• Sonuç bulunamadı

" D „ g r u pu R e s im Sergisi ve Türk resim tarihine bir bakış

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "" D „ g r u pu R e s im Sergisi ve Türk resim tarihine bir bakış"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

" D „ g r u p u R e s i m Sergisi

ve Türk resim tarihine bir bakış

B u r h a n T o p r a k

G. S- Akademisi müdürü

Kuruluşunun onuncu senesini idrak eden D gıupu sömestir tatilinden istifade ederek A k a d e m i d e bir sergi açmak istedi. İçinde büyük bir münevver tabakanın yaşadığı îstanbulumuzda maatteessüf henüz bir sergi sarayı inşa edilmediği için A k a d e m i bu sanat tezahürünün çatısı altında yapılmasını memnuniyetle kabul etti. Bundan başka D grupu âzası davetlilerle benim bir müsahabe yapmamı ve eserlerini bir kaç senedenberi esaslı surette değişen yeni çehreleriyle takdim etmemi istiyorlardı. Sene-lerdenberi şahit olduğum kıymetli müsamahanıza güvenerek bu şerefli teklifi ben de sevinçle kabul ettim.

Onları belirmeğe başlıyan yeni temayülleriyle tahlil etmek bu sergi dolayısile on senelik mücade-lelerinin bir tarihçesini yapmak ve Türk resmi için-de yerlerini tayin etmek doğru bir teşebbüs olacak-tır. Bu teşebbüs ise Türk resim tarihinin tekâmülü üzerinde bir hulâsa yapmadan mümkün değildir. Onun için müsaadenizle konuşmamın son kısmını teşkil edecek olan D grupuna gelmeden önce Türk resminin tarihi hakkında bazı tahminlerimi arzede-ceğim. Türkiyede resmin ve heykeltraşinin mukad-deratı başka memleketlere nazaran büyük bir hu-susiyeti haizdir. Avrupada plâstik sanatların en aşağı 2 5 0 0 senelik bir hayatı vardır. V e bu hayat b ü tün dünyanın hayran kaldığı muvaffakiyetlerle d o ludur. Ziıa daha yirmi beş asır evvel heykelde Y u -nanlı Fidyas ve arkadaşları istidat ve dehanın en

Fotolar -Realite» delgisinden alınmıştır.

parlak eserlerini vermişler, güzellikte bir nevi ke-malin ufuklarına erişerek âdeta sanatta terakkinin mevcut olamıyacağını eserleriyle ispat etmişlerdir. Ondan sonra 20 asır zarfında evvelâ putperest R o ma sonra bütün Hıristiyan A v r u p a ayni yoldan y ü -rümüş ve sırasiyle Floransa, Paris ve Londra, Atina medeniyetini, onun dünya görüşünü, sanat telâkki-lerini, zamanın, muhitin, ânın icabile türlü nuance'-larla devam ettirmişlerdir.

Biz Müslüman Türkler Selçukîler zamanında Bizansın karşısında Osmanlılar zamanında Bizansın payitahtında veya Viyana önünde, hattâ bütün Avrupanın sanat kâbesi olan Atinada Akropolün üzerinde asırlarca yaşadığımız halde bu âleme y a -bancı kalmışızdır. Çünkü o medeniyetten hiç bir za-man aşağı kalmıyan ve bir çok noktalarda ona faik olan kendi dünyamız, kendi medeniyetimiz bize kâfi geliyordu.

Selçuk ve Osmanlı Türkiyesinde bizim bugün anladığımız mânada yağlı b o y a resim peinture -yoktur. Minyatür, taslak halinde yağlı b o y a resim

(2)

ölçüşe-cek bir musiki an'anesi mevcut bulunmasına rağmen plâstik sanatlar mevcut değildir. V e bütün İslâm ülkeleri de ayni vaziyettedirler.

Fatihin portresini Belliniye yaptırması gibi na-dir istisnalar bu kaideyi sarsmamıştır. Türkler ilk emre daima sadık kalmışlardır. Bununla beraber bir taraftan Avrupa nüfuzunun İnhitat devrinde ilikle-rimize kadar işlemiş olması diğer taraftan Islâmi-yetin son derece büyük bir hürriyete müsait olan

«Ezman ile ahkânı değişir» tarzında hulâsa edilen inkılâpçı prensibi bir gün nihayet yağlıboya resmin Türkiyede doğmasına ve her şeye rağmen tabiatı, insan figürünü aynen taklit ederek ifade etmesine imkân vermiştir.

