• Sonuç bulunamadı

Karlı Dağdan Ses

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Karlı Dağdan Ses"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

E

İstikbs

Byron

A 1£~L,

İstikbalde din

Byron; eserleri

Alfabemize dair

Bir tablo

Gürültü ve sıhhat

Kalender sözleri [ şi‘ir ]

Kış düşünceleri

Yaşamak hakkı

Darulbedayi‘

Son veda‘

Şa‘irin sükûtu

Ameli Ruhiyyat

[ İÇİNDEKİLER ]

J. M- Guyau

D G. - AB Dj.

M- Fuad

Ebubekir Hazım

Dr- Nuri Fehmi

Tokadi zade Şekip

Orhan Seyfi

Dr- Kaya

M- Ferid

Maçide Hayri

AB. Djevdet

Dr. G. Le Bon

Karlı Dağdan Ses

Abdullah Djevdct in şi‘irleri — İntişar etdi — 183 sahife fi: 1 lira.

(2)

İçtihada gönderilen kitablar:

Bakışlar

Şi‘irler mecmuası: Şa'iri Haydar Ce­

mil B.

Haydar Cemil B. şa‘irdir, eğerçi nev_

seferdir.

Dinle, Kudretlerin ey Kudreti ‘aşk; Sana hiç karşı komak kabil mi ? Para etmez, sana ‘aklın ‘ilmi ; Ey, bütün fikr edenin hayreti ‘aşk !

diye terennüme başlayor.

Sıra dağlar dizilir ufka haberler bekler , Her uçan kuşdaıf, uzun çölleri gördünmü diye.

misra'ı bize muhakkak bir şa‘ir ruhu

sezdirmekdedir.

*

Dinde ‘Aklın yeri

Mu‘allim Lutfi Efendinin dir. Asri din

fikirleri ‘umumi namı altında yazdığı

kitabların 2 inci serisinin 1 inci numro-

sudur. Okunmasında fayda vardır.

*

Din ve Ahlâk

Yine Mu'allim L. Lutfi E. nin ‘ayni

serinin 2 inci numrosudur. «Allahı inkâr

ederseniz, ‘akabında hak ve hakikati de

inkâr edersiniz. Çünki hak ve hakikate

bir esas kalmaz » diyor . Bu yanlış

bir mantıkdır. Biz bu kitabı gelecek

nüshalarımızın

birinde teşrih masası

üzerine yatıracağız. Bizim ( Mekârimi

ahlâkiyyesiz Dîn ve dinsiz mekârimi

ahlâkıyye)adlı küçük kitabımızı okuması­

nı musa'afekâr dostumaza tavsiye ederiz.

*

Okuyucularımızın m ü talaaları:

Okuyucularımızdan biri bize yzıyor:

« Sehur davulu hakkındaki fikranizi

dikkat ve tasvible okudum. Ben de bu

fikirdeyim.Ya‘kub Kadri Bey de Milliyyet

gazetesinde tenakuzlar içinde olduğumuzu

sölüyor.«Hükümeti cumhuriyye hem la-

ique olduğunu söylüyor, hem de dinî

bayramlarda ta'tiller yapıyor. Vatanı

müdafa'aya mahsus barutu dinî yakıtla­

rı i'lan için sarf ediyor» diyor. Bunlar

çok güzel ve doğru sözler, güzel ve

doğru olmayan bir ciheti v a r : Meb'us

Ya‘kub K. Beyin bu sözleri Millet Mec­

lisi kürsüsü üzerinde söylememesidir ve

dini bayram tacillerini meclisde sevinçle

ve her halde sükûtla karşılamasıdır . »

İSTANBUL ÇİNKOGRAFHANESİ

Ankara caddesinde İlhami matba‘ası

üstünde, Her nevi‘ çinkograf işleri dik­

kat ve sür’atle ve ehven fiatla yapılır.

Glisero fosfatlı Şark Malt

Hulâsası

Eczacı Ekrem Beyin nezareti altında sureti hususiyede imâl edilmektedir. Deposu Ekrem Necip ecza deposu

Telefon : İstanbul, 78

“İçtihat„ın 23 ve 24 üncü sene

lerinin kolleksiyonları

Birkaç tam kolleksiyon var,

her senenin kolleksiyonu için

2

*/2

lira gönderenlere ta‘ahud-

lü olarak gönderiyoruz.

ğ ^ » [ 23 üncü sene kolleksiyonu 16 sahifeli 24 nüshadır; 24 üncü senenin kolleksiyonu 21 nüs­ ha olarak tamdır]

(3)

A B O N N E M E N T

Pays étrangers

Pour un an: 2 Dolars

hdition spéciale: 3 Dolars. A D R E S S E "Idjtihad,, Constantinople

G T I H A D

Türkçe ve Fransızca

İLMİ, EDEBİ, İKTİSADİ

No: 317

ABONEM AN:

Seneliği [24Nushâ] Türki­ ye için 2 1/2, Âlâ kâğıd-

lısı 5 Liradır

İDAREHANESİ

Cığaloğlunda İçtihad Evi Tarihi Te'sisi: 1904 — Genève. Yirmi altıncı sene

15 Mart 1931 Téléph: St. 865 xxvième ANNÉE

15 Mars 1931

İSTİKBALİN DİN YOKLUĞU [1]

L’IRRELIGION DE L’AVENIR YAZAN: J. M. GUY AU

Şübhesiz, bir ma‘na vardır ki bu ma‘nada metafizik in ve ahlakın bir din , yahud hiç olmazsa,« bayılma »1 sönme [ évanouissement ] yolu üzerinde bulunan her dinin mütemayil bulun­ duğu «hudud» olduğu kabul olunabilir. Lakın bir çok kitablarda «istikbalin dini», edyaui mevzuda ile az çok riyakarane bir nevi uyuş­ madır. Almaıılanlar için aziz olan «symbolis­ me» in lehine olarak hakikatda yekdiğerlerini muhafaza ediyor gibi görünürler.

Bu noktai nazara karşı kendimizinkini çı­ karmak içindir ki daha açık yürekli olan is­ tikbalin din Yokluğu « ir r é lig io n de l ’a v e ­ n ir tarbirini kitabımıza ‘unvan ittihaz etdik. Bu vech ile, M. de Hartman dan ve ellinci asrın dinini bize nokta be nokta keşf eden diğer peygamberlerden uzaklaşacağız. Bu kadar ateşli bir münakaşa mevzuluna girildiği vakit keli­ meleri vâzih ma‘nalarile almak daha iyidir. Her şeyi hattâ bidayetde bütün İlmî taharri­ leri ihtiva etmiş olması behaııcsile , ilimleri bile felsefeye sokdular. Felsefe de , bidayetde dinin, bütün felsefeyi ve bütün ilmi kendisinde cem‘ etdiği behaııesile dine tekrar ğirer; İster­ se Fuegien [2] lerinki olsun bir din olmak i‘tibarile bunun esatirine en asri nazariyyati metafizzikiyye mahiyyeti vermesine hiç bir şey

[1] Baş tarafları 310, 312, 313, 314, 315 ve 316 inci sayılarımızda.

[2] Cenubî Amerika nm en aşağısında ve asil kıt‘a dan Magellan boğazile ayrılan ve Terre d e 1 Feu yahud Archipel de Magellan denilen adalar sekenesine F u e ­

g ie n , e n n e derler- Bu adalar kısmen A r g e n tin

ve kısmen C h ili hükümetine ‘a’iddir.

Fuegien 1er şekl ve simaca mongolları andırırlar, mu- lâyinı seciyyelidirler, avcılıkla ve balıkçılıkla, istiridye ve vahşî nebat toplamakla meşgul olurlar . A. D.

manî* olmaz; bu suretle büsbütün metafizikî ve temamen felsefî bir systemi örten ta ‘birati diniyye mahfazasından başka bir şey kalmadığı vakit d in in paydar kalacağına inandırırlar.

Dahası var: bu usul ile, hirstiyanlık, dinin yüksek şekli olduğundan bütün filosoflar ni­ hayet hiristiyan olurlar; hulasa, ‘alem-şümul- luk ve « Catholique.» lik hıristiyanlığın ideali olduğundan , «Catholique» liği bilmeksizin ve onu istemeksizin,cümIemiz«Cathologie»olacagız.

