48
İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125İçinde bulunduğumuz Covid-19 salgını ekonomik dengelerin bozulmasına, salgın sonrasında halledilmek üzere birtakım yapısal problemlerin oluşmasına neden olmuştur. Artan işsizlik, bozulan gelir dağılımı, artan borç yükleri ve ekonomik büyüme oranlarında düşüşler salgın sonrası dönemde çözüm bekleyen en önemli sorunlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
İktisat ve Toplum Dergisi’nin Şubat ayı sayısında, meslektaşım Ayşe Aylin Bayar ile yazdığımız makalede de ifade edildiği üzere, salgın döneminde ülkemizin maruz kaldığı en önemli iktisadi sorun gelir dağılımında artan eşitsizlikler ve bu eşitsizlikleri gidermek için makroiktisadi
istikrara duyulan ihtiyaçtır (Bayar ve Günçavdı, 2021).
Bu yazımızda makroiktisadi istikrarı sağlamak bakımından mali piyasalardaki gelişmeler ve bu gelişmeleri yönetebilmek için uygulanan para politikasının geleceği tartışılmaktadır.
Salgın süresinde izlenilen para politikası bakımından TCMB’nin iyi bir sınav verdiği düşünülemez. Bunun büyük ölçüde Banka’nın bağımsız olarak para politikası belirleme ve uygulayabilme kabiliyetinin azalmasının bir sonucu olduğu düşünülebilir. Diğer yandan, hükümetin salgının olumsuz ekonomik etkilerini gidermek için kapsamlı bir maliye
politikası uygulayabilecek bütçe
imkânlarına sahip olmaması da bunda belirleyici olmuştur.
Öyle ki IMF’ye göre salgın süresince farklı ülkelerin uyguladıkları ekonomik politikalar arasında para- kredi politikalarının maliye politikalarına göre ağırlığının en fazla olduğu ülkelerden biri Türkiye’dir. (Günçavdı, 2020).
Bu politikanın bir sonucu olarak salgın süresince Türkiye’de, ciddi oranda parasal genişlemeye gidilmiş ve özel sektörün salgınla birlikte oluşan mali sıkıntılarının aşabilmeleri için kolay ve ucuz kredi imkânının oluşmasına olanak sağlanmıştır.
Fakat bu politikaların kaçınılmaz yan etkileri ekonomide istikrarın bozulmasına ve TCMB’nin
Harcama Öncelikleri Değişmeksizin Yeni Para Politikasının Geleceği Var Mı?
Öner Günçavdı İTÜ Ekonomik ve Sosyal Araştırma Merkezi (İTÜESAM) guncavdi@itu.edu.tr
Ekonomide karşılaştığımız yeterince büyüyememe, işsizlik, rekabet gücü eksikliği, gelir eşitsizliği ve yoksulluk gibi sorunların para politikası ile çözülmesini beklemek mümkün değildir.
Para politikasının destekleyecek maliye politikaları ve siyasi ve ekonomik reform adımlarını atmakta zorlanan bir iradenin,iktisadi tüm sorunların halledilmesini
para politikasına bırakması gibi sürreal bir durumdur.
49
İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125
kendine amaç olarak belirlediği fiyat istikrarının bozulmasına yol açmaya başlamıştır. Öyle ki, 2020 yılının son çeyreğine doğru ortaya çıkan tartışmalarda, para politikasının sürdürülebilirliği konusunda şüpheler artarak dile getirilmeye başlanmıştır. Düşük faiz ve gevşek para politikasının terk edilmesi gerektiği yerli ve yabancı birçok gözlemci tarafından vurgulanmaya çalışılmıştır.
Yeni bir para
politikasını gerekli kılan süreç
Ekonomide para politikasındaki dönüşümün ilk sinyalleri 7 Kasım 2020 tarihinde TCMB Başkanı Murat Uysal’ın görevden alınması ve yerine Naci Ağbal’ın atanması ile verilmiştir.
Ardından gelen Ekonomi ve Maliye Bakanı’nın olaylı istifası değişim beklentilerinin
güçlenmesine neden olmuştur. Bu dönüşümden önce, salgınla mücadelenin ekonomik yansımalarından biri olan kredi hacmindeki genişleme, ekonomik ve siyasi belirsizliklerle birleşince, TL’nin değer kaybetmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Ekonomik ihtiyaçlarla uyumsuz, siyasi manada faizlerin enflasyonun nedeni olduğu ve bu nedenle enflasyonu düşürebilmek için TCMB’nin faizleri düşürmesi gerektiğine inanan siyasi iradenin ısrarı neticesinde uygulanan düşük faiz politikası, TL’nin değer kaybetmesinde önemli rol oynamıştır. Böyle bir politikanın yan etkileriyle baş edebilmek için yetersiz kalan TCMB, dolara yönelişi engellemek ve TL’nin daha fazla değer kaybetmesinin önüne geçebilmek için piyasalara müdahale etmeye çalışmış ve bu müdahalelerinde BDDK ve kamu bankalarının desteğine
ihtiyaç duymuştur. Özellikle BDDK bu para politikasını destekleyici yönde düzenlemeler yaparak bankacılık sektörünün kredi verme kabiliyetlerini yüksek tutmaya çalışmıştır.
Fakat bu uygulamaların tamamı mali kesimde istikrarsızlığı beslemiş, TL’nin değer
kaybetmesini önlemede yetersiz kalmıştır. Neticede bir önceki dönemde uygulanan gevşek para politikası sermayenin dışarıya kaçışını önlemede yetersiz kalmıştır. Uygulana para politikasında sadelik ve şeffaflık ortadan kalktı. Çok daha önemlisi döviz piyasasına TCMB’nin doğrudan ve dolaylı müdahaleleri neticesinde Banka rezerv kaybederek, aşırı derecede kısa vadeli SWAP’lardan elde ettiği rezerv desteğine bağımlı hale geldi.
Elbette faizleri düşük tutup, eldeki dövizi dolaylı yollarla ucuza satmak sürdürülebilir Grafik 1 : Ödemeler dengesi finansal hesapların kırılımı (12 aylık hareketli kümülatif değerler)
50
İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125bir politika değildi. Sonuç olarak, TCMB rezervleri negatif değerlere indi. Bu, para politikası bakımından dönüşümü zaruri kılan en önemli gelişme oldu.
Grafik 1’de ödemeler
bilançosunun finansal hesaplar kısmının bileşenlerindeki gelişmeler yer almaktadır.
Grafik 1 TCMB’den aldığımız verilere dayanarak, 12 aylık hareketli kümülatif toplamlar üzerinden çizilmiştir. Grafik1’de cari açığın finansmanını
gösteren finansal hesapların toplamında 2019 sonrasında gözle görülür azalmaların yaşandığı anlaşılmaktadır.
Özellikle 2020’nin Şubat ayından sonra negatif değerlere ulaşmıştır. Keza doğrudan yabancı sermaye hesaplarındaki (NET FDI) azalma da grafikten kolayca görülebilmektedir.
Ancak çok daha çarpıcı olan net portföy yatırımlarında 2020 yılının ilk aylarından itibaren başlayan azalma ve sermaye çıkışlarıdır. Grafik1’de gri olarak ayrıştırılan bu dönemde ortaya çıkan bu durum düşük faizle, genişleyici para politikasının sürdürülebilirliğini imkânsız hale getirmiştir.
