• Sonuç bulunamadı

DAĞDAN SES

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "DAĞDAN SES"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

[ İÇİNDEKİLER ] Rakamların nasihati

Şa’irin mezari

İhtiyar muharrir [ Hikâye ] Yeni lisancılar

Kıt‘a

Ameli Ruhiyyat Le cheval abandonné Büyiik milletlerin ruhları Arab edebiyyatı

Fikir Çiçekleri f İngilizceden j Pour toi [ Sonnet ]

Dikkatler

Asırların Efsanesi

Dr. A.

D’Anııunçio - İ. Sacid Hüseyin Rahmi M. Faik

Dr. A.

Dr. G. Le Bon E. Hazim Prof. Boutmy Zeki Magamez Gül

Dr. AB, DJ.

İçtihad Dr. Kaya

<,(>,0<0K ,,usllî,1arunız(la : Din noktasından Ailede terbiye mekalesini dikkatle okumaya ve ta'kib etmeye hazır olun !

On Beş Günlük Fikir ve San’at Mecmuası

İsta n b u l 1~» T e şr in i e v v e l 1 0 3 0

Orhaniye Matbaası

(2)

ÜMRAN HAREKETİ

ÇAPA İLK MEKTEBİ

Geçen hafta, Çapa ilk mektebi nin açılma resmi yapıldı. Vali Muhiddin Bey- fendi nutkunda Cumhuriyyet hükümeti­

nin, maarif işlerine verdiği ehemmiyeti, son sene zarfında İstanbul ve mıılhaka- tinde her bîri 100,000 liraya mal olan ve 500 talebe alan 33 mektep yapıldı­

ğını anlatdı. mekteplerin perişanlığı fi­

kirlerin perişanlığını yapar dedi.İstanbul, Hükümeti merkezi iken 196 mektebi 1122 muallimi , 32,000 talebesi var - mış. Şimdi 368 mektep 1600 mu'allim 40,000 talebe var. Muhyiddin Beyin, münevver ve mütefekkir bir idare reculu olduğu belli oluyor. Açılma resminden sonra mektebin açılma tarihini yazip imza etdi, vaki' olan teklif üzerine mek­

tebin hatıra defterine bizde şu satırları yazdık.

Danton, halk ekmekden sonra talim ve terbiyeye muhtaçdır demişti; ben halk ekmekten daha evvel talim ve terbi­

yeye, binaen aleyh mektebe muhtaçtır derim .

Okuyucularımıza :

Yapılan tenbih ve sarf edilen dik­

katlere rağmen tertib şevlerinden kur - tutamıyoruz ve bu yüzden pek haklı şikâyetler alıyoruz. Yine geçen nüshada Hazim^Beyefendinin Turna mekalesinde bir kaç fahiş sehvolunmuşdur; ez cümle mekalenin ilk sutununda 12 inci satırda 5rakkamı yerinde 350 rakamı olacakdı, ikinci şutunun 41 inci ve 40 inci satır­

larında ki her kelimeler hem olacakdır.

Gelecek nesillere adli Kıt’ada ekvan kelimesi ekvam, ruhunuza kelimesi ruhu­

muza dizilmiş . Kıt’anın sahih şeklini tekrar kaydediyoruz.

Kaplar ekvanî bir ağuşi muazzam oldum, Saçdım eşfâk mesafata husumet biçerek Sunulur ruhunuza kevseri îrfanü vefa Geçdiğiın vadi’i küfranda susuzluk içerek.

KARLI

DAĞDAN SES

Dr: Abdullah Djevdet Beyin son sene­

lerde yazmış oduğu şı'ırlar ve kıt'alar bu unvanla yakında basılmaya başlaya­

cak. Dörtde üçü basılmış ve kitab şek­

linde basılması bir çok zevat tarafından arzu olunmuş bu miitekâsir ma'nalı kıtaları, 200 sahifelik bir güzel ciltde toplu bulacaklarını bunları takdir eden­

lere haber veriyoruz. Kain ve eyi kâğıd üzerine basılacak ve fiatı bir lira oia- cakdır.

Trif de publicité dns F «idjtihd»

LM 1 pour chaque 3 centimètre de hauteur dans les colonnes de 1’ "Idjtihad». soit 3 X 8 centimètre carrés, par insertion .

Le prix des avis et annonces est encaissé après leur insertion, contre reçu dûment établi.

Les numéros de 1' "Idjtihad» dan lesquels les avis et annonces ont paru sont envoyés aux intéressés, à titre gratuit.

Le prix des avis et annonces est de 1 Ltq au minimum, par insertinon.

« İctihad »in bulunduğu yerler:

Kadı k ö y ü n d e uvekkithane caddesinde Tütüncü. C afer E fen d i,

Köprü üzerinde

M. K em a l E fen d i,

Büyük Ada da iskele başında Tütüncü

N ik o E fendi

Dükkanları.

(3)

Pour un an: 2 Dolars

Edition spéciale: 3 Dolars.

A D R E S S E

“Idjtiiiad,, Constantinople Téléph: St. 865 xxvième ANNÉE

15 Octobre 1930

I G T I H A D

Türkçe ve Fransızca

İLMİ, EDEBİ, İKTİSADİ

No : 307

ye için 2 1/2, Âlâ kâğ'd-

Iisî 5 Liradır

İDAREHANESİ

Cığaloğîunda İçtihad Evi ' Tarihi Te'sisi:

1904 — Genève.

Yirmi altıncı sene 15 Teşrinievel 1930

RAKK AMR ARIN NASİHATİ

Kapı bir komşumuz Iran hükümet­

inde, son senelerde, bilhasse Saltanat Hanedanının degişmesile Rıza Han Pehlevi nin Şahlık tahtına ahusundan sonra, alınan İktisadî, inzibatî, adlî tedbirler takdir olunmaya ve dikkat ve ibret naza­

rımızı celbetmeye değerlidir.

Bir tacirin her sene kâr ve ziyan bilanço sunu, buyuk bir açıkla ya’ni kârsız ve ziyanla kapatması ne ise bir milletin ticarî bilançosunn, Ya'ni ıdhalat ve ihracat bilançosunu açıkla kapatm­

ası da odur. Bunların her ikisi de facı’a- dır ve neticeleri de birdir.

İstanbul Türk Ocağında verdiğim konferansda [1] bu facı'anın amillerini ve bunun önüne geçmek çarelerini söy­

lemiştir.

İran hükümetinin idhalat ve ihraca­

tındı murakebe ve tanzimi tedbirleri bizim için imtisal edilecek tedbirlerdendir:

İranda ecnebi memleketlere ihracat yapmak isteyen tacirler şu iki şikdan birini ihtiyar etmeye mecburdurlar :

Eğer ihraç etdigi malın bedelde dahile emti’a getirecek ise evvela ha- riçden idhaline devletçe riza gösterilmiş ve bir listesi neşr edilmiş mallerden getirmeye mecburdur, ya’ni lüks eşya idhal edemez.

[1] Konferans İCTİHAD m 29*, 290 ve 297 numerolu nüshalarında MİLLÎ istiklal için mücadeleden sonra MALÎ istiklal için mücadeleye sernamesile intişar etmiştir.

Eğer İhraç etdigi mal mukabilinde ha- ricden emti'a almak isterse ihraç etdigi mal bedelinin yüzde doksanını mal ve yüzde onunu para getireceğine da’ir te‘- minat verir; Getireceği malın cinsini, fabrikasını ve ayarını hükümetin defte­

rine daha evvel, kayd etmeye ve hükû- metden izin almaya mecburdur.

