• Sonuç bulunamadı

ALAK SÛRESİNİN TEFSİR GELENEĞİNDE DİL AÇISINDAN TEFSİRİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ALAK SÛRESİNİN TEFSİR GELENEĞİNDE DİL AÇISINDAN TEFSİRİ"

Copied!
44
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

İSTANBUL 29 MAYIS ÜNİVERSİTESİ

ULUSLARARASI İSLÂM VE DİN BİLİMLERİ FAKÜLTESİ

ALAK SÛRESİNİN TEFSİR GELENEĞİNDE DİL AÇISINDAN TEFSİRİ

LİSANS BİTİRME TEZİ

Muhammad Zameer KHAN

İSTANBUL 2020

(2)

2 T.C.

İSTANBUL 29 MAYIS ÜNİVERSİTESİ

ULUSLARARASI İSLÂM VE DİN BİLİMLERİ FAKÜLTESİ

ALAK SÛRESİNİN TEFSİR GELENEĞİNDE DİL AÇISINDAN TEFSİRİ

LİSANS BİTİRME TEZİ

Muhammad Zameer KHAN

DANIŞMAN

Doç. Dr. Mehmet Taha BOYALIK

İSTANBUL – 2020

(3)

ii

BEYAN

Bu tezin yazılmasında bilimsel ahlak kurallarına uyulduğunu, başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel normlara uygun olarak atıfta bulunulduğunu, kullanılan verilerde herhangi bir tahrifat yapılmadığını, tezin herhangi bir kısmının bu üniversite veya başka bir üniversitedeki başka bir tez çalışması olarak sunulmadığını beyan ederim.

Muhammad Zameer KHAN

20.06.2020

(4)

iii

ÖZET

Kur’an-ı Kerim Hz. Peygamber’e nazil olmuş kutsal bir kitap ve kendisine verilmiş en büyük mucizedir. Tefsir tarihi boyunca Kur’an-ı Kerim birçok yönden ele alınmıştır.

Apaçık bir Arapça ile nâzil olan Kur’an’ın Arap dili ve belagati açısından incelenmesi ve açıklanması müfessirlerin başlıca amaçlarından olmuştur. Çalışmada Alak suresi örneğinde belli başlı klasik tefsirlerdeki dilbilimsel açıklamalar kronolojik ve mukayeseli olarak incelenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Alak, Gördün mü, Hitab, Zemahşeri, Râzi

(5)

iv

ABSTRACT

The Holy Quran is a holy book that has been given to the Prophet and the greatest miracle given to him. The Quran has been handled in many ways throughout the Tafsir history. Analyzation and explanation of the Qur'an, which is an explicit Arabic, in terms of Arabic language and rhetoric has been one of the main aims of the interpreters. In this study, linguistic explanations of Alak Surah are analyzed chronologically and comparatively in the frame of major classical tafsirs.

Keywords: Alak, have you seen, Address, al-Zamakhshari, al-Razi

(6)

v

ÖNSÖZ

Hz. Peygamber’in irtihalinden sonra İslam toplumunun sınırları hızla gelişince farklı kültürlerle karşılaşılmış ve Kur’an-ı Kerim’in nâzil olduğu dil olan Arapça’nın zabtu rabt altına alınması önem arz etmiştir. Bu çerçevede dil âlimleri yoğun bir dilbilimsel çabanın içerisine girmişler ve kısa sürede nahiv ilmi tesis edilmiştir. Hicri ikinci asırda nahvin tesisini takip eden süreçte dilbilimsel tefsirler de verilmeye başlanmıştır.

Kur’an-ı Kerim’i dilbilimsel açıdan inceleyen tefsirlerin tefsir geleneğindeki yeri büyüktür. Bu tefsirlerde Kur’an âyetlerinin her bir birimi lügat, sarf ve nahiv gibi çeşitli açılardan incelenmiştir.

Bu çalışmada Alak suresinin tefsir geleneğinde dil açısından nasıl ele alındığı incelenmiştir. Çalışma dilbilimsel yönüyle öne çıkan başlıca tefsirler üzerinden sürdürüldü ve mukayeselere yer verildi.

Çalışma esnasında müfessirlerin Kur’an’ı tefsir ederken hangi konular üzerinde yoğunlaştıklarını yakından görme fırsatımız oldu ve bu konularda yazılan tefsirlerin önemini bir kez daha anlamış olduk.

Bu çalışmanın konusunu belirlemede ve tezin yazım sürecinde yardımlarını esirgemeyen danışman hocam Doç. Dr. Mehmet Taha BOYALIK’a; ve gerek lisans dönemi boyunca gerek tez yazma sürecinde bana yardım eden bütün hocalarıma ve arkadaşlarına şükranlarımı sunuyorum.

Muhammad Zameer KHAN

(7)

vi

İÇİNDEKİLER

BEYAN ... ii

ÖZET ... iii

ABSTRACT ... iv

ÖNSÖZ ... v

KISALTMALAR ... vii

GİRİŞ ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM ALAK SÛRESİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ

1. İsmi ve Âyet Sayısı ... 3

2. Nüzûl Sebebi ... 4

3. İlk İnen Âyetler ... 5

İKİNCİ BÖLÜM ALAK SÛRESİNİN MUHTEVASI VE İ’RÂBI

1.İlk Beş Âyet ... 9

1.1. Muhteva ... 9

1.2. İ’râb ... 12

2. Altı-Sekiz Âyetler ... 15

2.1. Muhteva ... 15

2.2. İ’râb ... 17

3. Dokuz-On Dört Âyetler ... 18

3.1. Muhteva ... 18

3.2. İ’râb ... 23

4. “Eraeyte” Hitaplarına Dair Görüşler ... 24

4.1. Birinci Hitab ... 24

4.2. İkinci Hitab ... 25

4.3. Üçüncü Hitab ... 26

5. On beş-On Dokuz Âyetler ... 27

5.1. Muhteva ... 27

5.2. İ’râb ... 30

SONUÇ ... 31

KAYNAKÇA ... 34

(8)

vii

KISALTMALAR

a.g.e. : Adı geçen eser

Hz. : Hazreti

s.a.v : Sallallahu Aleyhi ve sellem

DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi s. : Sayfa

(9)

1

GİRİŞ

Çalışmada Alak suresinin tefsir geleneğinde dil açısından nasıl ele alındığı ele alınacaktır. Çalışma iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Alak suresinin genel özelliklerinden bahsedilecektir. Bu özellikler, Alak suresinin ismi ve ayet sayısı, surenin sebeb-ı nüzulü ve ilk inen ayetler veya surenin hangisi olduğu gibi konuları içermektedir.

Bunlar incelenirken ulemanın zikredilen konular hakkındaki düşünceleri ve tartıştıkları meselelere de kısaca değinilecektir.

Bu çalışmanın asıl konusunu oluşturan ikinci bölümde ise, Alak suresinin muhtevası ve irabı incelenmiştir. Surenin muhtevasını ve irabını incelerken tefsirler üzerinden konuyla ilgili bilgiler verilerek bir bütünlük oluşturma çabasına girilmiştir. Bu bölümde bütün ayetler üzerinde tek tek durulmaya gayret edilmiş ve konuyla ilgili farklı görüşlerin değerlendirilmesi yapılmıştır.

Surede üç kere geçen “Gördün mü?” kelimesi üzerinde durulmaya özellikle çalışılmış ve burada hitabın Hz. Peygamber’e mi yoksa Ebu Cehil’e mi olduğu konusu tartışılmıştır. Konuyla ilgili âlimlerin görüşleri ve buna göre ayetlerin manalarına yer verilmiştir. Bu çalışmayla amaçlanan şey Alak suresinin dilbilimsel tefsiriyle ilgili malumatın derlenmesidir.

Çalışma yapılırken ve konular değerlendirilirken meşhur klasik tefsirlerden istifade edildi. Başta Taberi olmak üzere ez-Zemahşeri ve bu çizgide yazılan eserler ve er-Razi’nin tefsirinden çok istifade edildi ve nakillerde bulunuldu. İ’râbü’l Kur’an eserleri de i’râb konusunda çokça kullanıldı.

(10)

2

BİRİNCİ BÖLÜM

ALAK SÛRESİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ

(11)

3

1. İsmi ve Âyet Sayısı

Bu sûre, Mekke-i Mükerreme’de nâzil olmuştur. Alak Sûresi, Kur’ân-ı Kerîm’in doksan altıncı sûresidir. Adını ikinci âyetinde geçen “Alak” kelimesinden alan sûrenin âyet sayısı, on dokuzdur.1 Âyet sayısı konusunda bazı farklı görüşler vardır. Bazılarına göre 192 (müfessirlerin çoğu bu görüşte), bazılarına göre 203 ve bazılarına göre 18’dir.

Ama genel kabul 19 âyet olduğu yönündedir.

Müfessirlerin bazıları eserlerinde bu ihtilafa değinmiş ve konuyu şu şekilde özetlemişlerdir: Mekke ve Medine ehli’nin nezdinde âyet sayısı 20, Şam ehli’nin nezdinde 18, Kûfe ve Basra ehli ‘nin nezdinde 19’dur.4

Alak sûresi 72 kelime ve 270 harften oluşmaktadır. Diğer bir görüşe göre ise 92 kelime ve 280 harf ’tan oluşmaktadır.5

Alak (

قلع

) Pıhtılaşmış kan, kan pıhtısı manasındadır.6 Genellikle “kan pıhtısı”

diye açıklanan alakın, döllenmiş hücrenin ana rahminde tutunan, yani embriyon safhasından önceki halini ifade ettiğini söylemek mümkündür.7

Buna “İkra” sûresi de denilir. Mühim bir madde-i hayatiye olan Alak tabirini ve kıraat ile emr-i hâvi olduğu için kendisine bu iki ünvan verilmiştir.8

Bu sûre Sahabe ve Tabiin döneminde İkra’ sûresi adıyla meşhur olmuştur, ama Mushaf ve Tefsirlerin çoğunda, ayette geçen “Alak” kelimesinden dolayı Alak sûresi denilmiştir.9 Bu sûre “Kalem sûresi diye de isimlendirilmiştir10 ki bazı müfessirler tefsirlerinde bu sûreyi “Kalem sûresi” diye başlıklandırmışlardır.11

1 Ömer Nasuhi Bilmem, Kur’an’ı Kerim’in Türkçe Meâli Âlisi ve Tefsiri, VIII, 4063.