Naci Ağbal’ın TCMB Başkanlığına atanması para politikasındaki değişimin ilk adımıdır. Ağbal mali piyasalarda istikrarsızlıkla beraber, ülkedeki mali riskleri artıran, gereksiz bir şekilde ülke rezervlerinin tükenmesine
neden olan para politikasındaki dönüşümün önünü açtı. Bu dönüşüm aşamalı bir şekilde gerçekleşti. Önce piyasaların beklentileri doğrultusunda açıklamalar yapılarak, TCMB’nin erozyona uğramış olan kredibilitesinin tekrar inşa edilmesine çalışıldı. Öncelikle para politikasında şeffaflık ve sadeliğin sağlanması amaçlandı ve bu amaçla politika faizin belirlenmesinde başvurulan dolaylı artırım mekanizmaları terk edildi. Ancak çok daha önemlisi, Ağbal’ın 17 Kasım 2020 tarihinde katıldığı ilk Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında ekonomideki enflasyonun altında kalan ve Eylül 2020’den beri %10,25 seviyesinde sabit tutulan politika faizinin, piyasa beklentileri ile uyumlu bir şekilde 475 baz puan gibi çok yüksek miktarda artırılarak, %15 seviyesine çıkarılması sağlandı. Bu faiz artışları özellikle fiyat istikrarı amaçlayan bir merkez bankası için, “faizleri enflasyonun kaynağı” olarak gören siyasi anlayışın terk edildiği anlamına gelmekteydi. Dahası yeni başkanın faizlerin enflasyona ezdirmemek yönünde yaptığı açıklamalar, piyasalarda güvenin tesis edilmesinde büyük katkı yapmıştır.
Bunlar para politikasının normalleşmesi yönünde atılmış en önemli adım olarak görülebilir. PPK’nın 24 Aralık 2020 toplantısında da faiz
artırımları devam etmiş ve 2 puanlık ek bir artışla, politika faizi %17 seviyesine çekilmiştir.
Böylece TCMB 2020’nin son iki ayında yaptığı politik dönüşü ile parasal sıkılaştırmaya dönüş yönünde güçlü sinyaller vermiştir. Faizlerin arttırılması sermaye kaçışları ve TL’de yaşanan aşırı değer kayıplarının önüne geçen yerinde bir adım olmuştur. Yılın son üç ayında politika faizlerinde %68’e varan bir artış gerçekleşmiş oldu. Bu aynı zamanda ekonomideki kaynak-kullanım maliyetlerinde ciddi bir artış anlamına
gelmektedir. Ancak buradaki asıl sorun ülke ekonomisinin mevcut durumu içinde böyle bir politikanın ne kadar süreyle sürdürülebileceğidir.
Faiz kararlarının ardından para politikasının kurumsal yapısını güçlendirme yönünde bir takım adımlar atılmıştır.
İlk önce TCMB’nin yüksek faiz ve sıkılaştırma politikası, para politikasının yapımı ve icrasında tek merciinin Banka olduğunun kabul edilmesiyle desteklendi.
Artık kamu bankaları ve BDDK düzenlemeleriyle yan yollara sapma terk edildi. Bu yolla politikaların sadeleştirilmesine büyük katkı yapıldı. Tüm bu gelişmeler piyasalarca olumlu karşılandı ve uzun zamandır kaybolmuş olan Merkez Bankası kredibilitesini destekleyici gelişmeler olarak görüldü.
Aslında normal koşullarda
“olması gerekenler” olmuş, bu
51
İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125
da mevcut başkanın aktifine olumlu bir kazanım olarak kaydedilmiştir. Görünen o ki, bu gelişmelerin ışığında mali piyasalarda en azından şimdilik bir istikrar sağlanmış, TL tekrar değer kazanmaya başlamış, sermaye akımları en azından şimdilik, sınırlı düzeyde de olsa tersine dönmüştür.1 Ancak hala TL’ye yönelik güvenin sağlanmadığı, buna bağlı olarak yerleşiklerin mevduatlarının çok önemli kısmının hala döviz tevdiat hesaplarında olduğu görülmektedir.
TCMB’nin para politikasının uygulama alanını daraltan bu durumun değişmesinin, ülkedeki ekonomik ve siyasi belirsizliklerin hala yüksek düzeylerde olması nedeniyle bir süre daha devam edeceği anlaşılmaktadır, ceteris paribus.
Türkiye ekonomisinin bugün karşı karşıya kaldığı sorunlar düşünüldüğünde, çözüm tartışmalarında para politikasının ağırlığının olması gerekenden daha fazla olduğu görülmektedir. Sanki sihirli bir değnekmiş gibi, para politikası uygulamaları ile bu sorunlarımızın kolaylıkla halledilebileceği yönünde kamuoyunda algı oluşturulmaktadır. Ekonomide karşılaştığımız yeterince büyüyememe, işsizlik, rekabet gücü eksikliği, gelir eşitsizliği ve yoksulluk gibi sorunların para politikası ile çözülmesini beklemek mümkün değildir.
Para politikasının destekleyecek maliye politikaları ve
siyasi ve ekonomik reform adımlarını atmakta zorlanan bir iradenin, iktisadi tüm sorunların halledilmesini para politikasına bırakması gibi sürreal bir durumdur.
TCMB’nin bugün uygulamaya çalıştığı politikaların başarılı olabilmesi için destekleyici maliye politikaları ile siyasi reformlara ihtiyaç vardır.
Neden böyle bir ihtiyaç var anlayabilmemiz için bugün uygulanan politikanın işleyişini ve bu işleyişin arzulanan
sonuçları doğurması için gerekli koşulları dikkate almakta yarar vardır. İzleyen bölümde yüksek faiz ve sıkı para politikası uygulamalarına geçildikten sonra elde edilen sonuçları ve bu sonuçların arzulanan düzeyde sonuçlar olup olmadığının incelenmesinde fayda vardır.
Ardından bu politikanın sürdürülebilirliğinin koşulları incelenecektir.
Para politikasından dönüşümün ilk etkileri
İcra edilen para politikasının temel amacı enflasyonu kontrol edip, aşamalı olarak düşürmektir. Çok kısa dönemde gerçekleştirilmesi pek mümkün olmayan bu amaç kısa dönemde yurtiçi talebin kontrol altında tutulmasını gerekli kılmaktadır.
O nedenle kısa dönemde alınan parasal tedbirlere iç talebin nasıl tepki verdiği
uygulanan para politikasının amaçlara ulaşıp ulaşmayacağı konusunda ipuçları
verebilmektedir. Bunun yanında uygulanacak para politikasının ülke ekonomisindeki
mevcut koşullarla uyumu da bu politikaların başarı performanslarını etkileyebilmektedir. Örneğin aşırı talep neticesinde
yüksek oranlarda büyüyen bir ekonomide baş gösteren enflasyonist eğilimleri kontrol etmek için kullanılabilecek olan sıkı para politikası, yeterince büyüyememe ve işsizlik sorunları olan bir ekonomide mevcut problemlerin daha da ağırlaşmasına neden olabilir.
Enflasyonun talepten ziyade, maliyet kaynaklı olduğu bir başka ekonomide de, yine uygulanacak sıkı para politikasının kısıtlayacağı iç talep büyümenin düşmesi, işsizliğin ise artması ile sonuçlanabilir. Ülke ekonomisinin mevcut koşulları ile tutarlığı olmayan bir şekilde uygulanacak sıkı para politikası ekonominin mevcut sorunlarının daha da kötüleşmesiyle sonuçlanabilir.
Tüm bu olumsuz sonuçlar sıkı para politikasının
uygulanabilirliğini kısıtlayabilir ve politikaların uygulama ömrünün kısalmasına neden olabilir. Bu beklenti ülkemizde bugün mevcut olan para politikasının uygulama ömrünü de belirleyecek kısıttır.
Ekonomide Masallar Gerçekler Yolun Sonu
Türkiye’nin Büyüme, Faiz, Bölüşüm Açmazı ve Yeni Türkiye Söylemi
“Kitapta, 1929 Bunalımı’dan başlayarak küreselleşme bağlamında dünya ve Türkiye ekonomisi, ekonomi politik bakış açısı ile irdelenmektedir. Bu irdeleme her kitapseverin anlayacağı bir dille yapılmıştır. Umudumuz, iktisatçı olmayanların da bu kitap sayesinde iktisat ile tanışması ve artık masallara hayır demesidir.”
