• Sonuç bulunamadı

Gerçeği Arama Yolunda. Pisidya Metropoliti SOTİRİOS

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Gerçeği Arama Yolunda. Pisidya Metropoliti SOTİRİOS"

Copied!
267
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Gerçeği Arama Yolunda

Pisidya Metropoliti

SOTİRİOS

(2)

Gerçeği Arama Yolunda Pisidya Metropoliti Sotirios

Yunancadan Çeviren: Evdokia Veriopulu

©

ISBN: 978-960-9626-

Düzeltmeler: A. A. - YBY

1. Baskı: Lima Yayıncılık - Şubat 2018, İzmir Baskı:

(3)

Gerçeği Arama Yolunda

Pisidya Metropoliti SOTİRİOS

“Öyle ki yeryüzünde yolun,

bütün uluslar arasında kurtarıcı gücün bilinsin.”

(Mezmur 67:2)

(4)
(5)

ÖNSÖZ

BİRÇOK ETKEN, Ortodoks Hıristiyanları, inancımızın gerçeklerinden uzaklaştırırken Ortodoks inancının temel ilkeleri hakkında imanlılara bilgi vermek, özellikle günümüzde büyük önem taşıyor.

Birçok ateist ideolojinin yayılması nedeniyle doğan karışıklık, ahlak anlayışı ve başka etkenler insanın hayatı ve kurtuluşu hakkında taşıdığı düşünceler üzerine gölge düşürmüştür.

Bunun dışında, maddi değer taşıyan evrensel teorilerin onlarca yıl süren hâkimiyeti, kuzey ülkelerinde olduğu gibi birçok batı ülkesinde de Ortodoks Kilisesi’ne mensup birçok kişinin Ortodoks inancının içeriği hakkında gereken bilgileri almamasına, Ortodoks ibadet şeklinden uzaklaşmasına ve Ortodoks yaşamı benimsememesine yol açmıştır. Eğitim almadan vaftizle kutsanan kişilerin sayısı oldukça fazladır, bu da bebeklik çağlarında vaftiz olduklarından veya büyük yaşta vaftiz olduklarında sistemli inanç eğitiminden tam olarak geçmemelerinden kaynaklanıyor.

Hıristiyan Ortodoks inancının temel ilkeleri, yaşamı ve ibadeti hakkında bilgilerini tamamlamak isteyen kadın ve erkek kardeşlerimize kolaylık sağlamak amacıyla bu kitabın gerekliliğine karar verdik.

Baştan belirtmeliyiz ki bu kitap Ortodoks Kilisesi’nin inançsal eğitimini sistemli bir şekilde kapsamadığı gibi, resmi Ortodoks eğitimi olarak da nitelendirilemez. Bu kitabın amacı, az, öz ve anlamlı sözlerle, Hıristiyan Ortodoks imanlıların neye inandıklarını, nasıl yaşadıklarını ve Tanrı’ya nasıl tapındıklarını, ilgi duyanlara anlatmak ve Ortodoks inancının tanınmasına yardımcı olmaktır.

Bu kitap baskısında herhangi bir şekilde katkısı bulunan tüm insanlara candan teşekkürlerimizi sunarız.

P. M. S.

(6)
(7)

GİRİŞ

ATEİST OLMAYI TERCİH EDEN, Aydınlanma çağının önemli temsilcilerinden, Fransız filozof ve ansiklopedist Dideron (Denis Dideron 1713-1784), kızının Tanrı hakkında hiçbir şey duymadan büyümesini istedi. Bu yüzden kızının, dini inancı geri planda tutan bir toplumun içinde yaşamasını ve kendisiyle aynı düşünceleri paylaşan öğretmenlerden eğitim almasını sağladı. Bir sabah erkenden sevgili kızının odasına girip onu bulamayınca şaşkına döndü. Telaş içinde tüm evi aradı ve en sonunda onu bahçede henüz doğmakta olan güneşe doğru küçük ellerini kaldırmış ve diz çökmüş vaziyette dua ederken buldu! Gördüğü manzara karşısında Tanrı’ya karşı mücadelesinin hiçbir sonuca varamayacağını anladı. Kendi kızı bile, ateist bir eğitime tabi tutulmasına rağmen, ruhunda kendisinden üstün bir güçle temasa geçme ve dua etme ihtiyacı duyuyordu.

Bu olaydan iki asır sonra Stalin, Sovyetler Birliğinde, ülke genelinde Kilise’ye karşı sert kovuşturmasını ve sistemli bir şekilde ateist propagandasını başlattığı zaman, aynı olay tekrarlandı. Kendi öz kızı ikna olmadı ve babasının fikirlerine katılmadı, bu yüzden yurtdışına kaçmaya mecbur kaldı.

Sovyetler Birliğinde yetmiş yıl süreyle Kilise zulme uğradı;

metropolitler, pederler ve keşişler tutuklandı, hapse atıldı, sınır dışı edildi, işkence gördü, kurşuna dizildi, kutsal ibadet yerleri ve manastırlar kapatıldı, yıkıldı, depo veya ateistik müzeler haline getirildi. Sonuç mu? Kovuşturmaların yoğun olduğu o zor yıllarda binlerce dini şehit ortaya çıktı. Ama sonrasında, uygulanan sosyalist sistemin kaldırılarak Sovyetler Birliğinin dağılması sonucu büyük bir imanlı topluluk kiliseleri tıka basa doldurmaya ve vaftiz olmaya başladı. Doğal olarak, sağlam kalan kiliseler kilise ahalisine yeterli gelmiyordu ve hızlı adımlarla yeni kiliselerin inşaatına başlandı.

Yani Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarında, putperest Romalı

(8)

imparatorların, üç yüzyıl boyunca Hıristiyanlara karşı sürdürdükleri sert kovuşturmalarda gözlemlenen olaylar günümüzde de tekrarlandı. O dönemde Hıristiyanlık uğruna şehit düşenlerin sayısının 11 milyon olduğu tahmin ediliyor.

Tüm bunlara rağmen Hıristiyanlık, Roma İmparatorluğu boyunca yayıldı.

İnsanın bir ilaha inancı yüzyıllardır, dünyanın her

ulusunda rastlanan evrensel bir olgudur. Pafsanias gibi (MÖ 2.

yy) antik yazar ve gezginlerin, ibadet yeri olmayan hiçbir şehre veya köye rastlamadıklarını anlatan açıklamaları çok önemli yer tutuyor. Bu da antik kentlerde ve sitelerde yapılan kazılarla doğrulanıyor. Bilim insanları, antik beldelerde yaptıkları kazılarda, insanların tapınaklarda veya çeşitli yerlerde herhangi bir ilaha adadıkları kurban için sunak kalıntıları, aynı zamanda ilah heykelleri veya resimleri keşfediyorlar.

Tüm bunlar, ilkel toplumlarda bile insanların Tanrı ile temas etme ve ona karşı sevgisini ifade etme çabasını

gösteriyor. Antik çağlarda, uygarlıkta büyük gelişme gösteren uluslarda, Atina Akropolü’nde Parthenon Tapınağı gibi önemli sanat eserlerinin ilahlara adanmış olduklarına, Asya

ülkelerinde Budist ve Hindu tapınaklarına ve dünyanın değişik yerlerinde birçok dini anıtlara tanık oluyoruz.

Bunlar haricinde Sokrates, Platon, Aristoteles gibi antik çağların birçok büyük filozofu insanın Tanrı ile ilişkisini ele almıştır. Homeros destanları, Ashilus, Sofokles ve

Euripidus’un trajedileri gibi antik Yunan edebiyatının en görkemli eserlerinde ilahlara karşı duyulan inanç ve ilahi hukuka karşı gösterilen saygı önplanda tutuluyor. Fakat değişik uluslar tarafından tapılan ilahların çokluğu insanın sadece Tanrı’ya inancını göstermekle kalmıyor aynı zamanda onun gerçek Tanrı’ya heyecanla ulaşma çabasını ortaya seriyordu.

Atinalıların durumu tipik bir özellik taşıyor. Değişik

(9)

ilahların onuruna şehri ince mermerden tapınaklarla

donatmışlardı. Yine de tatmin olmuyorlardı. Tanımadıkları ve ona karşı saygılarını esirgedikleri başka bir ilahın var olup olmadığı onlar için mesele olmuştu. Bu yüzden

“BİLİNMEYEN TANRI”ya adanmış bir sunak kurmuşlardı.

Eski uygarlıkların taptıkları bunca tanrı arasında onlara tek ve gerçek Tanrı’nın kim olduğuna dair kim teminat verebilirdi ki? Ciddi filozoflar uzun süreli araştırmalarında ilah olarak taptıkları tüm o kişilerin insan benzeri olduklarına daha fazla ihtimal veriyorlardı, yani kıskançlık ve diğer insan tutkularıyla doluydular, dolayısıyla bir ilahı temsil edemezlerdi.

Filozofların çalışma ve gözlem yoluyla tespit ettikleri, evrenin uyumu, gezegenlerin ve yıldızların düzenli hareketi, yıldaki mevsimlerin düzenli aralıklarla değişmesi, bitki ve hayvan âleminin muhteşem varlığı ve işleyişi, insanın benzersiz yapısı ve doğanın diğer harikalarının tek bir Tanrı’nın gücüyle yaratıldığını ve o tek gücün bilgisine ve takdirine bağlı olduğunu gösteriyordu. Meşhur filozof Sokrates’in öğretilerinde, tanrılara değil de tek bir Tanrı’ya hitap ettiği için Atina yönetimi tarafından ölüme mahkûm edildiği herkesçe bilinir.

Fakat bu tek ve gerçek Tanrı kimdi? Antik yılların hiçbir dini bu soruya cevap veremezdi. İnsanın mevcut zaman yüzünden ahlak ve maneviyatının çöktüğü o dönemlerde tek başına Tanrı’yı bulması mümkün değildi. Yani Tanrı’nın insana kendisini göstermesi gerekiyordu. Öyle de oldu.

Fakat Tanrı ile kim temas kurabilirdi?

(10)
(11)

1. KISIM

ORTODOKS HIRİSTİYANLARIN

İNANCI

(12)
(13)

1. Βölüm

İmanın Güvencesi

BİZİ SARAN DOĞAL ÇEVREMİZİ, beş duyumuz aracılığıyla kurduğumuz iletişim vasıtasıyla tanıyoruz. Her duyumuzun kendine özgü bir yeteneği var. Gözümüzle görüyor, kulaklarımızla sesleri duyuyor ve burnumuzla kokuları alıyoruz.

Manevi dünyaya beş duyumuzla yaklaşmamız mümkün değil. Tanrı ruhani bir varlıktır. Onu gözlerimizle göremez ve kulaklarımızla duyamayız. Tıpkı manevi dünyaya ait olan meleklerin yanımızda olup olmadıklarını anlamak için inceleme yapmamızın mümkün olmadığı gibi. Manevi dünyayı, doğaüstünü tanımamız ve ona yaklaşmamız için başka bir duyu gereklidir, o da imandır.