2 Nizâmeddin en-Nîsâbûrî, Garâ’ibü’l-kur’ân ve regâ’ibü’l-furkân, VI, 528. el-Kurtubî, el-Câmi’ li- Ahkâmi’l-Kur’ân, X, 105.

3 İbn Âdil, el-Lübâb fî ‘ulûmi’l-Kitâb, XX, 412.

4 Tabersî, Mecmau’l-Beyân, IX-X, 655. İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, XXX, 434. El-Âlûsî, Rûhu’l- Meânî, XXIX-XXX, 555.

5 Sa’lebi, el-Keşf ve’l-Beyân, X, 242. Hâzin Ali b. Muhammed, lübâbü’t-te’vil fî meâni’t-tenzil, IV, 432.

İbn Âdil, el-Lübâb fî ‘ulûmi’l-Kitâb, XX, 412. Nizâmeddin en-Nîsâbûrî, Garâ’ibü’l-kur’ân ve regâ’ibü’l- furkân, VI, 528.

6 Ziya Bilgiç, 114 Sûre İsimleri ve Anlamları, s. 258.

7 Işık, “Alak Sûresi” , DİA, II, 333.

8 Ömer Nasuhi Bilmem, Kur’an’ı Kerim’in Türkçe Meâli Âlisi ve Tefsiri, VIII, 4063.

9 İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, XXIX-XXX, 433

10 Ibnü’l-Cevzi Ebü’l-Ferec, Zâdü’l-mesîr fi ‘ilmi’t-tefsir, IX, 175.

11 İbn Atıyye, el-Muharrerü’l-Vecîz, VIII, 651. Mehmet Vehbi, Hulâsatü’l-beyan, XV, 6501.

(12)

4

2. Nüzûl Sebebi

Alak sûresinin ilk beş âyetinin nüzulü hakkında Buhârî ile Müslim’in Hz.

Âişe’den gelen rivayetlerine göre, Hz. Peygamber inzivaya çekilmeyi âdet edindiği Hira mağarasında iken, vahiy geldi.

Resûl-i Ekrem olayı şöyle anlatır: Melek gelip

أرقإ

yani “Oku” dedi. Ben de “Ben okuma bilmem” dedim. Bunun üzerine melek beni kolları arasına alıp kuvvetle sıktı;

sonra beni bırakıp yine “Oku!” dedi. Ben yine, “Okuma bilmem” dedim. Beni tekrar kolları arasına aldı, kuvvetle sıktı; sonra beni bırakıp “Oku!” diye tekrar etti. Ben yine

“Okuma bilmem” dedim. Üçüncü defa kolları arasına alıp daha kuvvetlice sıktıktan sonra bıraktı ve şöyle dedi: ‘Oku, yaratan rabbinin adıyla; insanı alaktan yaratan O’dur. Oku, rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğreten O’dur. İnsana bilmediğini öğreten O’dur.12

Alak suresinin iniş sebebini verdiğimiz ilk beş ayetle, onu takip eden ayetler arasında nüzul açısından, zaman farklılığı olduğu bir gerçektir. Bu farkı tam olarak tespit etmek mümkün görülmemektedir.13

Müfessirlerin büyük çoğunluğu, ittifakla ilk inen âyetlerin Alak sûresinin ilk beş âyeti olduğu görüşündedirler. Geri kalan ayetler de daha sonra Ebu Cehil hakkın nâzil olmuştur. Bu ayetler Ebu Cehil’in, Hz. Muhammed’i (s.a.v) namazdan menetmesi üzerine inmiştir. Ebu Cehil hakkında nâzil olan ayetlerin sebeb-i Nüzulü ile ilgili rivayet şu şekildedir:

Rivayet olunduğuna göre, Ebu Cehil şöyle demiştir: “Muhammed aranızda yüzünü yere sürüyor (namaz kılıyor) mu?” dedi. Onlar da “Evet” deyince o, “Kendisine yemin edilen zata yemin ederim ki, onu bu halde görürsem, boynuna basacağım” dedi.

Sonra Resûlullah (s.a.v)’ı namaz kılarken gördü ama yanına yaklaşamayıp gerisin geriye döndü. Onlar ona, “Ey Ebu’l-Hakem, sana ne oluyor, niçin böyle yaptın?” deyince,

“Benimle onun arasında ateş dolu bir çukur ve dehşetli bir manzara vardı” dedi.14

12 Buhârî, “Bed’ü’l-vahy”, 3; Müslim, “Îmân”, 252.

13 Mecit Karakış, Alak Sûresi Tefsiri, s. 109.

14 Buhârî, “Kitabü’t-Tefsir”, 1760. Müslim, “Kitab sifatu’l-Kıyameti ve’l-Cenneti ve’n-Nar”, 2797.

(13)

5

Bu ayetle kastedilenin daha önce bahsi geçen insanın olduğunu göstermektedir.

İşte bundan dolayı, âlimler ayetin Ebu Cehil hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.15

3. İlk İnen Âyetler

Alak Sûresi’nin Mekki sûrelerinden olduğu konusunda icmâ vardır;16 ancak onun Kur’an’ın ilk nâzil olan sûresi olduğu konusunda ihtilâf vardır.17 Sûyûtî bu konuda dört görüş zikreder. Birinci görüşe göre –ki kendisinin de tercih ettiği görüş- Alak sûresinin ilk beş ayeti Kur’an’ın ilk nâzil olan âyetleridir.18 Daha çok tercih edilen görüş de budur.19 İkinci görüş ilk nâzil olan sûrenin Müddessir sûresi olduğu yönündendir. Üçüncü görüş Fâtiha sûresi, bu görüşü ez-Zemahşeri, tefsirinde şöyle zikreder: İbn Abbas ve Mücahitten gelen rivayete göre ilk inen sûrenin İkra’ olduğu ancak Müfessirlerin çoğunun görüşü Fâtiha sûresinin ilk inen sûre olduğu cihetindedir.20 Dördüncü görüş Besmele’nin olduğu yönündedir.21

Müfessirlerin büyük çoğunluğu, ittifakla ilk inen âyetlerin Alak sûresinin ilk beş âyeti olduğu görüşündedirler.22 Bu görüşü de yukarda zikredilen rivayete dayandırmışlardır.

İlk nâzil olan sûrenin Müddessir sûresi olduğunu söyleyenler de Câbir b.

Abdullah’tan gelen rivayete dayanmışlar. Şöyle ki: Câbir b. Abdullah el-Ensârî (radıyallahu anhümâ)dan: ( O da hadîs-î sâbıkı rivayet edip) şöyle demiştir: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem fetret-i vahiyden bahsederken söz arasında buyurdu ki: “Ben (bir gün) yürürken birdenbire gökyüzü tarafından bir ses işittim. Başımı kaldırdım. Bir de baktım ki Hira’da bana gelen melek (yani Cebrâil aleyhi’s-selâm) sema ile arz arasında bir kürsü üzerinde oturmuş. Pek ziyade korktum. (Evime) dönüp, ‘Beni örtün, beni örtün’

15 Razi, Tefsir-i Kebir, XXIII, 265.

16 İbn Atıyye, el-Muharrerü’l-Vecîz, VIII, 651. Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, V, 467. İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t- Tenvîr, XXX, 433. El-Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, XXIX-XXX, 555. Ibnü’l-Cevzi Ebü’l-Ferec, Zâdü’l-mesîr fi

‘ilmi’t-tefsir, IX, 175.

17 Işık, “Alak Sûresi” , DİA, II, 333.

18 Sûyûtî, el-İtkân, I-II, 23. Sûyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, VI, 368.

19 Işık, “Alak Sûresi” , DİA, II, 333.

20 ez-Zemahşeri, el-Keşşaf, IV, 223.

21 Sûyûtî, el-İtkân, I-II, 24.

22 Hâzin Ali b. Muhammed, lübâbü’t-te’vil fî meâni’t-tenzil, IV, 432. İbn Âdil, el-Lübâb fî ‘ulûmi’l-Kitâb, XX, 413. el-Kurtubî, el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, X, 105. Muhammed Senâullah el-Osmani, Tefsiru’l- Mazhari, X, 277. Seyyid Kutub, Fî Zilâli’l-kur’an, X, 512.

(14)

6

dedim. Bunun üzerine Allah Teâlâ hazretleri

زجرلاو .رهطف كبايثو .بركف كبرو .رذنأف مق .رثدلما اهيأيا رجهاف

âyât-ı kerimesini inzâl etti artık vahiy kızıştı da ardı arası kesilmedi.23

Hz. Âişe ve Câbir b. Abdullah’tan gelen bu iki rivayet birbirine zıt gibi görünse de aslında zıt değiller. Vâhidî bu konuyla ilgili şöyle bir açıklama getirir: Câbir b.