Yakın dönem Türkiye Ekonomisi’nin ele alındığı bu kitap, Profesör Günçavdı’nın çeyrek yüzyıla yaklaşan yoğun akademik çalışmalarına eklediği önemli bir
halkadır. Bugüne kadarki çalışmaları daha ziyade belirli iktisadi konulara yönelik makalelerden oluşurken, yazar bu eserinde ekonomiye ilişkin analizlerini bir bütünlük içerisinde gerçekleştirmiştir.
Özellikle faiz politikaları ve uygulamaları, gelir bölüşümü ve iktisadi büyüme
gibi güncelliğini on yıllardır yitirmeyen konularda olaylar ve gelişmeler
arasındaki karmaşık nedensellik ilişkilerine ışık tutulmaktadır.
Ömer Faruk Çolak
Öner Günçavdı
Ekonomik Teori ve Analizin Tarihi
İktisadi Analiz
İktisat Kuramının Geçmişine Bakış
Kitapta Smith’in Wealth of Nations’ı, modern ekonomik teori ve analizin başlangıç tarihi olarak kabul edilmiştir ve ağırlıklı olarak bu tarihten sonrası incelenmiştir. Ancak Smith’e temel oluşturan, Antik Yunan dönemine kadar uzanan tarihsel, sosyal ve ekonomik analizde kullanılan önemli kavramlarla ve yaklaşımlarla ilgili entelektüel birikim de kapsam içerisine alınmaya çalışılmıştır.
Türk insanının güncel yaşamında, kapitalizmi kapitalizm yapan kurumların önemli bir bölümünün yokluğu bir yana, üstelik, kapitalizm öncesi ideolojik ve politik yapının etkisi de hâlâ güçlüdür. Bu koşullarda, eleştirel bir yaklaşımın, kapitalizmi bir türlü doğuramayan bir toplumun yaşadığı sancılı bunalım içinde oluşan geçmişe yönelik tepkilerden kendisini ayırdetmesi zorunlu oluyor.
“Yalnızca tek bir Mark Blaug’un, iktisadi düşünce tarihi duayeninin, olduğu söylenir. Aslında her biri öncekinden daha dikkat çekici olan beş Mark Blaug vardır. Blaug’un başyapıtının bu son baskısı –nükteli ve ciddi; yerleşmiş inançlara karşı çıkan ve içten; özünde değişmemiş ve yepyeni bir kavrayışla yüklü– şu ana kadar yazılanların en iyisi. Herhangi bir akademisyenin –dolayısıyla
herhangi bir öğrencinin de– kütüphanesinde bu kitabın bulunmamasını hayal dahi edemiyorum.”
Robert Heilbroner
Ahmet Ertuğrul
Asaf Savaş Akat
Mark Blaug
54
İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125Ülkemizdeki para
politikasındaki dönüşümün işaretlerini 2020 sonbaharında almaya başlamıştık. Ancak bu değişimin faiz ayağındaki etkisi için TCMB Başkanın değişimini beklemek zorunda kaldık. Bankanın yeni parasal duruşunun etkilerini üç aylık kısa bir süre zarfında görebilmek ve başarısı hakkında bir yargıya varabilmek elbette mümkün değildir. Hatta bu yönde bir davranış sergilemesi ise, yeni yönetime karşı haksızlık olacaktır. Ancak bu politikaların ülkemizde hüküm süren ekonomik ve siyasi koşullar düşünüldüğünde, birtakım riskleri de bünyesinde taşıdığı söylenebilir. Merkez Banka ve politika yapıcılarının tüm iyi niyetlerine rağmen, ülkemizdeki bugün hâkim olan siyasi konjonktür bile bu politikaların ne kadar süreyle
uygulanabileceği konusunda şüphelerin uyanmasına yol açmaktadır. Bu politikaların başarısı için gerekli kurumsal yapının oluşumuna
gösterilebilecek siyasi dirençlerin ortaya çıkması ve para
politikasının başarısı için gerekli destekleyici nitelikte maliye politikalarının ve ekonomik reformların zamanında hayata geçirilememesi önemli diğer kısıtları oluşturmaktadır. Dahası ülkemizde yapısal niteliği bariz birçok iktisadi sorunu para politikası ile halledilebileceği yönünde oluşan yaygın bir anlayışın varlığı, mevcut para politikası uygulamalar için önemli bir diğer risk kaynağıdır.
Kasım 2020’den bu yana para politikasındaki gelişmelerin yansımalarını sınırlı sayıda gözlemle incelemek mümkün.
Bunun için öncelikle uygulanan para politikasının niteliği
konusunda fikir veren para arzındaki gelişmelere bakmakta yarar var. Grafik 2’de TCMB’nin yayımladığı bir para arzı göstergesi olan M1’in endeks olarak düzeyi ve yıllık değişim oranları gösterilmektedir.
Grafik 2’den 2020’in ağustos ayından itibaren para arzında yatay bir eğilim olduğu açık bir şekilde görülmektedir.
Para arzı miktarının belli bir miktarda sabitlenmiş olmasına rağmen, herhangi bir daralma göstermediği aşikârdır. Dahası yıllık değişim oranlarına bakıldığında yine aynı tarihte itibaren M1’deki artışın yavaşladığı anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla faizlerdeki artışa rağmen, para politikasının arzulanan niteliğiyle uyumlu bir daralma şimdilik
görülmemektedir. Bunun ülke ekonomisinin içinde bulunduğu olumsuz ekonomik koşulların Grafik 2: Para arzındaki gelişmeler
55
İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125
bir sonucu olduğu düşünülebilir.
Hali hazırda düşen büyümenin son yıllarda bağımlı hale geldiği iç talebin çok fazla ve ani bir duruş şeklinde daralması bir risk olarak görülmüş olabilir.
Mevcut para politikasının kısa dönem amaçlarından biri de TCMB’nin kredibilitesini tekrar tesis edip, piyasalarda güven arttırmak ve buna bağlı olarak para politikasının kapsamını genişletmektir. Bu konudaki gelişmeler mevduat bankalarındaki mevduatların kompozisyonu gözlemlenerek izlenebilmektedir. Grafik 3’de bu durum izlenebilir. Toplam kredilerin 2020’nin ekim ayına kadar ılımlı bir şekilde arttığı, bu tarihten sonra kısa bir süre durağanlaştıktan sonra, kasım ayından itibaren yavaşça düşüşe geçtiği görülmektedir (kesikli çizgi). Ancak bu kredilerin kırılımlarına bakıldığında, hanehalkı ve firmalara
yönelik kredilerde artışın hala devam ettiği görülmektedir.
Bu artışın küçük esnaf ve sanatkârlara yönelik arz edilen kredilerde, özellikle salgının ilk dalgasının yaşandığı Mart- Haziran döneminde, çok ciddi miktarlarda gerçekleştiği Grafik 3’de görülüyor. Aynı düzeylerde olmasa da, bu kesime yönelik kredilerin sonraki dönemlerde de artış gösterdiği anlaşılıyor.
Bu eğilim de göstermektedir ki, küçük esnaf ve sanatkârlar salgın döneminde maruz kaldıkları ekonomik dar boğazları aşmaları için kredi arzına maruz kalmışlardır. Bu kesimin kredi ihtiyaçları hala devam etmektedir ve mevcut para politikasının bu kredileri kısabilecek bir etki yaratmadığı da açıktır.
Ekonomik kesimlere yönelik haftalık kredilerdeki artışın devam etmesi, bu kesimlerin borç yüklerinde de ciddi
manada bir artışın yaşanmış olabileceğine işaret etmektedir.