Neticede, bunların birbirlerine benzerliği­ ni inkâr etmeksizin ııokta’i azimet olarak, hu­ susî farklarını alan kimse için ( doğru usul budur ), her mevcud ve Tarihî dinin farik ve esasî üç ‘unsuru vardır: lo: Tabi‘î hadiselerin (rebbanî, mu‘cizeler, müessir du‘alar v.s.)yahud Tarihî hususatııı ( Hazreti ‘Isanın yahud Boudhanın tecessüdü , vahyler v. s. ) ‘İlmî değil esatiri tecrübe’i izahı . 2o: Bir d o g m e lar ya‘ni timsali fikirler , hiç bir ‘İlmî bür- hanla kabili ispat yahut felsefeten kabili tevsik olmadıkları halde mutlak hakikatlar gibi kabul etdirileıı bir hayalî i‘tikadlar systemi ; 3o: Bir âyin= c u lte ve bir menasik ya‘ni şu‘unun seyri üzerine i‘cazengiz bir te‘sir ve bir hayr ve sa‘adet te’min edici bir fazilete malik nazarile görülen az çok gayri mütehavvil almali diniyye systemi.«Doğme»suz,âyinsız ve menasik siz bir din ancak ta b ii d in -r e lig io n n a tu r e lle dir, metafizikî farziyyeler haline gelen bir az melez bir şeydir. Bn üç farikfdif- férentiel ] ve hakikaten uzvî ‘unsurlarla din, felsefeden vazih bir suretde ayrılır. Kezalik bu gün sabıkda olmuş olduğu veçlı ile eııaırıî bir felsefe, olacağı yerde, mansus [Dogmati­ ques] ve efsanevi din, felsefeye ve ,ilme zıd bir fikirler systemi olmaya doğru gitmekde- dir. Bir seciyyeııin da’ima zahir görünmemesi, bahs etmiş olduğumuz yeni ruhun terekkile- rine intibak etdirerek ve fikirleri değişdirmek- le beraber isimleri muhafaza eden « symbo­ lisme » sayesindedir.

(4)

5604

İÇTİHAT

Dini, metafizikden yahud ahlakdan ayıran ve dini m e v z u 4 din r e lig io n p o sitiv e yapan ‘unsurlar bizce esasen fersude ve mu- vakkatdır. Bu i'tibarla istik b â lin sim ia sı ııı yahud istik b a lin a s tr o lo g la sini [ ya‘ni İlmî nucumunu ] red etdiğimiz gibi istik b a ­ lin d in i ni de red ederiz. Fakat bu keyfi- yetden her « Doğnıe » un her ‘an‘atıevî ve fev- kattabi‘a autorite nin, her vahyin, her m uci­ zenin, her efsanenin vazife mertebesine çıka­ rılmış bütün menasik [Rite] in sadece inkârı olan d in y o k lu ğ u [ İ r r e lig io n yahud a -r e lig io ıı ] un kadim i‘tikadların uıetafizi- kî ve ahlâkî esası hakkında bir hürmetsizliği ve istihkarla müteradifülma‘na olması neticesi hasıl olmaz. Asla; g a y r i m ü te d e y y in = [iı*religieux yahud a -r e lig ie u x olmak din a le y lıd a r ı = a n tir e lig ie u x olm ak, değil­ dir. Dahası var : ileride göreceğimiz veçh ile istikbalin din yokluğu, dinî hisden en saf olan kısmı muhafaza edebilecekdir. Bir tarafdan Cosmos a [1] ve Cosmos da münteşir olan ni­ hayetsiz kudredlere hayranlık, diğer tarafdan ferdi değil, fakat içtirna'î ve hatta se‘niyyeti haziranın fevkine çıkan ‘avalim-şuınul [ cos- moidue ] bir ideal taharrisi. [2] [Bitmedi]

LORD BYRON’UN ESERLERİ

K orsan , ( 1 8 1 4 ) - işte bir r o m a n tique [3] manzume numunesi, güzellikleri fakat cinsine makhsus pek mahsus kusurları da var. —Eser, şekil, intrika, tertib, seciyyeler, ve uslub i4- tibarile hakikaten demode bir manzumedir, cem‘iyyete karşı nüidhiş garezi var. (Roman­ tique şa4irin « individualisme » i bundan bi­ linir H a r o ld a , şair, kendi şahsiyyetini vermiş olduğu gibi C onrad a da vermişdir, bu isim­ ler altında işleyen ve söyleyen IJ y ro n dur. 1 2 3

[1] 3 üncü kısmın 1 inci bahsına bakınız.

[2] Cosmos. Yunanca alem, cihan demekdir, bu ke­ limenin yerin deU n İverS kelim esini kullanabilirdi.Meşhur ve büyük tabüyyundan PrusyalI Aiexandrevon Humboldt un C o sm o s isminde mergub ve yazıldığı zamana ka­ dar Arz hakkında mevcud ilmi maüumatın eümlesini camüdir yüksek şilir olan sahifeleri vardır. A.D.

[3] Gelecek nüshamızda r o m a n tism e ve r o ­ m a n tiq u e tabirlerinin medlulları hakkında küçük bir makalemizi okuyacaksınız.

Lord Byron

18

Yaşında

Conrad, korsan olur,nitekim, H erm a n i hay- dud olacak.— C onrad, Türklerin üzerine bir sefer hazırlar, haşin arkadaşlarile gider ; za­ vallı Medora yı adasında brakır, MeAora ( bir diğer mu‘amma ) gitare çalarak, « romance » lar terennüm ederek müteselli olur. — Conrad bir derviş kıyafetinde Sultan Seyd in sarayına girer. Sultan Seyd, ertesi günü, korsanların, yuvasını yıkmağa gitmeyi tasmim etmîşdi. Şiibhesiz, bu işe hazırlanmak için büyük bir ziyafet verir, çenkî kızlar vahşî bir musikinin terennümlerde, raks ederken Sultan sarhoş olur. «Romantique» lerce mefruz bütün bu o r ie n ta lis m e Victor Hugo da tekerrür ede- cekdir. Sahte derviş, Sultan tarafından kabul olunur, civarda gizlenmiş olan adamlarının saraya ateş vererek muharebe işareti verme­ lerini bekler. Pencerelerde alevler parlar; Conrad, derviş elbisesinini atar ve elinde ya­ tağan olduğu halde, silâhsız med‘ular üzerine saldırır. Musara'a uzundur; ve kısmen öldürü­ len, kısmen firar eden, kısmen esir edilen korsanların aleyhiue olarak nihayet bulur.Cotı- rad, zencirbend olarak bir zindana atılır. Fa­ kat zindanının sessizliği içinde ilerileyen kim­ dir ? halasını tebşir etmek için Allah tarafın­ dan gönderilmiş bir melek midirrHâyır bu bir üluhiyyet şan ü ihtişamile mıitecelli bir insan.. Bu kadar siyah gözlü, elmas fiyongalarla bağlı bir saçın ankadre etdiği bu kadar güzel

(5)

ııasi-yeli dilber, şu halde kim olacak ?.. Bu kadın bizzat Hanım Sultan, uyanmak ihtiyatsızlığında bulunmuş olan Seyd i hançerlemiş ve bir ka­ sırga gecesi esnasında Conrad ı kurtarmaya gelen ve onunla kaçan Giilnare Hanımdır.Bununla

beraber, adasına varır varmaz, «romance»lar terennüm ederek kendis ni bekleyen Medora- nın bulunduğu kuleye koşar. Medora, onu öl­ dü zan etmişdi. Medora, onu öldü zan etdikden sonra yaşamamışdı- Conrad, bir kuleye kapa­

nır, ertesi gün ııa bedid olur. Guiñare in ne olduğu hakkında tek bir kelime yokdıır.

Geleeek nüshalarda, şak irin Lara ve Chil­ lón mahbusu adlı eserleri tahlil edilecek.

A.D.

ALFABEMİZE DAİR Ç'ok saygı değer Doktorum :

Geçen mektubumda münakaşasına girişti­ ğim mekalenizi gene ele aldım; müsaadenizle bitireyim. Dördüncü maddesinde kef « -.» h a r­ fi kısa bahsin mühim mevzu4unu teşkil et­ mektedir. Vardığınız netice, bunun kullanıl­ ması ba‘zen zarurî olduğundan , alfabemize alınması lüzumuna kanaat getirmiş olmanızdır. O halde Lâtince şekillerden de (q) olmak ikti­

za edecektir.