İkinci şik üzre ihracat yapan bir.

tacir çıkardığı eşya bedelinin yüzde kır­

kını para olarak memlekete sokacağını te’min ederse diğer yüzde altmışiyle, idhali ca’iz eşya alu b , başka kuyuda tabi' olmaksızın İrana resmî gümrüğünü vererek soka bilir. Demir yol malzimesi ve makineler ve eksamı gömrükden mu'afdır.

İran hükümeti bu tedbirler sayesinde ticarî bilançosunu 40, milyon kıamya'- ni, türk parasile takriben 20 milyon lira bir fazlalık ile kapatiyor ya’ni ihracat idhaiatından 20 milyon türk lirası fazla olmaktadır.

Bizde ise, 19 mart 1930 tarihli Ciim- lıuriyyet gazetesinde okuduğumuza göre 1927 ve 1928 senelerinde ticaret muvazene açığımız 103 milyon olmuşturki senevi idhalatımız ihracatı mızdan 51 milyon 500 bin lira fazla olmuş ya’ni her sene milli servetimiz 51 buçuk milyon liralık azalmış demekdir. Birçok lüks eşyayi memleketimize sokmamak hürriy- yetine malikiz. Ezcümle Bulgaristan Çekoslovakya hükümetleri memleketle­

rine girmesinde zaruret olmayan eşyanın

(4)

İÇTİHATi 5484

birer listesini neşr etmişlerdir, bu eşya­

nın idhali halinde harice gidecek para­

larını tasarruf etmektedirler .

Cekoslavakya hükümeti memleketine meselâ, kat’iyyen kahve sokmamaktadır.

İhracatımızın kıymetinden fazla kıymetde, Türkiyemize, ecnebi malı girdiğini gör­

düğüm zeman, Türkiyemizde müsellah ecnebi askeri görmüş gibi oluyorum Bu noktaya gelince son sözü büyük ustadimıza brakacağım:

« İstih sa la tile te d r ic e n bir m ille t i is t i’îcY e d e n b ir k a v m , s ila h la te s h ir e tm iş k a d a r m ü k e m m e l bir sıır e td e o m ille t i h ü k m ü a ltın a a lır . İk tisa d i ta b i‘iy y e t s iy a s î ta b i‘iy y e t i s ü r ‘a tle y a ra tır.»

Dr A B . D J.

Ecnebi edebiyyatı

ŞAİRİN MEZARI

Ma‘bad

Andrea, tepenin en yüksek noktası­

nı göstererek :

— Şa‘irin mezarı orada, solda, har­

abenin yanında ve divarın dibindedir, dedi.

Maria, mersin ağaçlarının arasında uzanan dar yol izlerinden yürümek için Andrea dan ayrildı. O ilerde yürüyor ve aşıkı onu ta‘kıp ediyordu. Maria, yorğun ve ağır adımlar atıyordu; sık sık duruyor ve geriye dönüp aşıkına tebessüm ediy­

ordu. Başdan aşağı, siyahlar giymişti;

yüzünde, dudaklarına kadar inen siyah bir peçe taşıyordu; ve tatlı tebessümü, bu siyah örtünün altında titriyor ve bir matem gölgesi gibi gölgeleniyordu, zarif çenesi, elinde taşıdığı güllerden daha çok beyaz ve daha çok temizdi.

Tepeye doğru çıktıkları bir sırada, Maria nın ellerinden bir gül düştü. An­

drea, Maria nın ayakları önünde yolun

üstüne dağılan gül yapraklarını toplam­

ak için eğildi. Maria aşıkına bakıyordu Andrea, onun önünde diz çökerek :

— Sevgilim, dedi ve öylece kaldı.

Ruhunda, güzel bir hatıranın uyan­

dığını his eden Maria:

Hatırlayormusun, dedi, Skifanoia da sana traçeden yapraklı bir dal attığım sabahı? Ben inerken, sen merdiven başında diz çökmüş duruyordun. Bilmi­

yorum neden, o günler, bana ba'zen ya­

kın, bazen, de uzak görünüyorlar.. Ba‘

zen, dün yaşamış gibi his ediyorum, ba‘zen de bir asır evvel yaşanmış ka­

dar uzak buluyorum. Hatırlamıyormusun?

Mersin ağaçlarını geçerek, solda Trela- ny nin ve şairin mezarı bulunduğu surun nihayetine kadar geldiler. Kadim harabeyi süsleyen yaseminler, çiçekli idiler; fakat menekşelerde, koyu bir ye­

şillikten başka bir şey yoktu. Ufka ka­

dar yükselen servilerin tepeleri, Testa- çio dağının arkasında gurup eden gü­

neşin koyu kırmızı rengiyle kızararak titriyorlardı. Gümüş rengiyle işlenmiş mavimsi bir bulut, yavaş yavaş Avetino ya doğru yüzüyordu,

(Burada, hayatları bir hayat olan iki dost uyuyor. Şu mezarın altında, şimdi birlikte uyuyorlarken, onların hatırası da, yalnız bir hatıra gibi yaşi- yor. Mademki onların kalbleri, hayatta bir kalp olup çarpmıştır, onların kemik­

leri de şimdi birbirinden ayrı değil­

dirler .)

Maria, son mısra‘ 1 bir daha tekrar etti. Ve sonra Andrea ye dönerek:

— Peçemi çöz, Dedi.

Andrea yaklaştı ve ensesindeki düğ­

ümü çözmek için eğildi, parmakları, Maria nın latif saçlarına dokunuyordu.

O latif saçlar, ki dağınık oldukları zaman bir orman gibi derin ve tatlı bir hayat yaşayorlar zan edilirdi. Andrea, kaç de­

halar onların gölgesinde, Maria nın ya-

(5)

lanlarının şeyvetini tatmış ve kaç defalar, onu vefasız ve zalim vir hayal gibi gö­

rmüştü.

M aria:

— Teşekkür ederim, dedi .

Ve peçesinin ucunu kaldırarak, par­

lak gözleriyle Andrea ya baktı.

Çok güzel görünüyordu. Gözlerinin çevresi sîhah ve cazipti. Fakat göz beb­

ekleri, pek nafiz bir ateşle parlayorlardı.

Saçlarının titrek kâkülleri, esmer ve ma­

vimsi sünbüller gibi, şakaklarında titriy­

orlardı.

Hür ve geniş alnı, parlak beyazlığıyle insanın gözünü alıvordu.

İuce ve belirsiz çizgileri, aşkın ve iztirabınebedî şulesiyle, maddeliklerinin bir kısmını kaybetmişlerdi.

Maria . güllerin saplarını peçesine sardı ve uçlarını dikkatle düğümledi, sonra yüzünü demefin arasına sokarak uzun uznn kokladı. Gül, demetini, şa'irin ismi yazılı olan sade taşın üstüne braktı. Ve tavrı öyle bir hal rldı ki Andrea

bunu asla anlayamadı.

Endymion [1] şairi John Keats [2] ın mezarını aramak için ileriye doğru yü­

rüdüler. Andrea, geriye dönerek sure doğru bakan Maria ya sordu:

— Bu gülleri nereden buldun ? Maria tebessüm ediyordu, fakat göz­

leri yaşlarla doluydu.

— Kar yağdığı gece getirdiğin gül­

ler, inanmiyormusun ?

Akşam rüzgârı uyanıyordu, sema ve ufuk esmerleşiyor ve gurubun aksiziya- larile kızarmış bir bulut ufka doğru süzülüyordu. Sıralanmış serviler bu ak- siziyalarla süslenerek daha büyük ve daha esrarengiz görünüyorlardı. Ortadaki

[1] Sema ilâhının sevdiği güzel çoban. ( Kadim Yunan efsane ve esatir tarihine ınüraca‘a t ).

[2] Pek genç ölen İngiliz şairlerinden , ( Diin - yada, yalnız üç şey vardır: birincisi, şı‘ır okumak, İkin­

cisi şılır yazmak, üçüncüsü de şı‘ır yaşamakdır.) diyen hassas şa‘ir budur.

yolun başında duran Psichee [3] nin hey­

keli, bir et solgunluğuna bürünmüştü.