Dahası bu borcun ödenebilmesi, bir yandan ekonominin normale dönmesine, diğer yandan normale döndükten sonra onların ticari faaliyetlerine devam edebilme kabiliyetlerinin olup olmadığına bağlıdır. Tüm bunların sonunda da ekonomide elde edilebilecek pozitif
büyüme oranları borçların ödenebilmesini kolaylaştırıcı yönde etki yapacaktır. Ticaret ve bireysel kredilerde de bir önceki grup kadar olmasa da benzer bir artış görülmektedir. Gelirlerin düştüğü, gelir dağılımının kötüleştiği bir ortamda bu kredi talebinin artmasının beklenebilir bir gelişmedir Ancak bahsi geçen gruplar içinde, krediye erişim imkânı bakımından adil bir durumun olmaması bu krediyi kullananlar
bakımından da bir eşitsizliğin doğmasını mümkün
Grafik 3 - Haftalık, Kredileri logaritmik değerler - Bankacılık Sektörü (Bin TL)
56
İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125kılmaktadır. Tüm bunlar salgın sonrası Türkiye ekonomisinin çözüm bekleyen sorunları olarak düşünülebilir.
Para politikasının sınırlarını değerlendirmek için yararlı olduğunu düşündüğümüz bir diğer göstergesi ise gecelik faiz oranlarıdır. Para piyasalarında likidite talebindeki istikrarın bir göstergesi olarak da gecelik faiz oranları dikkate alınabilir.
Bir para politikasının etkinliği bakımından likidite talebinin istikrarlı olmasının önemi büyüktür. Malum olduğu üzere çok kısa dönemli bankalarda ortaya çıkan likidite talebinin bir yansıması olduğu bir sonucu düşünülebilecek bu faizler, bankalardan kaynak talep eden reel sektörün kısa dönemde kaynak kullanım maliyetlerindeki gelişmelere işaret eder. Tamimiyle serbest piyasa koşulları altında belirlendiği için ekonomideki
iktisadi faaliyetlerin ve tabi ki likidite talebinin durumu hakkında bilgi içermektedir.
TCMB web sitesinden temin ettiğimiz verilerle oluşturduğumuz Grafik 4, BİS gecelik faiz oranlarının zaman içinde gelişimi görülmektedir.
Grafik 4’den gecelik faizlerin Temmuz ayına kadar düşüş gösterdiği anlaşılıyor. Ancak temmuz ayından sonra faizlerin artışa geçtiği görülüyor.
Faizlerdeki bu yükseliş ilgili dönemdeki likidite talebindeki artışın da bir sonucudur. Zira ekonomide likidite bolluğunun, TL’den dövize kaçılmasının gecelik faizlerde bu yönde bir etkinin doğmasına yol açmıştır.
Diğer bir deyişle kurlardaki yükseliş beklentisinin likidite talebinde artış beklentisi yaratmış olması mümkündür.
Ancak 2021 yılının başlarında gecelik faizlerin yatay bir eğime kavuştuğu da dikkatlerden
kaçmamaktadır. TCMB’nin sıkılaştırma gayretlerinin gecelik piyasada likidite
talebini istikrara kavuşturduğu söylenebilir. Bir ölçüde çok kısa zamanda sağlanan mali istikrarın göstergesi olarak düşünülebilir. Elbette bu eğilimin yılın ilk aylarına ait konjoktürel bir gelişmenin mi, yoksa ekonomide yaşanması muhtemel bir durgunluğun ilk işaretleri mi olduğunu anlamak için bir süre daha beklemek ve verilerin gelecek birkaç aydaki gelişmeleri görmek gerekmektedir.
TCMB’nin para politikasındaki değişimin bir nedeni de, salgın süresince ekonomide ortaya çıkan likidite fazlasının mal piyasasından ziyade mali varlıklara, özellikle de dövize yönelmesi ve döviz kurlarında artışa neden olmasıdır. Özellikle döviz cinsinden borçluluk oranının yüksek, üretimin dışa Grafik 4 - BIS Gecelik Faiz
57
İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125
bağımlı olduğu bir ekonomide kurlardaki bu yükselişin firmalar üzerine ciddi olumsuz etkileri bulunmaktadır. Döviz cinsinden borçların, ekonominin büyümekte sorun çektiği bir dönemde ödenebilmesi önemli bir soru teşkil ederken, ithal girdi maliyetlerindeki artış yoluyla da maliyet enflasyonunu tetikleyici bir etkiye yol
açmaktadır. Enflasyonun kontrol edilebilmesi için, öncelikle maliyet enflasyonuna neden olan kur haraketliliği kontrol etmek ve bu haraketliliğe neden olan likidite arzının da buna bağlı olarak sınırlamak yerinde olacağı düşünülmüştür.
Merkez Bankasının faiz
artırımlarının ardından, Türkiye ekonomisine doğru sermaye girişleri sınırlı düzeyde de olsa başlamış; yerleşiklerin dövize yönelişi yavaşlamıştır.
Bu durumun kurlar üzerinde etkileri olumlu olmuş ve dolar kuru (diğer kurlarla birlikte) düşmeye, TL değer kazanmaya başlamıştır. Grafik 5’de nominal dolar kuru ve TÜFE bazlı reel efektif kur seviyeleri gösterilmektedir. Kasım ayı itibariyle nominal kurlardaki düşüş görülmektedir. Nominal kurlardaki düşüşün maliyetler üzerinden enflasyon üzerinde oluşturacağı baskı azalırken, mevcut döviz cinsinden borçların ödenebilirliğin de artmasına yol açması olumlu karşılanan bir gelişmedir.
Ancak aynı dönemde reel efektif kurun da yukarı doğru bir eğim kazanarak Türkiye ekonomisindeki uluslararası rekabet gücünde azalma yaşanmaya başladığı görülmektedir. Bu ihracat rekabet gücünde bir kayba işaret
ederken, uygulanmaya çalışılan sıkı para politikasının büyüme üzerinde yaratacağı olumsuz etkilerini giderecek, yetersiz sermaye girişinin yol açacağı yabancı kaynakların ihracat yoluyla teminini zorlaştıracak bir gelişmenin oluştuğuna işaret etmektedir. Dolayısıyla izlenilen para politikasının sürdürülebilirliği üzerindeki en önemli kısıtlardan birini oluşturmaktadır. Bu itibarla TCMB bakımında reel efektif kurlardaki bu gelişmelerin yakından takip edilmesi ve TL’nin reel manada aşırı değerlenmesinin önüne
geçilmesi uygulanan politikanın sürdürülebilirliği açısından önem arz etmektedir. Dahası TL’nin hem reel, hem de nominal manada değerlenmesi Türkiye ekonomisinin temel sorunlarından biri olan cari Grafik 5 – Nominal ve reel efektif kurlar
58
İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125açığın artmasına ve mevcut konjoktürde bu açığın finansmanında güçlüklerin yaşanmasına da neden olabilir.
2000’li yılların başında TL’nin maruz kaldığı değerlenme özellikle ekonomideki
büyümenin de etkisiyle Türkiye ekonomisi tarihindeki en yüksek cari açık miktarlarına ulaşılmasına neden olmuş, ama uluslararası düzeyde yüksek likiditenin varlığı ve Türkiye’nin bundan artan oranlarda
yararlanmayı bilmesi TL’nin değerlenmesini ve cari açık finansmanını problem olmaktan çıkarmıştır. Bugün için benzer uluslararası konjoktürün olduğu söylenemez.
Merkez Bankasının uyguladığı sıkılaştırma politikasından teorik olarak kısa dönemde beklenilen bir diğer etkisi de mevduatların yapısını değiştirmek ve mevduatların olduğunca TL olarak tutulmasını teşvik etmektir. Bu amaç, daha önce de belirtildiği gibi, para politikasının kapsamının genişletilmesi ve böylece para politikasının etki alanını artırılması bakımından
önemlidir. Grafik 6’de TCMB’in veri dağıtım sisteminden elde edilen mevduat bankalarından mevduatların TL ve yabancı para (YP) cinsinden kompozisyonu görülmektedir. Her iki mevduat da TL cinsinden raporlanmıştır.