Vakı'a dilimizin ilerilemesi « lisanı azbül- beyani Osınanînin mihâdı istinadı olan iki dıl‘ı rekîni, Aarabî ve Farisî... » yolunda yîirüsey- di, bu hususda dahi size hak vermek ihtsya- cını duyardım. Lâkin bir milletde halk dili yazı diline ne kadar yaklaşmış olursa o ceırıa- 4at da medeniyyette o nisbette yükselmiş bu­ lunacağına îman getirmiş olduğumuz için, ve bir nice kavmlerin medenî lisan yaratma yo­ lundaki muvaffakiyetlerini gösteren Tarih : « işte dilinizin zengin köklerini hakldyle be­ nimseyiniz ve bunları çok façetalı birer pır­ lanta gibi güzelce işlemek yolunu tutunuz » diye millî duygumuzun kulak zarına olanca gür sesiyle bağırdığı için,yukarıki kanaatinize paydaşlık edemem. Endişenizi kocunduran hal ancak kapının yağ istemesi ğibi, ‘ârızî bir eksikliğin verdiği aksaklıktır. Hatırladığıma göre Büyük mürşidimiz : « lisanımıza karışmış ve fakat atılması bir zaman mes’elesi olan yabancı kelimelerin hatırı için Türk alfabesine harf ilâve edilmez » dememiş miydi ? Uzak- gören ne doğru bir söz. Türkceuıiz için bahis

mevzu‘u olacak bir kaf-kef güçlüğü yokdur; çünkü ağır hecede « k » tabkatile « k a f» dır; hafifinde « kef » dir. Lâkin şimdiki halde kullanmakta olduğumuz bir takım Arap,Acem kelimeler karşısında iktibastan kaçınmak ve’ hecenin hakkını vermek kayğusundan da vaz geçilmeyeceği aşikârdır. Bu güllere ihtiyacı­ mız kaldıkça, nâçar, dikenlerine de katlana­ cağız. Tanrıya şükür ki, duyulan mahzurun ortadan kaldırılması hiçte güç değildir. Külah biçimindeki hafifletme işaretimiz ne güne du­

ruyor ? işte: hak, hâk ( kazımak ), haâk (top­ rak ) misali bir çuval lafdan daha kolay ve kısacasına maksadı aydınlatmış oluyor;değil mi? Bununla beraber şimdiki vurgularımızla kabile (ebe) ile kabileyi (a şire t) ve emsalini ayırt edemiyoruz; çüııki misal olarak, davet ettiği­ miz ebe kabilenin «a» sini uzatmak için küla­ hı başına geçirdik mi, hemen kendisine Kâbile ulaşmış buluyor; fakat kusur « K » harfinde değil, ancak taşıyamayacağı kadar vazife yük­ lenmiş o hokkabaz külahındadır. Hem hafif­ letiyor, hem uzatıyor, hemde ayn hizmetini görüyor; üstelik de hafif «k»yi yumuşatıp «ky» ye çeviriyor. Kâzım, kâtip gibi. Yalnız bu son. y‘üınüş (vazife) ona yetse gerekdir. iki karpuz bir koltuğa sığmaz, ata sözü dilimizden düş­ mezken, bizim ondan dört karpuzla muvazene canbazlığı beklememiz birer insafsızlık değil- midir ? Hafifletme işaretinden uzatmayı,ayıra­ rak bu iş için meselâ düz bir med işareti kabul edilse, akıl (us) âkil ( akıllı) âkil ( yeyici) gi­ bileri birbirinden farketmek kolayca kabil olur. Beşinci madde de apostrofdan bahsediyor­ sunuz ki, hem ayn lıem hemzedir. Türkcemizde bunların kesik s ylenişinde duyulacak bir fark olmadığı için, her iki yümuş (vazife) bu işarete verilmiştir, Fakat bu yüzden bazen iltibas ha­ sıl oluyor; dilimiz ise iltibasdan bir, tenafiirden iki, nefret eder. Homonim, yâni sesçe ayni, mânaca başka olan sözlere, en medenî dillerde bile çok tesadüf edildiği ileri sürülerek , bu nakısaya katlanmamız tavsiyesi, bence yerinde olmayan bir öğüttür; çünkü batıl ile ihticac olmaz. Vakaa dilimizde birbirine savutea ben­ zeyen kelimeler yok değil. Ben benek - v9 ö- züm, el - beş parmaklı ve diyar, memleket v. illi. Amma bunlar çok şükür az dır. Şair ve ediplerin sözoyunlarma buluşmayeri olmaktan başka hiç bir şeye yara miyarı bir hâli, suıı’î bir surette imlaya dahi aşılamak, elbette mu­ vafık değildir. Bu meyil, eski elifbe ve imla zihniyetinden kalmış bir tortu, savılmış sanılan

(6)

İÇTİHAT

hastalığın bırakdığı emareler olmakdan kur - tulamaz . Bundan dolayi iltibastan kaçınıla­ rak «ayn» harfini mutlaka izhar etmek lazım gelen yerlerde, bütün Oryantalistlerin kabul etmiş oldukları yüzü tersine dönmüş apostrof işaretini kullanmak, iltifata şayan bir fikirdir. Mer’î (görülen) ve ıner'î (riayet edilen) misal­ leriyle maksadınızı layıkı veçhile tasvir etmiş bulunmakdasınız.

Tıbbî bir görüşle imlaları mâlul kelimeleri­ miz, şüphesiz ki nisbeten pek azdır. Bunların mânaca bulaşıklıtan kurtarılmış kılıkları imla lugatında gösterilmiş olacağından, çocuklarımız için bunların iştikakını bilmek ihtiyacı kalmaz. Ogünkü mânasıyle belleyip kullanırlar. Duğru- suda budur.

Eski harflerimizin imla bahsında verdikleri yürek titretici küçliiğe bakarak şimdiki kolay­ lık o kadar büyük, dilimizin serpilip genişle­ mesine engel olan kösteği savurup atan him­ met o kadar kutlu ve bereketlidir ki, bunu ba­ şaran ulularımıza tükenmez minnetdarlık taşı­ yarak kalan küçük nakîseleriıı de gitgide orta­ dan kalkacağına sıkıca bel bağlaya biliriz.

Dostça önlediğim arık (temiz)sayğıları benim semek dedirginliğinden yüksiinmemenizi dilerim,

Efendim. Köse Raif Paşa oğlu

M. Fuat

5606

Melek Celâl H.Ef. ye

B İR TABLO T A S L A Ğ I

lirm i seneden beri, bir çok kasabalarımı- zın, köylerimizin adları münferiden, müçtemi- an değişdirildi. Bunlar arasında tanıdığım kasabalardan, köylerden hiç biri ( Aya istafo- nos ) a verilen ( Yeşil köy ) kadar müsemmâ- sına uygun düşmedi. Meselâ: ( Kırk kilisa ) yı (Kırklar eli)ne çevirmek gibi tühaflıklarda oldu.

Üçler, Yediler gibi ( Kırklar ) da, görünür, görünmez kırk müsliiman Evliyasından müte­ şekkil bir zümre olmak üzere mervî ve mârufdur.

( Kırk kilisa ) dan* — eski tabir ile — kırk bap kilisadan her biri mutlaka Rum ayaların­ dan, yani ^Azizlerinden, Velilerinden birine mensûp ve onun ismile miisemma bulunduğuna göre bu yeni adla eski isim arasında manaca bir fark yok demekdir. ( Kırklar eli ) ismile bu kırk Aizzei nasârâyı vefatlarından asırlarca sonra ve bizcede mümtaz bir evliya zümresi teşkil etmek şartile ihtida etdirmiş gibi oluyo­ ruz!

Bu ismi kim vermişse, belki de kiliseyi (El) e tahvil edivermek sûretile, sehli mümte- ni bir ad bulduğundan memnun ve müftehir olmuşdur.

Her gören, her içinde yaşayan gibi, ben de bu yegâne muntazam ve her mevsimde rengi, teraveti mahfûz ( Yeşil köy ) ü pek severim; vaktile onun ipek kadife gibi, üstüne basmaya kıyılmaz yumuşak çayırları üzerinde, temiz, ve ağaçlı caddelerinde, iki sene kadar gezin­ mek zevkile münşeih olduktan sonra, dâimi ve müstevli yeşilliğinin de delaleti veçhile havası­ nın değil , zemininin rutubetinden kaçayım derken Erenköyıinün çamurlarına batmışdım.

1909 Mayısında, bir akşam üstü, Yeşil köy­ le Bakır köy arasındaki çayırlarda geziniyor­ dum. Güneş yeşilden başka [1] hemen her ren­ gin nihayetsiz açıklurı, koyuları ile mülev- ven, aşağıları tûlânt tabakalar, yukarıkileri renk renk yığınlar halinde ve etrafları altın saçaklı bulutları yararak, delerek, bazan, pek ince tüller gibi şeffaf bulutların arkasından pürüzlüce görünerek denize iniyordu.

Hemen his edilmiyecek kadar hafif, biraz nemli ve ılık bir rüzgâr köyün bahçelerinde, sokaklarında üstlerine kar yağmış gibi duran akasyaların çiçeklerinden, kendileri görünme­ yen leylak, gilisin, ve yâseminlerden uçan kokuları İstanbul cihetine doğru dağıtıyordu.

Marmara, pastel boyaları, altın, elmas toz­ ları saçılmış gibi, yer yer renk ve ziya halita- larile titreye, titreye buruşuyor; ve bunlar arasında, yuvarlandıkça açılıp uzayan mâvî telgraf kâğatları gibi hava cereyanlarının iz­ leri, ansızın peyda ve hayali uzadıkdan son­ ra, yekdiğerile birleşerek zâil oluyordu.

Danize yaklaşdıkça, daha ziyade kızıllaşa­ rak cirmi büyüdüğü halde ziya ve harareti azalan güneş, bu mâyi renk ve ziya bedîaları arasına her cüzi titrek ve halezonlu bir mer­ can sütünü uzatıyordu.

Aslına mı, aksine mi daha güzel deyece­ ğimi bilmediğim bu iki sihirli tablodan biri­ nin altında, ötekinin üstünde belirerek aşk zaferlerinin parlak neşvesi, pembe ümitlerde mesrûr ve müsterih bir kalbe ansızın giren hiyânet şüphesi gibi simsiyah bir vapur, kara dumanlarını savurarak ve ânbeân büyüyerek köyün hizasına doğru geliyordu.