Taflan ağaçları, erguvan! kubbeler gibi görünüyorlardı. Ceztio ehramı nın üs­

tünde, hilâl şeklinde beliren ay, asude bir körfezin suları gibi derin ve mavi olan bir semaya doğru yükseliyordu.

Ortadaki yoldan yürüyerek parmak­

lığa kadar indiler, Bağçivanlar, derin sükûn içinde, ellerini süzgeçli tenekeleri muttarit ve devamlı bir hareketle sall­

ayarak divar boyunca uzanıp giden ağ­

açlara ve çiçeklere, hâlâ su dökmekle meşguldurlar. Diğer iki adam, ellerinde tutdukları yaldızlı ve kadifeli bir matem örtüsünü kuvvetle silkiyorlardı. Ve tozlar pırıldayarek uçuyordu . Aventino dan bir çan sesi geliyordu.

Maria iztirabını yenemiyerek aşkının koluna asıldı. Her adımda , toprağa ba- smıyacağını his ediyor, her adımda ka­

nının yolun üstüne akacağını zan ediy­

ordu; ve arabaya binince, aşıkının om­

uzunda hıçkırarak ümidsiz göz yaşları döktü :

— Ölüyorum.

Fakat, Maria ölmiyordu; ve o ölmüş olsaydı, onun için daha iyi olacaktı.

İhsan Sacid

Hamiş: 242 numerolıı İdihad,da d’

Arınungıo mekalesini de ııkuyün İctilıad

İHTİYAR MUHARRİR

Muharriri: Hüseyn Rahmi Mal 2bad

İhtiyar muharrir şaşkınca, ince bir tebes­

sümle mahcubiyetini örtmeye uğraşarak bir tarafa büzülüb oturur. Melül hakışlarla dinler, dinler bir iki parlak sözle zekâsını isbat için fırsat bekler. Nihayet hafif çıkrık gıcırtısı gibi cılız bir sesle atılır. Lâkırdı ağzında yarım kalır. Kimse ehemmiyet vermez. Susar.

[3] Şehvet ilâhının sevdiği ğiizel yanan kızı. ( Ka­

dim Yunan esatir bahsına nıüracala t ).

(6)

5486

Bir gün odaya onun gibi emekdarlardan yaşlı bir mürettib girdi. İhtiyar muharririn hazin duruşundan mtite’essir olarak hey’eti tahririye miidirine:

— Efendim Ümran Âlî Beği takdim ederim' Gene miidir elindeki kağıtdan bir lahze gözlerini ayırır, ihtiyarı süzerek:

— Teşekkür ederim. Efendi baba. . Sizden bir az şikâyetiimiz var. Mekaleleriniz pek uzun hemde gücenmeyiniz . Bir kova suya yüksük dolusu süt akıtıyorsımz. Sahibi imtiyaz emek- darlığmıza hürmeten yazılarınızın arasıra geze- teye geçirilmesini emrediyor. Lâkin çok kısalt­

malısınız. Ma'rifet küçük bir cümleye derin mabıalar sıkışdırmakdadır. Eski Ahmet Midhat Efendi, kırk anbar zemanları geçdi . Şimdi vakitde, nakitde, yazıda, mütale‘adc her şeyde tasarruf aranıyor, ifadenizden eski mufassal edaları kaldırınız, ibarelerinizde kaba bir vu­

zuh var. . Bir az ( Senbolik ) olsanız. Tetabuı4 izafat ve ağır terkibler ihtilasından, Namık Kemal devri klişelerinden kurtulamıyorsunuz.

Müdir yine elindeki kâğıdı tashihe daldı.

Öteden söze gene bir mnharrir atılarak :

— Orhan Fethinin bu hafta Celâdetde in­

tişar eden (Vicdanımın isyanı) mekalesini oku­

dunuz mu ? bu çocuk tayyare uçuşile yükseli­

yor. Satırlarında, kelimelerinde size nabzının hareketlerini, kaninin devranıuı, sinirlerinin galeyanını bis etdiriyor.

ümran Âlînin cebinde yine uzun bir mekale vardı. Çıkarıb vermeye sıkıldı. Yııkarıki geniş­

lik parçalara doğru daralan bu çakşır panta- lonlularm, salapurya ıskarpinli bu duztabanla rııı, bıyıksız dudaklarından fışkıran bu mağrur sözlülerin4 ihtiyarlara müstehase diyen bu a- nud, haşin, saygısız, insafsız yeni neslin içinde kendini şapşal elbisesi, pos bıyıkları, buruşuk suratile zevaîlı bir garibüddiyar buldu. Ne kendi sözünü onlara beğendirmek ne de onla­

rınkinden bir lezzet alabilmek kabil olamaya­

cağını anladı. Dudakların istihzalarına karşı muzmhil, nazarların bikaydisi altında mahcub, sönük» bezgin sessizce odadan çıkdı. Kapıyı örtelken içeriden kopan kahkahalar arasında küstah bir sesin :

— Bari anlasada artık- yazmasa . . - Dediğini duydu . . .

Bütün teessürü buğazına bir gıcık dügtimîle toplandı. Ağlaması öksürüğe karışdı. Ye’sini yenmek lâzımdı. Çiinki parası yokdu. Daha

idare hıe’murmın huzurünâ çıkacakdı. Boca­

sından titreyen bir mekteb çocuğu tereddiid- lerile idare odasına girdi

iri vücutlu, firenk sakallı idare me’muru odaya bir banka hey’beti yeren yüksek kasa­

nın önünde duruyerdu. Göz göze geldiler. me‘- înur hemen nazarını çevirdi. Çünkü o, para is­

temeye gelenleri bakışlarından anlayan tecrü­

beli bir psikologdu . . Bir dilenci tevazu‘ile yüzüne dikilen nazarların zelil istirhamı ö, nünde derhâl suratı asarak başka yana döner, görmemezliğe gelirdi . .

Ne verdiği selâmı alan, nede şuraya buyu­

runuz, diyen oldu. İki kâtip masalarında abo­

ne kayd ediyorlar, ilân makbuzları dolduru­

yorlar, bir çok suallerle muraca‘at edenlere defterlere bakarak cevablar veriyorlardı. Giren çıkan çokdu.

Kırk bes senedir sakalını bu matba'a değir­

meninde ağartan ümran Âlî şimdi orada müs­

takil bir tufeyli vaziyetinde kaldı. Nihayet yine o ihtiyar mürettip imdadına yetişerek muharririn istihkakım almaya gelmiş olduğunu idare me’muruna ihtara vesatet etdi.

M’emur bugün te’diye günümüz değildir.

Kapatacak hesaplarımız var. Öbür hafta teşrif etsinler .

dedi.

* **

O akşam ümran Âlî eikâtlandı. Yosunlu sokağın loşluğuna bakan penceresi öniine ba­

yat hazırlop, bir kaç zeytin ve pasdırma kır­

pıntısından ibaret işret tepsisini kurdu. Dört, baş dane atıştırdırdı,Kışlayan dimağına rakıdan hararet, sinirlerine uyanma bekleyorken zaval­

lının her kadehten sonra göz kapakları daha ziyade düşüyor, zaten müşevveş zihni vuzuhunu büsbütün gaib ediyordu Fakat hazin bir neş­

enin hiimmarı beynini sardı. Boğulan hissi hakjkat alemini gözleri önünde yavaş yavaş siliyor, şimdi o kendini kadir, çevik bir ka­

lem saıı’atkârı buluyordu. Yarın, gençlere karşı ateş açacak ebediyen meşhur kalacak bir kaç makale ile hepsini yere sererek edebiyatı bu son devir t ahribkar larmdan kurtaracakdı.