Dikkat edileceği gibi Ekim ayına kadar yabancı para cinsinden mevduatlarda çok ciddi artış
görülmektedir. Elbette bu artıştan YP mevduatın miktar olarak artmasının yanında, aynı dönemde TL’de görülen değer kayıpları da sorumludur. Kasım ayı itibariyle, para politikasında değişimin ilk sinyallerinin verilmesinin ardından, faizlerin artması ve sermaye çıkışlarının kontrol altına alınmasından sonra, TL nominal olarak değer kazanmaya
başlaması ve kurlardaki düşüş önemli boyutlara ulaşmıştır. Aynı dönemde YP mevduatlardaki düşüşün de çok çarpıcı boyutlarda olduğu anlaşılmaktadır. Fakat YP mevduatlardaki bu azalmanın nedeni sadece YB mevduatların miktar olarak azalmasına atfedilmeyeceğini, aynı zamanda TL’nin değer kaybının da bu eğilimi yol açan bir gelişme olduğunun belirtilmesinde yarar vardır.2 Son zamanlarda ekonomideki kurlardaki gelişmeler düşünüldüğünde, Grafik 6’de YP mevduat serisinde görülen azalmanın büyük ölçüde kurlardaki düşüşten kaynaklandığı ifade edilebilir. Bu itibarla uygulanan sıkılaştırma politikasının hala mevduat kompozisyonu değiştirecek güçte olmadığı ve mevduatların büyük ölçüde dövizde tutulmaya devam ettiği belirtilebilir.
Sıkılaştırma ve yüksek faizlerin bu kompozisyonu etkileyerek tersine bir nakit ikamesi yaratabilmesi için bir süre
daha beklemek ve belki de faiz oranlarında daha da fazla artışlar yapmak gerekmektedir. Ancak kesin olan bir şey var ki mevcut faiz seviyesinin mevduat kompozisyonunda kayda değer bir kırılma yaratamadığıdır.
Grafik 6’da görülen bir
gelişmede kasım ayı itibariyle TL mevduatlarda da gözle görülür bir azalmanın yer almasıdır.
TL mevduatlarda azalmanın YP mevduattaki azalmayla birlikte görülmesi, aslında tasarrufların ihtiyaç amacıyla bozulmuş olabileceğine işaret etmektedir. Mevduatların kompozisyonundaki bir değişimin olmadığını teyit eden bu gelişmedir. Zira aksi durumda YP mevduatlardaki azalmanın TL mevduatlarda bir artışla beraber görülmesi gerekmektedir.
Yeni para politikasının döviz piyasasındaki beklentiler üzerine yaptığı etkiyi Grafik 7’de görmekteyiz. Faiz haddi parite koşuluna dayanarak hesapladığımız dönem sonu beklenen kur seviyesi TL ve dolar faizlerin bir fonksiyonu olarak hesaplanmaktadır.3 Dikkat edileceği gibi 2020 yılının Mayıs-Haziran döneminde nominal kurlarda sağlanan istikrarın beklentilerde de istikrar sağladığı görülüyor. Grafik 7’de kırmızı gölgelendirilen bölge bu dönem karşılık gelmektedir. Bu istikrarın bir nedeni nominal kurların
59
İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125
rezerv kayıpları pahasına müdahalelerle sabit tutulmaya çalışmasıdır. Aynı zamanda TL ve dolar cinsinden faizlerde bu dönemde çok fazla değişkenlik görülmemesinin rolü büyüktür.
Temmuz ayı sonrasında beklenen kur düzeyindeki artışlar TL faizlerdeki sınırlı ölçülerdeki artışlarla birlikte giderken, faizlerdeki bu artış dönem sonu beklentilerde istikrar sağlamaya kâfi gelmemiş görülmektedir. Beklenen kur seviyesi Aralık ayında zirveye ulaşmıştır. Bu tarihten itibaren para politikasındaki değişim ve faizlerde piyasa beklentileri düzeyinde artışlarla birlikte dönem sonu beklenen kur seviyesi de düşmeye başlamıştır.
Şubat 2021 itibariyle dönem sonu (muhtemelen 2022 Şubat ayı itibariyle) 8,26 TL olarak tahmin edilmektedir.
Dolayısıyla yüksek faiz
politikası döviz piyasasında beklenen etkiyi yaratmış ve kur beklentilerinin iyileşmesine vesile olmuştur.
Miktar olarak sıkılaştırmanın etkileri verilere tam olarak yansımamış olsa da, para politikasının uygulamasında Merkez Bankasının son derece temkinli bir davranış gösterdiği söylenebilir. Zira yüksek oranlı bir sıkılaştırmanın ekonomideki mevcut sorunları kötüleştirmesi ve ani bir duruş etkisi yaratması tercih edilen bir sonuç olmayacaktır. Bu da sıkılaştırmayı amaçladığını ifade den Bankanın hala para arzında ve kredilerde çok fazla fark yaratamamasından anlaşılmaktadır. Bunun yanında siyasi bir istikrarsızlık içindeki ekonomi de
sıkılaştırmanın yaratacağı yurtiçi talepteki düşme, hem büyümeye, hem de var olan
işsizlik sorunu üzerinde telafisi mümkün olmayan siyasi sonuçlara neden olabilecektir. Şu an için yeni para politikasının sadece fiyatlarda istikrar sağlamakta ve beklentileri iyileştirmede ve likidite talebinde istikrar sağlamada etkili olabildiği anlaşılmaktadır. Peki, ama para politikasının arzulanan amaçları bakımından bunlar yeterli midir? Bu politikanın sınırları denir? Şimdi bu sorulara cevap arayalım.
Para politikasının sınırları
Yeni para politikasının enflasyonist etkilerinin talep üzerinden elde edilmesi beklenmektedir. Her ne kadar büyüme hedefiyle çelişiyor olsa bile, baskı altına alınacak yurtiçi talebin fiyatlar üzerindeki talep baskısını azaltacağı ve Grafik 6 - Mevduatların Kompozisyonu (Bin TL) ve TL/$
60
İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125enflasyon dinamiğinin kontrol altına alınabilmesine imkân sağlayacaktır. Elbette beklenti orta ve uzun vadede daha düşük ve istikrarlı bir enflasyonla daha yüksek büyüme oranlarına ulaşılabileceğidir. Ancak enflasyonun tek nedeni talep değildir. Arza yönelik faktörlerin de önemi inkâr edilemez. Ancak para politikasının bu faktörlere yönelik yapabileceği çok fazla bir şey yoktur. Örneğin enflasyonda önemli katkıya sahip olan ve hesabında da ağırlığı en fazla olan gıda fiyatlarının kontrol dışı bir nedenden dolayı
(örneğin bir kuraklık beklentisi) artmasının enflasyonu arttırıcı etkisi para politikası ile
giderilemez. Keza salgın sonrası canlanan dünya ekonomisinde artan girdi fiyatlarının kontrolü de TCMB’nin kontrolünde olan bir konu değildir. Ülkemiz bakımından önemli arz yönlü
faktör olan üretim maliyetlerini belirleyen döviz kuru ise para piyasasında değil, döviz piyasalarında belirlenen bir değişkendir ve TCMB TL’nin değerini kendine amaç olarak belirlememiştir.
Bunların dışında siyasi
iradenin iktisadi amaçlarındaki önceliklerin de uzun süre para politikasının birincil önceliği ile çelişmesi durumu bir diğer sınırı oluşturmaktadır. Siyaseten zorlanan bir iktidarın kamuoyu desteğini güçlendirmek
için büyümeye, istihdam artışına ihtiyaç duyarken, enflasyonu kontrol etmeye yönelik sıkı politikası bunlarla çelişebilmektedir.4 Bu çelişki siyasilerce uzun dönemde kabul edilemez. Özellikle Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu koşullarda böyle bir sıkı para politikasının iç talep üzerinden büyüme ve istihdam
üzerinde yapacağı menfi etkiler uzun süre siyasilerce tolere edilemeyecektir.