Güneşden aldığı renk ile kızaran, rüzgâr- sızlıkdan dolayı buruşan yelkenlerinden ümit 1

(7)

kalmayınca küreklerde köye doğru yol alma­ ğa çalışan bir kayık, halezonî bir şekil alan aksi üstünde, nasılsa, tirbuşona kısılarak kur­ tulmak için debelenen güzel bir kelebek gibi görünüyordu.

Her biri havadaki, denizdeki renklerden birile televvün etmiş kadar mütenevvi renk- de elbiseli, yeldirmeli hanımlar konuşarak, gülüşerek, kısa, esvabln kısa pantalonlu, al­ tın saçlı kız ve oğlan çocuklar rüzgâr önüne düşmüş çiçek demetleri gibi sessiz adımlarla koşarak, atlayarak köye dönüyor, ve muhtelif neviden bir kaç av, ve salon köpekleri züm­ rüt gibi yeşil sâha üstüne pek yakışan bu mu­ attar ve mülevven kafileler arasında mekik dokuyordu.

Benim iki çocuğom, bir de analariyle be-

râber bu kâfilele- rin en küçüğünü teşkil ediyorlardı. Ben, bir az da­ ha gezineceğim diyerek arkaya kaldım; çiinki, bir sâatden beri, deniz

kenârında siyah çarşaflı bir kadının tunçdan bir heykel gibi, grup levhasının önünde diki­ lip durması dikkatimi celbediyordu. Böyle uzun müddetle bulunduğu yerde duran bu meçhûl Hanımın ufukdaki, denizdeki muhteşem tabiat mûcizelerini bu derecede istiğrak ile temâşâya dalmış olduğuna nazaran mutlâka ya ressam, ya şâir olduğuna hükmederek, şu, meyil ve heves hemşiremi yakından görmek, miimkin olursa kim, kimin nesi olduğunu öğrenmek merâkına düşdüm.

Aramızda belki iki yüz metreden ziyâde bir meşâfe vardı; tetricen kendisine yaklaşmak üzere zik zaklı bir gezinti ile mesâfeyi hayli kısaltdım. Muttasıl uzayan gölgesinin ucuna yaklaşmakta bulunduğum sırada ressâm, yahut şâir Hanım bir ân için benden tarafa döndü; çarşafı kadar siyah peçeli, ye elleri siyah el­ divenli gibi göründü.

Karşısındaki bakmaya doyulmaz levhaları siyah peçe ile temâşa etmesine bir mânâ ve- remeyerek taaccüâ etdim; müteâkiben,hâtırıma kötü bir ihtimâl geldi, ürperdim ve kendi ken­ dime:

— Galiba bu şık Hanım, kendisini denize atıp intihâra karar vermiş; kimse tanımasın

deye peçeyi kaldırmıyarak ortalığın kararma­ sını ve benimde def olup gitmemi bekliyor; belki de bir aşk dıramının son sahnesine şâhit oluyorum; tahminim gibi intihar edecekse mâ­ ni olurum diyerek yöneldiğim istikametde yü-' rümeğe devâm etdim.

Güneş tamamile denize gömülüp gitdiği, ufkun, yaldızlı Marmara sularına daidırıldığı sırmalı eteklerinden başlayarak yokarıya doğru bütün renkler solmaya, sönmeye, bunların ara­ sından yeşil ve mâvîye çalan derin semâ par­ çaları görünmeğe başladığı, gögii,denizi ve es­ ki zeynet altınları serpilmiş gibi, ötede, beride kısa sâklı sarı çiçeklerle beneklenen çayırları hazin ve sâri bir güzellik istilâ ettiği anlarda tunç heykelin önünde bulandum. Ellerin eldi- vensiz ve içleri kırmızı, siyah birer el, yüzün

peçesiz, yanakları amûdı çizgilerle şerhalı kapkara ve abaııus gibi parlak bir yüz olduğunu gör - düm !!

Ufukdaki son kı­ zıllığın aksile, be­ yazlar kanlanmış gibi görünen büyük gözlerinin bebekleri birer kömür kığılcımı gibi parlıyordu. Gâlibâ, her sabah, her akşam bu çayırlarda ge­ zinirken ve ya hizmetinde bulunduğu bir mu- hipbimin evine gelip, giderken görmek suretile beni tanıdığını bildirmek için, asıl sâhibinin üstünde tabiî ömrünü ikmal etdikden sonra kendisine verildiği anlaşılan ipek kumaşdan çarşaf eskisile, göğsü üstünde kabararak sar­ kan iki süt dağarcığını örterek gülümsemek istedi. Çok geniş ağzın köşeleri geriye çekile­ rek morarmış kalın dudağı körpe bir patlıcan şeklinde sarkdı; mercan üstüne dizilmiş beyaz, parlak inciler gibi dişler göründü.

Tebessümden ziyâde, sayğılı bir esnemeye benzeyen bu gülümsemeye lâkayt kalmadığımı anlatmak maksayıyla, tesâdüf etmezse adını unutmuşum gibi:

— Kadem hayır dadı, dedim,burada birisi- nimi bekleyorsun?

— (Elini buruşuk yelkenli kayığa doğru uzatarak) Avat Afandu, kocamı dedi.

O, zamandan beri, Yeşil köyü hatırladıkça, bu muhteşem ğrupun altın alevleri önünde, kırmızı, sarı, mâvî alevlerle yanan kömürler arasında,bir türlü tutüşmayan yaş marsık gibi, dikilip duran bu zenciyeııin silueti gözümün

önüne geldi. Ebûbekir Hâzini

çitf aşk malegim

ŞA‘tRlN SUKÜTU

E n d erin n a z a r la r ı {[özlerin d e o k u n u r T a h a m m ü lü n ,‘is y a n ın , a ğ la y ış ın , g ü lü şü n ; E y a n la m a k iste y e n ş a ‘ir iıı su k u tu n u

S u sa n fa k a t s ö n m e y e n bir y a n a r d a ğ ı d ü şü n ..

(8)

İÇTİHAT

SIHHÎ SÜTUN

GÜRÜLTÜ VE ASRI IIAYATDA Te’sirleri

YAZAN : DR. MOULİN

Gürültünün sıhhat üzerindeki te’siri ve bu te'siratm mazarratlarını tahdid edecek vasıta­ ların taharrisi her yerde giinun ınes’elesi hali - ııi alınıştır.

Hâli hazırda büyük şehirler ve hatta kap­ lıca ve seyfiyyeler gibi iadei sıhhate hizmet eden yerler, vesâiti nakliyeniu terakkisi dola-yisile, vücudumuzun hoşlanmadığı birer gürül­ tü merkezi olmuşlardır..

Bu gürültüler, ya doğrudan doğruya yahut, uyku saatlerimizi azaltmak suretile, uzviyeti­ mizde ruhî ve vazifevi teşevvüşler yapmakta ve binnetice sıhhatimizi ihlâl etmektedir.

Bu itibarladırki gürültü mes’elesi, bir şehir için diğer sıhhi mes’eleler kadar ehemmiyetli Ae toz, duman, zehirli gaz ve su mes’eleleri gibi hail ve tedkika muhtaç bir ınes’ele teşkil eder.

Şurası muhakkaktır ki birbirine mıivazi sıra evlerle tahdit edilen caddelerimizin bu günkü vaziyeti ve buna inzimam eden çeşit çeşit satı­ cıların avâzeleri, gürültünün fazlalaşmasında mühim birer âmildir. Buna karşı gelebilmek için inşaatı gürültü çıkaran merkezlerden uzak yap­ maktan başka çare yoktur, bu ise ancak işin ehemmiyetini anlayacak olan müstakbel nesil­ lerin eseri olabilir.

Bu emeller tahakkuk edinceye kadar hastane, mektep, klinik ve otel gibi bilhassa sükunete muhtaç yerlerde, gürültüye mrni olabilmek için, bunların tarzi inşa ve tertibinde, Gustave Lyon’­ un şada nâkiliyeti hakkmdaki miitalaatından istifade etmek icab eder.

Sadatıın ihtizazatına mümaneat keyfiyeti, odaların ve bina iskeletinin cidarlarını tecrid et­ mekle elde edilebilir ki buda, dıvarların, tavan ve döşemelerin asıl bina ile olan temas nokta­ larını azeltmak ve bu hizalara molton koymakla kabil olur.

Şayet bazı noktalarda tecrit keyfiyeti bu şekilde yapılmamışsa, bina ile odalar arasında nakiliyet devam eder ve binnetice hariçteki gürültüler aşikâr surette duyulur.

5608

Her nekadar mahdut bazı kimseler, gürül­ tünün faaliyeti dimagıyeyi tènbih ettiğini id­ dia ederlerse de hakikat şudur ki: Sükûnet ve sessizlik, mutala‘a ve tefekküre hizmet ve her nevi' ruh faaliyetini teshil eder. Halber- nıaıı, de Gruenberg ve de Witmack gibi âlim 1er* bihassa tiz, şiddetli ve fasılalı gürültülerin kulak sinirlerini bozarak işitme kuvvetini azalt­ tıklarını isbat etmişlerdir.