Adeta vecde geldi. Titrek elleriîe dört beş cümle karaladı. Birini bitirmeden ötekine atladı. Hiç birinde ma‘na, insicym, rabt yok gibiydi.

Zaif midesi artık işret de kaldırmiyordu.Bir

(7)

kaç kadehden sonra edebiyat ve şiirde ken - dini bir Napoléon görmek vehm ve rüyası içinde sızdı. Zevcesi onu sefil döşeğine naklettiği zaman artık vücudündeki ispirto sobası sön­

müş zevallıyı hafif bir titreme almışdı. Ayak­

larına sıcak manğal kapağı koydu. Yorganını sıkıştırdı.

* **

Ertesi günü uyandı. Dünkü macerayı bir az alaca hatırlayordu. Hiç unutamadığı bir hakikat vardı : her günün maişet ihtiyacı..

Bu müzayekanın siyah şutunu,karşısına dikildi.

Yaşamak için gıda ve onu tedarik içinde yaz­

mak lâzımdı.

. [ Bitmedi ]

YENİ LISANCILAR ve ZIYA GÖKALPIN FİKİR MENBALAR1

V

1 — İhtiyaca ve lüzumuna göre bir dil için yabancı dillerden lügat almak zaruridir, fakat Türkçeye ma‘kul

ve mantıki ihtiyaçlar sevkile kelime alınma­

mış,Arapça ve Acemce- nin bütün lügatleri onun içine boşaltıImıştır.Türk- çenin üç lisandan mürek­

kep olduğu kanaatıbu ha­

diseyi çok açık[bir surette ifade eder.Şu halde bu

hadise alelâde dinî, medenî veya bedi‘î ihtiyaç ve sa’ikle lügat ve tabir almadan başka mahi­

yette bir şeydir. Hal böyle iken, yabancı ve lüzumsuz unsurların Türklerin fikrî ve İçtimaî edebî, menfaati namına tasfiyesi Iabüd iken yeniden yabancı bir dilden veya Türk lehçe­

sinden kelime almak ve bunu düşünmek tabi‘î- dirki fayda te’min edemezdi . Necip Bey bu fikirde idi. Ancak yazı diline konuşulan dilde­

ki Türkçe unsurların alınmasını iltizam ve tavsiye ediyordu. Diğer lehçelerden kelime a- lınmanın aleyhinde idi. Bunu (kuru bir ağacı yeşertmeğe) beıızediyerdu . [1]

Bu nokta Necip Asım beyin düçünceleriııe de temamile muhaliftir. [2]

[1] Şeref Beye açık mektup. Ahenk Ağustos 316 (2) Asım Bey lügat alınacak menbaüarı şöyle tesbit ediyor:

A, İstanbul, Rümeli, Anadolu ehalisi lügatleri. B bütün Türk lehçeleri, C. Arabça ve Acemce. D. Avru- lisanları... ilaah. ikdam kânuni evvel , Dilimize hizmet makalesi.

M a‘gerim e

Yakdim şereri evvelini sayhelerimle Ruhunda eğer varsa bir isyanı mukaddes;

Mehmet Necip B. dilin hakiki zenginliğini kelimelerin çoluğundan ziyade ma‘naca kıymet­

lerinde görüyordu.Asıl Türkçe basit ve mürek-- keb nnsurlara yazı dilinde manaca kıymet verniğe çalışmak gayelerinden birini teşkil etmekde idi. Bu itibarla ozaınaııki TürKcüIer- den ayrı bir görüşe sahipti.

Tabir ve istilâh meselesinde de maziden ayrılıyordu Şimdiye kadar hernasılsa olan olmuştu. Yabancı dillerden tabir almanın, ya­

bancı unsurlardan İlmî, fenni tabirler yapmanın alelıdarıdı. Bu hususda daha ziyade Arapça ve Acemeeye hücum ediyordu. Lisanı, ruhu, medeni bir çok sebepler ileri sürerek bu lisan­

ların Türkçeye menbe olamıyacaklarını idda ediyordu. Arapça ve Acemce ile Türcenin münasebetinin mutlaka kesilmesi fikir ve eme­

linde musirdi. [3] , [4]

Sami B. ( tekellüm ve tahrir ) lisanları arasında bir fark aleyhdarı idi. Tahrir lisanı ile tekellüm lisanını birleştirmek tarafdarı idi. Ancak merhumun anladığı tekellüm li - sanı Izmirde anlaşılan­

dan farklı idi . O , konuşulan Türkçe sar­

fına tabi3 4 bir tahrir Pür demdeme bin rencişi küfranım aidim ,

Gülbangina verdim yeui bir not, yeni bir ses. ^ diline benziyordu.Daha AB. D J. «

± A A A. A A A A A m

ziyade Istanbulda sırf münevrelerin tekellüm lisauı .

Izmirde konuşma dili ile hassaten Istanbuda konuşulan dil kasd edilmeyor bu İstanbul da dahil olarak Anadolu ve Rumeli Türlerinin konuşdukları, anlaşdıkları dildi. İstanbul ko­

nuşması ile alâkası yalnız teleffuz ve şive cihetinben idi. Ancak bu mahiyetde Türk ca- mi‘ası arasında müşterek ve umumî bir dilin te’sisi mümkün olabilecekdi . Hülâsa İzmir yalnız lıa‘zı , münevver zümreyi değil halkı, bütün Türkleri derpiş etınişdi.

IV Bu kısa izahdan sonra mazinin, tahsi- sen Sami Beyin aynen kabul edilen fikirlerine düsturlarına gelebiliriz:

A, Halk diline düşen kelimelerin türkçeleş-

(3) Bu münasebetin kesilmesi hususnnda o zamanın maruf Türkçüleri ile Necip Beyin ayrılıkları aşikârdır.

[4] Yeni lisancılarda ilerki makalelerimde tafsil ede­

ceğim veçhile, hasseten Türkceden tabir ve ıstılah yap­

manın aleyhinde idiler. Bu bapdaki muhafazakârlıkda maziyi çok geride bırakmışlar, hatta ona taş çıkarmış­

lardı.

(8)

5488 İÇTİHAT

■ miş oldukları [ortada bir halk smfı tarafından anlaşılan, kullanılan, aslen yabancı kelimeler]

B, Mukabil ve muadilleri bulunan kelime­

lerin esas itibarile atılması . C Yabancı kaidelerin ta rd ı.

A, Yabancı ve lüzumsuz kelimeler, Arabça ve Acemceden alınarak tahrir li­

sanına tıka basa doldurulan binlerce kelimeler vardı. Bunlardan mühim bir kısmının Türkçe- mukabilleri de mevcutdu. Bununla beraber ter­

cihen bu yabancılar kullanılmakta idi. Hiç bir kayde tabi1 olmaksızın yeniden bir çokları da dilimize giriyordu. Bu suretle dil zenginle­

şiyor, zengin bir dil adolunuyordu.

Necip Beyin Jhöyle bir dili zengin adet- mek dili hakikî zenginliğine tam bir fikir ha­

sıl etmemekten ileri geldiğini iddia ediyordu.

Bu gibi münasebetsizliklerin başka dillerde olmadığı, bunların müradif değil, ne düşün­

mece, ne de bedi‘î bir zevk uyandırmaca kıymeti olmıyan muhtelif lisanlardan alınma- ayni şeyin adları olduğunu söyliyördu.

Bu kelimelerin dilin bünyesinde fikrî, edebî' fayıde yerine zararları olduğunu anlamağa, an­

latmayı, düşünmeye mani olduklarını izah e- diyordu. Bunun için makalelerinde bir hayli sütünlar tahsis etmişti. Bilâhere arz ve teşrih edeceğimiz bu makelcîer hakkında şimdi ya­

lınız şu kadarını söylemekle iktifa ederizki, o zamana kadar ve o zamana nazaran bizde [kelimecilik] hakkinda bu kadar İlmî bir tetkik yapılmamaştır. Kelimecilik aleyhine bu kadar şiddetle davranılmamıştır.