İman, insanın manevi dünyasına ve ölümsüz ruhuna üs kurar. Bu, manevi dünyamızı saran ve gözlerimizle

göremediğimiz şeyleri görebildiğimiz bir duygudur. Uzayın derinliklerine kadar ulaşarak, çıplak gözle görmemizin mümkün olmadığı yıldızları görmemizi sağlayan ve kaydeden büyük teleskopları andırırcasına dini inancımız da manevi dünyayı görmemizi sağlar ve manevi semalarda var olan şeylerin gerçekliğini anlamamıza yardımcı olur.

Elçi Aziz Pavlus’a göre iman, inananların kendi gözleriyle görüyormuşçasına göremediklerinden emin olmalarını sağlıyor (İbraniler 11:1). Bu, kulağa garip gelebilir ama hiç de garip değil. Örneğin günlük yaşayışımızda beş duyumuzla şahit olmadığımız olaylar gerçekleşiyor, yaşamımızda veya

dünyada gerçekleşen bazı olayların nasıl gerçekleştiğine tanık olmamamıza rağmen, başka birilerinden duyduklarımız veya okuduklarımız sayesinde bunların gerçekliğine inanıyoruz.

Tamamen doğru olmadıklarına veya hayal ürünü

(14)

olabileceklerine dair bir sürü söylentinin var olmasına rağmen bunlara inanıyoruz. Uçakla seyahat etmek isteğimiz zaman hayatımızı pilotun ve uçak şirketinin eline bırakıyoruz ve uçak kazalarının meydana geldiğini bilmemize rağmen güven içinde hedefimize ulaşacağımıza inanıyoruz. Günlük hayatımızı ele aldığımızda somut kanıtlar aramadan birçok şeye inandığımızı görüyoruz, aksi takdirde hayatımız zindana dönerdi.

Mademki bizi pek sık aldatmalarına rağmen insanların söylediklerine inanıyoruz, o halde neden insanın değil de İsa Mesih’in doğruladığı manevi konulara inanmayalım?

Tanrı’nın kendisi insan oldu ve manevi dünyayı ve ebedi gerçekleri bize açıklamak için yeryüzüne indi. Tüm bunları bize nasıl gösterdiğini ileride göreceğiz.

▶ Dini inanç bu kadar basit ve doğal olduğuna göre neden dinsizler mevcut?

Temel neden iki tanedir:

Birincisi, cehalet...

Elçi Aziz Pavlus, “Ama iman etmedikleri kişiye nasıl yakaracaklar? Duymadıkları kişiye nasıl iman edecekler?”

diye soruyor (Romalılar 10:14). Bu yüzden Mesih İsa,

Müjdesini tüm dünyaya duyurmaları için öğrencilerine buyruk verdi (Markos 16:15). Her imanlı, gerçek Tanrı hakkında öğrendiği ve inandığı her şeyi bilgisi olmayan diğerlerine iletmekle yükümlüdür.

İkincisi, işlenen günahlar...

Peygamber Yeşaya, “Ama suçlarınız sizi tanrınızdan ayırdı. Günahlarınızdan ötürü onun yüzünü göremez, sesinizi işittiremez oldunuz.” diye yazıyor (Yeşaya 59:2).

Günah, insanı Tanrı’dan o kadar uzaklaştırıyor ki O’nu görmesine imkân bırakmıyor. Ruhun en korkunç hastalığıdır günah. Günahtan hasta düşmüş bir ruh artık düzgün çalışmaz.

Önemli bir hastalık yüzünden görme yetisini kaybeden göz nasıl önündeki nesneleri göremezse, günahla kararmış bir ruh da manevi gözlerini kaybederse, ne Tanrı’yı görebilir ne de

(15)

manevi dünyaya inanır.

İsa Mesih şöyle diyor:

“Ne mutlu yüreği temiz olanlara! Çünkü onlar Tanrı’yı görecekler.” (Matta 5:8).

Demek ki dünyada günah olmasaydı imansız hiç kimse olmayacaktı!

Günah nasıl oluyor da inancı öldürüyor veya insanın ruhundan imanı uzaklaştırıyor? İmanlı, Tanrı’nın sözleri doğrultusunda yaşıyorsa ve O’nunla uyum içinde bulunuyorsa imansızların hiçbir düşüncesi onun aklını çelemez. Fakat dikkatsizliği veya zayıflıkları yüzünden ağır günah işlediği zaman, vicdanı, yani içindeki Tanrı’nın sesi isyan eder ve

“tehlike çanları”nı çalmaya başlar. O sese kulak veren ve itaat eden kişi, içinden ölümcül zehri atabilir ve günaha karşı durabilmek için güç bulur (Bu, daha sonra konuşacağımız tövbenin sayesinde gerçekleşir.).

Kişi şayet umursamaz ve günah işlemeye devam ederse, vicdanının sesini kendisini rahatsız ettiği için susturmaya çalışacaktır. İşte o zaman kendi içinde başlayacak olan çatışmada, ‘Bu yaptığım günah. Bunu Tanrı istemiyor.’ diye düşünecektir.

Böyle bir durumda bir sonraki adım şu olacaktır:

“Tanrı kim? Tanrı’yı kim gördü? O kadar filozof Tanrı’nın var olmadığını söyledi. Herhalde mevcut değil...”

Sonuç: “Kesinlikle Tanrı yok.”

Böylece vicdanı tarafından devamlı kontrol edilen ve düzelmeyen günahkâr insan Tanrı’ya sert bir tavırla, “Benden uzak dur. Senin buyruğunu bilmek istemiyorum.” diye bağıracak bir duruma düşebilir.

Böyle bir duruma düştüğü zaman, doğal olarak Tanrı onu terk edecektir çünkü o, insanın özgür iradesine saygı gösterir ve kimseyi isteği dışında yanında kalmak mecburiyetinde bırakmaz. Böylece insan yuvarlanmaya ve tereddüt etmeden bir günahtan başka bir günaha sürüklenmeye başlar.

Dostoyevski’nin dediği gibi, “Tanrı olmadan, her şeye izin

(16)

var...”

Bu, imansızlığın ikinci ve ciddi nedenidir.

Bu yüzden inananın sadece Tanrı ve O’nun buyrukları hakkında bilgi sahibi olması yeterli değil, aynı zamanda ruhunu her türlü günahtan arınmış halde tutması için yaşamı boyunca duyduklarını uygulaması gerekir (Günahın ne olduğunu ve inananların nasıl yaşamaları gerektiğini ileride göreceğiz.).

▶ Güçlü imana nasıl sahip olabiliriz?

Kutsal Ayin’deki (ileride yorumunu yapacağız) son dualardan birinde şöyle diyoruz:

“Her iyi şey yukarıdan ışık saçan Baba Tanrı’dan kaynaklanıyor.”

İman, arzu eden ve onu arayan herkese Tanrı tarafından sunulan en kıymetli armağandır.

Mesih İsa’nın kendi öğrencileri (elçileri), Kutsal Ruh üzerlerine inmeden önce, bazı durumlarda inançlarının sarsıldığını hissediyorlardı ve işte o zaman RAB İsa, “Neden korkuyorsunuz? Hâlâ imanınız yok mu?” (Markos 4:40) veya

“Nerede imanınız?” (Luka 8:25) diye azarlıyordu onları.

Havariler daha fazla ve daha güçlü inanca sahip olma ihtiyacını duyuyorlardı elbette ve bu yüzden Müjdeci Aziz Luka’nın da İncil’de yazdığı gibi, RAB İsa Mesih’e,

“İmanımızı artır!” (Luka 17:5) diyorlardı.

Biz de o zaman Tanrı’dan, büyük bir armağan olan imanı bize lütfetmesini ve devamlı güçlendirmesini dileyelim.

Havari Aziz Pavlus bizi, “İman yolunda olup olmadığınızı anlamak için kendinizi sınayıp yoklayın.” (2. Korintliler 13:) diye teşvik ediyor. Yaşadığımız olaylar neticesinde İsa Mesih’e gereken imanı göstermediğimizi fark ediyorsak, alçakgönüllülükle tövbe edip diz çökerek, güvensizliğimize karşı bizi affetmesi ve inancımıza güç katması için içtenlikle ona dua etmeliyiz. Tabii ki buna paralel olarak, sevgi dolu yüce İsa’mızı her geçen gün daha iyi tanıyabilmek ve onun

(17)

iradesi içerisinde yaşayabilmek için mücadele etmeliyiz.

Üstelik güçlü imana sahip olanların gerçekleştirdikleri mucizevi olayları gördüğümüz zaman inancımız daha da güçleniyor. Mesih, öğrencilerine şöyle demişti:

“Size doğrusunu söyleyeyim, kim şu dağa, ‘Kalk, denize atıl!’ der ve yüreğinde kuşku duymadan dediğinin olacağına inanırsa, dileği yerine gelecektir.” (Markos 11:23)

Yeni Ahit (Yeni Antlaşma) Mesih İsa’ya karşı duyulan inanç sayesinde gerçekleşen (örneğin ölülerin dirilmesi) mucizelerle doludur. Kilise tarihinde de imanla gerçekleşmiş birçok mucize yer almaktadır, özellikle Kilisemizdeki azizlerin yaşamları böyle muazzam olaylarla doludur.

▶ Bazı insanların, “din mantığa aykırıdır o yüzden uzak duruyorum” dediklerini duydum. Onlara neler diyebiliriz?

Mantığın gücüne olduğundan daha fazla değer veren insanların mevcut olduğu bir gerçektir. 17. yüzyılda,

Aydınlanma çağının İngiliz ve Alman öncüleri tarafından, her dinin akılcılığa dayalı olması ve sadece insan aklının

anlayabileceği gerçekleri kabul etmesi gerektiğini savunan bir hareket ortaya çıkmıştı. Ama Rasyonalizm (akılcılık) adını alan bu hareket, insan aklının sınırlı bir kapasiteye sahip olduğunu, dolayısıyla mantıksız olmayan (insan aklına ters düşmeyen) fakat mantığı aşan (insan aklından üstün) doğaüstü gerçekleri algılayamayacağını göz ardı ediyordu. Çünkü insan, kendi aklının ürünü olmayan şeyleri anlamakta güçlük çeker.

Örneğin Tanrı’nın Ortodoks Kilisesi aracılığıyla açıkladığı doğaüstü manevi gerçekleri anlayabilmek için imana sahip olmak gerekir ve insan bu gerçeklere sadece inancı sayesinde ulaşabilir.

Bu noktaya özellikle dikkat edelim. İnsanın İsa Mesih’in açıkladığı her şeyi anlayabilmesi ve kabul edebilmesi için her şeyde mantığını ölçüt alması mümkün değildir. Pekâlâ birçok manevi kavram, akıl sayesinde de kavranabilir fakat bazen öyle ince noktalar vardır ki sınırlı bir kapasiteye sahip insan

(18)

aklının onlara ulaşması mümkün değildir. İnsan bu gerçekleri, sadece inancın aydınlığıyla ve bilgelerin bilgesi, gerçek, her şeyi bilen, kudretli, sevgi dolu Mesih İsa’ya, gerçek Tanrı’ya duyduğu güvenle benimseyebilir/ kavrayabilir (Bu konuyu ileride, gizem âlemine ilişkin doğruları ele aldığımız bölümde detaylıca inceleyeceğiz.).

