sonra mezar başında yas tutma âdeti başlar ve daha sonra evde devam eder.

Yörede gerçekleştirilen yas tutma âdetleri şu şekildedir:

Mezar başında daha çok ailenin erkekleri bir sıraya girer. Cenazeye gelenler orada başsağlığı diler. Daha sonra da kadınlar üç gün boyunca evde ziyaret alır. Üç günü geçirilmesi yas tutanlar içi iyi olmaz onların acılarını depreştirmek olur. Bu yüzden üç gün içinde gidilmesi gerekir.(KK1, KK2, KK3, KK4, KK5, KK6, KK7, KK8, KK11, KK13,

KK14, KK15, KK16, KK17, KK18, KK19, KK26, KK27, KK33, KK34, KK35, KK36)

Mezar başında erkekler, evde kadınlar gelen taziyeleri alır. Taziye işlemi genelde üç gün sürer.(KK2, KK17, KK26, KK37, KK38, KK41)

Üç gün içinde başsağlığı ziyaretin yapılması gerekir. Üç günden sonra gidildiğinde acının tazelenmesine sebep olunur. Bundan dolayı ziyaretler geciktirilmez.(KK5, KK6,

142

Bir evde ölü olduğu ilk gün ateş ikinci gün köz üçüncü gün ise kara kömürdür. Ondan sonra hane beyaz güle döner. Bu yüzden yas üç gün tutulur. (KK6)

Üç gün ölünün yası tutulur. Bu üç gün içerisinde evde kesinlikle yemek pişirilmez. Eğer yemek pişirilirse bu yöre halkı tarafından ayıplanır.(KK1, KK2, KK3, KK4, KK5, KK8,

KK9, KK10, KK11, KK12, KK13, KK14, KK15, KK16, KK17, KK18, KK19, KK26, KK27, KK31, KK32, KK34, KK35, KK36) yas evinde üç gün yemek pişirilmemesi âdeti Afganistan’da yaşayan Hazar Türklerinde de görülür (Çelik, 2001: 13).

Üç gün yas tutulur. Bu sürede evde yemek pişirilir ya da eğlenceli bir şeyler yapılırsa oradakiler günah işlemiş sayılır. İşledikleri bu günah, hane halkından birinin rüyasına girer ve bu rüyayla işledikleri günah haber verilmiş olur. (KK2)

Evden ölü çıkmışsa üç gün yas ilan edilir ve kesinlikle evde yemek pişirilmez; televizyon, radyo varsa açılmaz. Yemekleri komşular getirir. Üç gün boyunca evde yas vardır. Komşularda saygısızlık olmasın diye televizyon, radyo vb. gibi şeyler açmaz özellikle çevrede müzik sesi duyulmaz. (KK1, KK2, KK3, KK4, KK7İ KK8, KK9, KK10, KK11, KK12, KK14,

KK15, KK19, KK29, KK30, KK36)

Düğün varsa yas döneminde ya yapılmaz ya da mevlitli düğüne çevrilir.(KK3, KK17,

KK18)

Ölen kişi evin erkeği ise elli yıl öncesine kadar kadın, kocasının kırk gün boyunca yasını tutar ve evden dışarı çıkmaz hatta mezarına bile gitmezdi.(KK2, KK5, KK6, KK13,

KK34)

Görüldüğü üzere üç gün süren yas tutma âdetinde hem evdekiler hem de komşular eğlenceli şeyler yapmaz, radyo-televizyon açmaz ve en önemlisi ölü evinde yemek pişirilmez. Bu gibi uygulamalar daha çok dar bir alan olan sosyal çevrenin gerektirdiği uygulamalardır. İnsanların birbirlerine olan bağlılıkları doğum, evlenme, ölüm gibi ya mutlu ya da acılı günlerde daha çok ortaya çıkar. Bu yüzden yas sürecinde olan bir evin bu yasına eşlik etmek birlik ve beraberliğin getirdiği en güzel uygulamalara yol açmaktadır.

Evde yemek pişirilmemesi hususuna gelinirse burada iki türlü inanış karşımıza çıkmaktadır. İlk olarak ileride de göreceğimiz bir inanış olan ölüm anında Azrail’in etrafı kana bulaması ve bu yüzden evde ne varsa onlara sıçramasıdır. Bu yüzden ölüm sonrası evde kalan herhangi bir eşya ya da erzakla bir şey yapılmaz. İkincisi ise daha çok sosyal boyut içerisinde bir değerlendirmedir. Yas tutan bir ailenin yemek, içmek vb. gibi ihtiyaçları gözleri görecek hâlde olmaz ve acıdan bitkindirler. Bu durumda yardıma koşacak kişiler de yakın

143 akrabalar ve komşular olur. Herkes elinden ne gelirse pişirir ve getirir. Getirilen bu yemekler hem başsağlığına gelenlere hem de yas içinde olan aile üyelerine ikram edilir.

Yas evinde toplum tarafından uygun bulunmayan davranışların Allah tarafından rüyayla bildirilmesi ise bir kez daha rüyaların haberci rolünü ortaya koymaktadır. B. Ögel’den rüyalar konusunda edinilen bilgi şöyledir: “Rüyalar ve rüyaların yorumu, bütün insanlığın

düşünce tarihinde önemli bir yer tutmuştur. Bu inanışlar şimde de devam ediyorlar. Ancak her kavmin hayatında ve kendi kültür çevrelerinde müşterek ve birleşik olan, bazı inanış ve düşünceler vardır. Özellikle rüya yorumları, tarihin ve Türk kavminin çok derinliklerinden gelen, inanış ve geleneklere göre kalıplaşmış ve sınırlanmıştır. Herkes rüyayı, anne ve atasından duyduğu gibi yorumlamış ve bu kalıplar, dünden bugüne, bazı değişme ve gelişmelerle gelmişlerdir. Tabii olarak bu yorumlarda Türklere, diğer dinler ile İslâmiyet- ten de bazı tesirler gelmiştir.” (Ögel, 2010b: 571). Görüldüğü gibi insanlara kılavuz olan rüyalar

İslamiyet’in de etkisiyle farklı bir boyuta geçmiştir. Yöre halkının da rüya aracılığıyla uygunsuz bir iş yaptıklarını anlamaları ve görülen rüyayı doğrudan ölüm hâdisesiyle bağdaştırıp yorumlamaları bu inanışın uzantısından başka bir şey değildir.

Son olarak görülen bilgide de kadınların kırk gün boyunca kocalarının yasını tutmaları ve dışarı çıkmamaları kadim Türklerden günümüze gelen inançların devamı olduğunu göstermektedir.

Benzer Belgeler