Ancak Necip bey bu lıusnstada ihtiyatlı harket ediyordu. Yabancı unsurlere mukabil yazı diline girecek türkçe gelimeler için bir (mülazimet) devresi kabul idiyordu. Birden bire tasfiyeyi iltizam itmeyordu. Yabancı un­

surlar bir müddet maddi, ma‘nevi hizmetlerinde devam edeceklerdi; türkçe unsurler,fikir ve nıa‘- naca kendilarine teveccüh idecek vazifeyi göre­

cek bir hale gelince ( istibdal muamelesi ) başlayacakdi.

B. C .: — Yabancı kaideler dilde mühim bir yer işgal idiyordu. yazı dilinde baş­

lıca hakim olan bu kaidelerdi, tahsil görmüş her ferdin lisanı vicdanında bizzat lisanın mâ­

lî diye yer itmişti. îial böyle iken — dilin harcî yapisi itibarile — yabancı kaideler, harf- 1 1er alınmaz dimenin manası yokdu. Hususile bunlardan vücude gelmiş ortada bir lisan var.

Bu gibi fikirler türkçe için zaiddi. çünki bu erin türkçe sözler ile bir alakası yokdu

Yabancı unsurlar için ise kullanılıp durduğuna, mekteplerde öğrenilmesi zaruri olduğuna göre hakikataı şe‘niyyete muvafık değildi.

Necib B. Sami B. merhum gibi, terkipler de de güzellik ve çirkinliği mi‘yar olarak ele almayordu. Düşünme işinde hakiki va­

zife ve hizmetlerini tedkik, bu noktadan türk­

çe ve yabancı terkipleri mukaise edivor ve hü- laseten:«türkçe terkipler zihnin tabi'i ve mantıki nizamına daha muvafıktır. Bunların isti‘mali zihnî tasarrufu temin edeceği cihetle daha fay­

dalıdır. Yabancı terkipler başka türlü alışan bir türk çocuğunun zihnini yoruyor, düşünce ve yükselmeye mani oluyor.» Fikrini ileri sürüyordu.

Yabancı terkipler, Ancak yabancı unsur ile lisanı kaplamışlardır. Sırf bu unsurlar sa­

yesinde beka ve mevcudiyetlerini temin ve idame idiyorlardı. Türkçeleşmeyen bu unsurlar kaldıkça tabi'ati ile bunlar da dilde kalacak­

lardı. lisani tahrire alınmaları esbap ve tarzına ve kullanmaları şartına göre birbirlerinden ayrılamayorlardı. -Bu noktayı ilerde tafsilen izah etme isteriz - o halde, yabancı kaidelerin tardı düşünülürken, diğer taraftan Türkçeleşmeyen yabancı unsurların tasfiyesini de düşünmek icap ediyordu. Zihni, içtimai, bedii bir faydayı mucib olacak olan lisanın istiklâli ve mazbutiyeti na­

mına kullanılmamaları lâzımdı.

Necip B. fi‘iller ve cemMer hakkında da uzun sütunlar tahsis itmişdi. Bu yazılarile Arapça ve Türkçe ı şekli ve teşekili) unsur­

ları mukayese ve Türk zihni içiu Türkçe kelime teşkili tarzının, fiil vasfiyelerinin daha muvafık olduğunu izah ve isbat idiyordu. Buna göre Arapcadan talıavvüle tabi1 yani Arapça kaideleri ile teşkil edilen hiç bir kelime kollanılmayacakdı. (5)

Bu pek sathi mukayesemize burade nihayet veriyoruz, gelecek yazımızdan itibaren o vak- tekadar gelen Türkçülerin hemaıı temas itme­

dikleri meseleler hakkında Necip beğin fikir­

lerini ıcınaleıı arza devam ideceğiz. Görü­

lüyor ki İzmir, davayı yalnız görmemişdir. Yal­

nız meseleye temas ile iktifa etmemişdir.

Herki makalemizde de görüleceği veçhile İlmî görüş ve telekkilerile maziden daha farklı hareket etmiştir.

İzmir —- M. Faik 5

[5] Bu tetkiklerde istinad olunan [ zihni tasarruf ] ve [tedai kanunları] , bir Türk çocuğunu zihninin iltisakı bir lisanla işlemesi veona itiyadı ve saire., .gibi esasladır.

(9)

A m e li R u h iy y a t

LES INCERTITUDES DE L’HEURE PRÉSENTE

Dr. G u sta v e L e B on 1 1

HARBİN MENŞE’LERİ HAKKINDA TEREDDÜDLER

Bir harbin hakikî sanHerini keşfet­

mek her zeman kolay değildir. 1870 de Prusya Kralı ile , Fransa İmpratorunun arzuları hilâfina olarak harb etmiş ol­

duklarını teslim etmek için uzun zeman lâzım geldi.

Harb, harbi emr eden üç imprato- run iradelerinden sadir olmuş tasavvu­

runda bulunulursa çihan harbinin men- şe’leri nakabîli fehm olur. Harbi, yalnız, bir asırdan beri Avrupa devletleri tarihi­

nin nakabili ictinab bîr netice’i hasılası gibi değil,ayni zamanda elli senedenberi Germen müverrihlerinin ve darülfünun­

ları talimlerinin de ictinab edilemeyen neticesi olarak da nazara alınmalıdır.

7*

Büyük harbin sebebleriırr tar hini yazmak için eksik olan vesa’ik değildir.

Eksik olan , Pon muharebeleri ( Guerres Puniques) yahud, ctium harbi ve emsali kadim vakayi4 mevzu'i bahs oluyor­

muş gibi bu büyük müharebeyi tedkik ve mutala'a etmek için muktazi selâmeti muhakemedir .

7*

1914de (İngiltere) (F ransa)ya il­

tihak etmek niyyetini daha evvel izhar etmiş olsaydı Almanya İmpratoru ihti - malki harb i‘lân etmezdi. Fakat, Alman smfı askerisi ve darülfünun me zuñían tarafından yaratılan haleti zihniye ma'lûm

olduğından , harb sadece te’hir edilmiş olurdu.

Nihayeti henüz görülemeyen a'sardi- de bir muhasemenin mütevali safaha­

tından olarak nazarı i'tibara alınırsa ve ancak böyle yapılırsa , Alman - Fransız muharebeleri kabili fehm olur.

Son harbin uzakdan uzağa menşe’leri aranılırsa derhal görülür ki vaktile(Roma) ve ( Kartagya ) hegemoniaları arasında müsellâh bir ihtilâf ne kadar zarurî ol­

muş ise (Alman) ve ( İngiliz) hegemo- niaları arasında da bir müsellâh ihtilâf o kadar zarurî id i.

LE CHEVAL ABANDONNÉ

Un vieux cheval malade, infirme abandonne, Seul aux soins du hasard, dans un terrain aride, L’oeil sec, le regard vague et le corps décharné, Sans entraves aux pieds et la tête sans bride, Fut vraiment libre ainsi, mais hélas! en mourant.

Contre un peu d’orge,d’herbe,ou de paille,avec zèle Il servit la îamille ingrate sans répit,

Jeune etvieux.dans la boue ou les rocs,jour et nuit, S’efforçant sous le joug, sous le bât ou la selle, Sans plainte, ni refus au maître indifférent.

Il mourut vers le soir presque sans agonie Et. passa cette nuit, étendant en plein air, Son cou garni d’un crin rare et ses pieds sans fer.

On voyait qu’il était sauf des maux de la vie.