Ortodoks Kilisemizin insanlara sunduğu ilahi doğrular üzerinde çalışmamız ve onları kabul etmeye başlamamız için inancımızın olması şart.

▶ Kavramaya bile gücümüz yetmeyen fakat inanmamız gereken bu doğaüstü doğruların gerçek doğru olduklarına dair kim teminat verebilir?

Yerinde bir soru. İnsan, ruhunun kurtuluşunu ve sonsuz yaşamı ilgilendiren bu denli önemli konulara, hatalı, yanılgı veya gerçek olduklarından emin olmadan nasıl inanabilir?

Ortodoks Kilisemizin gerçek ve doğru öğretileri, “Yol ve Gerçek” (Yuhanna 14:6) olan Rabbimiz ve kurtarıcımız Mesih İsa’nın ilahi şahsını esas alır. Rabbimiz bize gerçek Tanrı’yı ve O’nun buyruğunu göstermek ve aynı zamanda bizi şeytanın yalan ve hilelerinden kurtarmak için bizim gibi bir insan bedeninde aramıza geldi. Mesih İsa Pilatus’un önüne çıktığı zaman, “Ben gerçeğe tanıklık etmek için doğdum, bunun için dünyaya geldim. Gerçekten yana olan herkes Ben’im sesimi işitir.” (Yuhanna 18:37) dedi.

(19)

2. Βölüm

Yeni Ahit

▶ O günlerde yaşayanlar, Mesih İsa’nın konuşmalarını duyarak, gerçekleri ilk onun ağzından öğreniyorlardı. Peki, biz yüzyıllar sonra Mesih İsa’nın sözlerini nasıl aynen duyabiliriz?

Kutsal Ruh, Mesih İsa’nın göğe yükselişine dek

beraberinde olan elçileri yönlendirerek, bizim kurtuluşumuz için gerekli olan, Mesih İsa’nın birçok sözünü ve yaptığı bazı şeyleri kaydettirdi. Böylece Mesih İsa’nın öğretisi kuşaktan kuşağa ulaştı. Bu yazılar İncil (Müjde) adıyla kaydedildi çünkü iyi haberlerin müjdesini vermektedir. Melekler çobanlara, “Size, bütün halkı çok sevindirecek bir haber müjdeliyorum: Bugün size, Davut’un kentinde bir Kurtarıcı doğdu. Bu, Rab olan Mesih’tir.” (Luka 2:11) diye duyurdular.

O, bizim günahlarımız için kendini ölüme teslim etti, şeytanın gücünü yendi ve dirilişiyle, ona inanmak ve kilisesinde vaftiz olmak isteyen herkese sonsuz yaşamı armağan ediyor.

▶ İncillerin yazarları kimlerdir?

Dört yazar, dört ayrı İncil yazdı (Belirtmekte fayda var ki İnciller Yeni Antlaşma’nın ilk dört bölümünü oluştururlar.

Eski Antlaşma ve Yeni Antlaşma da birlikte, Hıristiyanların Kutsal Kitap olarak kabul ettikleri kitabı oluştururlar. Yani dört farklı İncil olması, Hıristiyanlar dört farkı kitaba inanıyor anlamına gelmez.).

Matta (Levi): Mesih İsa’nın on iki elçisinden biridir. İlkin İbranice yazdığı İncil, “Rab’ın duyurusu”nu yani Mesih İsa’nın öğretilerini içermektedir. Kendi adını taşıyan bu İncil’i, 60-66 yılları arasında Yunan (Grek) dilinde yazdı.

(20)

Markos (Yuhanna): Annesinin adı Maria idi. Kudüs’teki evinde ilk Hıristiyanlar ilahi ibadet için toplanıyorlardı. Havari Aziz Petros onu “oğlu”, “manevi evladı” diye adlandırır.

Anlaşıldığı gibi Markos, yazdığı İncil’de, Mesih İsa’nın yaşamındaki her olayı izleyen, dinleyen ve onun öğretilerine başından sonuna kadar tanıklık eden Havari Aziz Petros’tan öğrendiği her şeyi yazdı. İncil’i 65-70 yılları arasında kaleme aldı.

Luka: Suriye’nin Antakya şehrinden geliyordu ve Aziz Havariler ile iletişimdeydi. İleride Aziz Pavlus’a misyon gezilerinde refakat etti ve Havari Aziz Pavlus’un Rab İsa hakkında vaaz ettiği her şeyi sistemli bir şekilde, bir tarihçi gibi kaleme aldı. Anlaşıldığı gibi Luka, bizzat Kudüs’e gitti ve kutsal anne, Rab İsa’nın annesi Meryem’i buldu ve Rab İsa’nın yaşamıyla ilgili diğer üç İncil yazarları tarafından yazılmamış olayları bütün detayıyla kendi İncil’inde kaleme aldı. Luka, İncil’ini 55-60 yılları arasında yazdı ve Hıristiyan imanının doğrularını eşraf Teofilos ve tüm imanlılara belirgin bir şekilde açıklamak onun asıl amacıydı.

Yuhanna: İsa Mesih’in Galile’de yanına çağırdığı ilk dört öğrenciden biridir. Yair’in kızının dirilişinde ve İsa Mesih’in Tabor Dağı’nda görünümünün değişmesi olayında Petros ve kardeşi Yakup ile birlikte Rab’ın yanında bulunan üç kişiden biriydi. Rab İsa’nın Golgota’da çarmıha gerilişine kadar yanında bulunuyordu. Mesih İsa’ya beslediği büyük

sevgisinden dolayı “sevginin öğrencisi” adını aldı. İsa Mesih çarmıha gerildiği zaman ona, “İşte senin annen.” (Yuhanna 19:26-27) diyerek annesini emanet etme şerefine layık gördü.

Yuhanna, Havari Aziz Pavlus’un imanı yüzünden şehit düşmesinden ve Kudüs şehrinin Roma generali Titus tarafından (MS 70) yıkılmasından sonra Efes’e yerleşti ve orada 85-95 yılları arasında kendi adını taşıyan İncil’i yazdı.

Kutsal Ruh’un lütfu ve denetimi altında yazılan bu dört Kutsal İncil’i Kilisemizin esas olarak kabul ettiğini ve

imanlıların günlük dinsel toplantılarında bu Kutsal Yazılar’dan

(21)

her gün ayetler okunmasına karar verdiğini belirtmemiz gerekiyor. Dolayısıyla her gün kiliselerimizde bu Kutsal İncillerden ayetler okunuyor. Böylece yıl içerisinde bu dört İncil tamamen/ baştan sona okunmuş oluyor. Fakat Hıristiyan Ortodoksların her gün İncil’den bir ayet okumaları için özen göstermeleri ve efendimizin örneklerine ve öğretilerine göre yaşamlarını düzeltmeleri de mühimdir.

Kutsal İncillerin her gün kiliselerimizde okunması, yüzyıllar boyunca, metinlerden bazı ayetlerin çıkarılmasını, eklemeler yapılmasını veya zararlı değişikliklere uğramasını engelleyen çok faydalı yollardan biri olmuştur. Şu anda elimizde bulunan ve Yunan dilinde yazılmış olan esas metnin orijinal olduğunu biliyoruz. Ayrıca Kilisemizin doktrinleri de bunlara dayanıyor. Ortodoks Kilisesi sadece Kutsal İncillerde yazılanları doktrin olarak kabul ediyor. Böylece inandığımız her şeyden emin olabiliyoruz.

Kilisemizin karakteristik özelliği, dört İncil’i de içeren Kutsal Kitap’a saygı göstermesidir. Kilisenin en kutsal yeri olan Kutsal Sunak’ta (Altar), Kutsal Masa’nın üstüne

yerleştirilir. Peder o günün İncil ayetini okumadan önce Kutsal Kitap’ı (İncil olarak bildiğimiz) havaya kaldırarak, diğer ruhanilerle birlikte, görkemle kilise cemaatinin arasından geçtikten sonra İncil’i havada tutarak “Sofia orthi” (Bilgelik!

Ayağa kalkalım!) der. Yani Rab İsa’nın hayatını ve öğretilerini içeren Kutsal İncil, “Rab İsa’nın, Tanrı’nın gücü ve bilgeliği”

olduğunu öğretir (1. Korintliler 1:24). Cemaat ise, Rab İsa’nın dünyada olduğu zaman halkın onu Filistin’in köy ve

şehirlerinde gördüğü ve öğretilerini duyduğu gibi görmüş ve duymuş olur ve hep birlikte şöyle der:

“Gelin ibadet edelim ve Mesih’in önünde eğilelim. Ey Allah’ın oğlu, sen ki ölümden dirildin, sana ‘Aliluya’ diyen bizi kurtar.”

Ayrıca her pazar sabahı, ayinde, Mesih İsa’nın dirilişinden bahseden Kutsal İncil ayetinin okunmasından sonra, Kutsal İncil cemaate gösterilir. Peder Mesih İsa’yı temsil eden Kutsal

(22)

İncil’i, Mesih İsa’nın mezarını simgeleyen Kutsal Masa’dan alır. Kutsal İncil, Kutsal Sunak’tan, Mesih İsa dirildiği zaman mezarından çıktığı gibi çıkar ve kilisenin ortasına gider.

İmanlılar sıraya girerek, Mür taşıyan kadınların Mesih İsa’ya dirilişinden sonra rastladıkları zaman coşkuyla önünde

eğildikleri gibi, dış kapağında Mesih İsa’nın dirilişini gösteren Kutsal İncil’in önünde saygıyla eğilirler ve Kutsal İncil’i öperler.

Kilisemizin her kutsal töreninde, alay sırasında, kilise içinde veya dışında, İncil’in merkezi konumda bulunduğunu görürüz. İncil “Rab İsa’nın Işığı” olarak Ortodoks imanlıların hayatına ışık tutar.

▶ Ortodoks Kilisesinin kutsal kitapları sadece İncillerden mi ibaret? Ben Protestanların elinde bulunan Kutsal Kitap’ta bazı bölümlerin olmadığını görüyorum. Bunların

Ortodoksların elinde bulunan Kutsal Kitap’ta bulunma sebebi nedir?

Diğer Hıristiyan mezhepleriyle aramızdaki tüm farklılıklara rağmen en azından Kutsal Kitap konusunda genelde tüm Hıristiyan mezheplerinin birlik içinde olmaları büyük bir lütuftur. Genelde diyorum çünkü Protestanlar Eski Ahit’in 10 kitabını Kutsal Kitap bölümlerine tabii tutmuyorlar ve onları apokrif (gizemli) diye tanımlıyorlar.