Gottstein ve Kayser, bu nevi’ işitme bozuk­ luklarının demircilerde yüzde 50 nisbetiııdo mevcut olduğunu görmüşlerdir.

Umumiyet itibarle kulak hastalıklarınin yüz­ de 15 i meslekî sebeplere merbuttur (Alt). Şid­ detli ve ânî bir gürültüı asabî ve teheyyüce müstaid kimselerde muvakkat bir nevi’ irade ve idrak yokluğu tevlid eder.

Mile A. Lecoııte ve arkadaşları, gürültü­ nün görme kabiliyetini dahi bozduğuna şahit olmuşlardır; bu müellifler gürültüden nıütevel- üd n iy et bozukluklarının bilhassa makinist,kon­ düktör, şoför ve makasci gibi kimselerde fena akibetler tevlid edebileceğine dikkat etmişlerdir

Diğer taraftan, harp esnasında yapılan ted- kikat göstermiştir ki , gürültü sağlam kimseler­ de dahi çarpıntı ve nabız intizamsizlığı yapmakta ve bir çok kalp ve damar hastalıklarının artma­ sına sebep olmaktadır.

Hülâsa, fenalığı bu derece tahakkuk eden gürültülerin önüne geçmek ve zararlarım müm­ kün mertebe tahdit için;

lo — Vesaiti nakliyeyi idare eden vatman, şoför, arabacı ve sairenin çan ve düdüklerde fazla gürültü çıkarmamalarına;

2o — Sokak satıcılarının yüksek avazlarla bağırmamalarına;

3o — Radiofon çihazıle, konuşan maki - nalârın ve ınuzik alatınııı, umumî içtima­ lara konser, düğün bayram ve panayır yerle­ rinde gürültü çıkarılmasını te’min edecek bele­ dî talimatnameler yapmalarına dikkat etmelidir. Bundan iiaşka istikbalde cidarları sokak gü­ rültülerini nakletmiyecek tarzda binalar inşa ettirmek vazifesinin belediyelere tereddiip etti­ ğini de unutmamalıdır.

((.Causerie Médieale et Littéraire »den

(9)

ŞIMrİer :

KALENDER SÖZLERİ

Dersi ibret verir daima şüun, Gözünü dört aç da hadisata bak, Aldanma der sana zavahir, butun, Bu sözii tutarsın değilsen ahmak. Her vade gafletle sakın inanma, Tevekkül derdine devadır sanma, Köhne hikmetlere aptalca kanma, Kanarsan dem gelir yanarsın mutlak. Dünyaya, ukbaya etine iltifat, Boş başlar, nihayet boş biter hayat, Rahim ol bekleme fakat mükâfat, Bir gül bile vermez bu yer pek çorak, Dünyanın halini et de tefekkür

Şu süfli varlığın yüzüne tükür, Aklı dürüst olan etmez teşekkür Saplanırken her gün göğsüne biçak, Faziletle bir şey geçmezmiş ele, Hakperest olmanın hükmü yok hele, Olsan da şu muzlim yolda meş’ale Küllerini çiğner hissiz bin ayak. Kuruya karışma, el sürme yaşa, Dikkat et, vurursun başını taşa, Kendi aleminde cedelsiz yaşa, Pürüzlü işlerden uzak dur, uzak. Nereye bakdıttısa gördüm şerrü şiir, Yaşamak istedim keşmekeşden dur, Şuurumda yokken küçük bir kusur Bin kerre dedirdim kendime bunak. Mürüvvetten asla görmedim eser, Bu yüzden olmadım fakat mükedder, Kollarımı kırdı zalim darbeler

Çiçekler saçarken ben kucak koçak. Bir mürşide henüz olmadım nail, Ne alimler gördüm kendimden cahil, Elbette ederdim bu şekki zail,

Elimde olsaydı kolayca kanmak* Aklile uğrayor insan belâya, Müreccahdır cinnet bence dehaya , Atılırsam bir gün darı şifaya Zenciri boynuma beşaşetle tak. idrake ram olan betbahtım ben der, Te’essiirsüz kalmaz gören, bilen der, Zerratım da mutlak ( niçüıı, neden) der Olunca vücudum bir avuç toprak.

Manidir zillete hakiki vekâr, Kim almışsa ondan hakki iftihar, Semaya da etmez arzı iftikar, Aç geberir gider, yalamaz çanak. Ferda ile hali buldum yekıne’a l , Neler bekler bilmem atiden hayal, Bir elin makhııru mazi, istikbal, Birbirinin aynı (olmuş ... olacak).

Suçsuz bir mahkumum, dünya mahbesim, iniltidir gûya muztarip sesim,

Bir şeyde kalmadı artık hevesim, Yüzüm gibi işte saçlarını da ak.

Tokadı Zade Şekib

K IŞ D Ü ŞÜ N C E L E R İ Çiçekler dağılmış, yapraklar sarı Bulutlar gözleri yaşarmış geldi; Dumanlar bürüdü yeşil dağları, Bahara doymadan yine kış geldi. Sabahdan beridir, ince bir yağmur, Yağıyor so’uk bir sesle karışık, Kafesler kapanmış sokaklar çamur, Dişarda 11e bir ses, 11e de bir ışık ... Ruhumun karanlık düşüncesinin Doğacak bir nura var ihtiyacı; Allahını bu uzun kış gecesinin Koyııunda kimsesiz kalana acı. Sarsıyor dalları ba‘zı bir rüzgâr , Sararmış yapraklar kopub düşüyor,

Yine uykusuzum sabaha kadar, Baharı bekleyen ruhum üşüyor!

ORHAN SEYFİ

5609

YAŞAMAK HAKKI?..

Hangi hakla, kanunla bağlandın bu hayata? Hangi patron seninle konturat yapdı... Hatt Hangi noter «sah» çekdi alnının yazısına?

(10)

56İÛ

İÇTİHAT

Hayat, bir av sahnesi.. Adı: Allah beğendi» Seni süren avına çağıran bey efendi ,

Kaç divor tavşanına, tut diyor tazısına!

*

«Yeryüzünde yaşamak benim de hakkım!» deme! «Aksi halde kalırını hayvandan farkım?» deme. Kaçan tavşan hakkıııdır.. Vazifen tazılıktır. Haklan da, vazifen de bağlı zaruretlere Cem‘iyet bünyesini teşkil eden fertlere Kara toprak tapışız, kapısız arpalıktır!

*

Kim «buyurun efendim! buyurun gelin!.» dedi? Hangi bey elçi saldı.. Hangi bey mum gönderdi? Sen bu harb meydanını düğün evimi sandın? Yaşamak mezhebinin boğuşmak ayinidir. Kuvvetliye hak vermek hakkın kendi dinidir .. Sen seni hakla değil zaruretle kazandın! Bir kuduz canavarın sürüye saldırışı, Bir ağacın kökünü ormana daldırışı..

Bir haksa, ben de sana haklısın der geçerim! Düşün ki sende seni yaratandan bir şeysin Ferdiyyetinle hiçsin, şahsiyyetinle beysin! Ben hikmeti hayatı böyle, ölçer biçerim!

30 - Kâ. evvel - 930

Dr K ay a

DARÛLBEDAYİDE:

“9

KİŞİ,, VE “MASKARALAR,,

9 Kişi kendi isminde bir hususiyet olan bir vodvildir, evli olmadığı, hatta evliliğe düşman olduğu halde Mısırdaki büyük annesine evlendiği­ ni yazarak para sızdıran bir avukat günün birinde ansızın annesinin ziyaretine maruz kalıyor, v azi­

yeti kurtarmak daha doğrusu vodvili şişirmek lazım, evde misafir bulunan bir aktör gelin olu­ yor, ahçının çocuğu, torun yerine geçiriliyor, ve bu yumak umulmadık tesadüf ve gülünçlük­ lerle bir kör diiyüıı oluyor ve iş nihayet mey­

dana çıkıyor. Eser temaşamızın şöhretlerinden Nabi Zeki Beyin tarafından Almancadan Türk- ceye çevrilmiştir, fakat bunda ne«Yasın hoca» nın güzellik ve faidesi ne de «Şatoda bir oyun» nun yeniliği vardır. İsabetli intihabı malûm olan mühterem nakilinden daha olgun ve dik­ kate değer eserler bekliyoruz; ikinci yeni eser «Saiııt Georgesde Bohelier»ninFransada ve bir çok memleketlerde büyük alaka uyandıran eseri: «Maskaralar» dır ve bizi yüksek ve eritici san ­ atına hasret bırakan E. Muhsinin yeni bir ha­ rikasıdır, öyle bir geceye benziyor ki hisler ve fikirler büyük bir fırtınanın uğultuları içinde keskin şimşekler gibi çarpişıp duruyor, hayatın içindesiniz, korkunç iniltiler, derin nefretler,, işyan veren merhametsizlikler sizi korkuya benzer bir hisle sarıyor, fakat anlaşılmaz bir tılsımım var? hazza yakın bir acıda duyuyor­ sunuz, şayanı hayret bir mükemmeliyetle tertip edilen vak’anın içinde birazda kendinizi bulu­ yorsunuz çünkü bu darbelerden bir kaçım ha­ yatınızda duymuşsunuzdur.