Voilà le grand salut qui nous vient après tout.

On jeta l’animal, de la queue à la tête, Dépouillé, dans un creux le chien, le corbeau Affamés attendaient son cadavre sans peau.

Il vécut et mourut en misère complète Tel tout fonctionnaire honorable chez nous .

H juillet i9i8 E . Hazim

(10)

5490 İÇTİHAT

BÜYÜK MİLLETLERİN RUHLARI

İngilterede Milkiyet hakkı

Ayni zamanda hem samım! hem de gayri hasbî olan butun Philanthrpie,era- zi sahibliği sisteminin fahiş suiistimal­

lerini tashih ederek vazi'i kanunun dik­

katini uyutmayı, sevk tabiî ile, istihdaf ediyordu. Nihayetulemir vasıta dahi ga­

ye gibi boşa çıktı Gentry hükümete nümunei imtisal oldu ve ademi muvaf- fakiyetile hükümete, işin içine girmek için, vesile verdi. Philanthropie ( yani fukaraperverlik, hayır ve hasanat tevziî sistemi) ferdin ordukâhında devletin büyük bir şeriki tühmeti, düşman tarafı­

na geçen firari rolü oynamaya ve hiç olmazsa düşmanla muhabereye daima amade büyük bir şeriki töhmetidir. 1832 senesi münessek parlamento (Parlement reformé) sında (factory bilis) (*) (ya‘

ni sanayi kanunları) na tarafgir olduk­

ları mamulâtı sınaiyye fabrikacı m anu- foctıırıer leriııin muhalefetine rağmen bu kanunları parlamentoya kabul ettir­

dikleri ve bu suretle bütün sanayii, miişkâfane nizamata ve devletin bir teftişine tabi' tuttukları vakit eshabı em­

lâk hiç bir tehlike’i tenakuza düşmemiş­

lerdi, mantıksız olmakla itham edilmek tehlikesine asla ma'ruz olmamışlardı.

Ma'amafih bir intikam zevkinin necib ve samimî bir ihtirasa karıştığı bu nüma­

yiş, bu gözboyama eshabı emlâki, vaziî kanunun teşebbüsatından kurtarmıyacakdı.

(*)1846 da yevmiye on sa'at işlemek kanu- uu Lord John Maners, Sir Robert Peel, Lord Marpeth, Rüssel Lord John taraflarından ilti­

zam olunan «on sa'at» kanunune Copden, Ro­

ebuck, John B right, Hnme, taraflarından i‘ti- raz olunmuş ve on re’y ekseriyetle red edilmiş- dir.1844 de bir muhafazakâr olan SirJ.Graham tarafından verilen «on iki sa'at çalışmak» ka­

nunu re’y e konduğu vakit Copden istiııkâf etmişdi.

Her halde, bütün rüsta’î teşkilât bü­

tün mücavir âlemi idare eden principler namına yoluna konması lâzım gelen bir tarife

[Paradoxe] gibi arzı vücud eder. Bu ta­

rife = Paradoxe devletin müdahelesini da­

vet ve tahrik etmekle kalmaz, ona da‘- ha şimdiden bir kaside bir medhiyede ihzar eder. «Gentry»nin toprak mülkiye­

ti üzerine müesses vaziyeti metinesi bu sınfa, bütün mücavirin üzerine âdeta mutlak bir hüküm ve nüfuz bahşeder, resmî vesait «Tute!le»in ayni derecede keyfî olan bu diğer vesaitden nez'ettiği salahiyet hürriyete asla bir şey zayi et­

tirmiş olmaz.Esasen, kendisini bir iradei hudserane ile meşrubat istimalinden mahrum edenin, bütün bir hıttai arziye sahibinin olması yahud ayni mahrumiyeti bir imsak ve perhiz kanunu ile Devletin yapması ferd için ehemmiyetsizdir, nef- sülemirde fark yoktur. Fakat bilâkis Anglikan kilisesine mensup olmıyanla- ra mahalli ibadet olmaya muhassas ya­

hud şehrin, tek bir adamın malı olan bir mahallesinde hanelerin istikametine aid müfrit bir nizâmnâmeyi men* etmek için «Land Lord»u (yani emlâk sahibini) bazı erazı parçalan satmaya icbar et­

mek suretile kanun müfid bir surette müdahele edecek olursa, parlamento ve devlet münci gibi nazarı itibara alın­

maz mı, ve bunlar, hukuki zatiyeye tecavüz etmekle itham edilebilir mi?

Ahvali istisnaiye içinde yaşayan hürri­

yetin neticei tabiîyesi , keyfîliğin işidii- memiş bir inkişafı ve hatta istibdad ol­

muştur. Bu netice, nihayetülemir bizzat hürriyeti tehlikeye düşürmüş Socialist şi'ar tedabirin fenalığını örtmüş, unut­

muştur. Hülâsa, «Gentry» bazı mesailde hükümeti merkeziyenin müdahalesin - den masun kalabilir ; hükümet mer­

keziye ile cepheden ve karşı karşıya

(11)

cidal ve mu‘arazaya girişmez pek galib ve mütefevvik olan vaziyeti iktisadîye- sinin,vazî“ı kanunn müdahelesini muhik kıldığı hissini mübhem bir surette du­

yar. Bu vaziyetten mütevellit olan ve­

sayet Ütiyadları insauiyetperverane sevk tabiîleri, devletin müdahelesini kendi­

sine nahoş ve menfur göstermez.

Halâ paydar olan ve «Gentry» nin simasını teşkil eden derin seciyyeler işte bunlardır. Müvellid ve masdarı o- lan vaz'iyet şediden rahnadar ve mü- tezelzil başlıca temelleri harabe yüz tut­

muş oldukdan sonra dahi bu seciyeler,bir günde nabud olmayacak mertebede gök salmış, fazla yerleşmiştir.

Büyük ve başlıca tebeddül şudurki milkiyeti arziyenin ehemmiyeti şayanı dikkat bir derecede tenezzül etmiştir.

Köyler nüfusunun azalması, başı «Gentry»

olan alemi rüstaîden ekseriyeti adediye şükûhünü nez’etmiştir . Kitleinasın mer­

kezi siklati, bu seyrekleşen fırkadan, daha kesif ve daha vasi' olan ve başka reisler tanıyan ve «Gentry» ye ecnebi nazarile bakan diğer bir fırkaya intikal etmişdir . Prof. E. Boutmy

Arab edebiyatından:

MÜNTEHEB FIKRALAR

Emevilerdeıı birine sormuşlar:

— Saltauatmızın zevalına sebeb ne idi?

Emevi şu cevabı vermiş:

Handanımız nifake duşmuş idi. Birbiri­

mizi yeyub bitiriyor idik. Rakiplerimiz ise birleşmişler, aralarından nefakı kaldırmışlardı.

İşte onlar o sayede bizi devirub yerimize oturmağa muvaffak oldular.

(J.JÜ' JuSjl)

Halbuki enıevilerin zevülıııa hakiki sebeb bu değildi. Miisliman olan gayrı arab, ararp

hakimiyetini çekememege başlamışlardı, Hora­

sanda acemlerin ittifaki ile araplar aleyhine tertip olunan bir kıyam Yemen ve Hicaz as­

kerinin yekdiğerine düşman kesilmesinden bi­

listifade muvaffakiyetle tevessü“ ederek neticede emevileri imha ve devleti Abasiyeyi ihya e y ­ ledi. Maksat Arap hakimeyetini ifna etmek idi, O sıralarda emeviler tarafından Horasanda vali bulunan ( cr. ) m:

J l â j ¿1 pn>p

betinde pek haklı olarak söylediği veçh ile kı­

yam yalnız şiiliği ihyaye değil, aynı zamanda arapları kati ve ifnayede muteviccih idi.Döv- letı Abasiye iptidalarda Acemlerin, daha sonra - inkırazına kadar - Türklerin nufuz ve tesiri altında kaldı . Bu dövleti te’sis iden iranlı (Abu Müslim) babası meçhul bir saraç çırağın­

dan başka bir şey değildi. Zemin ve zemanı müsait bulunca Arapların aleyhindeki ihtilali muvafıkiyetle neticelendirdi. Arabların o ze- manki ızmıhlalıııa bakınızki Abasiler kendi namlarına hakimiyeti te’min için(Abumuslim)e

« Horasan cihetinde arabca konuşan her kimi bulur isen onu idam et » gibi pek garip emirler vermişlerdi.