Türk resmi nerede ve ne vakit doğmuştur? İlk eserler nerededir? Bunu şimdilik tayin etmek kabil değildir. Fakat Türk istidadının «minyatür» tarzın-dan çıkarak, garp tekniği ile çalışmaya başlaması yine dinî temaslar üzerine olmuştur. Akademide

(Elli senelik Türk resmi) adiyle açtığımız sergide teşhir ettiğimiz Ankara Etnografya müzesinde bu-lunan Kırşehir bektaşî dergâhından gelme eserler bi-ze bu kanaati vermektedir. Bu eserlerin müellifleri meçhuldür. Her şeyde olduğu gibi bu sahada yeni-lik hususunda bektaşîler ön plânda gelmektedirler. Bunların 1800 tarihlerine doğru yapıldığı sanıl-maktadır Bekâretleri itibariyle İtalyan primitiflerini hatırlatan bu eserler saf ve masum olmakla beraber renk hassasiyetinden ziyade çizgi ve çizginin âhen-gine sahip insanlar tarafından vücuda getirilmişler-dir. Bunlardaki saffet Giotto'nun müjdesine yakın bir müjdedir. Lâkin bu zengin vaid boşa çıkmıştır.

Kaynağı nereden geldiği belirsiz resimlerle şimdi bahsedeceğimiz ecole arasında bir istihale var mıdır?. Maatteessüf bunu bilmiyoruz. Zira henüz Türk resminin yakın tarihi bile karanlıklar

içinde-dir. Yalnız. (Miratı Mühendishanei Berrii

Huma-yun) dan öğrendiğimiz bir şey varsa resim tedrisa-tının 1210 dan itibaren harbiye mektebile, Mühen-dishane programlarına konmuş olduğudur. Bu re-sim dersi resmi hatti olmadığına göre demek ki peinture memleketimizde bir buçuk asırdanberi ted-ris edilmektedir. Nitekim Haıbiyeden ve Mühen-dishaneden bundan sonra ömrünü resme vakfetmiş bir çok ressamların yetiştiğini görüyoruz. Halil Etem Bey (Elvahı Nakşiye kolleksiyonu) adİı eserinde bunlar hakkında uzun uzadıya izahat veriyor. 1251-de Viyanaya resim tahsiline gi1251-den Ferik İbrahim Paşadan, 1251 de Parise giden Ferik Tevfik Paşa-dan, 12 77 de ölen Hüsnü Yusuf Beyden, 1282 de ölen Sürurî'li Ahmet Emin Beyden bahsediyor. Ma-atteessüf bu zevalin eserlerini bilmiyoruz. Onlardan da eski meşhur hattat Rakımın portreciliğinden de keza haberimiz yoktur. Elimizde ancak meşrutiyet-ten bir sene evvel Şeker Ahmet Paşa ile 1918 de ölen Zekâî Paşanın yine ayni nesilden iyi bir man-zara ressamı olan Seyyid Beyin ve nihayet müzele-rin ve Akademinin bânisi Hamdi Beyin bazı eser-leri vardır. Şeker Ahmet Paşada, Zekâi Pateada, Seyyid Beyde, ilk mübeşşirlerde rastladığımı? resmi anlayış tarzı, ilk saffet, ifadedeki, teknikteki safdil-lik değişmeğe başlamıştır. Hamdi Beye gelince mu-asır Avıupanm Akademik resmini o kadar beninı-miştir ki Türk ve Müslüman olduğu halde Flaubert, Theophıle Gautier'ler gibi şarkı Avrupadan temaşa ediyor denebilir. Teknik ve maharet mükemmeldir, lâkin ruhtaki, muhtevadaki birlik artık şekilde sat-hî birliliğe inkılâp etmiştir. Bu devre kadar plâstik sanatlarımızda bariz sistemleşmiş bir estetik kendi-sini göstermez.

(3)