Abdullah Hz. Peygamber’den olayın son kısmını duydu ve ilk inenin Müddessir sûresi olduğunu zannetti, ama öyle değil, İkra’ sûresinden sonra ilk inen Müddessirdir.24

Beyhakî “Delailü’n-nübüvve” adlı eserinde bu rivayetleri zikrettikten sonra şu açıklamayı yapar: Câbir b. Abdullah rivayetinde Müddessir sûresinin fetret-i vahiyden sonra indiğini söylüyor ve bundan da anlaşılıyor ki Müddessir sûresi İkra’dan sonra inmiştir.25

Sûyûtî konuyla ilgili bir kaç izah yapar. Der ki: Sorulan soru yani rivayette geçen Ebû Seleme İbnu Abdirrahmân, Câbir b. Abdullah’a ilk inen tam sûre hakkında soru sormuştu ve o da Müddessir sûresinin Alak sûresinin tamamından önce indiğini söylemişti, yoksa Alak sûresinin ilk beş âyeti Müddessir sûresinden önce inmişti. Ve bunu yukardaki rivayet de teyit eder. İkincisi, Câbir b. Abdullah’ın ilk inenden kastı mutlak olarak ilk inen değil, vahyin kesilmesinden sonra inen anlamında ilkti...26

ez-Zemahşeri’nin, İbn Abbas ve Mücahit’ten gelen rivayete göre ilk inen sûrenin İkra’ olduğu ancak Müfessirlerin çoğunun görüşü Fâtiha sûresinin ilk inen sûre olduğu cihetindedir görüşüne gelince, İbn Hacer el-Askalânî şu izahı yapar: ez-Zemahşeri’nin dediğinin aksine ulemâ’nın çoğu ilk görüşü tercih etmişlerdir. ez-Zemahşeri aslında ikinci görüşü tercih edenlerin ilk görüşü tercih edenlere göre sayıca çok da az olmadığını ifade etmek istemiştir.27

Fâtiha sûresinin ilk inen sûre olduğunu söyleyenlerin kullandıkları delil ise Beyhakî’nin “Delailü’n-nübüvve” adlı eserinde zikrettiği bir hadistir. Beyhakî, hadisle ilgili şöyle bir açıklamada bulunur: Şayet bu hadis “Mahfuz” ise, o zaman sûrenin nüzulü

23 Buhârî, “Bed’ü’l-vahy”, 4.

24 Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, 15.

25 Beyhakî, Delailü’n-nübüvve, II, 156.

26 Sûyûtî, el-İtkân, I-II, 24

27 İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî, XIII, 548.

(15)

7

hakkındaki bu haber Hz. Peygamber’e Alak ve Müddessir sûrelerinin nüzulünden sonra inme ihtimali vardır.28

Sûyûtî ise Beyhakî’nin eserinde yer verdiği hadisle ilgili der ki: Bu hadis Mürsel’dir, ravileri güvenilirdir.29

Besmele’nin ilk inen âyet olduğunu söyleyenlerin delili ise Vâhidî’nin zikrettiği hadistir. Buna göre Cebrâil’in Hz. Peygamber’e indirdiği ilk şey besmeledir.30 Sûyûti’ye göre bu görüş başlı başına bir görüş sayılmaz çünkü zorunlu olarak sûreyle birlikte besmele iniyor, o yüzden her hâlükârda ilk inen ayet olmuş oluyor.31

Konuyu özetlemek gerekirse şöyle denilebilir: Çoğunun tercih ettiği görüş ilk inen âyetlerin Alak sûresinin ilk beş âyeti yönündedir. Fetret-i vahiyden sonra ilk inen âyetlerin Müddessir sûresinin âyetleridir. İlk tam olarak inen sûre ise Fâtiha sûresidir.32

28 Beyhakî, Delailü’n-nübüvve, II, 159.

29 Sûyûtî, el-İtkân, I-II, 24.

30 Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, 20.

31 Sûyûtî, el-İtkân, I-II, 24.

32 Muhammed Senâullah el-Osmani, Tefsiru’l-Mazhari, X, 278.

(16)

8

İKİNCİ BÖLÜM

ALAK SÛRESİNİN MUHTEVASI VE İ’RÂBI

(17)

9

Alak suresi diğer surelerde olduğu gibi Allah’ın yüce kudretinin açıklanmasıdır.

Bunuda insanı uyuşmuş kandan yaratması ve sonra da insanı eğitmesiyle açıklıyor.

Surenin ismi ve içeriği arasındaki ilişkiye bakıldığında bu rahatlıkla görülebilir. İlk beş ayette insanın yaratılması ve kendisine Allah tarafından bilmediği şeylerin öğretilmesinden bahsedilir.

Altı-Sekiz ayetler arası insanın tabiatından ve insanın nasıl yaratanı unutup azgınlaştığından bahsediliyor. Şükretmesi gereken yerde -çünkü Allah kendisini yarattı sonra da bilmediklerini öğretti- azgınlaştı.

Dokuz-On dokuz ayetler arası da bu azgınlaşıp kötü işler yapan insanlara apaçık tehdit vardır ve Allah’ın bunların işlerinden haberdar olduğundan bahsediliyor.

Alak suresi okumayı emretmekle başlar ve secdeyle biter. Sanki Allah Teâlâ diyor ki: Kur’an’ı okumakla ve bana, namazda secde etmekle yaklaş.

1.İlk Beş Âyet

1.1. Muhteva

َقَلَخ ياذَّلا َكا بَر امْسابِ ْأَرْ قا قَلَع ْنام َناَسنالإا َقَلَخ (1)

(2) ْ قا مَرْكَلأا َكُّبَرَو ْأَر (3)

ْلابِ َمَّلَع ياذَّلا امَلَق

َمَّلَع (4)

ْمَلْعَ ي َْلَ اَم َناَسنالإا (5)

Daha önce de zikredildiği gibi bu ayetler Kur’an-ı Kerim’in ilk inen ayetleridir.

Sure “

أرقا

” kelimesiyle başlıyor, bundan maksat Resulullah’ın okuyucu olacağadır yani bundan önce okuma yazması olmayan Peygamber şimdi kitap okuyacak.33

Birinci ayetin anlamı ise şöyledir: Bu Kur’an’ı Rabbinin ismiyle oku yani yapacağın işi Allah’ın adını zikrederek başla. Diğer bir görüşe göre anlam şöyledir: Her surenin başında bulunan

“ميحرلا نحمرلا الله مسب

” ı okuyarak başla. Üçüncü görüşe göre ise şu

َقَلَخ ياذَّلا َكا بَر امْسابِ ْأَرْ قا

” sözcükleri oku.34

33 İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, XXIX-XXX, 433

34 İbn Atıyye, el-Muharrerü’l-Vecîz, VIII, 652.

(18)

10

Fahreddin er-Râzi, “

كبر مسب

” ifadesinin başındaki “ba” harf-i cer hakkında şu iki görüşün ileri sürüldüğünü söyler:

Birinci Görüş: Ebu Ubeyde, bunun zâid olduğunu ve mananın “Rabbinin adını oku” şeklinde olduğunu söylemiştir. Razi’ye göre bu görüş şu sebeplerden dolayı zayıftır:

1) Eğer bunun manası, “Rabbinin ismini an” olsaydı, o zaman Hz.

Peygamber’in, buna karşılık, “Ben okuma bilmiyorum” demesi güzel ve yerinde olmazdı.

Çünkü buna göre bu söz, “Ben Rabbimin ismini anmayacağım” manasına olurdu.

2) Bu manada, bu şekilde bir emir, Hz. Peygamber’e uygun düşmez. Çünkü Hz. Peygamber’in, zaten Allah’ın zikrinden başka işi yoktur. Binâenaleyh Cenâb-ı Hakk’ın ona, hep meşgul olduğu şeyle meşgul olmasını emretmesi, nasıl uygun olurdu.

3) Böyle değerlendirmede hiçbir fayda elde etmeksizin bâ harfini zayi etmek vardır.

İkici Görüş: Ayetteki, “Oku” ifadesi ile “Kur’an’ı oku” manası kastedilmiştir.

Çünkü “Okuma” (kıraat), ancak Kur’an hakkında kullanılır.35 Yukarda İbn Atıyye’nin saydığı görüşlere ek olarak bunlarda sayılabilir.

َقَلَخ

” için meful zikredilmedi. Bu da şu şekilde olabilir: Meful takdir edilmedi çünkü bundan murat yaratılışın kendisi sebebiyle gerçekleştiği ve kendisinden başka yaratıcı olmadığını veya şöyle takdir edilebilir: Her şeyi yaratan o, bu şekilde bütün yaratılanları içermiş olur.36

ناسنلإا قلخ

” yaratılanlar arasında insanın özellikle tahsis edilmesi, Kur’an’ın kendisine indirilmesi ve onun yeryüzündeki en şerefli varlık olmasından dolayıdır.37 Ebussuud Efendi bu ayetin tefsirinde şöyle der: İnsan mahlûkatın cümlesinden eşref olduğuna ve Kur’an-ı Kerim’in kıraatiyle muhatap ancak insan olduğuna işaret ve şanına ta’zim için mutlak yaratmadan sonra ayrıca insanın yaratılması zikrolunmuştur.38

35 Razi, Tefsir-i Kebir, XXIII, 253-254.

36 ez-Zemahşeri, el-Keşşaf, IV, 223.

37 a.g.e.

38 Ebussuud Efendi, irşâdü’l-Akli’s-Selim, IX, 177.

(19)

11

قلع نم

” Cenâb-ı Hak, çoğul sığasıyla buyurmuştur. Zire, “İnsan” sözü de, lafzen müfret, mana bakımından ise, çoğuldur.39 Bu yüzden müfret olan “

ةقلع

” değilde çoğul olan “

قلع

”kullanıldı.