* **

Meşhur Arab Şairi Cerire:

— Sen husnihal sahibi bir ademsin, neden şunu bunu hicv idup duruyorsun! Dey e sor­

muşlar. Cerlr:

— Çünki onlar bana ilişiyorlar, bende on­

ları af itmeyorum, cevabım vermiş.

* **

Meşhur arab şairlerinden ( İtabı) gene meş­

hur şairlerden (Mensur Nemiri) ye rast gelir.

(Mensur) telaşlı bir halde görünür. ( Itabi )sorar:

Pu telaş nedir? neniz var?

- Zevcemi evde vaz‘ı hamilde usretli bir halde bırakdıın de onun için telaş idiyorum.

— Bundan daha kolay ne var! bir kâğıda (Harun) ismini yaz, kadının karnı üzerine koy, derhal iş kolaylaşır.

— Bundan ne dimek istoyorsün?

Canım! haniya seni ■( Harunel Reşid ) in medhinde:

« Yağmurı vaktındâ yağmayabilir. Fakat

(12)

5492 İÇTİHAT onun ihsanlarında hulf olmaz. Bir işde güçlük görürsek onun ismini zikr ederiz. Derhal o iş kolaylaşır» dimeyormusunuz ?

— Ya! dirack hulafaya tarizde bulunuyor­

sunuz, öylemi?

( Mansur ) doğruca (Harun ) a gider. Key­

fiyeti söyler. Harun Itabii taharri ettirir ara­

ya araya amcasının yanında bulunduğunu anlar teslimini talep eder. Amcası tavassut eder . Şa‘iri kurtarır.

flfr

Haruni Reşid zevcesi Zübeyde ile beraberce hacce yayan gittikleri zaman yolda yürüdükçe önlerinde kilimler serilir, arkalarında toplanır­

dı. Ya‘ni yolda kilimler üzerinde yürürlerdi.

Harun bir gün yürümekden yorulur. Uşakla­

rından birini yanına çağırarak ellerini umu- zuna kor:

— Yorgunluk ne fena şeydir ? Huysuz bir merkebe binmek halı üzerinde yürümeğe bin

kerre müreccahdır, der.

Z ek i M a g a m ez

Fikir çiçekleri:

PERİLER

Parrie

İlk bebek birinci def‘a tebessüm ettiği zaman bu tebessüm milyonlarca parçalara ayrıldı ve her parça bir peri oldu; zıplayarak etrafa dağıldılar.

İşte perilerin başlangıcı böyledir. Bir çocuk perilere her «inanmam» dedikçe bir peri düşer ölür. Hasta olan peri «Tinker Bell» , çocuklar perilere inanınca eyileşeceğini zannediyor.

* ** ÖLÜM

Walter Coltncms

ölüm amiri ve esiri müsavi tutar ve biri birine benzemiyenîeri birbirlerine benzetir .

* **

Ceorge EHot

ölüm dünyanın hükümdarıdır, dünya onun parkıdır , orada kendisini beslemek için hayatı kemirir ve istirap eninleri onun mû­

sikisidir.

* **

Charles Trohman

ölümden niçin korkuyorsun o hayatın en güzel sergüzeştidir.

* **

Thomoas Tlatman

Madem ki komedi bitmiştir bırak ki perde ensin.

Çeviren: Gül Abdullah Djevdet

POUR TOÎ

Ma lyre agonise et tes yeux ont La caresse qui tue et tu poses, Dans tes regards, ô ma reine, ô mon Ange des pleurs, des chants et des roses . . J ’ai des rythmes d’airain et tu causes , Lorsque tes mots parfument le son De ma lyre, un candide frisson Dans mes verves âpres et moroses . Oh ! sur ma lèvre sois la rosée Qu’une aube suprême aurait posée Contre le feu de ma soif d’aimer ! Le jour, ton image me pénètre Et dans mes nuits tu fais apparaître Des rêves d’étoiles parsemée.

Annemasse 19 Nov. 1904 Ab. Dj.

« V iola Semperflorens » den

DİKKATLER

Si’ird meb’usu Mahmud Bey ahiren B. M.M. Kürsüsünde irad etdigi nutukda memleketimizde fa’izin yüksekliğinden ve kredi darlığında bahsetmiş fakat bu elim vazüyyeti isviçreye has olan yeni icra kanununun ne kadar teşdid etmiş olduğunu meskût birakmıştır İsviçreli­

lerin ahlakıyyeti ve ¡zihniyetleri de bera­

ber alınmış olsa idi bu kanun Türkyede pek a‘la «Hoşgeldin»le istikbal olunurdu.

İCTİHAD

(13)

ASIRLARIN EFSANESİ

Z elle

Allah bizimle doğar ve bizimle beraber ölür.

IIV

H a k ik a tin k a p ısın d a ...

Bir gün Cibrilim diye girecek de koynuna, Bir gerdanlık olacak Meryemciğin boynuna ! Nihayet «Zeyneb» lerin gözünde parlıyacak;

Muhammed ah ! dedikçe ümmeti ağlayacak ! Hulâsa her boyaya girecek günahımız!

Havva der: «yiyen biziz gösteren Allahımız;

Aramızda ne var ki bizim nuri ezelle Kara bir damga olmuş beşeriyyete zelle ? » Adem der: « karıcığım büyükdür günahımız, Bizi imtihan etti yaratan Allahımız !

Elli bin yıl tapındık somurtkan fanilere, Bir ibadet bildirdik zinayi, zanilere !

Yer, su, Allah, gök Allah, ağaç Allatı, dağ Allah Öküz Allah, it Allah, orman Allah, bağ Allah ! Zarba vurdum hepisinin kurtlanmış heykeline, Çevirdim yer yüzünü Allahlar makteline !

Çıkdım da o maktelin kan köpüren damına , Yemin verdim allaha beşeriyyet namına ! Yazık ki ayağımız kaydı gönül bağında, Düşmek ne acı imiş peygamberlik çağında ! Artık bana bu yerde durak olmaz,dur! olmaz, Başdan geçen erlerden yol ve erkân sorulmaz!

Gel! günahkâr gözünden öpeyim doya doya!,, Havva der: « başımıza iş açdı bakın rü'ya,

«Git! yolun açık olsun biz sana duacıyız.

«Biz zelleden değil de Allahdan da'vacıyız!

«Ben de günahlarımla diz dize sürüneyim,

«Ma'bud arayanlara bir ma‘bud görüneyim !

D in

« C_»t 1

Yıllarca diyar diyar dolaşdı durdu Adem,

« Mekke »de rab namına ilk damı kurdu Adem Bağladı yer yüzünü mukaddes emeline ! Bir Asa bir çarıkla devlerle cenge çıkdı, Ateşin zekâsına yerler gökler açıkdı, Muvahhid kemerini bağlamışdı beline!

Kanun şekline sokdu fikrü emellerini, Yazdı şem'iatınm ana temellerini,

Nakş etti muntazamen on toprak kitabeye ! Pişirdi eserini ma‘bedin ocağında,

Mebevet hayatının en önüne bir çağında, Okudu hüngür hüngür ağlayan sahabeye ! Allah birdir... birliği nokda kadar büyükdür, İki, üç, beş dal, bzdaklı bedendir kütükdür, Akl, hikmet veren o vahşi İnsan oğluna !