ken-dilerini istihlâf eden ve meşrutiyet devri ressamları diyebileceğimiz nesli yetiştirecektir. Bu, mühim bir dönüm noktasıdır. Zira sanat hayatı bu nesil ile memlekette taazzuv etmeğe başlıyacaktır. Bazıları Nazmi Zıya gibi bir sergide 300 eser teşhir edecek kadar velud ve müstaid olan bu neslin umumiyetle âzası tahsillerini Pariste yapmışlar ve sanat nazari-yesi olarak «Bize tabiat, klasisizm ve academique> mefhumlarını getirmişlerdir. Bu üç mefhum onlar »cin istidat ve dehadan sonra gelen «Amentü» idi. Bütün hayatlarında bu prensiplerden ayrılmadılar. Ve millî mevzulara temas ettikleri vakit bile daima bu tasavvurlarına sadık kaldılar. «Amentü» lerini bir az sonra münakaşa edeceğimiz, aralarında bü-yük keyfiyet, seviye farkları olmakla beraber bı-raktıkları eserlerin devam etme kabiliyeti hakkın-daki hükmü tarih gösterecektir. Zira tarihî şartları içinde mütalâa edilmeden verilen hükme dayanabi-lecek sanatkâr pek azdır. Bu itibarla Türk sanatının dünkü iistadlarından bahsederken her şeyden evvel onların yetiştikleri devri hem de memlekette yap-tıkları işi ele almalıdır. Bugün Çallı ibrahim bizim için sadece renklerle serbestçe oynamasını bilen li-rik, sıcak bir ressam, Feyhaman realist bir portreci, Şevket Dağ sadece eski cami içlerini tekrar inşaya çalışan bir sanatkâr sayılamayacakları gibi Hikmet Onat ile Nazmi Ziya da yalnız huzur içindeki sahil-lerimizi veyahut kırları, ağaçlıklı yolları ihyaya gay-ret eden manzara ressamı sayılamazlar. Onlar Tür-kiyede plâstik sanatın müessisidirler. «Müstakil-ler» in, D grupunun hemen bütün âzası bu hocala-rın talebeleridir. Onlar içinde bulunduğumuz bu sa-raydaki hars ocağını senelerce uğraşarak elleriyle kurmuşlardır. Muvaffakiyetle oynadıkları bu .tarihî rol onlar:n en talihsiz taraflarıdır. Hâmid edebiya^ tımızı nasıl Hugo'da bıraktı ise onlar da. bizi bugün 5.0 senelik tarihi olan modern, sanat telâkkisinin

(4)

yahut mevzudaki bazı deformationları ileri sürmek kâfi geliyor. Eserin uslûbu ile, teknik mükemmeli-yeti ile muvazenesi ve ahengi ile tamamile onun bünyesinin dışında olan unsurlar ayni seviyede tu-tulup, muhakeme ediliyor. Buna da sebep bazı üs-tadların sözlerini harfi harfine almak veyahut mi-zaçlarına uygun telâkkinin yegâne hakikat olduğunu kabul etmektir. Meselâ Fransız ressamı Ingres için tabiat en büyük üstaddır. Bu dâhi ressam «Körü körüne, düşünmeden, tereddütsüz tabiatı ve önü-müzde bulunan şeyi kopya etmek lâzımdır. Sanat; en yüksek kemal derecesine tabiat denecek kadar kuvvetle tabiata benzediği vakit erişir.» Eski Yunan şaheserleri (heykelleri) güzel tabiata benzedikleri için güzeldirler.» der. Meşrutiyet neslinin dilindeki klâsisizm, academique kelimelerinin taşıdığı mâna-nın kaynağını işte bu ve buna benziyen cümlelerde aranmalıdır. Ingres'nin bu cümlelerini harfi harfine almak yeni hamleleri anlamamak İçin kâfi bir se-bepti. Bu en cezri realisme ve naturalisme'dir. Fa-kat sadece nazaridir. Sanatkârın mutlak derecede objectif olmak arzusu ne kadar kuvvetli olursa ol-sun, buna tamamiyle muvaffak olamaz ve gayri şu-urî olarak şahsiyetini, zamanını ve muhitini ifşa eder. Sanat tarihinde ne kadar büyük dâhi, ecole varsa belki o kadar tabiat vardır. V e tabiat kendiliğinden ne bediî, ne de gayri bediîdir. Tabiat ancak bir sa-nat süzgecinden geçtikten ve muayyen bir teknik ile meydana getirilmiş esere inkılâp ettikten sonra estetik bir kıymet kazanabilir. Bütün dâva sanat gü-zelliği ile tabiat gügü-zelliğini birbirinden ayırmaktadır. Sun'î -artificiel yaratmalardan ibaret musiki, mi-marî gibi sanatlar bertaraf edilse bile oluşu icabı temsilî ve naturaliste sanatlara kadar tabiî güzellik-ten uzaklaşmaya temayül eden neviler de vardır. Meselâ üslûba çekilmiş tezyini sanat, arabesk ve bilhassa portre, modellerin tabiî güzelliği tablonun sanatkârane güzelliğinde hiç müessir olmaz. Güzel bir kadının resmi mutlaka güzel bir resim değildir. Buna mukabil tabii olarak çirkin yahut mânâsız bir kadının portresi de bir şaheser olabilir. Velasquez'in ve Rembrant'ın eserlerine bakmak kâfidir. Nihayet sanat ile tabiat güzellikleri bir arada bulunsalar bile bu arızî bir birleşmedir, zarurî değildir.