مَرْكَلأا َكُّبَرَو ْأَرْ قا

” Fahreddin er-Razi bu ayetle ilgili şöyle der: Birinci “

أرقا

” namaza,

ikinci “

أرقا

” namazın haricine aittir.40 Buna göre manâ-yı nazım: ]Ey Resul-ü Muazzam!

Sen Kur’an’ı namazda okuduğun gibi namazın haricinde dahi kıraat et[ demektir. Şu halde gerek namazda ve gerek hariçte tilavet-i Kur’an’ın lüzumuna bu ayet delalet eder.41

مَرْكَلأا

”; Zemahşeri şöyle der: “Kerem sahiplerine karşı kereminin çokluğu hususunda kemal ona aittir. Kullarına nimetleri ihsan etmektedir. Onlara karşı hilm ile muamele etmektedir. Dolayısıyla onların inkârları ve nimetlerine karşı nankörlükleri sebebiyle derhal cezalandırmamaktadır. Sanki ilmi faydaları ifade etmek suretiyle yapılan keremin ötesinde, hiçbir kerem yoktur manasına şöyle buyurmuştur.”42

İbn Atıyye, bu ayetle ilgili şu güzel açıklamada bulunur ve derki: Sanki Allah Teâlâ diyor ki: Emrettiğim şeyi yap, rabbin diğer rabler gibi değil, o, kendisi noksanlardan uzak en cömert olandır çünkü sana yardım ediyor ve seni destekliyor.43

ملعي لَ ام ناسنلإا ملع ،ملقلبِ ملع يذلا

”; Kendisinde büyük fayda olduğu için yazı ilminin faziletine dikkat çekti. İlimlerin tedvini, hükümlerin kayıt altına alınışı, öncekilerin haberlerinin ve Allah’ın (cc) indirdiği kitapların zaptı ancak yazıyla olmuştur. O olmasaydı din ve dünya işleri yolunda gitmezdi. Allah’ın (cc) hikmetinin önceliğine kalem ve yazının işinden başka bir delil olmasaydı bu bile yeterdi. Onun, kullarına bilmediklerini öğretmesi ve onların cehalet karanlıklarından ilim nuruna nakletmesi onun kereminin kemaline delalet etmektedir.44

39 Razi, Tefsir-i Kebir, XXIII, 257.

40 a.g.e.

41 Mehmet Vehbi, Hulâsatü’l-beyan, XV, 6503.

42 ez-Zemahşeri, el-Keşşaf, IV, 223.

43 İbn Atıyye, el-Muharrerü’l-Vecîz, VIII, 653.

44 ez-Zemahşeri, el-Keşşaf, IV, 223.

(20)

12

ملقلبِ ملع

”; kalemle öğretme konusunda şu iki izah yapılmıştır:

1) “Kalem” sözü ile kendisi sebebiyle, gaib şeylerin bilinip öğrenildiği yazma işi kastedilmiş, “Kalem” ise, bu yazma işinden kinaye olarak getirilmiştir.

2) İnsanın yazmayı “Kalem”le öğretmesi kastedilmiştir. Bu iki görüş, birbirine yakındır; zira ayetin gayesi, yazmanın faziletli bir şey olduğuna dikkat çekmektedir.45

Cenâb-ı Hak kendisini, önce, “insanı bir ‘alak’dan yaratmış olmakla tavsif etmiş, ikinci olarak da, kendisini, “kalemle öğreten” olmakla nitelemiştir. Hâlbuki zahiren bu iki şey arasında bir münasebet yoktur. Ancak ne var ki, gerçek şudur: İnsanın hallerinin ilki ve başlangıcı, onun, bir “ ‘alaka” olmasıdır… Hallerinin sonu ise, nesnelerin hakikatlerini bilir bir duruma erişmeleridir ki, işte bu, mahlûkatta bulunması gereken mertebelerin en kıymetlisidir. Buna göre Cenâb-ı Hak adeta, “Sen bu en düşük mertebeden en üst mertebeye geçtin.46

1.2. İ’râb

Kur’an ayetlerinin i’râbını bilmek, onların manasını anlamada büyük rol oynamaktadır. Ne var ki, ayetleri tefsir ederken gramer konularına fazlasıyla girmek, ayetlerin manalarını anlamadaki akıcılığı giderir. Bundan dolayı, gramer konuların derinliğine inmeden ayetlerin kısaca i’râbı verilmeye çalışılmıştır.

1. Âyet:

َقَلَخ ياذَّلا َكا بَر امْسابِ ْأَرْ قا

ْأَرقا

” kelimesi: Emir fiil, sükûn üzere mebnidir yani Emr olduğundan meczumdur.

Faili gizlidir takdiri ise “

تنأ

” dir.47

مسبِ

” Câr ve Mecrûr olan kelimedeki “

ب

” nın manası için değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüşlerin bazıları yukarda zikredildi. Burada kısaca tekrar özetleyelim:

45 Razi, Tefsir-i Kebir, XXIII, 259.

46 a.g.e.

47 Muhiyiddin ed-Derviş, İ’râbü’l-Kur’ani’l Kerim ve Beyanuhû, X, 529.

(21)

13

1. Zâid olduğunu söyleyenler olmuştur. Buna göre mana şöyledir: “

مسا أرقا كبر

” Rabbinin adını oku. Bu görüş hakkında yukarda er-Razi’nin tefsirinde zikrettiği görüşleri tafsilatlı bir şekilde zikredildi.

2. Her işin başlangıcında Allah’ın ismini zikretmenin gerekliliğini tenbih için olduğunu söyleyenler olmuştur.48

3. İstiâ’ne (yardım talebi) için olduğunu söyleyen olmuştur.49 4. Mülazemet manasında olduğu söylenmiştir.50

5. “Bâ”nın “

ىلع

” manasında olduğu da söylenmiştir. Buna göre anlam şöyledir:

كبر مسا ىلع أرقا.

51

Bu görüş Ahfeşin görüşüdür.52

أرقا

” fiilinin mef’ûlu zikredilmemiştir. Buna sebep olarak 2 ihtimal zikredilmiştir.

a. “

أرقا

” fiili Lâzımî (geçişsiz) fiil konumundadır. Yani mef’ûla ihtiyacı olmayıp takdiri şöyledir: “

ةءارقلا دجوأ

b. Mef’ûl belli olduğu için, hazf edilmiştir. Mana şöyledir: “

كيلع هيقلنس ام أرقا”

Kur’an’dan sana vahy edeceklerimizi oku”.53

2. Âyet:

قلخ

fiili için de birkaç görüş mevcuttur:

a. Lâzım kabul edilerek mef’ûle ihtiyaç kalmamıştır. Mana: (

هنم لصح يذلا قللخا

) şeklindedir.

48 a.g.e.

49 Burhaneddin es-Sefakisi, el-Mücid fi i’râbi’l-Kur’ani’l-Mecid, 182. İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, XXX, 436.

50 Muhammed el-Kaysî, Müşkilü i’râbü’l-Kur’an, s. 829.

51 İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, XXX, 436.

52 Burhaneddin es-Sefakisi, el-Mücid fi i’râbi’l-Kur’ani’l-Mecid, 182.

53 İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, XXX, 436.

(22)

14

b. Müteaddi olup mef’ûlü takdir edilmiştir. Buna göre mana, (

قلاخ هناحبس هنأ ءيش لك

) şeklindedir.54

3. Âyet: “

مركلأا كبرو أرقا

أرقا

” emir fiilidir, birinci “

أرقا

”dan te’kid ve “

و

” ise vav’ı istinafiyedir.55

مركلأا كبرو

cümlesi,

أرقا

kelimesinde gizli olan (muhatap) zamirinden Hâl’dir.56

4. Âyet: “

ملقلبِ ملع يذلا

Âyette geçen “

ملع

” fiili için iki takdir vardır.

a.

ملع

fiili iki mef’ûl almaktadır. Bu iki mef’ûl mahzuftur. Mana şöyledir:

ملقلبِ طلخا ناسنلإا ملع.”

57

b. Fiil, lazım bir fiil olup mef’ûl takdir etmeye gerek yoktur.58 5. Âyet: “

ملعي لَ ام ناسنلإا ملع”

Âyetin tümü kendisinden önce geçen “

ملقلبِ ملع

” (4. âyetten) “Bedel”dir.59 Veya te’kid veya haberdir.60

54 Mecit Karakış, Alak Sûresi Tefsiri, 66.

55 Muhiyiddin ed-Derviş, İ’râbü’l-Kur’ani’l Kerim ve Beyanuhû, X, 529.

56 Muhammed el-Kaysî, Müşkilü i’râbü’l-Kur’an, s. 829.

57 Muhiyiddin ed-Derviş, İ’râbü’l-Kur’ani’l Kerim ve Beyanuhû, X, 529.

58 Mecit Karakış, Alak Sûresi Tefsiri, 66.

59 El-Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, XXIX-XXX, 559.

60 Muhiyiddin ed-Derviş, İ’râbü’l-Kur’ani’l Kerim ve Beyanuhû, X, 529.

(23)

15

2. Altı-Sekiz Âyetler

2.1. Muhteva

ىَغْطَيَل َناَسنالإا َّناإ َّلاَك َنْغَ تْسا هآَّر نَأ (6)

(7) َكا بَر َلَاإ َّناإ ىَعْجُّرلا

(8)

Bu ayetler, insanın tabiatından ve insanın nasıl yaratanı unutup azgınlaştığından bahsediyor. Bu ve bundan sonraki ayetler Ebu Cehil hakkında nâzil olmuştur.61

Seyyid Kutub, bu ayetlerle ilgili şöyle der: “İnsanı yaratan ona ihsanda bulunan ve öğreten Allah olduğu gibi, ona veren ve onu zengin eden de yüce Allah’tır. Fakat insanoğlu genellikle, - genellikle diyoruz çünkü bu yargımızdan sadece Allah’ın imanlarını koruduğu kimseler hariçtir- kendisine verilip de zengin olunca şükretmez, kendisini zengin eden kaynağı tanımaz, oysa kendisini yaratan ve öğreten arkasından da rızkını veren bu kaynaktır. İnsan ise bunlara karşılık Allah’ı tanıması ve şükretmesi gerekirken azmış, günaha dalmış, şımarmış ve böbürlenmiştir.62

لاك

”: Ayetin başındaki “

لاك

” ifadesi hususunda şu izahlar yapılabilir:

1)

لاك

“sakın” sözü, Allah’ın (cc), üzerindeki nimetini azgınlığıyla inkar eden kişiye mendir.63

2) Mukâtil de şöyle der: “Bu ayetin manası, “Hayır, insan, kendisini “ ‘alaka”dan yaratanın, cahil iken onu âlim yapanın Allah olduğunu bilmemektedir. Çünkü insan zenginleşince, azıyor, tekebbür ediyor ve kalben, dünya ve sevgisine iyice dalıyor, böylece de bu durumlar hakkında tefekkür edemiyor ve bunlar hakkında düşünemiyor.