Kin ve Muhabbetlerde bile riya bir maske­ dir, kendi ihtirasları karşısında başkalarının muhabbeti hiç hatıra gelmez ve bu büyük kar­ navalın Maskaraları daha evvelki maskaraların oyunlarım tekrarlayup dururlar. Zaten eserin bütün kıymet ve muvaffakiyeti hayatı dilim dilim bölüp göstermesidir.

Temsil; eserin biiyüklüğiyle mütenasip bir itina ve içten gelen bir seziş ve anlayışla can­ landırıldı. E. Muhsin bize kıymetli san’at hâ­ zinesinden yeni ve kıymet biçilmez bir mü­ cevher verdi. N. Neyir H. bütün muvaffakiyet­ lerinin üstünde bir hassasiyet ve heyecanla eserin kıymetini arttırdı. Bedia ve Şayeste H. lar rollerinde fevkâlâde idiler. Şaziye ve Hali­ de H. lara çok uygun birer vazife verilmişti. Işık, dil, kalp, göz yaşı ve bunları anlatmasını bilen saıı’atkârlâr hep bir arada bir heyecan yarattılar E. Muhsini bu iki katlı muvaffaki­ yetinden dolayı tebrik bir borçtur.

(11)

SON VEDA'

Yavrum Seyhana

Sızlayan kalbimden her damlayan kan, Uğruna döküldü onu sen de an

Hayatla yüz yüze geldiğin zaman... Sessiz bir akşamın kızıl renginde, Gözlerin kaldığı zaman eliğinde, Annenin bu hazin veda'ına y a n ... Son siyah rüzgârlar esince o gün Eğildin bir yanan alevle öptün Önünde sallanup düştü bir fidan. O anda gözlerim parladı, yandı, Kalbimde meçhul bir korku uyandı; O sessiz busenle uyandım inan. Anneni isnadla, la'ııetle anma, Bir yalan yolunda içlenip yanma , Yalınız hasrete, hicrana dayan. Ufkumuza siyah bulut gerdiler, Bize karanlıktan zehir verdiler, Bekle yıldızları sen uzun zaman... Annelik kalbini bir an bilmeyen , Islak gözlerini görüp silmeyen, Duygusuz elleri tutmadan uy an . Şimdi habersizsin gamdan, kederden, Ağlayip gülmeden zülümi kaderden, Dilerim önünde açılsın cihan.

Yavrusuna hasret kalan gözlerim, Ağlar yavrum diye, seni özlerim, Emellerim yanar, tüter bir duman...

Macide Hayrı

‘A ME L Î R U H Î Y Y A T

Socılistlerin istedikleri veçhile kavmler ve ferdler arasında rekabeti kaldırmak tarakkiniıı büyük bir ‘amilini mahv etmek olur. Insaııiyye- tin müteııeffi4 olduğu keşfiyatın bir çoğu , tekaddum arzusu olmaksizın vucud bulmazdı.

*

Hükûmati Müttehide'i Amerika ııin işçi halkı, bittecriibe gösteriyor ki Socilîstler tara­ fından düşman i‘laıı olunan sınıflar için yekdi- gerile ugraşmakdansa yekdigerlerile şerik [associöjolmakda daha ziyada menfa‘atdardırlar.

Eğer bu hakikat Fransada te’essüs etseydi Fransaın İktisadî ve ictimad hayatî değiştirdi.

&

Evveliyyet [ Initiative ] , miihakeme, arzuyi takaddüm khatar zevke [ Le goût du risque ] gibi, dünyayi degişdirmiş olan, mu‘azzam geş- fiyyat dogurau bütün evsaf ve hasa’il hiç bir ma'aşreyyetin asla malik olmamiş oldngu ve münhasiren ferdî olan kabiliyetlerdir . Socia- listlerin cehdi şahsiyi mahvetmeye muvaffak olduğu bir memleket artık tek bir tarakkî vücuda getirmez.

&

Madam ki uzun a‘sari tarihiyye esnasindaki tecrübeler, kavmlerin tarakkilerinin, güzideleri tarafından vücuda getirildiğini isbata kâfî gelmemişdir , Rusya harabiyyetinin bunu bir daf‘a daha isbat etmiş olmasinda Faide vardi .

II I

Syndicalisme

Fransa Büyük İnkilabı, halkın iradesini te’Iih etmişdi . Yeni inkilabcılarımız dahi onu yani halkın iradesini tebcil ediyor ve göglere çıkariyorlar ; fakat halkdan, müte'azzi şu'urlu ve « prolétariat »vasfile tavsif olunan bir nevi‘ aristoeratia , bir nevi4 nüceba sınıfı tefrik ediyorlar. Bu yeni saniha [Concept] sayesinde hürriyyeti, icma‘i ümmeti ve bütün Démocrat şi‘ar fütuhatı istihfaf ediyorlar .

*

« Syndicalsme » in ümmeti tarafından kabul edilen dürüşt disciplin, « syndicalisme » in ne kadar istibdadei olacağını gösterir. Ferdin tam esirliği Democrat şi‘ar inkişafın zaruri neticesini teşkil etmiyor mu? sü’âliııi insan, kendi kendine sora bilir.

Eğer « syndicat » Iar yalınız mümasil maddi meııfa‘atlara toplasaydı te‘sirleri za‘if olurdu;

(12)

İÇTİHAT

fakat hoşnudsuzlukları ve kinleri birleşdirerek inkılâbci büyük bir şevket ve kuderet kazanirlar.

ü

Âtinin en tehlikeli niza‘Iarı da‘ima yekdi­ ğerini çekemeyen rakib kavmler arasindatekev­ vün edecek değildir. Menfaatlerin ayrılmasi neti­ cesi olarak yekdigerlerinin rakibi, olan ve ayni kavmden bulunan muhtelif «Syndicat»[l]lar ara­ sında tekevvün edecekdir. Kuruni Vustanın «syndicaliste» İtalyan Cümhuriyyetleri, ezcümle Florence Cümhuriyyeti, biribiri arkası sıra hep bu nevi‘den münaza‘alar yüzünden mahv ve münkariz olmuşdur.

■ r

Eğer socialistlerin istedikleri «prolétariat» « dictateur » lügu işçiler tarafından icra edil­ mek icab etseydi ‘alel‘ade Democrat-şi‘ar bir hükûmetden farklı olmazdı . Yalnız bir kaç şahs tarafından icra edilince bu «dictateur»lük eski « autocrate », ya‘ni mutlakul ‘inan idari nehclerin ‘aynı olur .

*

‘Akli nazarî [Raison pure] nazeriyyatcilan, bu nazariyyatı, idare’i akvama tatbik deneme­ lerinden memnun kalmadılar . Birinci deneme J . J . R o u s s a u nun İnciline göre, fi‘il sahe- sine çıkan İn k ılâ b ı Kebir in tecrübesi, ted­ hiş [ Terreur ] idaresinin katliamlarına ve yirmi sene süren harblere müncer oldu . İkinci Karl Marx İncilinden mülhem olan Rusya inkılâbı tecrübesi,Çarların büyük impratorluğunun tam

harabiyyetini intaç etdi.

*

IV

KOMMUNİSM

LE COMMUNISME

« Socialisme » gibi « Communiste»olan Bolşe­ vikliğin esasî mümeyyiz vasfı, hoşnutsuzluk, fa’ikiyyetlere karşı kin ve müesses şeyleri şid­ detle yıkmak arzusudur.

*

[lj Müşterek iktisadi menfa‘atları müdafa‘a için mü­ teşekkil zümre demekdir . A. D.

5612

La‘aletta‘yin bir sebeble, bir kavmde, hoş­ nutsuzluk büyüdüğü vakit derdlerine çare ol­ mak üzre ilk teklif olunan ‘akideyi kör körüne ‘aynen kabul eder. C o m m ım ism e in muh­ telif milletler nezdinde muvaffakiyyet ve nıak- buliyyeti bu kanunun neticesidir.

&

KatIFam yapacak adamlar kolayca bulunur. Fakat bir medeniyyetiıı girift mekaııismesini idare etmeye kabiliyyetli adamlar pek az bu­ lunur. Rus « Comıııünistler » memleketlerinin, bila istisna bütün münevverlerini katli'am et- dikleri vakit bu ibtida’î hakikati hatırlarından bile geçirmiyorlardı . Bu melhamellerin intaç, etdiği ikdisadî harabiyyet karşısında hatalarının farkına vardılar.