Para politikasında geçtiğimiz son üç aylık dönemde görülen gelişmelerin yurtiçi talep üzerinde etkileri bu politikaların nasıl evrilebileceği konusunda ipuçları verebilir.
Süre kısa da olsa en son açıklanan perakende satış ve ciro endeksleri bu amaçla kullanılabilir. Sıkılaştırmanın, özellikle mali kaynak kullanma maliyetlerindeki artışların ardından, perakende satış ve ciro endekslerinde önemli azalmaların gerçekleştiği Grafik 8’da görülebilmektedir.
Türkiye ekonomisinde yurtiçi talebin %60’nıı aşan kısmı hanehalklarının tüketimlerinden oluşmakta ve ekonomik büyüme bakımından önemli bir talep kaynağını oluşturmaktadır.
Grafik 8’da göründüğü gibi Grafik 7 - Aylık beklenen kur seviyeleri
61
İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125
perakende satış ve cirolarda görülen azalmaların devam etmesi yurtiçi talep için elzem önemli bir kaynaktan da mahrum kalınması anlamına gelecektir. Özellikle hükümetin 2021 yılı içinde %4,5-%4 civarında büyüme hedeflerinin gerçekleşebilmesi bu talep kayıplarının bir şekilde telafi edilmesi gerektirmektedir.
Yurtiçi talepte meydana gelecek daralmanın telafi edilebilmesinin yegâne yolu dış talebe başvurmak ve ihracat artışını sağlayabilmektir.
Dolayısıyla sıkılaştırmanın büyüme üzerindeki olumsuz etkilerin telafi edilebilmesi ve aynı anda arzu edilen büyüme oranlarına erişilebilmesi ihracat yoluyla yurtdışı talebin arttırılabilmesine bağlıdır. Kısa dönemde iç talepteki azalmayı telafi edecek bir ihracat artışı ise
üreticiye kurlar yoluyla ciddi bir rekabet avantajı sağlanmasıyla mümkün olacaktır. Ancak Grafik 5’de gördüğümüz gibi reel efektif kurdaki artışlar böyle bir avantajın en azından şubat ayı itibariyle mümkün olmadığına işaret etmektedir.
TCMB’nin yeni parasal duruşunun amacını Ocak ayı sonunda yaptığı toplantıda enflasyonu kontrol atına alıp, kademeli olarak düşürmektir.
Bu amaçla Banka enflasyon hedeflemesi politikasına dönüş yapmış, bu politikanın uygulanabilirliğini sağlamak için gerekli kurumsal altyapının oluşturulmasına öncelik verilmiştir (TCMB, 2021).
İtiraf etmek gerekirse, ana akım iktisat politikaları arasında bu politika dışında açık bir ekonomide kullanılabilecek alternatif bir politika da
kalmamıştı. Bu politikanın içinde bulunduğumuz gibi bir siyasi konjonktürde nasıl uygulanacağını ve nasıl sonuç vereceği şimdiden kestirebilmek zor. Fakat Banka’nın bu para politikasının kurumsal çerçevesini bu şekilde ortaya koyması, en azından uygulanacak politikanın
kurumsal dayanağı konusundaki belirsizliğin ortadan kalmasına yardımcı olmuştur.
Bir para politikası aracı olarak enflasyon hedeflemesi kullanılacaksa, bu politikanın amaçlanan fonksiyonu yerine getirebilmesi büyük ölçüde piyasa beklentilerini etkilemesine ve bu beklentileri aşamalı bir şekilde belirlenen hedeflerle uyumlu hale getirebilmesidir. (Walsh, 2000). Bu sebeple TCMB’nin açıklamaları ve uygulamaları Grafik 8 - Yurtiçi tüketim talebi göstergeleri
Kitap Oluyor! Doktora Tezleri
Efil Yayınevi, genç akademisyenlere destek olmak adına sosyal bilimler alanında yazılmış doktora tezlerini ücretsiz olarak kitaplaştırıyor.
Tez dosyalarınızı
gönderin
Yayın kurulumuz
incelesin
Onaylanan tezleri ücretsiz
basalım
Detaylı bilgi için: www.efilyayinevi.com Dosya göndermek için: info@efilyayinevi.com
19. YÜZYILDA KARADENİZ TİCARETİ Kurumlar ve Organizasyonlar
Cihan Güneş
Bu kitap, “Doktora Tezlerinin Kitaplaştırılması”
kapsamında basılmıştır.
Ekonomik dönüşümün boyutlarını anlayabilmek için Karadeniz havzası bütüncül bir şekilde incelenmiştir.
63
İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125
ile beklentileri etkilemesi beklenmelidir. Banka’nın, para politikası uygulamalarına yönelik yürüteceği iletişim stratejisi piyasa beklentilerini yönetmek konusunda
son derecede önemlidir.
Fonksiyonel bir iletişim stratejisinin temel özelliği ise şeffaflık ve hesap verilebilirlik prensiplerini gözetmesidir.
Aynı zamanda modern yönetim ilkelerinden olan bu prensiple 2000’li yıllarda birçok merkez bankasının uyguladığı para politikalarında ana unsur olarak kabul edilmiştir. Bu prensiplerin herhangi birinden ödün
verilmesi, yeni para politikasının işlerliğini tehlikeye sokacaktır.
TCMB bu politikayı ortaya koyduğumuz kurumsal çerçeve içinde yürütebilme konusunda yeterince tecrübeye sahip bir kurumdur. 1990’lı yılların kronikleşmiş yüksek enflasyonu, uluslararası olumlu konjonktürün de etkisiyle aşamalı olarak enflasyon hedeflemesi (açık veya kapalı) yardımıyla düşürülmüştür. O günkü dünya ekonomisinin koşullarında, çok da sıkıntı çekmeden dışarıdan sermaye çekilebilmiş, oluşan güven ortamında hükümetin belirlediği harcama önceliklerine göre bu kaynaklar kullanılmıştır. O günkü uygulamada gördüğümüz en önemli tutarsızlık ise
siyasi iradenin harcamalarda önceliği ülkeye döviz getiren harcamalardan ziyade ticarete-
konu-olmayan (ve tabi ki ülkeye döviz kazandırmayan) alanlarda bu kaynakları kullanmasıdır.
Enflasyon hedeflemesinin altında uygulanacak böyle bir harcama önceliğinin
yaratabileceği birtakım tehlikeler mevcuttur. Herşeyden önce enflasyon hedeflemesi iç talep üzerinden etkili olması beklenen bir politikadır ve enflasyon hedeflerini gözeterek yapılacak bir sıkılaştırmanın ekonomideki talep yapısını deforme edici bir etki yaratması içten bile değildir.
Yurtiçi talebin ağırlıklı olarak hizmet ve inşaat gibi ticarete- konu-olmayan faaliyetlere yönelmesi ülke içindeki nispi fiyat yapısını bozarak, TL’nin değer kazanmasına ve yurtiçinde oluşan talebinde ağırlıklı olarak cari açığı arttırıcı ithalata yönlendirilmesine yol açabilmektedir. O dönemde harcamalardaki öncelik ülkenin döviz kazanma kabiliyetini artıracak şekilde kullanıma verilseydi, TL’deki değerlenmelerin önüne kolaylıkla geçilebilirdi. Ancak bu maalesef olmadı. Aşırı değerli TL’nin sağladığı “hak edilmemiş refah” artışının cazibesi siyasileri etkiledi.