3) Sahibu-n Nazm olan el-Cürcâni de şunu zikretmektedir: “Buradaki “

لاك

اقح

“gerçekten” anlamındadır. Zira bu ifadeden ne önce, ne de sonra,

لاك

’nın kendisi için cevap teşkil edeceği herhangi bir şey yoktur…64

61 El-Vâhidî, el-Vasit fi Tefsiri’l-Kur’ani’l-Mecid, IV, 528.

62 Seyyid Kutub, Fî Zilâli’l-kur’an, X, 521.

63 ez-Zemahşeri, el-Keşşaf, IV, 224.

64 Razi, Tefsir-i Kebir, XXIII, 262.

(24)

16

ناسنلإا نإ

”: Bu kelimeyle ilgili er-Razi şu meseleleri zikreder:

1) Müfessirlerin çoğu, buradaki “insan” sözü ile tek bir insanın kastedildiğini, bunun ise Ebu Cehil olduğunu söylemektedirler.

2) Bu ayette geçen, “insan” sözüyle, tüm insanlar kastedilmiştir. Birinci görüş, rivayetler nazar-ı dikkate alınınca, her ne kadar daha açık ise de, ancak ne var ki bu görüş, ayetin zahiri açısından doğruya daha yakındır.65

ىغطيل

”: “Tuğyan”, tekebbür ve temerrüddür. Râzi bu ayetin tefsirini yaparken

“Lamın” tekid için olduğunu söyler ve bu konuyla ilgili birkaç yorumda bulunur ve örnekler verir. Yorumda Firavun ve Ebu Cehil karşılaştırmasını yapar. İkisi de Kur’an-ı Kerim’de azgınlardan sayılmaktadır. Ne var ki, Firavun ’un azgınlığını bildiren ayette böylesine bir tekid lamı kullanılmamıştır. “

ىغط هنإ

” ibaresi kullanılmıştır. Firavun, başlangıçta Hz. Musa’ya ihsanda bulunmuş, sonunda da “Amentü” demiştir. Ama Ebu Cehil azgınlıkta Firavunu bile geride bırakmıştır. Onun için onun azgınlığını bildiren kelimenin başında “lam” tekidi kullanılmıştır. Ebu Cehil, Hz. Peygamberin fiilini yadırgayınca, Allah, resulünü teselli etmek için zikretti.66

هآر نأ

”: “kendisini…” nefisini. Ef’ali Kulub’de “

نيتملعو نيتيأر

” _ “kendimi gördüm, kendimi buldum” denir. Görmenin manası bilmektir. Eğer gözle görmek manasında olsaydı onun fiilinde iki zamir (fail ve mef’ûl zamiri) bir araya gelmezdi.67 Ahfeş, ayetin takdirinin,

هآرنلا

şeklinde olduğunu söylemektedir. Buna göre bu demektir ki, ayetin başından bir lâm hazfedilmiştir. Ve bu tıpkı, “Sizler kendinizi zengin gördüğünüz için azıyorsunuz…” denilmesi gibidir.68

نغتسا

”_ “yeterli gördü” kelimesi “

ىأر

” fiilinden ikinci mef’ûldur.69 Ayetteki,

نغتسا

ifadesi hususunda şu iki izahta bulunur er-Râzi:

65 Razi, Tefsir-i Kebir, XXIII, 261.

66 a.g.e.

67 ez-Zemahşeri, el-Keşşaf, IV, 224.

68 Razi, Tefsir-i Kebir, XXIII, 263.

69 ez-Zemahşeri, el-Keşşaf, IV, 224.

(25)

17

a) “Malı sebebiyle Rabbinden müstağni oldu… “Buna göre, bu ayetten kastedilen mana, mutlak anlamda insan değildir. Çünkü bazı insanlar zengin olmasına rağmen, bu onların tevazuuna tevazu katar. Râzi, burada Hz. Süleyman (a.s) ve Abdurrahman İbn Avf örneğini verir.

b)

نغتسا

fiilindeki sin, talep gibidir. Buna göre mana, “İnsan, Allah’ın kendisine vermesiyle ve muvaffak kılmasıyla değil de kendi çabasıyla her şeyi elde ettiği için kendisini müstağni addeder…70

ىَعْجُّرلا َكا بَر َلَاإ َّناإ

”: (Ey insan!) Şüphesiz ki dönüş(ün) ancak Rabbinedir. Bu ayette insan için, iltifat yoluyla azgınlığın akıbetine karşı tehdit vardır.

ىعجرلا

dönüş manasında mastardır. Yani; “Senin dönüşün Rabbinedir. Dönüşünde de O seni azgınlığına karşı cezalandıracaktır”, demektir.71 Yani sanki insanı, tuğyanın neticesinden sakındırmak için iltifat üslubuyla, insana yönelik bir sözdür.72

Ayetin ne demek olduğu hususunda kısaca şu iki izah yapılabilir:

1) İnsan taatının mükâfatını ve inat, azgınlık ve kibrinin cezasını görecektir…

2) Allah Teâlâ insanı yeniden noksanlığa, fakirliğe ve ölüme döndürür. Bu tıpkı onu noksanlıktan mükemmelliğe döndürmesi gibidir.73

2.2. İ’râb

6. Âyet:

ىَغْطَيَل َناَسنالإا َّناإ َّلاَك

لاك

caydırma edatı veya diğer bir görüşe göre burada

اقح

anlamında kullanılmıştır.

Lâm te’kid içindir.

ىغطي

fiili muzaridir.74

7.

Âyet:

نغتسا هآر نأ

70 Razi, Tefsir-i Kebir, XXIII, 263.

71 en-Nesefi, Medârikü’t-Tenzil, X, 677.

72 Razi, Tefsir-i Kebir, XXIII, 264.

73 a.g.e.

74 İbn Hâleveyh, İ’râb-u Selâsîne Sûre mine’l-Kur’an’l-Kerim, s. 137.

(26)

18

Bu ayette geçen

نأ

“Nâsibe” olup, kendisinden sonra gelen filli muzariyi nasb eder. Ancak fiil, mazi olduğu için amel etmemiştir.75

Ayetteki “

ىأر

”, “bilmek, zannetmek” manasındadır.76 Sonundaki zamir, insana râcidir.77 Bu ayet önceki ayetin sonunda geçen “

ىغطي

” kelimesi için mef’ûl-u lehtir. Mana ise şu şekildedir: …

هآر نلأ ىغطي

78 Diğer bir görüşe göre mef’ûl min ecli’dir.79

8. Âyet:

ىَعْجُّرلا َكا بَر َلَاإ َّناإ

نإ

nasb harfidir. “

ىعجرلا

” i nasb etmiştir.

لَإ

harfi cerdir, “

كبر

” kelimesini cer etmiştir.80 Diğer bir görüşe göre, “

نإ

” fiile benzeyen harftir. Buna göre, “

كبر لَإ

mukaddem olan

نإ

’nin haberdir.

ىعجرلا

ise

نإ

’nin muahhar ismidir.81

3. Dokuz-On Dört Âyetler

3.1. Muhteva

ىَهْ نَ ي ياذَّلا َتْيَأَرَأ ىَّلَص اَذاإ اًدْبَع (9)

(10) َلَع َناَك ناإ َتْيَأَرَأ ىَد ْلْا ى

(11) ىَوْقَّ تلابِ َرَمَأ ْوَأ (12)

َتْيَأَرَأ َبَّذَك ناإ

َّلََوَ تَو (13) ىَرَ ي ََّللَّا َّنَابِ ْمَلْعَ ي َْلََأ (14)

Müfessirlerin büyük çoğunluğu, ittifakla ilk inen âyetlerin Alak sûresinin ilk beş âyeti olduğu görüşündedirler. Geri kalan ayetler de daha sonra Ebu Cehil hakkında nâzil olmuştur. Bu ayetler Ebu Cehil’in, Hz. Muhammed’i namazdan menetmesi üzerine inmiştir.

75 a.g.e.

76 Burhaneddin es-Sefakisi, el-Mücid fi i’râbi’l-Kur’ani’l-Mecid, 183.

77 İbn Hâleveyh, İ’râb-u Selâsîne Sûre mine’l-Kur’an’l-Kerim, s. 137.