“Yeni Ahit”te veya “Kutsal Kitap”ta yer alan 4 İncil haricinde diğer kitaplar hakkında da ayrıntılı konuşalım.

Mesih İsa ve Havarilerin döneminde, Peygamber Musa’nın zamanından beri yazılmış 49 Kutsal Kitap mevcuttu ve bu kitaplarda yer alan ayetler İsraillilerin dua yerlerinde/

sinagoglarında düzenli olarak okunuyordu. Tüm bu kitaplar (MÖ 2. asırda Yunanca yazılan tek kitap olan “Bilge Sirak”

dışında), İbranice yazılmıştı. Büyük İskender zamanında ve sonrasında “ortak” dil haline gelen Yunanca birçok

Yahudi’nin göç ettiği Akdeniz ülkelerinde ve Asya’nın iç kısımlarında geniş çapta konuşuluyordu. Hatta birçok Yahudi

(23)

Yunanca konuştuğundan, İbranice çoktan unutulmuştu.

Kudüs’te bile Yunanca konuşulan bir sinagog mevcuttu.

Böylece Mısır’daki Yunan Kralı II. Ptolemeus Philadelfeus’un önerisi üzerine (MÖ 285-246) o güne dek İbranicede yazılı bulunan 48 Kutsal Kitap, İbranice kadar Yunancayı da iyi bilen 72 tahsilli Yahudi’den oluşan bir heyet tarafından Yunancaya tercüme edildi. Baştan beri Yunanca yazılmış olan bir kitabın eklenmesiyle de ileride Yetmişlerin (70, Septuagint) Eski Ahit’i olarak bilinen Kutsal Kitap meydana geldi. Bu adlandırma tercümanların sayısını ifade ettiği için seçildi (aslında çevirmenler 72 kişiydi fakat kelime kısaltması olduğu için çeviri 70’lerin çevirisi olarak geçiyor).

Efendimiz, sinagoga, Yahudilere ders vermek için gittiği zaman bu Kutsal Kitap’ı kullanıyordu. Havarilerin

İncillerindeki ve Mektuplarındaki ayetlere bakılırsa onların da aynı Kutsal Kitap’ı ele aldıkları anlaşılıyor. Doğal olarak o günden beri Kilisemizde bu çeviri kullanılmaktadır.

Kudüs’ün yıkılmasıyla birçok ülkeye dağılan Hıristiyanların ve Yahudilerin yüzyıllarca “Yetmişler”in çevirdiği metinleri kullandıklarını hatırlatalım. Masoretler, yani yüksek tahsilli fanatik Yahudiler, Eski Ahit’in içinde Mesih İsa hakkında yazılan her şeyin, atalarının çarmıha gerdikleri Mesih İsa’nın şahsında gerçekleştiğini ispat eden kendi kullandıkları Kutsal Kitap’ı Hıristiyanların

kullanmasından rahatsız olmuşlardı. Bu yüzden Hıristiyanların fikirlerini desteklemeye fırsat verecek ifade ve kavramlardan kaçınarak ve diğer 10 kitabı dışta bırakarak Eski Ahit’in 39 kitabını İbranice olarak tekrar yazdılar. Eski Ahit’in yeni metinleri Masoret Yahudiler tarafından kaleme alındığı için

“Masoreptik” olarak bilinir.

16. asırda Katolik Kilisesi’nden ayrılan Protestanlar bu metni kabul etmişlerdir.

Katolik Kilisesi, Ortodoks Kilisesi gibi Eski Ahit’in (Eski Antlaşma) 49 kitabını kabul ediyor. Anglikan ve Luteryen Kiliseleri de Eski Ahit’in 49 kitabını kabul ediyor fakat bu

(24)

kitapların 39’unu “kanonik” olarak (Kutsal Kanunun bir parçası) ve diğer 10’unu “okuması yararlı” yani okundukları takdirde fayda sağlayacak kitaplar olarak tanıyor.

▶ Eski Ahit (Eski Antlaşma) Mesih İsa’dan evvel yazılmış olan Yahudilerin kutsal kitabı mıdır? Öyleyse Hıristiyanları neden ilgilendiriyor? Hıristiyan Kilisesi neden Eski Ahit’i Kutsal Kitap sayıyor?

Eski Ahit’in içeriğini tanımayan bir kişi için mantıklı bir soru. Eski Ahit evrenin ve insanın yaratılışından ve ilk insanlar olan Âdem ve Havva’nın asli dramatik günahlarından ve Tanrı’nın, insanın kurtuluşu için tasarladığı planın evriminden bahsediyor.

Tanrı, Kutsal Yasası’nın açıklaması ve kendi harika eğitim yollarıyla, Mesih İsa’yı doğuracak olan halkı buna hazırlıyor.

Tanrı, halkını yönlendirmeleri ve kendi buyruğunu iletmeleri için zamanla, aydınlanmış kişiler olan

peygamberleri yolluyor. Aynı zamanda ardışık işaretleri, esinlenmiş peygamberleri sayesinde, Mesih’in gelişini halka bildiriyor ve onu hak ettiği gibi karşılamaları için hazırlıyor onları.

Kilisemizin Büyük Babaları, Eski Ahit’i “Mesih İsa’ya geçişin eğitmeni” olarak tanımlıyorlar. Eski Ahit’te önceden yazılan/ duyurulan her şeyin Yeni Ahit’te gerçekleştiğini görüyoruz. Bu yüzden RAB İsa ve Havarileri Eski Ahit’in pasajlarına yer veriyorlar, onları yorumluyorlar.

İsa Mesih açıkça, “Kutsal Yasa’yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim.” diyor (Matta 5:17). Galile (Celile) Tepesi’ndeki konuşmasının devamında, Eski Ahit’te geçen Tanrı’nın 10 emrini esaslı olarak

tamamlıyor (Matta 5:21-47). Buna göre Eski ve Yeni Ahit birbirlerine bağlıdır. Biri diğerini anlamamıza yardımcı olur.

Dolayısıyla ikisi birlikte Kilisemizin dogmatik ve ahlaki öğretilerinin dayandığı Kutsal Kitap’ı oluşturuyor.

(25)

▶ Ahit (antlaşma) demekle neyi ima ediyoruz? Neden Ahit’i Eski ve Yeni diye ikiye bölüyoruz?

Kutsal Kitap’ta Ahit kelimesi iki anlam taşıyor. Birincisi Tanrı’nın insanı himayesi altına aldığını, ona nimetlerini sunduğunu ve insanın Tanrı’nın buyruğuna boyun eğeceğini gösteren, Tanrı ve insan arasında yapılan anlaşmadır. Kutsal Yazılar’da gördüğümüz gibi, Rab İbrahim’e şöyle der:

“...Bir yabancı olarak yaşadığın toprakları, bütün Kenan ülkesini sonsuza dek mülkünüz olmak üzere sana ve soyuna vereceğim. Onların Tanrısı olacağım... (Yaratılış 17:6-8)... Sen ve soyun kuşaklar boyu anlaşmama bağlı kalmalısınız.”

(Yaratılış 17:9)

Buna bağlı ikinci kavramsa Yasa’nın Tanrı tarafından insana teslim edilmesi ve insanın bu Yasa’ya uymasıdır. Bu, ilk defa Sina Dağı’nda, Tanrı, Yasası’nı Musa’ya teslim ettiği zaman oldu ve bu Yasa’nın özeti iki taş levhanın üstüne yazıldı: “Musa, Rabbin bütün buyruklarını yazdı.” (Mısır’dan Çıkış 24:4)

“Sonra antlaşma kitabını alıp halka okudu. Halk,

‘RAB’bin her söylediğini yapacağız, O‘nu dinleyeceğiz.’

dedi.” (Mısır’dan Çıkış 24:7)

Musa’nın teslim aldığı ve üstüne Yasa’nın özeti yazılmış bulunan her iki levha da “antlaşmanın levhaları” olarak tanımlanıyor. “RAB bana iki taş levhayı, antlaşma levhalarını verdi.” (Yasanın Tekrarı 9:11)

Tanrı’nın insana verdiği “Eski Antlaşma” (Eski Ahit), Musa, diğer peygamberler ve Rab İsa’dan önce gelmiş olan, göksel esinle yazan yazarlar tarafından yazılmış kitaptır.

Mesih, Yeni Ahit’i elçilerine ve kilise topluluğuna teslim etti.

Yeni Ahit terimini ilk olarak Rab İsa kullandı. Rab İsa tutuklanmadan ve çarmıha gerilerek ölüme mahkûm

edilmeden önce, öğrencilerine verdiği son akşam yemeğinde, onlarla ayrıntılı olarak konuştu ve vazifelerini sürdürebilmeleri için bilmeleri gereken noktalar hakkında eksiklikleri

(26)

tamamladı (Yuhanna 13:17).

Yemek esnasında bir kâse alıp şükretti ve bunu öğrencilerine vererek şöyle dedi:

“Yemek sırasında İsa eline ekmek aldı, şükredip ekmeği böldü ve öğrencilerine verdi. ‘Alın, yiyin.’ dedi. ‘Bu benim bedenimdir.’ Sonra bir kâse alıp şükretti ve bunu öğrencilerine vererek, ‘Hepiniz bundan için.’ dedi. Çünkü bu benim

kanımdır, günahların bağışlanması için birçokları uğruna akıtılan antlaşma kanıdır.” (Matta 26:27-28)

Böylece RAB İsa, birkaç saat sonra haçın üstüne döktüğü kutsal kanıyla, kilisesini ve Yeni Ahit’i onayladı. Dolayısıyla dört Kutsal İncil ve Kutsal Ruh’un esiniyle Havariler

tarafından yazılan tüm kutsal metinler Yeni Ahit’i oluşturuyor.

▶ Eski ve Yeni Ahit metinleri hangi bölümlerden oluşur?

Bunu daha iyi anlayabilmek için her birimiz elimizde bulunan Kutsal Kitap’ın, “İçindekiler” sayfasını açalım.

Birinci bölümde Eski Ahit’in (Eski Antlaşma) kitaplarını görüyoruz. Bahsettiğimiz gibi 49 kitaptan ibaret. Konu başlıkları ve bölümleri şöyle:

A - Tarihi Kitaplar

1. Tevrat (Musa’nın beş kitabı-Tora):

a - Yaratılış

b - Mısır’dan Çıkış (Çıkış) c - Levililer

d - Sayılar

e - Yasa’nın tekrarı

Bu kitapların tümü Musa tarafından yazılmıştır. Önemli ve çok ilginç olaylar konu ediliyor:

• Evrenin ve insanın yaratılışı,

• İlk insanın düşüşü ve sonuçları,

• Nuh Tufanı,

• Babil Kulesi’ndeki olaylar,

(27)

• Tanrı’nın İbrahim’i çağırması,

• İbrahim ve onun soyunun hikâyesi,

• İsrail’in 12 kabilesinin Mısır’a yerleşmesi,

• Tanrı’nın Musa’yı çağırması ve İsrail halkını Mısır’ın esaretinden kurtarması için onu görevlendirmesi,

• İsrail halkının Mısır’dan çıkışı,

• Kızıldeniz’i muhteşem bir şekilde aşmaları,

• Sina Dağı’nda Yasa’nın Musa’ya Tanrı tarafından teslim verilmesi,

• İsraillilerin çölde onlarca yıl süren serüvenleri ve Tanrı’nın onları mucizevi bir şekilde koruması,

• İsrailliler Eriha’ya varmadan Musa’nın ölmesi ve bununla Yasa’nın Tekrarı kitabının yani Tevrat’ın beşinci kitabının bitmesi.