Bu durum toplumsal ve siyasal konsolidasyonun iktidardaki siyasi irade etrafında sağlanabilmesine büyük fayda sağladı. Bu para politikasının ve harcama tercihlerinin en zayıf noktası ise sürdürülebilirliğinin
dışarıdan sürekli yabancı sermaye girişine bağımlı olmasıdır. 2000’lerin başındaki dünya konjonktüründe böyle bir yabancı kaynağa erişmek çok da büyük bir sorun olmamış ve politika, tüm zayıflıklarına rağmen, uzun süre başarılı bir şekilde uygulanabilmiştir. Ancak bugünkü popüler ifadeyle, yabancı sermayeye göstermiş olduğu yüksek bağımlılıktan ötürü, böyle bir politikaya “yerli ve milli” diyebilmek de mümkün değildir!
TCMB bugün enflasyon hedeflemesine dönerken, eskiden yapılan bu hataları tekrar etmemeli ve bu şekilde Türkiye ekonomisini şoklara karşı kırılgan hale getirmemelidir. Bu bakımdan bir para politikası olarak enflasyon hedeflemesinde karar kılan Banka’nın, ülkedeki kaynak kullanım tercihlerini ülkenin döviz kazanma kabiliyetini arttıracak alanlara yönlendirilerek desteklenmesi ve bunu sağlayacak politik dönüşümlerin yapılması zaruridir.
Peki, günümüzün siyasi gerçekleri ile bu mümkün müdür?
Kanımca iki bakımdan mümkün görünmüyor. Öncelikle
uluslararası piyasalarda Türkiye algısı 2000’li yılların başındaki kadar olumlu değil.
Bu bakımdan uluslararası mali
64
İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125kaynak bulmak eskisi kadar kolay olmayacaktır. Bulunsa bile bu kaynakların maliyetleri Türkiye ekonomisine özgü risklerden dolayı çok daha yüksek olacaktır. İkincisi, hükümetin dayandığı iktidar koalisyonun kapsamı daralmış ve gücü azalmıştır.
Bu koalisyonun bir arada tutulabilmesi ise hükümetin yapacağı harcamaların önceliklerine bağlıdır. Daha doğru bir ifadeyle, eldeki kaynakların ülke ekonomisine döviz kazanma kabiliyeti kazandıracak alanlarda
kullanımını sağlamak yönünde kullanımına bu ittifakın izin vermesi çok mümkün olmayacaktır. Elbette bu yorum siyasi iradenin de harcama önceliklerinde böyle bir değişim yapılmasının gerekliliğine inandığı varsayılarak yapılmaktadır. Kanımızca ülkenin bugün içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar ve siyasi belirsizlik bu ihtimali daha da azaltmaktadır.
Hükümet açısından harcama önceliklerinin değişimi ile uygulanan para politikası arasında bir tercih yapılmasının zamanı uygulanan para
politikasının sonuçlarının iktidar bloğu üzerine yapacağı etki tarafından belirlenecektir.
Bugün hükümet mevcut kaynakları altyapı projelerinin finansmanına ayırmaya eskisinden daha çok ihtiyaç duyarken, salgının yarattığı
olumsuz ekonomik koşullardan etkilen kesimlere yönelik
harcama yapma, kaynak yaratma ihtiyacı bulunmaktadır. Küçük ve orta ölçekli işletmelerin salgın döneminde artan finansman ihtiyaçlarının giderilmesi hem ülkenin büyüme problemine yönelik tehditlerin ortadan kaldırılmasını sağlayacak, hem de etkisi giderek artan işsizlik ve yoksulluk gibi sorunların da şiddetini azaltacaktır. Bu tedbirlerin her biri maalesef ülkenin döviz kazanma
kapasitesiyle ilgili değildir ve bu amaçla kullanılacak kaynakları en azından kısa dönemde böyle bir etki yaratması beklenmemelidir. Yeni para politikası ile birlikte yapılmaya başlanan sıkılaştırmanın ekonomide yaratacağı daraltıcı etkinin de bir şekilde telafi edilmesi gerekecektir. Sonuç olarak, para politikasının yapımına ve uygulamalarına yönelik tüm olumlu gelişmeler rağmen, harcama tercihlerinde gerekli dönüşümün
yapılamayacak olması mevcut TCMB başkanının önündeki en önemli engeldir. Dahası bir de böyle bir dönüşümü konu etmeden, tüm sorunların para politikası ile halledilebileceğini düşünmek mevcut zorlukların bir kat daha artmasına yol açmaktadır.
Son söz
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın para politikasındaki
dönüşü 2020 yılının Kasım ayında gerçekleşmeye başladı.
Aradan geçem üç aylı süre bu programın başarısını değerlendirebilmek için çok fazla ipuçları vermese de kısa dönemde mali piyasalarda yarattığı etkileri ve bu etkilerin beklenilen nitelikte olup
olmadığını incelemek mümkün.
Anlaşıldığı kadarıyla, parasal sıkılaştırma olarak ifade edilen yeni para politikasının en önemli etkisi faiz oranlarında meydana gelmiş. Sırasıyla Kasım ve Aralık aylarında yapıla faiz artışlarıyla %10,25 seviyesindeki faizler %17 seviyesine yükseltilmiştir. Bu politikanın para arzı ve kredi hacmi üzerinde kayda değer herhangi bir etkisinin, en azından bu üç aylık sürede olmadığı görülmektedir. Para arzı artmasa da, azalmamış;
kredi muslukları kısılmış ama artış eskisi kadar olmasa da çok daha yavaş bir hızda devam etmiştir. Ancak, yeni para politikasından beklediğimiz likidite düzeyindeki azalmanın, bu yazıyı yazdığımız sıralarda mevduat karşılık oranlarında yapılan artış ile gerçekleşip, gerçekleşmeyeceği bekleyip göreceğiz.
TCMB’nin enflasyon hedeflemesi olarak ortaya koyduğu para politikasının kurumsal çerçevesinin işlerliğinin birtakım koşullara bağlı olduğu ve o koşulların gerçekleşmemesi durumunda
65
İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125
politikanın başarı şansının son derecede düşük olacağı ifade edilmiştir. Ortaya çıkan güven ortamında bu politika değişikliğinin öncelikle kasım ayı itibariyle çıkan yabancı sermaye akımlarını tersine çevirmesi ve sürdürülebilir düzeylerde devamının sağlanması beklenmektedir.
Bununla birlikte ihracat gelirlerinde kayda değer bir artışın gerçekleşmesi ve 2020 itibariyle büyük çöküş yaşamış olan turizm gelirlerinin sorunsuz bir şekilde artış göstermesi bu politikanın ömrünü uzatacak diğer koşullardır. Bu gelir kaynaklarında herhangi bir olumlu gelişme olmadığı takdirde parasal sıkılaştırmanın yol açacağı yurtiçi talepteki kayıpların telafi edilmesi de mümkün olmayacaktır.
Bunların yanında enflasyon hedeflemesi politikasının yan etkileri diyebileceğimiz birtakım etkilerin oluşmasından da kaçınılması gerekmektedir.
Bunların başında hükümetin harcama önceliklerini gözden geçirerek, giderek kıtlaşan mali kaynakların kullanımında ülkenin döviz kazanma
kapasitesini arttıracak alanlara yönelmesi gerekmektedir. Ancak bugünlerde TL’nin hem nominal, hem de reel olarak değer
kazanması bu konuda da iyi bir performans gösterilemediğine işaret etmektedir. Kısa dönemde en azından bu durumun
tersine döndürülmesi ve TL’nin rekabetçi düzeylerde tutulması gerekmektedir.