78 Burhaneddin es-Sefakisi, el-Mücid fi i’râbi’l-Kur’ani’l-Mecid, 183.

79 Muhammed el-Kaysî, Müşkilü i’râbü’l-Kur’an, s. 829.

80 İbn Hâleveyh, İ’râb-u Selâsîne Sûre mine’l-Kur’an’l-Kerim, s. 138.

81 Muhiyiddin ed-Derviş, İ’râbü’l-Kur’ani’l Kerim ve Beyanuhû, X, 523-531.

(27)

19

ىلص اذإ ادبع ىهني يذلا تيأرأ

: Bu ayette hitab Resul’edir. Ayette menedenin Ebu Cehil ve namaz kılanın ise Hz. Muhammed olduğu konusunda ulema arasında ihtilaf yoktur.82

Ayet, her ne kadar Ebu Cehil hakkında inmiş ise de, Müslümanları namazdan alıkoyan herkesi kapsamaktadır.83

تيأرأ

”: “Gördün mü sen” ifadesi, taaccüb üslubuyla, Hz. Muhammed’e yapılmış

bir hitabtır. Bunun içeriği hakkında Râzi şu yorumlarda bulunur ve taaccüb sebeplerini şu şekilde sıralar:

1) Hz. Muhammed, “Allahım, İslam’ı iki Ömer’den biri vasıtasıyla güçlendir” diye dua etmiştir. Buna göre, Hak Teâlâ Hz. Peygamber’e sanki “Sen, İslam’ın bununla güçleneceğini sanıyordun. Namaz kılana engel olan böyle birisi ile İslam güçlenir mi?”

demek istemiştir.

2) Ebu Cehil’in lakabı, Ebu’l-Hakem’dir. Buna göre Hak Teâlâ sanki “Rablerine ibadetten kulları alıkoyan birisine böylesi bir lakab uygun düşer mi? Rahman’a taattan yüz çevirip de, putlara secde eden, hikmetle nitelenebilir mi?” demek istemiştir.

3) Bu ahmak, bir takım emirler verip, bir takım yasaklar koyuyor, kendisi Yaratıcı ve rab olmadığı halde, başlarının kendisine itaat etmesinin farz olduğuna inanıyor, sonra da gerçek Rabbe ve Yaratıcıya taattan nehyediyor. Böylesi bir kimse ahmaklığın doruk noktasında değil midir?84

تيأرأ

nın manası: Gerek bir mef’ûl, gerek iki mef’ûl alan

تيأرأ

, “baksana, haber

ver” gibi manaları kapsamaktadır.

Ayetteki soru edatından maksat, gerçekten soru ve haber alma olmayıp sorulan duruma dikkati çekmekle bir kınama, azarlama veya şaşırtma için kullanılmıştır.85

İstifhamın, taaccüb olarak kullanılması Mecaz-ı Mürsel’dir ve bunun örnekleri Kur’an-ı Kerim’de çoktur.86

82 İbn Atıyye, el-Muharrerü’l-Vecîz, VIII, 654. Ebu Hayyan, Bahru’l-Muhit, VIII, 493.

83 Razi, Tefsir-i Kebir, XXIII, 265.

84 a.g.e.

85 Elmalı, Hak Dini Kur’an Dili, IX, 166.

86 İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, XXX, 447.

(28)

20

ىهني يذلا:

Daha önce de zikredildiği gibi meneden kişiden kasıt Ebu Cehildir ve bu konuda ittifak vardır.87

ىهني يذلا

” sözü şart cümlesiyle birlikte “

تيأرأ

” nin iki mef’uludur. Şartın cevabı hazfedilmiştir. Takdiri: “

ىري الله نبِ ملعي لَأ ىوقتلبِ رمأ وأ ىدلْا ىلع ناك نإ

” _ “Ya o doğru yolda ise takvayı emrettiyse o (adam) Allah’ın görüp durduğunu hiç bilmemiş mi? şeklindedir.

İkinci şartın cevabında zikredilişinin delaletinden dolayı hazfedilmiştir. Bu, senin “

نإ نيمركتأ كتمركأ

” _ “Eğer sana ikram edersem, sen de bana ikram eder misin? Sözünde olduğu gibidir.88

دبع

”: Abd (kul) kelimesi nekire olarak zikredilmiştir. Bu konuda Râzi şu yorumlarda bulunur:

“Cenâb-ı Hak burada, “Bir kulu namaz kılarken men edecek...” buyurmuş da,

“Seni namaz kılarken…” dememiştir. Burada şu incelikler vardır:

1) “Abd” (kul) kelimesinin nekire (belirsiz) getirilişi, her şeyden önce bu kulun, kullukta mükemmel olduğunu ifade eder. Buna göre, Hak Teâlâ sanki “O, âlemin, açıklamaya, kulluktaki ihsanı anlatmaya gücü yetmeyecek bir kuldur” demek istemiştir.

2) Ayetteki bu ifade, namaz kılmaya mani olan için daha ileri bir zemmi (kınamayı) gösterir. Çünkü mana, “Bu iş, onun âdeti ve tutumudur. Bu şekilde gördüğü herkesi engeller” şeklindedir.

3) Bu namazı nehyeden herkes için ilahi korkutma ve tehdit ifadesidir.

4) Bu, “Ebu Cehil, Muhammed bana secde etmezse, bundan başka bana secde edecek kimseler bulamayacağımı mı sanır? Çünkü Muhammed tek bir kuldur. Hâlbuki benim, sayılarını ancak benim bilebileceğim mukarreb meleklerim vardır ki onlar hep namazda ve tesbihtedirler” demektir.

87 a.g.e.

88 en-Nesefi, Medârikü’t-Tenzil, X, 678.

(29)

21

5) Bu, Hz. Peygamber (s.a.v)’in şanını yücelten bir ifadedir. Çünkü ayetteki bu “bir kul” ifadesi, “Nekire olarak zikredilmesine rağmen o, maruftur, marifedir”

manasındadır.89

“يدلْا ىلع ناك نإ تيأرأ

”: İkinci “

تيأرأ

” _ “gördün mü” sözü mükerrerdir. Tekid içindir. Zait kılınmıştır.90

تيأرأ

” _ “gördün mü” ifadesinin muhatabı kimdir? Bu hususta Râzi, iki görüş zikreder:

Birinci Görüş: Bu Hz. Peygamber (s.a.v)’e yapılan bir hitaptır. Delili ise, hem birincinin yani “

ىَهْ نَ ي ياذَّلا َتْيَأَرَأ

” ifadesinin, hem de üçüncünün yani “

َّلََوَ تَو َبَّذَك ن اإ َتْيَأَرَأ

ifadesinin Hz. Peygamber (s.a.v)’e yapılmış bir hitap olmasıdır. Şimdi biz, bu ikisinin ortasındakinin Hz. Peygamber’den başkasına hitap olduğunu söylersek, söz, güzel olan nazmını kaybetmiş olur… Buna göre Hak Teâlâ sanki “De bakayım, eğer o kul hidayet üzere ve kendi vazifesiyle meşgul ise, akıllı ve zengin olduğu için o kâfire böyle yapmak uygun düşer mi?, Şimdi o dini, hidayet ve takvayı emretme yolunu tercih etmiş ise, bu o, kâfir için Allah’a küfretmekten ve ona ibadetten nehyetmekten daha hayırlı olmaz mıydı?

Demek istemiştir. Bu da, “O nasıl bu yüksek dereceleri kaçırıp da âdi ve alçak derecelerle yetinişine hayıflasın” demektir.

İkinci Görüş: Bu hitap, o kâfiredir. Çünkü Allah Teâlâ zalimi de mazlumu da görür; adeta iki kul arasında duran bir efendidir ve huzurunda hem davalı hem davacının bulunduğu bir hekim gibidir. Dolayısıyla bazen buna, bazen de berikine hitap etmektedir.

Binâenaleyh Hz. Peygamber’e, “Bir kulu namaz kılarken men edecek (adamı) gördün mü sen? Demiş, sonra da o kâfire dönerek, “Söyle bakayım ey kâfir, eğer (engellediğin) kişinin namazı bir hidayet, Allah’a çağırması da takvayı emir ise, buna rağmen bunu nasıl engellersin” demiştir.91

89 Razi, Tefsir-i Kebir, XXIII, 266.

90 ez-Zemahşeri, el-Keşşaf, IV, 224. en-Nesefi, Medârikü’t-Tenzil, X, 678.

91 Razi, Tefsir-i Kebir, XXIII, 267.

(30)

22

Yukarda zikrettiğimiz bu iki mana da ayete uygun düşmektedir. Ancak birinci görüş daha uygun gözükmektedir. Çünkü dokuzuncu ayette geçen birinci “

تيأرأ

” de

hitabın Resûl’e olduğu kesindir. Bu ayetten sonra zikredeceğimiz ayetteki hitap da, yalanlamak, yüz çevirmek Ebu Cehil’in vasfı olduğu için yine Resûl’edir. Birinci ve üçüncü

تيأرأ

deki hitabların Resûl’e ait olduğu kesinleşince arada kalan hitabı değiştirerek Ebu Cehil’e yöneltirsek ayetin akış düzeninin güzelliği bozmuş oluruz. “

رمأ

” lafzıyla nehyeden ve etrafa emirler dağıtan kişinin Ebu Cehil olması, hitabın Resûle olduğunun diğer bir delilidir.92

لَوتو بذك نإ تيأرأ

: Râzi, bu konuda da iki görüşün ileri sürüldüğünü söyler:

Birinci Görüş: Bu da, Hz. Muhammed (s.a.v)’e yapılmış bir hitabtır. Çünkü Allah Teâlâ’nın sûrenin başında zikrettiği deliller açık delillerdir ve herkes, bedîhî aklı ile bir kulu Rabbine kulluktan alıkoymanın yanlış bir iş ve açık bir akılsızlık olduğunu bilir.