*

İşçileri» pek sert khüdavendlerin kamçıları altında bir parça kuru ekmek için günde 12 sa‘at çalışan Rusyanın inhilali cem‘iyyetleriıı ne kadar girift ne kadar gayri basit‘uzviyyetler olduğunu bir defa daha gösterir. Icab ve zema- nın meviudu olan bu girift ‘uzviyyetleri irade­ lerle,kanunlarla değiştirmek bir zî hayatın bün­ yesini iradelerle değiştirmek kadar gayri ınüm- kindir.

*

Nazariyyelerine rağmen «Commünisıne» ar­ tan bir sür‘atle şimdiye kadar gayri ma‘lum bir «nationalisıne» e doğru inkişaf etmekdedir. Rus- lar vatan fikrini, ancak bu vatan ecnebiler ta ­ rafından telıdid altına alınmış gördükleri gün anladılar.

a

İngiliz parlamentosunda haklı olarak « Rus- yada eksik olan para değildir, Rusyada eksik olan garb dimağıdır» denildi. Commünistlerin nahif beynleriııe,bu hakikati ancak tecrübe sokabildi.

*

Eğer «Commüniste» nazariyyeleri beynel a ‘- sar idare etmiş olsaydı, insan hala hayvan post­ ları giyinmiş olarak mağaraların dibinde yaşa- ıııakda ve kutilayemut için vahşi hayvanlarla

(13)

«

boguşmakda bulunurdu. Rusyada Bolşevikliğin sebat ve devamı, bu memleketi yakın vakitde Tarihdent evvel zamanların karanlıkları içine atacakdır.

*

Temamen bolşevist bir cem'iyyetin ‘âlim zatlara ihtiyacı* iç Afrika zencilerinin ‘âlim zavata ihtiyacından fazla olmaz.

*

Rus Commtinistliği iki safha geçirdi: Birin, ci safha, servetlerin yağma ve münevverlerin katli'am edilmesile istihsal olunan ‘umumî tesviye, ‘umumî miisavîleşdirme [ égalisation ] safhasıdır. Bu safha bolşevikliğin altun devri [ ya‘ni en mes‘ud devri ] oldu. Fakat yağma edilecek mevcud servet stokları bitdikden sonra kabiliyyetlerin noksanı yüzünden dariis- sana'alar, ma,deııler ve nakl vasıları kabili istifade olmakdan kaldığı vakit sa‘adet hülya­ sı za’il ve nabud oldu. O zaman Garbın ser­ mayelerini ve zekâlarını istirham etmek icab etdi

*

Rusya’yı perişan eden müsavatçı socialist- liğin ittisa‘1, Avrupayı eski Germen istilâlarını

ta‘kib eden barbarlık safhasına irca‘ eder.

£

V

M Ü SA V A T V E İH TİY A C I E S A R E T

Hürriyyet ekseriya insan için, esaretini intihabda muhtar olmasından başka bir şey değildir. [*]

Britanya impratorluğunun Baş Vekili « hâki- miyyet [ Souveraineté ] lerin cümlesinden dün­ yanın usanmış olduğunu» te’ınin ediyordu. Ha­ kikati halde kavinler bu günkü kadar idare e- dilmeyi hiç bir zaman istememişdir. îııkılâbcı- lar bile «dictateur» istiyorlar.

*

.

« •W 'C 'Jn v rrs W » M i l — IM I W W

{*] Ne yari can imiş sin âh ey didarı hürriyyet Esiri aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretden.

Namık Kemal

Sefaletden kurtulmak vasıtasından mah­ rum bulunarak sefaletde müsavilik, bütün tuli emellere müsa‘id olan ve insan için kuv­ vetli bir cehd ve terekki nıünebbihi teşkil e- den müsavatsızlıklara muraccah mıdır? Soci- alistlik mes’elesi bunu bilmeye irca' edilebilir.

*

Tahayyül olunan tertibler[Combinaıson lar] ne olursa olsun «Proletariat»nın bir «dictateur» luğu, bir kaç pişuvanın cebbar istibdadına müncer olur. Böyle bir idarenin niha’i neticesi Rusya’da olduğu gibi, eski istibdadın ‘azim bir derecede teşeddüdü olur.

t?

Eğer kanburlar bir cem‘iyyetde ekseriyyeti teşkil edebilselerdi kendilerini kanbur yapma­ mayı göze alanların cümlesi* ekseriyyeti ha’iz olan bu hakiki kanburlar tarafından belki im­ ha edilirdiler. ‘Ayni cinsden sebeb ve sa’ikle Rus Commünistleri bu kadar münevverleri öldürdüler.

*

ALTINCI BAHS

MEDENİYYETLERİN TEHAVVÜLÛ

I

MEDENIYYETLER NASIL DOĞAR VE NASIL NABUD OLURLAR

*

Medeniyyetler kat‘î hakikat [ Certitude ] ‘ad olunan bir kaç fikr üzerine kurulur. Bi­ linmesi mühim olan, bunların ‘aklî kıymetleri değil rollarıdır.

Büyük medeniyyetlerin her birine başka bir ‘unsur hâkim olmuşdur. Roma mede- deniyyetinde ‘askeri ‘unsur, Yunan medeniy- yetinde san'atkârlık ve edebiyyat ‘unsurları; Kuruni Vusta medeniyyetinde, dinî ‘unsur, yeni ‘alemdd sanayi' ‘unsuru hâkim bulunur.

i l

Âliyyatın [«Technique» in ] şimdiki tefev­ vuku, mühendise ve işçiye, Kuruni Vustanın

(14)

İÇTİHAT

Kilisa ricaline, ya‘ni din ricaline verdiği «Autorité»yi, nufuz ve salâhiyyeti veriyor.

* .

Yalnız uzun bir mazı ile ruhları sabitleş- dirilmiş olan kavnılerdir ki fırka ayrılıklarına rağmen ‘ırklarının menafi‘i müşterekesine mü­ teallik esasi mes’elelerde müttehidulefkâr, bulunurlar.

*

Germen istilâsından sonra Roma ‘alemi ve şimdiki Rusya gibi tekrar barbarlığa düşen mutemeddin kavmlerin Tarihi..te‘ahhudlere ve­ fa, vatandaşların milkiyyet haklarına ve can emniyy etler ine ihtiram ve i‘tina gibi, ba‘zı ‘unsurlar medeniyyetin ehemmiyetini ortaya koyar. Bu medeniyyet ‘unsurlarına malikiyyet pek tabi‘î görünür. Bunula beraber bunları elde etmek için nice cehd ‘asırları lazım oldu. Medeniyyet, hurriyyet için, vahşet halinden ziyade kaydlar vüeude getirir, fakat barbar- lıkdau medeniyyete yükselmek için bu manc­ alara, bu kaydlara tehammül etmek icab eder.

*

Mübersem [Halluciné] [1] lerin cihanda rolü i‘eaz engiz oldu. Büyük medeniyyetlerin temel akşamı onların fikirlerinden sudur etmişdir. P a s c a l in,«C léopalra mn burnu daha kısa olsoydı dünyanın siması değişirdi » yolundaki iddi'ası pek emin bir iddi‘a teşkil etmez. Mu- hakkakdır ki B o u d d h a ve M u iıam m ed gibi büyük mübersemler [ hâtifîler, semadan vahiy sesi işidenler ] tasavvurlarından çıkan khab ve hayalleri milyonlarca insanlara kabul etdirmek i‘cazkâr kudretine malik bulunmamış olsalardı büsbütün başka bir medeniyyet zu- hure gelirdi.

ü

Fütuhat ile mahv olmayan bütün büyük impratorluklar, dahili harbler te’sirile helâk olmuşlardır. YaTıi kendi kendilerini tahrib etmişlerdir. Kakdim ‘alemde Yunanistan m,

[1] Mevcud olmayan şeyler gören, mevcud olmayan sesler işiden, bu marezî haleti zihniyyeye duçar olan kimse. AB. Dj .

56İ4

Kuruni Vustada Italyan cümhuriyyetlerinin ‘akibeti bu oldu. Yeni zemanlarda da Polog- na mn ve belki İrlanda mn ‘akibeti böyle ola- cakdır [2].

*

Nüfusu te‘ayyuş vasıtalarından daha ziyade artan bir kavm,nihayet komşularını istilâ eder. Fazla’i nüfusu dökebildiği bütün ınüstemlike- lerini Almanya mn elinden alarak, kendisini daha kuvvetli bulur bulmaz, yaşamak için komşularına tecavüz etmeye mecbur bir mil­ leti, Ingiltere Avrupamn merkezinde çenber içine aldı.

*

içinde fazla mikdarda şahsî nalıvet sahih­ leri ve na kâfî derecede ma‘şerî gurur eshabı bulunması, bir kavm için tehlikelidir.

Kavmlerin, hayatlarının ba‘zı santiarında tek bir adamın zekâsı,Kamvlerin mukadderatı­ nı değiştirebilir. Türkiye Impratorluğunu içine batmak üzre bulunduğu mahv girdabından bir generalin dehası kurtardığı zaman,İngiltere, Türkiyeyi Avrupa haritasından silmek üzere idi.