2. Yeşu

Bu kitapta yazılanlar Tevrat’ta geçen olayların devamını teşkil ediyor:

• Tanrı Musa’nın ölümünden sonra İsrail halkına önderlik etmek için Yeşu’yu görevlendirdi.

• İsrailliler Tanrı’nın ilahi müdahalesiyle Eriha’yı ele geçirdiler.

• İsrailoğullarının on iki kabilesi Kenan ülkesine,

“Bereketli Topraklar”a artık yerleşmiş bulunuyordu. Böylece İsrailoğullarının bu bölgeye yerleşmeleriyle Tanrı, İbrahim’e verdiği sözü yerine getirmiş oldu.

Bu kitabı, son bölümü dışında Yeşu yazmıştır. Bu bölümdeyse onun ölümüne değiniliyor.

Eski Ahit’in diğer kitapları 70’lerin tercüme sırasına göre şöyle sıralanmıştır:

3. Hâkimler 4. Rut

5. Kralların ikişer kitabı (A-B-C-D/ I. Samuel ve II.

Samuel)

(28)

6. Paralipomenon I ve II. Kitap (Tarihler) 7. Ezra I ve II. Kitap

8. Nehemya 9. Tobit 10. Yudit 11. Ester

12. Makabeler I, II ve III

İsrail halkının serüvenlerinde, Tanrı’nın çeşitli mucizevi yollarla insana nasıl özen gösterdiğini ve onu nasıl

koruduğunu, aynı zamanda Kendi yolundan sapanları Tanrı nimetlerinden faydalanmaları için bir babanın itinasıyla, tövbeyle nasıl yola sokmaya çalıştığını görüyoruz.

B - Özdeyiş ve Şiir Kitapları 1 - Mezmurlar (Zebur)

151 (150) tane mezmur bulunur ve bunlar duadan ibarettir.

Zebur denilen telli müzik aletlerinin eşliğinde okundukları için bu adı almışlardır. Mezmurların içeriği insanın tüm zihinsel ve ruhsal ihtiyaçlarını karşıladığı için her imanlının yüreğine derinlemesine tesir eder. Tanrı’ya övgü ve şükran, hüzün dolu ve tehlikeli günler, hastalık, haksızlık ve daha birçok zor durum için teselli ve himaye içeren mezmurlar mevcuttur.

Tövbe mezmurları arasında özellikle 50. (51) Mezmur ile günahkâr ve alçakgönüllü insan, sevgi dolu Babası’na pişmanlık duygusunu gösteriyor ve günahlarının bağışlanmasını istiyor.

Bu yüzden mezmurlar, her gün kilise içindeki toplu ayinlerde olduğu gibi imanlıların özel dualarında da okunur.

Kiliselerimizde hafta boyunca Kutsal Ayinler esnasında mezmurların tümü okunuyor. Hiçbir kutsal ayin mezmur okunmadan geçmez. Bunlardan bazıları melodik bir sesle, bazıları da sadece bir metin gibi okunur. Özellikle zihinsel ihtiyaçlarımızı karşılayan mezmurların özel dualarımızda kullanılmalarında fayda vardır.

(29)

Mezmurlar kitabı ilkin Davut’un ve oğlu Süleyman’ın zamanında (MÖ 1050) kaleme alınır ve Nehemya’nın zamanında (MÖ 450) tamamlanır.

Eski Ahit’in diğer şiir kitapları şunlardır:

2. Eyüp

3. Süleyman’ın Özdeyişleri 4. Vaiz

5. Ezgiler Ezgisi 6. Bilgelik 7. Sirak

C - Peygamberlik (Kâhinlik) Kitapları Bu kitaplar iki kategoriye ayrılır:

1. “Büyük Peygamberler” diye bilinen peygamberlerin metinleri. Bunlar daha geniş kapsamlıdır.

Büyük Peygamberler dört kişidir: Yeşaya, Yeremya (Yeremya’nın Ağıtları, Yeremya’nın Mektubu ve Baruk), Hezekiel, Daniel

2. “Küçük Peygamberler” diye bilinen peygamberlerin metinleri. Bunlar kısa metinlerdir.

Küçük Peygamberler on iki tanedir ve yazdıkları metinler

“On İkilik” olarak bilinir.

Küçük Peygamberler: Hoşea, Amos, Mika, Yoel, Ovadya, Yunus, Noem, Habakkuk, Sefanya, Hagay, Zekeriya, Malaki.

▶ Peygamber (kâhin) kimlere deniyor? İnsanların gelecekleri hakkında sorular sordukları kişilere mi benziyorlar?

Ahit’te adı geçen peygamberlerin (kâhinlerin) falcılarla, ruhlarla ilgilenen ve gelecek hakkında kehanette bulunarak halkı aldatan o insanlarla hiçbir ilgileri yoktur. Peygamberler imanları, Tanrı’ya bağlılıkları ve toplum içinde Tanrı’nın

(30)

buyruğunu duyurmak için verdikleri mücadeleler sayesinde ayırt edilen kişilerdir. Kritik durumlarda, Tanrı dindar kişileri çağırarak, kendi buyruğunu krallara veya halka duyurmaları için görevlendiriyordu.

Peygamber, Tanrı’nın emrini alır almaz, tüm benliğini bir ateşin sardığını hissediyordu ve ancak Tanrı buyruğunu yerine getirdiği zaman sakinleşmesi mümkün olabilirdi. Söylediği kendi sözleri değildi, sadece Tanrı’nın talimatı üstüne sarf ettiği sözlerdi. Bu yüzen peygamberler konuşmalarına, “Tanrı şöyle diyor...” diye başlıyorlardı. Tanrı emir vermediği sürece hiçbir söz söylemiyorlardı.

▶ Peygamberler hangi konuları ele alıyorlardı?

Tanrı, zamanla peygamberlere bazı kişileri veya genel olarak halkı denetlemeleri ve kendi buyruğu dışında hareket edenleri tövbeye çağırmaları için yetki veriyordu.

Bazen halkın gerektiği gibi hazırlanması için olacakları önceden haber veriyorlardı. Birçok kehanette, Mesih İsa’nın dünyaya geleceğinden bahsediliyordu ve onun yaşamındaki ayrıntılara değiniliyordu: Doğacağı yere, yaşayacağı topraklara; fakirlere, hastalara ve zayıf düşenlere yardım etmek için yapacağı mucizelere, uğrayacağı suçlamalara, ölüme mahkûm edileceğine, çarmıha gerileceğine, dirileceğine ve göklere yükseleceğine vb.

Bahsettiğimiz bu kehanetlerin tümü Rab İsa’nın şahsında gerçekleşti. Özellikle peygamber Yeşaya, beşinci Müjdeci diye anılıyor çünkü sekiz asır önceden dört Müjdeci’nin (İncil yazarının) yaptığı gibi Rab İsa’nın hayatını ve işlerini gözler önüne serdi.

Eski Ahit’in kitaplarına genel olarak göz attığımızda, Eski Ahit insanının Mesih İsa’yı beklediğini, ona inandığını ve kurtuluş yolunda ona güvendiğini söyleyebiliriz.

▶ Bu kitabın “İçindekiler” sayfasında, dört İncil’den sonra geçen Yeni Ahit’in diğer kitapları hakkında hiçbir şey

(31)

duymadık. Bu kitapların içeriği neye ve kime yöneliktir?

Yeni Ahit’te 27 kitap mevcuttur. Dört Kutsal İncil ile birlikte bahsettiğimiz kitaplar şunlardır:

• Elçilerin İşleri:

Müjdeci (İncil yazarı) Luka tarafından kaleme alındı ve kilisenin ileri gelenlerinden olan Theofilus’a hitaben yazıldı.

Bu kitapta Mesih İsa’nın kilisesinin, ilkin Kudüs’te, daha sonra dönemin Roma İmparatorluğunun çeşitli ülkelerinde gelişmesini ve yayılmasını, Yahudiler ve milliyetçi

putperestler tarafından karalanmaya çalışılmasını ve saldırıları, Rab İsa’nın kutsal işlerinin havariler tarafından, özellikle

“eşitler arasında birinci” olan Aziz Petrus ve Aziz Pavlos tarafından sürdürülmesini ve Kutsal İncil’in dünyanın dört bir yanına yayılmasını okuyoruz.

Havari Aziz Pavlus’un 14 Mektubu:

Havari Aziz Pavlus misyon gezileri esnasında birçok kilise kurmuştu ve doğal olarak bu kilise toplulukları içinde birçok sorun ortaya çıkıyordu. Havari bunları çözmek, aynı zamanda yeni kurulan kiliselere manevi destek sağlamak amacıyla aşağıdaki mektupları yazıp yolladı:

Romalılara Mektubu:

Bu mektubu 58 yılında Korint’ten yazıyor ve Roma’daki Hıristiyanlara Milet’in (Kehries) kadın diakonu Azize Fibi ile yolluyor. Bu mektubunda kilise üyelerinin ödevlerini ve doğru iman için gerekli olan doktrin konularını açıklıyor.

Korintlilere Birinci Mektubu:

Bu mektubunu Efes’ten Korintlilere 57 yılında, kilise üyelerinin birliğine ve iman topluluğunun içten gelen tövbe etme ihtiyaçlarına güç sağlamak amacıyla yazıyor. 13.

bölümde sevginin ünlü ilahisi işleniyor.

(32)

Korintlilere İkinci Mektubu:

Havari Aziz Pavlus bu mektubunu Korintlilere ilk

mektubundan birkaç ay sonra, muhtemelen Filipi’den Havari Titus ile yolluyor. Havari Aziz Pavlus’un ilk mektubu

Korint’teki Hıristiyanlar arasında birliği sağlamaya ve onların barış içinde yaşamalarına yardımcı oldu. Fakat Korint’te Hıristiyanları tasalandıran sahte öğretmenler türemişti. Bunun üzerine Hıristiyanların sahte öğretilere kapılmamaları ve onlara öğrettiği şeylerden uzak kalmamaları için bu mektubu yazmaya karar veriyor.

Galatyalılara Mektubu:

Galatya, Toros Dağlarına kadar uzanan ve Orta Anadolu’nun güneybatısında bulunan büyük bir eyaletti.