Binâenaleyh bu delilleri yalanlayan, Mevla’sına kulluktan yüz çeviren, hatta başkalarını da Mevla’sına kulluktan engelleyen herkes, akl-ı selimi ile kendisinin yanlış yolda olduğunu ve bunu sırf bir inad yüzünden yaptığını bilir. Hak Teâlâ işte bundan ötürü Peygamberine, “Söyle bakalım ey Muhammed, eğer bu kâfir, bu apaçık delilleri yalanlıyor; yaratıcısına kulluktan yüz çeviriyor ise, bu aklı ile Allah’ın ondan bu kötü amellerin sadır olduğunu bildiğini kestiremiyor mu? Şimdi onun aklı, kendisine bu kötü işleri yapmaktan alıkoymuyor mu?” demek istemiştir.

İkinci Görüş: Bu, o kâfir (bu Cehil’e) bir hitabtır ve “Ey kâfir, eğer Muhammed (faraza) yalancı ise ve yaratıcısına kulluktan yüz çeviriyor ise, o, Allah’ın kendisini gördüğünü, böylece de yaptığı bu şeylerden vazgeçmesi gerektiğini kestirmez mi ki, senin yasaklamana ihtiyaç hissetsin” manasındadır.93

Bu ikinci görüş,

ىري الله نبِ ملعي لَأ

Allah’ın gördüğünü bilmiyor mu? İfadesine uygun düşmemektedir. Resûl, müşriklerin dinini yalanlayıp, onlardan yüz çevirdiğine göre,

92 Mecit Karakış, Alak Sûresi Tefsiri, s. 108.

93 Razi, Tefsir-i Kebir, XXIII, 268.

(31)

23

Allah, bunun nesinden taaccüp edecektir. Ayetteki “yalanlama ve yüz çevirme” olayı, Ebu Cehil ve onun gibi azgın kâfirlerin vasfıdır.94

لَوتو بذك

: Bu ifadede Allah, Resulüne, kendisi her ne zaman İslam’a davet ederse Ebu Cehil’in kendisini yalanlayacağını haber verilmektedir.95

ىري الله نبِ ملعي لَأ

: Ayetin maksadı, kıyamet ve diriliş ile insanları tehdit ve ikaz etmektir. Bu ayet her ne kadar Ebu Cehil hakkında nazil olmuş ise de, Allah’a itaatten nehyeden herkes, bu tehdit konusunda onunla ortaktır.

Buna göre mana, “Allah Teâlâ, gökte ve yerde zerre miktarı şeylerin dahi bilgisi dışına çıkamayacağı bir âlimdir”.96

Ayette geçen istifham taaccüb manasını içermektedir. Azgın kişinin, Allah’ın kendini gördüğünü bilmemesi, gerçekten de hayret verici bir durumdur. Bu gerçeğe ulaşmak için bir çaba sarf etmeye de gerek yoktur. Bu gerçek gün ışığı gibi bilinen gerçeklerdendir. Nefes almamız, güneşin varlığı ne kadar gerçekse, Allah’u Teâlâ’nın insanları görmesi gözetmesi o kadar açık ve nettir.97

ىري

kelimesinin mef’ûlu mana olarak bütün mevcudatı kapsadığı için hazf edilmiştir. Yani “Allah’ın her şeyi gördüğünü bilmez mi o?” manasındadır.98

3.2. İ’râb

Muhteva kısmında ayetler açıklanırken, İ’râb konularından da biraz bahsedilmişti.

Şimdi burada birkaç kelime veya ayetin i’râbını vermekle yetinilecektir.

تيأرأ

: Birinci elif istifham lafzında takrir (pekiştirme) elifidir. “

ىأر

” mazi fiildir.

ت

” ise ref konumunda muhatab ismidir o da Hz. Muhammed (s.a.v)’dir.99

ىوقتلبِ رمأ وأ ىدلْا ىلع ناك نإ تيأرأ:

94 Mecit Karakış, Alak Sûresi Tefsiri, s. 107-108

95 İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, XXX, 449.

96 Razi, Tefsir-i Kebir, XXIII, 269.

97 Mecit Karakış, Alak Sûresi Tefsiri, s. 109.

98 İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, XXX, 449.

99 İbn Hâleveyh, İ’râb-u Selâsîne Sûre mine’l-Kur’an’l-Kerim, s. 138.

(32)

24

تيأرأ

nin iki mef’ûlu da ihtisar (kısaltma) için hazfedilmiştir. Şartiye için “İn”’in cevabı da mahzuftur. Mana şöyledir: “

اضيأ هاهنيأ

”- yine de onu alıkoyacak mıdır?”100

4. “Eraeyte” Hitaplarına Dair Görüşler

Bu surede üç kere

تيأرأ

kelimesi geçiyor. Müfessirler tefsirlerinde bununla ilgili birçok vecih beyan etmişlerdir. Bu başlık altında hitabın kime olduğu konusu kısaca ele alınacaktır. Hangi âlim ne demiş bunun değerlendirmesi yapmaya çalışılacaktır.

Hepsinin de aynı muhataba, yani hitab-ı hass ile Peygamber’e ve hitab-ı amm ile insana müteveccih olması kabil olduğu gibi tarafeyn beyninde bir muhakeme veya bir hitabet üslubuyla sağa, sola telvin-i hitab olmak da kabil ve daha manalıdır.101

Yukarda da zikredildiği gibi birinci ve üçüncü hitabın Hz. Muhammed’e olduğu konusunda neredeyse ittifak vardır. Asıl görüş ayrılığın yaşandığı konu ise, ikinci hitabın kime olduğu konusudur. Yukarda Râzi’den konuyla ilgili nakillerde bulunulmuştu, burada biraz daha detaylı bir şekilde isimler zikredilmeye çalışılacaktır.

4.1. Birinci Hitab

Bu, birincinin evvela Hazret-i Peygamber’e hitab olduğu zahirdir. Yukarda zikredilen rivayet göz önüne alındığında rahatlıkla ilk hitabın Hz. Muhammed (s.a.v)’e yapıldığı görülecektir. Çünkü rivayette Ebu Cehil, peygamberi namaz kılmaktan alıkoymaya çalışıyor ve bunun üzerine ayetler iniyor.

Müfessirlerin neredeyse hepsi ilgili rivayeti zikredip hitabın Hz. Muhammed’e olduğunu ya doğrudan söylemişlerdir ya da dolaylı olarak ayetin anlamını verirken. Bu müfessirlerden bazılarını yazmak gerekirse şöyle sıralayabiliriz: Taberi, Ebu’l Leys es- Semerkandi, ez-Zemahşeri, er-Razi, Beyzâvi, Nesefi, Mehmet Vehbi, Elmalılı, Said Havva102 vb.

100 İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, XXX, 450.

101 Elmalı, Hak Dini Kur’an Dili, IX, 166.

102 Said Havva, El-Esâs Fi’t-Tefsir, XVI, 291.

(33)

25 4.2. İkinci Hitab

Bu konuda iki görüşün mevcut olduğu söylenmişti. Şimdi bu görüşleri savunanların kimler olduğu zikredilecektir.

Taberi, Vâhidî, Begavi, Zemahşeri, Nesefi, Ebu Hayyan el-Endelüsi, Ebussuud Efendi, el-Âlûsî vb. gibi müfessirler hitabın kime olduğunu açıkça söylememekle beraber ayetleri tefsir ederken hitabın Hz. Muhammed’e olduğunu dolaylı olarak söylemişlerdir.

Fahreddin er-Râzi, bu konuda iki görüşün olduğunu zikreder. Hitabın Hz. Muhammed’e olduğu görüşü ilk zikrettiği için kendisinin de bu görüşte olduğu varsayılıyor. Her ne kadar hitabın Ebu Cehil’e olma ihtimali varsa da hitabın Resulullah’a olması bundan evvelki ve bundan sonraki ayetlere muvafık olduğu cihetle hitab Resulullah’adır.103

Beyzâvi’nin bu konuyla ilgili yaptığı yorum ve açıklama konuyu özetleme babından faydalı olacaktır. Kendisi er-Râzi gibi ayete iki farklı mana vererek bu konuda iki görüşün olduğunu dile getiriyor ve şöyle diyor:

“Yani, şöyle bir kimsenin durumunu bana söyle: Allahın kullarından birini namazdan alıkoymak istiyor. Böyle biri, kendi zannı üzere bu alıkoymada hidayet üzere ve putlara ibadet, emretmekte takva üzere mi olur? Yoksa senin dediğin gibi hakkı yalanlamış, doğrudan yüz çevirmiş mi olur? O, Allahın kendisini gördüğünü, Hidayet veya dalalet şeklindeki hallerine muttali olduğunu bilmiyor mu?

Ayete şöyle de mana verilebilir: Namaz kılan bir kulu bundan alıkoymaya çalışan kimseyi gördün mü? Hâlbuki o abd, hidayet üzere ve takvayı emreden biri. Onu alıkoymaya çalışan ise, yalanlayan ve yüz çeviren biri. Bundan daha hayret verici ne olabilir?

Denildi ki: ikinci “ne dersin” ifadesinde hitap kâfiredir. Çünkü anlatılan bu durumda Allahu Teâlâ, iki hasım arasında hüküm veren hâkim gibidir, birinde buna, diğerinde diğerine hitap etmektedir. Sanki şöyle demiştir: “Ey kâfir, söyle bakalım!