Kendi kaynağını kendi yaratamayan bir ekonomide uygulanan enflasyon hedeflemesi tarzı bir para politikasının sürdürülebilirliği ekonomiye yönelik yabancı sermaye akımlarına ve süresine bağlıdır. Uluslararası piyasalarda Türkiye’nin durumu ve kredibilitesi 2000’li yılların başındakine göre çok daha kötü bir durumdadır ve bu kolay sermaye bulmayı zorlaştırmaktadır. Böyle bir ortamda yeni para politikasının sürdürülebilirliği bu süre zarfından sermaye akımlarının miktarına, ihracatımızın göstereceği performansa ve turizm gelirlerimizin seyrine bağlı olacaktır.
Son olarak başlıktaki sorunun cevabını vermek gerekirse, iktisadi karar alıcılarının ülkedeki harcamaların
önceliklerini değiştirmeden yeni para politikasının işleyişinde bir sorun olmayacaktır. Ancak ülkenin içinde bulunduğu siyasi konjonktürün yarattığı belirsizlikle içinde böyle siyasi maliyeti yüksek bir politikanın sürdürülebilirliği düşüktür.
Bugün AKP iktidarının mevcut para politikasından kısa sürede siyasi olarak
kullanabileceği birtakım olumlu sonuçlar elde etmeden bu politikanın tutarlı bir şekilde çok fazla sürdürülemeyeceğini
düşünmekteyim. Zaten şu ana kadarki parasal sıkılaştırma politikasının uygulamasında benimsenmiş olan temkinli yaklaşım böyle bir siyasi beklentinin yarattığı endişenin TCMB’nin yeni yönetiminde de olduğuna işaret etmektedir.
Kaynaklar
Bayar, A.A. ve Ö. Günçavdı (2021).
“Covid-19 Salgını Sonrasında, Gelir Dağılımında Sürdürülebilir Bir İyileşme İçin Makroekonomik İstikrar Şart”. İktisat ve Toplum.
Ocak. Yıl 11. Sayı 124. SS. 4-18.
Günçavdı, Ö. (2020). “Salgınla Mücadelede Piyasanın Artan Önemi ve Ekonominin Büyümeye Olan Bağımlılığı”. Salgın
Ekonomisi. Ömer Faruk Çolak (Der.). SS.251-288. Ankara: Efil Yayınevi.
TCMB (2021).2021.I Enflasyon Raporu. 28 Ocak. Ankara.
[https://www.tcmb.gov.tr/wps/
wcm/connect/3edd99f2-ffc6- 486f-98de-863ca6a63196/
SunumB28_01_2021.pdf?MOD=
AJPERES&CACHEID=ROOTW ORKSPACE-3edd99f2-ffc6-486f- 98de-863ca6a63196-nt83lyL]
Walsh, C. E. (2000). Monetary Theory and Policy. Cambridge, Massachusetts: The MIT Press.
Son Notlar
1. Bu olumlu gelişmelerin elde edilmesinde uluslararası konjonktürün etkisini ihmal etmemek gerekiyor.
Öncelikle ABD’deki başkanlık seçimi sonrasında Biden’ın seçilmesi uluslararası siyaset ve piyasalarda tahmin edilebilirlik açısından olumlu bir etki yaratarak ekonomik
66
İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125beklentilerde iyimserliğin yoğunlaşmasına yol açtı.
Ardından ABD’nin covid-19 salgınının mağduriyetlerini gidermek için açıkladığı 1,9 trilyon dolarlık harcama bütçesi ve uluslararası likiditenin artırılması dünya ekonomisinde en azından kısa dönemde bir sıkışıklığın yaşanmayacağının sinyalini verdi. Ardından aşı ile ilgili gelişmeler ile ülkelerin aşılama süreçlerini hızlandırmaları salgının kontrol altına alınması yönünde olumlu katkılarda bulunarak, dünya ekonomisinin canlanmasına önemli katkı sağlamıştır.
2. Bu dönem zarfında kurlardaki değişim oranı ile YP mevduatların TL değerindeki değişim oranları karşılaştırıldığında YP mevduatlardaki değişimin son aylarda kurdaki değişme oranından daha küçük olduğu görülmektedir. Bu da Grafik 5’de görülen azalmaların önemli bölümünün kur kaynaklı olduğu izlenimini doğurmaktadır.
Örneğin Aralık ayında dolar kuru %3,53 oranında azalırken, TL cinsinden YP mevduat %4,2 oranında artmıştır. İki oran arasındaki farka tekabül eden
%0,7 ise, dolar cinsinden YP mevduatlarda kurdan bağımsız bir azalmanın gerçekleştiğine
işaret etmektedir. Aynı nominal kur ocak ayında %4,4 azalırken, YP mevduatlarda ise %0,12 artış gerçekleşmiştir.
Bu da dolar cinsinde YP mevduatlarda kurdan bağımsız bir artış yaşandığına işaret etmektedir. Nihayet şubatta TL’nin %5,3 değer kazandığı görülmüştür. Buna karşılık TL cinsinden YP mevduatta %4,2 azalma yaşanmıştır. Bu da döviz cinsinden YP mevduatta kabaca %1,2 oranında bir artışın yaşandığına işaret etmektedir. Burada bahsi geçen değişim oranları ilgili TCMB veri dağıtım sisteminden elde edilen verilerden tarafımızca hesaplanmıştır.
3. Faiz haddi parite koşulundan beklenen kur seviyesi
Ee=E×[1+(RTL-R$)] şeklinde yazılabilir ve Grafik 7’deki dönem sonu beklenen kur seviyeleri faizlerin bir fonksiyonu olarak hesaplanabilir.
Bu ifadede E cari kur seviyesini, Ee dönem sonu beklenen kur seviyesini, RTL ve R$ ise sırasıyla TL ve $ cinsinden faizleri ifade etmektedir.
4. Ülkemizce Merkez Bankası fiyat istikrarını para politikasının yegâne amacı olarak belirlemiştir. Böyle tek amaçlı bir para politikasının
yaratacağı olumsuzlukların siyasiler bakımından tolere edilebilmesinde zaman zaman sıkıtı yaşanabilmektedir. Zira tek amaçlı para politikasının doğurduğu olumsuzluklara ödünleşmeyi (trade-off) sağlayacak ek amaçların da dikkate alınması başka ülkelerde uygun görülmüştür. Örneğin FED fiyat istikrarının yanında işsizliği de amaçları arasına almıştır. Bu şekilde para politikasının uygulanmasına ortaya çıkabilecek ters yönlü sonuçlar arasında bir ödünleşmenin yapılmasına imkân sağlanabilmektedir.
Bu şekilde siyasilerin kendi amaçları bakımından tek amaçlı politika uygulamalarında olduğu kapsamda ve şiddette olumsuzluklara maruz kalınmasının da önüne geçilebilmektedir. Ancak ülkemiz açısından bu mümkün değil. Temel neden yapısal olarak kurumsallaşmamış bir işgücü piyasasının var olması ve yüksek nüfus hareketliliği ve enformel yapılanmalar gibi nedenlerle bu piyasaya yönelik tahmin edilebilirliğin düşük olması.
Dahası işgücü piyasalarındaki bu yapısal sorunların çözümünün para politikasından ziyade yapısal birtakım politikalarla giderilebilir nitelikte olmasıdır.
Bir Gurmenin Kapitalizm Rehberi
Eric Holt-Giménez
Bir Gurmenin Kapitalizm Rehberi, gıda sisteminin değişiminin gerçek-leşebilmesi için ilk olarak ekonomik sistemin değişmesi gereğine vurgu yapıyor. Kamu, özel ve ortak mülkiyetin gıda sistemlerinin yapımında oynadığı birbiriyle ilişkili rolü inceliyor.
Beyaz olmayan, kadın ve yoksulların sömürülmesinin ortak kökenlerini analiz ederek, ataerkillik, ırkçılık ve sınıfçılığın gıda sistemindeki politik ekonomik geçmişine bakıyor. Bir Gurmenin Kapitalizm Rehberi, gıda sistemimiz hakkındaki gerçekleri gözler önüne seriyor…