Havari Aziz Pavlus, Havari Barnabas ile birlikte çıktığı ilk görev (misyon) gezisi esnasında orada kiliseler kuruyor. İki havarinin görev gezisinden sonra bölgede, Hıristiyanlara Yahudilerin âdetlerini uygulatmak isteyen sahte öğretmenler türüyor. Havari Aziz Pavlus bunu duyduğu zaman

Hıristiyanlığın doğru vecibelerini hatırlatmak ve tarikatlara mensup kişiler tarafından ayartılmalarını önlemek amacıyla 57 yılında, Efes’te bulunduğu sırada, Galatyalılara bu mektubunu yolluyor. Havari Aziz Pavlus, bu mektubunda, Mesih İsa’nın kilisesinin tüm üyelerinin ırk, sosyal sınıf farkı gözetmeksizin birlik içinde olmaları gerektiğini vurguluyor (Galatyalılar 3:28).

Efeslilere, Filipilere ve Koloselilere Mektupları:

Bu mektuplar Roma şehrinden (61-63), Havari Aziz Pavlus ilk kez hapsedildiği zaman gönderiliyor. Bu

mektuplarıyla Hıristiyanların inançlarına şaşmadan, kuvvetle sarılmaları ve acılara sabır ve imanla göğüs germeleri gerektiğini anlatıyor. Ayrıca Hıristiyanların özel, ailevi ve toplumsal yaşamları için yararlı tavsiyelerde de bulunuyor.

Etkileyici anlatımlarıyla, Mesih İsa’yı takip etmenin

(33)

avantajlarını gözler önüne sererek imanlıları, nihai zafere ulaşmaları için kararlılıkla ve güvenle mücadele etmeleri yönünde teşvik ediyor.

Selaniklilere Birinci ve İkinci Mektubu:

Havari Aziz Pavlus iki mektubunu 51 yılında, Korint’ten Selaniklilere yolluyor. Burada, Selanik’teki Hıristiyanların, Yahudilerin saldırılarına cesaret ve imanla karşı koyduklarını duyduğu için sevincini belli ediyor. Üstelik bu mektuplarıyla

“Âhiret” ve “Rab’bin İkinci Gelişi” hakkında bilgi veriyor ve çalışmanın yükümlülüğünden bahsediyor. En sonunda Hıristiyanlara, düzensiz hayat sürenleri doğru yola sokmaları için takınmaları gereken tavır konusunda nasihat veriyor.

İbranilere Mektubu:

Havari Aziz Pavlus, Roma’da ilk kez hapse düştüğü sıralarda yazdığı mektubuyla, Filistin’deki Yahudi kökenli Hıristiyanlara hitap ediyor. Havari Aziz Pavlus, Eski Ahit’ten gösterdiği çeşitli olaylar ve ayetlerle Hıristiyanlığı mükemmel bir şekilde açıkladığı bu mektubunda, Eski Yasaların ve Yahudilerin resmi dininin, tüm peygamberlerinin

ilettiklerinden sonra Mesih İsa’nın tamamladığı inancın eşsiz üstünlüğünü gözler önüne seriyor. Havari Aziz Pavlus, Eski Ahit’te Mesih hakkında geçen tüm kehanetlerin, Mesih İsa’nın şahsında gerçekleştiğini hiçbir kuşkuya yer bırakmadan onlara gösteriyor.

• Pastoral Mektupları:

Havari Aziz Pavlus’un ilk mektupları kilise cemaatine hitap ederken sonradan yazdığı dört özel mektubu yoldaşları Timoteos, Titus ve Filimon’a yöneliyor.

Timoteos’a Birinci ve İkinci Mektubu:

Havari Aziz Pavlus, Timoteos’u birinci görev gezisi esnasında, Timoteos’un memleketi Likoanya’nın Hatunsaray

(34)

kasabasında (Listra) tanıyor ve onu ikinci misyon gezisindeki misyonerlik çalışmalarına eşlik etmesi için davet ediyor.

Timoteos zamanla Büyük Havari Aziz Pavlus’un çok sevdiği biri haline geliyor, öyle ki Havari ona “eş ruh” diye hitap ediyor, “Ama Timoteyus’un, değerini kanıtlamış biri olduğunu, babasının yanında hizmet eden bir çocuk gibi, Müjde’nin yayılması için benim yanımda hizmet ettiğini bilirsiniz.” (Filipiler 2:22)

Dördüncü misyon gezisi esnasında, Havari Aziz Pavlus, Timoteos ile birlikte Efes’e gidiyor ve Hıristiyan cemaatini sahte öğretmenlerden koruması için onun oraya yerleşmesine karar veriyor. Timoteos’a birinci mektubunu yazdığı zaman, Timoteos orada Efes Kilisesi’nin Piskoposu olarak

bulunuyordu. Havari Aziz Pavlus Roma’ya döndüğünde tutuklandı, ikinci kez hapse atıldı ve infazını bekliyordu.

Oradan Timoteos’a yolladığı ikinci mektubunda, kendisini ziyaret etmesini istiyordu.

Havari Aziz Pavlus bu iki mektubuyla öğrencisi Timoteos’a, Heretiklerin suçlamalarına ve düşmanca

tavırlarına rağmen misyonerlik çalışmalarını sürdürmesi için teşvik veriyor, ruhbanların ve tüm imanlıların davranışları hakkında ve genel tüm çalışmaları için yön veriyor.

Titus’a Mektubu:

Titus Antakya’nın putperest bir ailesinden geliyordu.

Anlaşıldığı gibi Pavlus sayesinde Rab İsa’ya karşı ilgi

duymaya başlayan Titus, daha sonra Aziz Pavlus’un en büyük yardımcısı oluyor ve bu nedenle onun tarafından “öz evlat”

diye tanınıyordu (Titus 1:4). Havari Aziz Pavlus Titus’u Girit’e piskopos olarak tayin ediyor. Havari Aziz Pavlus bu mektubunu kendisi Roma yolunda, Titus ise Girit’te iken yolluyor. Bu mektubunda, diğerlerine örnek teşkil etmeleri için, din adamlarının ve piskoposların niteliklerinden söz ediyor.

(35)

Filimon’a Mektubu:

Filimon Kolose’den geliyordu. Anlaşıldığı gibi, Havari Aziz Pavlus Efes’in yakınında bulunduğu zaman Rab İsa’nın öğretileri dikkatini çekiyor ve vaftiz oluyor. Memleketi Kolose’ye döndüğü zaman İncil’in müjdesini yayıyor ve kiliseye birçok kişiyi çekiyor, ilaveten ferah evini oradaki kilisenin dinsel toplantıları için açıyor. Erdemi ve misyonerlik aşkı sayesinde Kolose Piskoposluğuna atanıyor.

Filimon’un hizmetkârlarından biri olan Onisimos, zimmetine efendisinin bir miktar parasını geçirdiğinden, cezadan kurtulmak için Roma’ya kaçıyor. Orada hapis cezasına çaptırılan Havari Aziz Pavlus’un vaazından birçok kişi gibi kendisi de etkileniyor (61-63), yaptıklarından dolayı pişmanlık duyarak vaftiz oluyor ve yaptığı haksızlığı

düzeltmek için Filimon’a dönmeye karar veriyor. Havari Aziz Pavlus bu duyarlı mektubuyla Filimon’dan Onisimos’u affetmesini ve onu bir hizmetkâr olarak değil fakat “sevgili bir kardeş” gibi karşılamasını rica ediyor.

Ve kuşkusuz Aziz Filimon onu o şekilde karşılamıştır.

Eski bir söylentiye göre Onisimos, Veria piskopusu atandı ve daha sonra Roma’da iman şehidi oldu.

• Genel Mektuplar:

Yeni Ahit’te Havari Aziz Pavlus’un on dört mektubu haricinde, Kudüs’ün ilk piskoposu Adil Yakup (Mesih’in kardeşi) tarafından yazılmış bir, Havari Aziz Petrus tarafından yazılmış iki, İncil yazarı Aziz Yuhanna tarafından yazılmış üç ve Adil Yakup’un kardeşi Yahuda tarafından yazılan bir mektup bulunmaktadır. Bu Mektuplar belirli kişilere değil de genel olarak kilisenin üyelerine hitap ettikleri ve imanlıları birçok konuda aydınlattıkları için “Genel Mektuplar” diye tanımlanır.

Bu mektuplarda, imanlıların karşılaştıkları birçok probleme değinilir ve bunların doğru çözümü için Tanrı’nın esiniyle öğretiler verilir. Her konuda, dünyada yaşamış olan

(36)

İsa Mesih örnek gösterilir, tüm Hıristiyanlara, onun yolundan gitmeleri ve onu örnek almaları tembih edilir.

Kateşizm çalışmaları sırasında, Yeni Ahit’in diğer kitaplarına olduğu gibi bu mektuplara da pek sık rastlayacağımız için, şimdilik bu nokta üzerine fazla durmayacağız.

Yuhanna’nın Vahiy Kitabı:

İncil yazarı Aziz Yuhanna’nın 95 yılında, Roma İmparatoru Domitianus tarafından Patmos adasına sürgün edildiği zaman yazdığı Yeni Ahit bölümlerinden biridir. İncil yazarı Aziz Yuhanna gizemli görümler görüyor, bunların açıklamalarını ve neyi sembolize ettiklerini anlatıyor. Ayrıca saldırılara uğrayan, suçlamalarla karalanmak istenen

kiliselerin ve her bir imanlı bireyin iman ve erdemle tüm saldırılara göğüs germelerinde yardımcı olmak ve günaha bulaşmış olanların tövbe etmeleri gerektiğini ve tövbe ile Tanrı’ya yaklaşabileceklerini anlatmak için kaleme alıyor Vahiy kitabını. Açıklamalar ve Aziz Yuhanna’nın yazdığı her şey putperestliğe karşı Kilisenin kesin zaferini gösteriyor ve imanlılara sonsuz yaşamın mutluluğunu anlatırken, iblis ve yandaşlarına da Mesih İsa’nın İkinci Gelişinde eşsiz adaletiyle karşılık vereceğini, onları cehennemin azabına teslim

edeceğini gösteriyor.

Birçok doktrin ve vahiy içeren bu kitap, imanlıların inançlarının ve manevi mücadelelerinin güçlenmesine, zorluklara karşı teselli bulmalarına yardımcı oluyor ve Tanrı’nın mutlak hâkimiyetinin yaklaşmakta olduğunu bildiriyor.

Bu kitaptaki bazı noktaları anlayabilmek için ek yorum kitaplarına ihtiyaç duyulur. Zira her imanlı, yazılanları kendi başına kolaylıkla anlayamaz.

(37)

3. Bölüm

Kutsal Gelenek

▶ Tüm Hıristiyan topluluklar aynı Kutsal Kitap’ı kabul ettiklerini ve inançlarını bunun üstüne dayandırdıklarını iddia ederler. Peki, neden bu kadar çok ve birbirinden ayrı

Hıristiyan topluluk mevcut ve neden her birinin kendi savunduğu farklı bir doktrin var?