&

Milletlerin, kendi mukadderatlarım kendi­ leri ta ‘yiıı etmesi hakkı üzerine müesses olan yeni siyasî anlayışlar, ne ne istediklerini lâyı- kile bilmeyen şekilsiz kavmlereme de ‘aynişey'i uzun müddet istemek kabiliyyetinde olmayan kavuılere tatbik olunamaz.

£

Kavinler,ferdler gibi ancak devamlı cehdlerle terakki eder. Terakki inkişafları tevakkuf eder etmez, tereddi yaratan mütedenni inkişaf çok sürmeden başlar.

[2] Bu suretle helâk olacak milletlerden biri de yeni Yunanlılar olacak görünmekdedır.

A. Fouillée nin LA PSYCHOLOOİE DES PEUPLES EUROPÉENS adli kitabından tercüme ve 263, 264, 265 nutnrulu İctilıad nüshalarında neşr etdiğim « Yeni Yuna­ nlıların psychologiası»1 unvanlı tnekaleyi dahi okuyun. A. D.

(15)

« İÇTİHAD» Kütübhanesi

Mevcud kitabları:

Knruş Aklı Selim ( Eski harflerle) 527 sahifeli 100 Aklı Selim (yeni Türk lıarflerile) 135 Rahib “Meslier„in Vasıyyetnamesi 20

Ruh ul Ekvam (eski harflerle) 274sahife 100 Dün ve Yarın( » » ) 254 » 100

İlmi ruhi ictimai( » » ) 287 » 50 Adabı mu'âşeret rehberi ( Resimli, eski

harflerle ) 509 sahifeli 150

Dilmesti’i Mevlana ( Eski harflerle ) 50 Bir Zekâyi feyyaz (Eski harf ve resimli ) 25 Mekârimi ahlâkiyye ve Din(Eski harflerle) 25 Karlı Dağdan Ses (Şi‘irleri) 100 Harb ve sözde İyilikleri (Eski harflerle)

219 sahifelik 100

Asırların Panoraması (Eski harflerle,

resimli). 246 sahifelik 100

Felsefe’i Istibdad ( Eski harf) Alfieri nin,

resimli 272 sahifeli 50

Ruba'iyyatı Khayyam ve Türkceye - tercümeleri. (Eski harflerle) resimli, 100 Persefon-Esatiri nefis bir menzume 75 Avrupa harbinin Psikolocyası (Eski harflerle)

resimli, 708 sahifelik 150

Bankalar ve muamelâtı (Eski harflerle) 50

Yollar ve İzler 50

Dimağ ve Melekâtı ‘akliyye 200

İngiliz Kavmi 150

Bir filozofun şnrleri J. M. Guyau nun 75

Cumhuriyet Mücellidhanesi

Babıâli caddesinde « Karagöz » ittisalinde. Ki­ taplarını hem metin bir suretde, hem mutedil fiatla ciltletmek isteyenlerin mücellithanesidir.

M. ÜTÜCİYAN

Çinkoğraf hanesi

Fincancılarda Kalifidi Hanında

KARLI DAĞDAN SES

Dr. Abdullah Djevdet Beyin son senelerde yazmış olduğu kıt'alar bu ‘unvanla intişar etdi, 185 sahifelik ve iyi kâğıd üzerine basılmışdır. fi: 1,« Luxe » tab‘ ve müellif tarafından imzalı nüshalar 2 liradır. Haricden siparişlere ta ‘ah- hüdlû irsaliye olarak 20 Kuruş‘ilâve olunur.

Istanbulda Babı ‘âli kitabcılarında ve Bey- oğlunda ¿Librairie M o n d ia le da satılıyor.

Dr, S e m ir a m is E k r em II.

Çocuk hastalıkları mütehassısı

Dr. E k rem B e h ç e t

Etfal hastanesi kulak, boğaz, burun

hastalıkları mütehassısı

Beyoğlu mektep sokak M 1

Telefon, Beyoğlu 2496

Tarif de publicité dans

M djtihad»

Ltq 1 pour chaque 3 centimètre de hauteur dans les colonnes de F "Idjtihad». soit 3 X 8 centimètre carrés, par insertion .

Le prix des avis et annonces est encaissé après leur insertion, contre reçu dûment établi.

Les numéros de 1’ "Idjtihad» dans lesquels les avis et annonces ont paru sont envoyés, aux intéressés, à titre gratuit.

Le prix des avis et annonces est de 1 Ltq au minimum, par insertinon.

“lctihad„m satıldığı ba‘zı yerler

Kadı k ö y ü n d e

Mııvekkithane caddesinde

Tütüncü

C afer E fen d i,

Köprü üzerinde

M. K em a l E fen d i,

Büyük Ada da iskele başında Tütüncü

N ik o E fen d i

Üskiidarda: İskele caddesinde Tütüncü

İliıa m i E fen d i Dükkânları

(16)

bütan «classique)> kitaplarla diğer neşriyatı ve mekteb levazımınızı almak için

İsta n b u ld a B e y o ğ lu İ s tik la l c a d d esi

n d e

, 4 6 9

numerııda :

La Grande Librairie Mondiale

Müessesesine müracaat ediniz.

Ş a r k ı k a rib in en b ü y ü k v e ç e ş id le r i e n e y i in tih a li e d ilm iş k ita p lıa ııe sid ir .

Telefon: Beyoğlu: 2710

Mağazada münhasiren bankaya merbut fabrikalar mamulâtından ipeklih r ve döşeme - likler, yünlüler, battaniyeler , kostümlük kumaşlar , şallar , ipekli mendiller, ince ve kalın bezler , metin ve zarif bavul, çanta , kunduralar vesaire topdan ve perakende olarak satılır. ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦

Hereke Mensucat Fabrikaları mamulatı

Satış mahalleri:

Y a ln ız to p d a n H e r e k e d e F a b r ik a m e r k e zi, İstan b u l v e A n k a ra da

Yerli Mallar Pazarları

P e r a k e n d e iç in İsta n b u l’d a B a h ç e kapıda b ir iııç i v a k i! han a ltın d a

Yerli Mallar Pazarı

Ankarada Çocuk Sarayı caddesinde :

Y erli m a lla r p a z a r ile İsta n b u l v e sa ir v ilâ y e tle r d e k i b il'u m u m k u m a ş ç ı m a ğ a z a la r ın d a n v e te r z ile r d e n ta lep e d in iz .

Kcphalgiııe

Osmanlı Bankası

Türkiye SANAYİ ve MAADİN BANKASI

Fabrikalarına ait

Yerli Mallar Pazarı

İstanbul, Bahçe kapu Birinci Vakıf han Telefon: İstanbul, 517

Kaşeleri baş ağrısı ve her nevi ağrı için

müessirdir.

Banque Ottomane

Öksürük ve boğaz hastalıkları

Oxymenthol

Sermayesi 10 Milyon İngiliz lirası Umumî merkez : Galata Telefon : B. 36

Türkiyenin her şehrinde şubeleri vardır.

P E B U A U D IN Pastillerini alınız.

Dr Yorgi Fotaki Mavromatis

Dépôt de bois de construction en tous genres Telefon: Stanboul, 2827

Apraham Ekşiyan

Kerestecilerde No. 412

Emrazı dahiliye

Beyoğlu Venedik Sokağı No. 5

Cum’a ve cumartesinden başka hergün

2,5 dan 7 ye kadar.

Çarşanba günleri parasızdır.

Referanslar

Benzer Belgeler

• Çocuk oyunlarına bakıldığında taşla, aşık kemiği ile oynanan oyunlar genelde en eski oyunlar olarak kabul edilmektedir.. Arkeologlar, yaptıkları çeşitli araştırmalarda

Dersin İçeriği İtalyan kısa metraj filmler ve çeşitli konularda videolar izletmek, alıştırmalarını çözmek ve kelime çalışması yapmak.

Orta format fotoğraf makinesinde eğer 4,5x6 cm.lik bir film kullanıyorsak bunun için normal odak uzunluklu objektifi ise 75 mm.dir.. Geniş

Savaş, ‘Prediction of cold flow properties of biodiesel from fatty acid composition of the feedstock using multiple regression and neural networks and comparison with the

Daha sonra Yüksek Lisans eğitimimi, Lefke Avrupa Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsüne bağlı Uluslararası İlişkiler Bölümünde tamamladım.. Yakın Doğu Üniversitesi,

kezi siklati, bu seyrekleşen fırkadan, daha kesif ve daha vasi' olan ve başka reisler tanıyan ve «Gentry» ye ecnebi nazarile bakan diğer bir fırkaya intikal

ches expérimentales adlı kitabi süvarilik mektebinde esası kitab olmuşdur ve Fransamn Harbiyye süvari mektebi olan Saumur ‘ askerî müessesesi müdürü Miralay

Gazimiz için en yük­ sek Kasideden daha mugaddi ve daha salim ve daha selâmetbahş olan bu üç dört kelime­ nin altına dikkat hattı çekerken çok derin bir