« Allah vücudı mutlak! Tabiat aynasıdır . Kâ’inat madde ise Allah da manasıdır.

Bir çulhaki bürünmüş gaybı mutlak çuluna !

« O vahdet; bizler onun rengâ renk kesretiyiz.

O güldür; bizler onunu birer cüz'i ferdiyiz, O deniz; bizler onun şu‘ursuz dalgaları !

"O her şeydir; biz bir şey. O bedendir;biz hücre O kâmilen akıldır, biz ona birer zerre ,

O bir zencir, kâ’inat zencirin halkaları !

«Bindirdim kendisini putların ensesine, Her sabah gün doğarken varalım secdesine

Kesilir her yıl başı şerefine kurbanlar ! İman etsin ümmetim * Nom» lara, yalvaçlara, Şeri‘at perde çekdi eski izdivaçlara,

Karı koca olmasın bir karında doğanlar !

«Hâbil tutsun kabilin kardeşinin elinden, Kabil de kucaklasın yeğenini belinden.

Allahın fermanı bu! k ıy ılsın nikâhları ! VI

(14)

İÇTİHAT Cema'at şalıid olsun " Boğumân» şahid olsun, Şeriatin temeli izdivaçla kurulsun !

Nikâh çengele asar işlenen günahları ! Kabil kızdı, kızardı haykırdı babasına :

* Ne karışıyor Allah gönlümün da'vasına ? Annemiz babamızın kardeşi değilmidir ?

Madde, kuvvet birleşmiş yaratmışlar cihanı, Gök yer ile çiflenmiş doğurmuşlar insanı, Allahınız hem erkek hem dişi değilmidir ? O ne biçim allah ki şeytanla ortak olsun ? Konağı hayre, şerre müşterek yatak olsun Yaldızlı bir rü’yada kandırsın babamızı t O nasıl şeri'at ki çiğnesin gönülleri ? Gül tikenini versin dikenlere gülleri ! Miskinler dergâhına döndürsün obamızı ! Adem kızdı, kızardı hücum etdi oğluna :

«Red olundu verdiğin kurban rabbin yoluna ! Vereceksin her halde kardeşini Habile ! Kabil dedi: «arzunu hak emri biliyorsun, Ecdadımın dinini balçıkla sıvıyorsun,

Eşinden vaz geçerse yazık olsun Kabile 1 Gönül kimi severse; kız, oğlan, kardeş, ana, Mübahdır mezhebimce...mübahdır benden yana, Cennet bugünkü zevkim.-yoksulluk cehennemim!

Zina anamın işi., zelle babamın işi, Kabilin kardeşini öldürüb kan içişi;

Günahsa suç Allahını ııe sîzindir. ııe benim !

"Gülünç oldu dininiz yarı bedevi halka, Cehennem lâle olsa boynumda halka halka, Gönlümün türbesinde yanamaz kandiliniz !

« Var, toprakda ma‘bed aç., sayısız tekkeler aç!

Ben saltanat süreyim., siz de kalın çıplak aç.

Kanaat ayetleri oldukça deliliniz !

" Bir gün « fağfur » adile anılacağım Çinde,

" Boğoman » sıfatile gözükeceğim Hinde.

Birinde «Ne omarı» im; öbüründe de “Manu».

Bir gün senin tacını, tahtını kıra kıra, Horasandan göçer de Fira'n olurum Mısıra.

Öz tanrımız «gök Manu „..yurdumuz kutlu «Anu»

Bizim kutlu «Man»unız Mısırda «Men» olacak,

«Ezi» miz « izis »;« öz yer » «öziris» anılacak.

Babılde « A ta-o r »a tapınıp duracağız ! 5494

Yunanda «Muz» olacak «dokuz daİlı çarn»ımı2.

Mısırın gülü olacak bizim « inen ten ata » mız, Ba‘lebek de güneşe bir ma'bed açacağız 1 Şebt dedi: «aşacağım bende ulu dağları, Saracak yer yüzünü « Skit » lerin ağları, Kuracağım rabbimin namına bin bir «Bağlık»

«Artık nizama girsin kan içen beşeriyyet, Bence vahşet bu dinsiz, bu hududsuz hürriyet, Azgın beşeriyyet için şeriat burunsalık !

«Kalksın nifak,mefsedet.HARB, istibdad zeminden Vahşet tecrid olunsun insanlık âleminden- Sermedi bir sulh olsun şı‘arı insanlığın.

«Dinler yumruk indirsin dalalet uyandıkça, ' Şeri at tufan olsun yer kana boyandıkça.

Boğuşmak nasibidir sadece hayvanlığın !

«Sen ki vesvas oğlusun annemiz bir olsa da..

Evin, bağın servetle, debdebeyle dolsa da Boynuz bayrak olacak türbenin kapısında V

« Vay piçler ki kahbelik tıynetlerine şandır, Namus paçalarında sürünür perişandır.

Servetleri kerpiçdir kerhane yapısında ! Kabil der ; « gülerim ben bu ham şerhate, Gücü yetmez dinlerin anamız Tabi‘ate.

İnsan yaşamak için boğuşacakdır elbet !

« Bilendikçe kıhnçlar hırsımızın taşında, Gözümüz var oldukça komşumuzun aşında.

Ne din payidar olur., ne sulh olur müebbed !

« Allah bizi değil de; biz bir allah yarattık, Cibril diyen idraki kanadlarla donatdık.

Afaki zencirledik eşyanın türbesinde !

"Gaybe hırka giydirdik şey ve şuhud dağında Şeytana şekil verdik nefsimizin bağında.

Cennetler icad etdik bir toprak izbesinde ! Havva der ki: "oğlumun haklıdır şikâyeti, Hiç dalalet olur mu allahın dalaleti.

O gösterdi biz tapdık Zührenin heykeline!

Düşdük rabbin bağından ayağımız kayarak..

Nur ve zulmet namına iki renkli bir bayrak, Adaletli bir rabbin yakışırını eline !

[ Devam edecek ] D r. K aya

Mes’ul Müdürü Dr. Abdil Hüsnü ( Orhan iyeMalbaaaı )

Referanslar

Benzer Belgeler

- Dudulu Bilim Tower İş Merkezi Hafriyat İşleri - Fikirtepe Konut Projesi Hafriyat Ve Yıkım İşleri - Acıbadem Konut Projesi Hafriyat İşleri.. -

Daha çok yeşil alan yaratmak amacıyla, kentleri gizlice sebze, meyve ve çiçeklerle donatan gerilla bahçıvanlar, önceki gece Hollywood topraklar ına el attı....

JVC HD Everio ise, onu Bluetooth özelliği olan bir akıllı telefon kullanarak uzaktan yönetebilirsiniz, zum yapabilir veya çektiğiniz video dosyalarını oynatabilirsiniz.

ches expérimentales adlı kitabi süvarilik mektebinde esası kitab olmuşdur ve Fransamn Harbiyye süvari mektebi olan Saumur ‘ askerî müessesesi müdürü Miralay

Gazimiz için en yük­ sek Kasideden daha mugaddi ve daha salim ve daha selâmetbahş olan bu üç dört kelime­ nin altına dikkat hattı çekerken çok derin bir

Her biri havadaki, denizdeki renklerden birile televvün etmiş kadar mütenevvi renk- de elbiseli, yeldirmeli hanımlar konuşarak, gülüşerek, kısa, esvabln kısa

Mimar

Yine Gülay Yavuz, Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Kapsamında Popüler Türk Mizah Kültürü’nde Cinsiyetler Arası Mizah Algılarının Farklılaşması konulu yüksek