Hıristiyan mezhepleri (bazı mezhepler kendi içinde onlarca hatta yüzlerce parçaya bölünmüşlerdir) kutsal

metinlerin bazı kısımlarını birbirlerinden farklı yorumlarlar ve bazı metinleri ise Kutsal Kitap’a dâhil etmezler (Eski Ahit’tin bazı metinleri, Septuagint ve Mazoretik farkı). Fakat bunların ötesinde Hıristiyan inancının temel öğretilerinin tüm

mezheplerde (Ortodoks, Katolik, Protestan) Kutsal Kitap’a dayandığı bir gerçektir. Hıristiyanların mezheplere

bölünmesinin nedeni kullanılan metinlerden ve tercümelerden ziyade, Kutsal Kitap’taki “doğrular”ın yanlış anlaşılmasından ve yorumlanmasından kaynaklanıyor. Bu durum “kutsal gelenek”ten koptukları için meydana gelmiştir. Bu çok ciddi bir sorundur. Genel olarak bir göz atalım.

Aziz Yuhanna İncili’nin sonunda, “İsa’nın yaptığı daha başka çok şey vardır. Bunlar tek tek yazılsaydı, sanırım yazılan kitaplar dünyaya sığmazdı.” (Yuhanna 21:25) diye bir ayet okuyoruz. Bu ayetten, Rab İsa’nın üç yıl boyunca yaptığı ve dediği şeylerden pek azının Kutsal İncillere kaydedildiğini anlıyoruz.

Ayrıca Elçilerin İşleri’nde, Mesih İsa’nın dirilişinden sonra kırk günlük süreyle öğrencilerine göründüğünü ve onlara

‘Tanrı Krallığı’ (Elçilerin İşleri 1:3) hakkında konuştuğunu okuyoruz.

Elçilerin İşleri’nde, ‘Tanrı’nın Krallığı’ ile Kilise

(38)

kastediliyor. Bu yüzden yorumcular, Mesih İsa’nın

öğrencileriyle yaptığı toplantılarda, uğruna asil kanını döktüğü kilisenin temelini atmaları ve dünya çapında yaymaları için onları görevlendirdiğini ve misyonerlik faaliyetlerinin başarısı için onlara eşsiz öğütler verdiğini ifade ediyorlar. Kuşkusuz onlara vaftiz, Kutsal Komünyon, yağ gizemi ve daha birçok konu hakkında bilgi vermiştir. Bu konular hakkında İncillerde ayrıtılar üzerinde durulmuyor, sadece genel yetkiler veriliyor.

Örneğin Mesih İsa, Fısıh yemeği (son akşam yemeği) esnasında Kutsal Komünyon’u öğrencilerine teslim ettikten sonra şöyle demiştir:

“Beni anmak için böyle yapın.” (Luka 22:19) Fakat Kutsal İncillerde Kutsal Komünyon’un nasıl yapıldığına dair hiçbir bilgi verilmiyor.

Bunu Rabbimizin Kudüs’ün ilk piskoposu olarak tayin ettiği kardeşi, Aziz Yakup’un Kutsal Ayin metinlerinden öğreniyoruz. Kuşkusuz Aziz Yakup Rabbimizden talimat almasaydı kendiliğinden Kutsal Ayin’in işlevleri konusunda fikir yürütemezdi. Üstelik diğer havarilerin de aynı şekilde hareket ettiklerini görüyoruz. Bu yüzden kilisenin tek ve dünya çapında birlik içinde olduğu ilk bininci yılından beri aynı grafiği izliyoruz.

Başka bir örnek gösterelim:

Rabbimiz öğrencilerine hastaları iyileştirme armağanını vermişti: “Hastaları iyileştirin.” (Matta 10:8) Havarilerin ölümünden sonra bu armağan Kilisemizden eksilecek miydi?

Tabii ki hayır. Havariler bunu haleflerine, kilisenin piskoposlarına, onlar da Kutsal Gizemleri yürütecek olan rahiplere vereceklerdi. Fakat Kutsal İncillerde tüm bunların ne şekilde icra edilecekleri konusunda hiçbir şey

kaydedilmemişti. Bu konularla ilgili bilgiler Aziz Yakup’un mektubunda yazılıdır:

“İçinizden biri hasta mı, kilisenin ihtiyarlarını çağırtsın;

Rab’bin adıyla üzerine yağ sürüp O’nun için dua etsinler.

İmanla edilen dua hastayı iyileştirecek ve Rab onu ayağa

(39)

kaldıracak. Eğer hasta günah işlemişse günahları bağışlanacak.” (5:14-15)

Yakup yazdığı öğretilerden bu kadar emin olduğuna göre, bunları mutlaka Rabbimizden duymuştur. Fakat Rab’bin kardeşi Yakup, rahibin hangi duaları okuması gerektiğini yazmıyor. Bu duaları, kilisemizin asırlar boyunca aralıksız okuduğu Kutsal Yağ Gizemi’nin ayininde buluyoruz.

Buradan kolayca anlıyoruz ki bilgilerimizi sadece Kutsal Kitap’ın etrafına toplarsak ve havarilerin Rabbimizden duyduklarını, kiliseye doğrudan veya öğrencileri vasıtasıyla sözlü veya yazılı metin olarak sundukları diğer her şeye özen göstermezsek Kutsal Kitap’ın doğru yorumu olanaksızdır.

Apostolik Babalar (Elçisel Babalar) diye tanımlanan havarilerin halefleri, kilisemizin ruhanileri ve öğretmenleri, elçilerin temel öğretilerine sadık kalarak onların işlerine devam etmişlerdir. Havariler, öğretilerinden birçoğunu kaydediyorlardı ve bu metinler günümüze dek korunmuştur.

Kilisemiz bunları, kuşaktan kuşağa, kutsal manevi miras olarak muhaza etmiştir ve böylece bu metinler yaşadığımız çağa hiçbir değişikliğe uğramadan gelmiştir. Bu eyleme kilisemizin Apostolik Babalarının halefleriyle de devam edilmiştir. Kilise Babaları bir kuşaktan devraldıkları her şeyi, Kutsal Ruh’un lütfuyla, anlaşılır biçimde diğer kuşağa devretmişlerdir. Bu nedenle Kutsal Kitap’ı doğru

yorumlamamıza yardımcı olan, tüm dönemlere ait, Kilise Babalarının kaleme aldığı birçok metin bugün elimizde bulunmaktadır.

Tüm bunlar Kilisemizin kutsal geleneğinin parçasıdır.

Bunlar olmadan elbette herkes İncil’deki pasajlara farklı görüşler ve kendi şahsi yorumunu katar. Sonuç ortadadır.

Yanlış anlamalar, fikir ayrılığı, tartışmalar, uyuşmazlıklar, bölünmeler... Bu yüzden sık sık birinin yeni bir ‘Kilise’

kurduğunu duyuyor (tabii ki Rab İsa’nın Kilisesi tek

olduğundan, böylesi oluşumlara kilise denebilirse) ve bunların zaman zaman diğerlerine cephe aldığını da biliyoruz.

(40)

▶ İki bin yıllık sürede, Kilise Babalarının Kutsal Kitap’ı doğru yorumladıklarına ve hata yapmadıklarına nasıl emin olabiliriz?

Yanılmaz olan sadece ve sadece Tanrı’dır. Bazı babaların insan olarak bazı yanlış yorumlarda bulunma ihtimali çok doğaldır fakat ‘doğruların direği ve temeli’ olan Kilise, nelerin doğru ve nelerin yanlış olduğuna karar verebilecek

durumdadır. Nihayetinde yazılanlar Kilise’nin denetiminden geçer ve diğer kuşaklara bunları aktaran da Kilise’dir!

Kilise’nin hangi kitabın ilahiyata ve Kutsal Kitap’ın içeriğine layık olduğunu nasıl tespit ettiğini unutmamamız gerekir. Birinci ve ikinci yüzyılda, Yakup’un İncil’i, Petrus’un İncil’i, Tomas’ın İncil’i, Barnabas’ın İncil’i gibi, Kutsal İncil, Elçilerin Mektupları veya İşleri diye ortaya çıkan birçok kitap mevcuttu. Bunlar havarilerin isimlerini taşıyordu. Kilise bunlardan hiç etkilenmemiş, onları iyice kontrol etmiş, onların üstünde tek tek çalışmış ve hangilerinin özgün veya sahte oldukarına karar vermiştir. Yeni Ahit’i (Yeni Antlaşma) oluşturan sadece 27 kitabı kabul etmiş, diğerlerini ise reddetmiştir. Kilise Babalarının metinlerini de

değerlendirirken aynı şeyi yapmıştır ve hâlâ yapmaya devam eder. Sadece Kilise’nin ve Kutsal Kitap’ın öğretilerine uyanları kabul eder.

▶ Kilise o kadar ciddi konular hakkında nasıl bir karara varıyor ve bu kararlar nasıl herkesçe kabul ediliyor? Kilise’yi kim temsil ediyor?

Büyük İman Açıklamasında, “Bir, Kutsal, Evrensel ve Elçisel Kilise” olarak tanımlanan Kilise, ruhani bir beden ve üyeleri Kutsal Üçlü Birlik adıyla vaftiz olan her bir Hıristiyan imanlıdan oluşan toplumsal, manevi bir kurumdur. Elçilerin, azizlerin, iman şehitlerinin, bu hayata veda eden ve ruhları şimdi cennette bulunan herkesin dâhil olduğu topluluk,

“Zaferli Kilise” olarak tanımladığımız Kilise’yi oluşturur.

(41)

Mesih İsa’ya iman edip vaftiz olanlar ve ona bağlı kalarak bu dünyada bulunanlar ise “Savaşan Kilise” (ya da mücadele eden Kilise) diye tanımlanan Kilise’yi oluştururlar çünkü

“Mesih İsa’nın iyi bir askeri olarak” mücadele eder (2.

Timoteos 2:3), “İman uğrunda yüce mücadele”yi sürdürür (1.

Timoteos 6:12) ve “yüceliğin solmaz tacı”na kavuşmak için savaşırlar (1. Petrus 5:4).

(Kilise hakkında ileride kapsamlı olarak konuşacağız.) Elçiler döneminden beri yeryüzünde yaşayan, faaliyetlerini sürdüren ve şu anda bizi ilgilendiren, “Savaşan Kilise”

mükemmel bir organizasyona sahiptir. Rab İsa, Kilise’nin başı olarak, Elçilere, peygamberlere, İncil yazarlarına, ruhanilere, öğretmenlere ve tüm kutsallık yolundakilere Müjdeyi duyurma ve bedenini (Kilise’yi) oluşturma görevini vermiştir (Efesliler 4:11-12).