Alıkoyduğun bu kimsenin namazı bir hidayetse ve Allaha çağırması takvayı emreden bir durumsa, yine onu namazdan alıkoyar mısın?104

103 Mehmet Vehbi, Hulâsat-ül Beyan, XV, 6509.

104 Beyzâvi, Envâru’t-Tenzil, IV, 719.

(34)

26

Beyzâvi, ikinci görüşü “denildi” diye vermiştir. Bundan da kendisinin bu görüşe pek katılmadığı varsayılıyor.

Bu konuda yapılan yorumlar ve açıklamalara bakıldığında müfessirlerin büyük çoğunluğu burada da hitabın Hz. Muhammed’e olduğu görüşünü tercih ettikleri görülecektir.

Her ne kadar müfessirlerin büyük çoğunluğu Hitabın Hazret-i Peygamber’e olduğunu söyleseler de, hitabın Ebu Cehil’e olduğunu söyleyenler de yok değildir. Daha önce Beyzâvi’nin ilgili ayetin tefsirinde gördüğümüz gibi, hitabın Kâfire olduğunu söyleyenlere göre mana şu şekildedir: “Ey kâfir, söyle bakalım! Alıkoyduğun bu kimsenin namazı bir hidayetse ve Allaha çağırması takvayı emreden bir durumsa, yine onu namazdan alıkoyar mısın? Bu görüşü savunanlar arasında tespit edilebildiği kadar Ebu’l Leys es-Semerkandi105 ve İbn Kesir106 vardır. Elmalılı da bu görüşe sıcak bakıyor.

Ona göre, tarafeyn arasında bir muhakeme veya bir hitabet üslubuyla sağa, sola telvin-i hitab olmak daha manalıdır.107 Elmalılı, diğer görüş ve ayete verilen manayı da zikreder ama hitabın kâfire olmasını daha etkili ve nükteli bulur.

4.3. Üçüncü Hitab

Bunda da iki vecih muhtemeldir. Peygamber’e hitab olduğuna göre şöyle demek olur: Gördün mü ya Muhammed, sen doğru olduğun, hakkı söylediğin halde eğer o namazdan nehy eden azgın tekzib ediyor, inanmıyor ve öyle tekzib ile imansızlıkla haktan yüz çeviriyor tersine gidiyorsa iyi mi olur?

Nehy eden azgına hitab olduğuna göre de şöyle demek olur: Baksana, ey o kulu namazdan nehy eden azgın, eğer o kul, senin nehyini dinleyip hakkı tekzib etse, namaz kılmayıp tersine gitse iyi mi olur?108

Burada da daha önce de söylendiği gibi neredeyse ittifakla hitabın Hz.

Muhammed’e olduğu söylenmiştir. Elmalılı da ilk önce hitabın Peygamber’e olduğunu söyleyenlerin görüşünü zikretmekle tercihi yapmıştır.

105 Tefsiru Bahru’l-Ulum, 494.

106 İbn Kesir, Tefsîrü’l-Kur’ani’l-Azim, VIII, 438.

107 Hak Dini Kur’an Dili, IX, 166.

108 a.g.e.

(35)

27

Hitabın kâfire olduğu görüşün kimin söylediği tefsirlerde zikredilmiyor sadece böyle bir görüşün var olduğu söylenmiştir veya böyle bir ihtimalin varlığından bahsedilmiştir. Bazı tefsirlerde bu görüşten hep denildi diye bahsedilmesi de bu görüşün çok kabul görmediğini göstermektedir.

5. On beş-On Dokuz Âyetler

5.1. Muhteva

اةَياصاَّنلابِ اًعَفْسَنَل اهَتنَي َّْلَ نائَل َّلاَك (15)

َخ ٍةَباذاَك ٍةَياصَنَ

ٍةَئاطا (16) هَيادَنَ عْدَيْلَ ف (17)

َةَيانَبَِّزلا عْدَنَس (18)

هْعاط ت لا َّلاَك

ْباَتَْقاَو ْد جْساَو (19)

لاك

: Ayetin başındaki “Kella” ile ilgili şu açıklamalar yapılabilir:

1) Bu, Ebu Cehil’i caydırma ve onu Allah’a ibadetten nehyedip de Lât’a ibadet emretmesinden meneden öldürme109 veya onun boynuna basma gibi, ileri sürdüğü şeyleri hiçbir zaman yapamayacak, bu arzusuna ulaşamayacak110. Aksine Hz.

Muhammed (s.a.v)’in talebesi ona Abdullah b. Mes’ud onu öldürecek, göğsüne oturacak” demektir.111

2) Mukâtil bu ayete şu manayı vermiştir: “Hayır hayır. O, Allah’ın kendisini gördüğünü bilmiyor. Bilse bile, Bildiğinden istifade etmeyince, sanki bilmemiş gibi oluyor.”112

هتني لَ نئل

: Eğer içinde bulunduğu şeyden vazgeçmezse,113 “Andolsun, onu perçeminden tutup sürükleriz, yalancı günahkar perçeminde” buyurmuştur.

Ayetteki

اعفسنل

“sürükleriz” ifadesinin ne demek olduğu hususunda şu izahlar yapılabilir:

109 Razi, Tefsir-i Kebir, XXIII, 269.

110 Taberi, Câmi, XXIV, 536.

111 Razi, Tefsir-i Kebir, XXIII, 269.

112 a.g.e.

113 ez-Zemahşeri, el-Keşşaf, IV, 224.

(36)

28

1) Bu “Biz onun perçeminden tutar, çekerek cehenneme sürükleriz” demektir.

Çünkü “sef”, bir şeyi bir şeye tıkmak ve onu şiddetli bir biçimde çekmek demektir.114

2) “Sef” vurmaktır. Buna göre ayet, “Biz onun yüzünü tokatlarız” demektir.115 3) Bu, “Biz onun yüzünü karartırız” demektir.116

4) Bu ifade, “Biz onu damgalarız” manasındadır.117

ةيصانلا

: Nâsiye, alındaki saç, yani kaküldür. “en-Nâsiye” nin başına harf-i tarif getirilmek suretiyle “marife” yapılmıştır. Buna göre Hak Teâlâ sanki şöyle demek istemiştir: “Sizce maruf olan, bilinen nâsiye, onun kendisidir. Fakat bu nâsiyenin özellikleri sizce meçhuldür. Yani o, söz bakımından yalancı, fiil bakımından suçlu bir nâsiyedir…118

ةئطاخ ةبذاك ةيصنَ

: "

ةيصنَ

"- “

ةيصانلا

” den bedeldir. Nekire olduğu halde, marife olan o kelimeden bedel yapılması caiz olmuştur.119 Çünkü nekire olan bu kelime “kâzibe” ve

“hâtie” kelimeleriyle tavsif edilince, bir tür marifelik kazanmıştır.120 “Yalancı, günahkar”

sözleriyle vasıflandırılması, isnad-ı mecazi üzere o alnın sahibine aittir.121

ةيدنَ عديلف

ةينبِزلا عدنس

: “Nâdi” meclis demektir. Allah Teâlâ Ebu Cehil’e, meclis halkını, aşiretinden ve kavminden sana yardım edecek kişileri çağır demektedir. Bunun sebebi ise, rivayete olunduğuna göre Ebu Cehil, Hz. Muhammed’i namaz kılmaktan menettiğinde, Allah’ın Resulü Ebu Cehil’i azarladı ve kızdı. Bunun üzerine Ebu Cehil, Hz. Muhammed’e beni neye göre tehdit ediyorsun ki ben senden sayı olarak daha fazlayım.122 Bunun üzerine Allah, senin iddiana göre sana yardım etmeleri için, o kerem

114 ez-Zemahşeri, el-Keşşaf, IV, 224.

115 Razi, Tefsir-i Kebir, XXIII, 270.

116 Taberi, Câmi, XXIV, 536.

117 Razi, Tefsir-i Kebir, XXIII, 270.

118 a.g.e.

119 ez-Zemahşeri, el-Keşşaf, IV, 224.

120 Razi, Tefsir-i Kebir, XXIII, 272-273.

121 ez-Zemahşeri, el-Keşşaf, IV, 225.

122 Taberi, Câmi, XXIV, 536-537.

Referanslar

Benzer Belgeler

hes inşaatının başlaması üzerine bölgede yer alan ve Alakır Çayından sulama suyuna ihtiyaç duyan, Köy Muhtarlar ı; Yenikışla Köyü Muhtarı Hüsnü Canıtez, Çayiçi

Kadının ya cinsel yönü vardır (ki kadına cinsellik­ ten başka bir fonksiyon yükle­ mez) ya da namusuna zarar gel­ diğinde bunu canıyla ödeyen çok namuslu

Şimdi nakledeceğimiz şu rivayet konuya biraz daha aydınlık getir- mektedir. Ali'nin torunu Hasan el-Musenna'ya, Hz. Peygamber ben kimin mevlası isem Ali de onun mcvlasıdır

“Any. Madde 148 – Anayasa Mahkemesi, kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas

Eserde 22 yerde çekim edatı görevi yüklenen bu sözcük, tuş (=eş, benzer, denk; karşı) sözcü- ğüne teklik üçüncü kişi iyelik eki getirilerek elde edilmiştir..

Ancak bize gelen cevapta taraflardan olan Çevre ve Orman Bakanlığı, Kumluca Belediyesi, DSİ gibi kurumlardan gelen yazılar üzerine ve kurulun vadide hiçbir inceleme yapma

Mahkemenin durdurma kararına karşın çalışmaların devam etmesini Antalya Valiliği şu gerekçeyle aç ıkladı: “Mahkeme kararı, alınan ilk üç 'ÇED gerekli değildir'

Alakır Nehri Kardeşliği üyelerinin yaptığı dilekçeli başvuruya Antalya Valiliği'ne bağlı Müdürlük, "çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü hakkında