Her cemaatin bir kilisesi, manevi babası (ruhani peder) vardır. Ruhaniler Kutsal Ayin’i, Kutsal Gizemleri, günlük duaları icra eder, öğretir, iman yolunda terbiye verir ve bir baba gibi manevi evlatlarına dikkat ederler. Onlar da kendi başına buyruk değildirler ve Kilise’nin Kutsal Kanunlarına karşı gelemezler. Her ilde bulunan ruhaniler yörenin

piskoposuna rapor verirler. Piskoposlar, her şeyin ‘uygun ve düzenli bir şekilde’ (1. Korintliler 14:40) yürütülmesi için kilise topluluklarını sık sık ziyaret ederler. Öğretmek, yol göstermek, ortaya çıkan problemleri çözmek, ruhanilerin ve imanlıların ihtiyaçlarını karşılamak, doktrin ve ahlaki kavramların doğru şekildeki ifadelerini denetlemek ve ayin geleneğinin devamını sağlamakla yükümlüdürler.

Piskoposlar da Başpiskopos veya Patrik’in başkanlık ettiği ve her ülkenin başkentinde bulunan piskoposların Kutsal Sinod’una (Kutsal Konsül) bağlıdır. İmanlılardan veya

ruhbanlardan herhangi biri kilise düzenini bozmaya veya onun kutsal kanunlarına aykırı kendi kişisel doktrinlerini ortaya atmaya kalkarsa, ilkin piskopos tarafından teftiş edilir ve kendisini düzeltmediği takdirde, konu Kilise’nin kutsal kanun

(42)

ve hükümlerinin öngördüğü gibi Kutsal Sinod’un önüne getirilir.

Kilise hayatının ilk bininci bin yılında, tüm kiliseleri sarsan çok ciddi konular ortaya çıktığı zaman, dünyanın her yerinden gelen piskoposlar Ekümenik Sinod (Evrensel Konsül) için toplanıyordu ve Kutsal Ruh’un esiniyle bu konuları birlikte inceledikten sonra hangilerinin Kutsal Kitap’a ve Kutsal Gelenek’e uygun ve doğru olduklarına karar

veriyordu. Dünyanın tüm yerel kiliseleri, alınan bu kararları kabul etmeye ve uygulamaya zorunluydu. Ekümenik Sinod’un kararlarına uymayan kiliseden atılıyordu. Böylece Kilise bir bütün olarak yoluna devam ediyordu.

Tüm bunları, kişilerin mertebesine bakılmaksızın, herhangi birinin dogmatik ve ahlaki öğretilerini yayma hakkına sahip olmadığını iyice belirtmek için dile getirdik. Böyle bir olay meydana geldiği takdirde, o ülkede Kilise’nin en büyük yetkisine sahip olan Kutsal Sinod veya Patrikhane konuyu ele alır. Tüm kiliselerin karşılaştıkları genel problemler için ise Panortodoks (Dünyadaki tüm Ortodoks kiliseleri) Kutsal Sinod’un zirve toplantısı yapılır ve kararlar alınır. Böylece tüm dünyada Kilise’nin birliği, Ortodoks inancı ve kilisedeki düzen her yerde korunmuş olur.

Böylece Kilise, Kutsal Sinodların ve piskoposların aldıkları kararları, cemaatin de tümüyle kabul etmesiyle birlikte Kutsal Kitap’a ve Kutsal Gelenek’e neyin uygun olduğuna karar verir ve doğal olarak diğerlerini reddeder.

▶ Peki, Kutsal Gelenek nedir?

Kutsal Gelenek’in hangi öğeleri içerdiğini ve hangilerini reddettiğini göz önünde bulundurmamız için Kutsal Gelenek’e genel bir bakış atalım.

İlk olarak Kilise’nin Kutsal Gelenek’i dediğimiz zaman dünyanın değişik ülkelerinin yerel kiliselerinde rastladığımız çeşitli örf ve âdetlerden bahsetmediğimizi belirtmemiz gerekiyor. Hıristiyanlar örf ve âdetlerini, dogmatik öğretilere

(43)

ve Hıristiyan ahlakına karşı gelmedikleri takdirde, yerel piskoposun izniyle uygulayabilirler. Fakat bunları tüm diğer kiliseler uygulamak zorunda değildir.

Kutsal Gelenek, Rabbimiz ve Elçileri tarafından imanlılara duyurulan iman doğrularının tüm öğretilerini içerir. Bu

öğretiler yüzyıllardır kesintisiz olarak bir sonraki kuşağa devredilerek günümüze kadar gelmiş ve böyle de devam edecektir. Kutsal Gelenek’e, Ekümenik veya Yerel Kutsal Sinodlarda Kutsal Babaların söylediği her şey ve Ekümenik Sinod tarafından onaylanmış olan Kilise Babalarının öğretileri dahil edilir. Bunlar içerisinde, eklenen ve bütün Kilise

tarafından kabul edilen doktrinsel, yorumsal, ayinsel metinleri sayabiliriz. Lerinli Vincent (Vincent of Lerins) Kutsal

Gelenek’in içeriğini şöyle özetliyor:

“Kutsal Gelenek her zaman, her yerde ve herkes tarafından iman edilenlerdir. Yani Kutsal Elçiler zamanından beri, tüm Ortodoks kiliselerinde, ‘Tek Elçisel Kilise’nin tüm üyeleri’

tarafından gerçek olarak iman ve kabul edilen her şey Kilise’nin Kutsal Gelenek’inin içeriğini oluşturur.

Kutsal Gelenek, Kutsal Kitap’ın gerçek yorumunu

sağladığı için çok önemlidir. Kutsal Kitap -bahsettiğimiz gibi- Kutsal Ruh’un esiniyle yazılmıştır ve onun doğru yorumu yine Kutsal Ruh’un esiniyle gerçekleşebilir.

Tanrı’nın esiniyle hareket eden, büyük zorluklar içerisinde, aşırı dikkat ve sürekli duaları sayesinde Kutsal Kitap’ı doğru yorumlamış olan Kutsal Kilise Babaları, Kutsal Yazıları doğru anlamamıza yardımcı olan bu çok önemli yorumlarını kaleme alarak bizlere birçok aktarımda bulunmuşlardır.

Kapadokya’nın, Kayseri şehrinin erdemli Başpiskoposu Aziz Büyük Vasilios (4. yy.), Kilise’nin doktrin ve

öğretilerinden, bazılarını yazılı ve bazılarını da sözlü gelenek olarak Elçilerden devraldığımızı söylüyor. Her ikisi de (yani Kutsal Kitap ve Kutsal Gelenek) aynı güce sahiptir.

İleride işleyeceğimiz tüm konular Kilise’nin bu iki temel

(44)

direğine, Kutsal Kitap’a ve Kutsal Gelenek’e dayanıyor. Bu ikisi Kilise’nin can damarıdır.

(45)

4. Bölüm

Ortodoks Hıristiyan İnancı

▶ Her şeyi hafızamızda tutmamız mümkün değil! Acaba bilmemiz gereken önemli konuları özetleyen kısa bir metin var mı?

Tabii ki var. Birincisi 325 yılında Anadolu’nun İznik kentinde, ikincisi ise 381 yılında Kostantinopolis’te toplanan iki Ekümenik Sinod’da kaydedilen ve orijinal metni hâlâ mevcut olan “Büyük İnanç Açıklaması” diye bilinen metindir.

Bu, vaftiz olmak ve İsa Mesih’in Kilisesi’nin üyesi olmak isteyen her insanın iman etmesi gereken her şeyi içeriyor. Bu yüzden vaftiz olacak kişi Kutsal Vaftiz Gizemi’nin Ayin Töreni esnasında “Büyük İnanç Açıklaması” metnini okur. Bu Rabbimizin duyurusuna uygundur, “İman edip vaftiz olan kurtulacak.” (Markos 16:16). Vaftiz olmak isteyenlerin yerine getirmesi gereken en önemli koşul, Tek ve Gerçek Tanrı’ya, beden almış Mesih İsa’ya ve Kutsal Ruh’a inanmaktır (Yuhanna 17:3).

Şimdi de “Büyük İnanç Açıklaması”na bakalım:

İnanιrιm bir Tanrι’ya,

Her şeye gücü yeten Baba’ya; göğün ve yerin, tüm görünen ve görünmeyenlerin Yaradanι’na.

Tek Rab İsa Mesih’e, Tanrι’nιn Oğlu’na,

Tek Doğan’a, tüm çağlardan önce.

Baba’dan Doğan’a, Işιk’tan Işιk, Gerçek Tanrι’dan Gerçek Tanrι’ya, Doğan’a, yaratιlmayana,

Baba ile özdeş Olan’a.

Her şeyin onun aracılığıyla yaratιldιğιna.

(46)

Biz insanlar ve kurtuluşumuz için, göklerden inene ve Kutsal Ruh aracılığıyla Bakire Meryem’den beden alana ve insan Olan’a.

Üstelik bizler için Pontuslu Pilatos çağιnda çarmıha gerilene, acı çekerek ölene ve gömülene.

Kutsal yazιlara göre üçüncü gün dirilene.

Göklere yükselene ve Babasι’nιn sağında oturana.

Dirileri ve ölüleri yargılamak için görkemle yine gelecek Olan’a.

Onun ki krallιğιnιn sonu olmayana,

Kutsal Ruh’a, Rab’be, yaşam verene, Baba’dan Olan’a, Baba ve Oğul ile birlikte tapιlana ve onurlandιrιlana.

Peygamberler aracιlιğιyla konuşmuş olana, Bir, kutsal, evrensel ve elçisel kiliseye,

İkrar ederim günahlarιn bağιşlanmasι için olan tek vaftizi.

Beklerim ölülerin dirilişini ve gelecek çağ yaşamını.

Amin.

Referanslar

Benzer Belgeler

“Hatırlanan” anlamına gelen smriti, Hinduizm’de beşeri kaynaklı olduğu düşünülen kutsal metinleri belirtmek için kullanılan bir tabirdir.. Hindulara göre

İsa’dan sonraki dönemde çeşitli yazarlar tarafından yazılmış 4 İncil, Resullerin İşleri, 21 Mektup ve Vahiy isimli kitaplar biraraya getirilerek Yeni

Zohar Mistik gelenek Aramice Tanah’ın ilk 5 kitabının mistik yorumu Midraş Tevrat’ın ahlaki ve tasavvufi

Kitap temel olarak Tanrı'nın kutsallığı ve İsrail halkının kutsal Tanrıyla ilişkisini sürdürmek için nasıl yaşayıp tapınması gerektiği konusuna açıklık

7) Dört büyük meleğin ismini yazınız. Kur’an’da yer alan en uzun sure ……… suresidir.. b. Kur’an’ın ilk

Eh, burada bir soluk alıp Pierre Loti'nin ruhunu şad etmeden Eyüp'ü terk et­ mek, İstanbul sevdalısı yazara haksızlık olur. Eyüp'ün bugünkü ününün bir

Ayrıca, eldiven- le skalpel (deri sıyırmakta kullanılan ince bıçak) kullanmak gibi ince ve zor işlemler gerçek hastaya uygulanmadan önce üç boyutlu görüntüler

Beni asıl şaşırtan şey, kitaptaki otuz yedi şiir arasında bu şiirin «edâ» bakımından öbürleriyle hiç te ilgisi olmamasıdır, Şüphesiz halk şiirinin,