Kant «Tabiî bir güzel güzel bir şeydir. Halbuki sanatkârane güzellik bir şeyin güzel temsil ve ifade-sidir.» diyordu. Modern plâstik bu dâvanın peşinde tercüman olmaktadır: Mühim olan şey eşanın zeva-hiri veya muhtevası, ruhu değil fakat ondan aldığı-mız heyecandır.»

Binnetice bugün plâstik sanat her şeyden ev-vel, bir süs, tezyinat yani inşanın iradesine ve he-vesine tâbi olarak meydana gelen bir çizgiler v e renkler mecmuası oldu. Bediî sanatların tasnifinde tezyinat ise en enfüsî, en sun'î, en beşerî olanıdır.

Zira onda insanın hissesi tabiata nazaran en fazla olanıdır. Yalnız bir nevin tarihi bunu meydana çı-karmağa kâfidir. Meselâ portrede. Kopya çok dik-katli doğru, hattâ riyazî denecek kadar doğru ola-bilir. Diğer taraftan modeli silecek ve yalnız sanat-kârı tecelli ettirecek kadar ileri gidebilir. Oscar Wilde bunu şöyle ifade etmiştir: «İtimat edilebile-cek portreler, içinde pek az model ve pek çok sa-natkâr olanlarıdır. Son devrin bir çok portrecileri mutlak bir unutulmaya mahkûmdurlar. Zira yalnız içinde avamın görebileceğini resmetmektedirler.»

Cümhuriyetin Avrupaya yollattığı ÇalllVnin, Hikmetin, Feyhaman'ın talebeleri Parise gittikleri vakit bu hakikatler harcıâlem olmuştu. Çallı İbra-him onlara «sanatın bir ibadet» olduğunu öğretmiş-ti. Onlar da bu tasavvufun şeriatından, tarkatından sonra hepsinin arkasında gizli olan marifet ve haki-kati aradılar, İstanbul'a döndükleri vakit (Müsta-killer) grupunu tesis ettiler. Yeni arayışların mahsulü olan bu eserler Ali'de, Zeki Kocamemi'de, H a -mid'de ve daha bir çoklarında acaip görünmeğe başladı. Hattâ bazı münevverler bu eserler karşısın-da bir şaşkınlık duyuyor ve bunları istihfafla kar-şılıyorlardı. Çünkü yeni hakikatler, yeni ölçüler karşısında idiler. Zaten tabiatı tanımıyan, inkâr eden dedelerin torunları atavisme'in tesiri ile bu yeni aki-deleri ihtirasla benimsemişlerdi. Meydana gelen eserler 15 senedenberi görülenlerle taban tabana zıd idi. Bu zıddiyet D grupunun teşekkülü ve ilk sergisini açmasiyle büsbütün kendini gösterdi. Çün-kü 10 sene evvel ilk sergisini açtığı vakit D grupu bu sanatta bir ihtilâl ve anarşi havası yaratmıştı. Halbuki bu sadece gençliğin inandığı hakikati ifrata götürmesinden ve hararetli arayışından başka bir şey değildi. Cezanne'ı, Seurat'yı, H. Rousseau'yu, Bonnard'ı, Matisse'i, Picasso'yu, Braque'ı, Utrillo'yu, Segonzac'ı ilh. çok yakından tanıyorlardı. O n -ların sıtmalı arayış-larının bir aciz mahsulü ve müş-külden de bir firar olmadğını biliyorlardı. Bu üstad-Iardan bir tanesmin meselâ Derain'in sanat macerası onları yollarında ısrarla yürütmeğe kâfi idi. İlk genç-liğinde Bizans sanatı ile İtalyan primitifleri yolun-da giden bu r p ^ ' m Fauvisme denilen cereyan ya-ratanlardan birid;r. Tarihteki büyük üstadlarin

kâf-fesinin sırlarına aşinadır. Bir aralık zenci uslûbuna merak sardırdı. Saforunlübnü orada bulurum sandı. Memnun olmadı, geri döndü. Zira daima daha mü-kemmel. daha olgununu istivordu. Nihayet son se-nelerde havatın ve tabiatın kavnfSı. tam muvazene-nin ve ebedî k a n u n i m tirn=ali Akdeniz medeniye-tinin zirvelerine teveccüh etti.

(5)

Bunun yanı başında an aneyi, maziyi ve alela-de mânasında tabiatı taklit etmeğe ve her gün daha iyi taklit etmeğe uğraşmak ve o istikametlere muva-zi yürümek çok daha rahat ve kolay bir usuldür. Zira gece karanlık değildir ve ufukta yıldızlar var-dır. Halbuki orijinaliteyi arayan sahada dâva baş-kalarının ışığında ve başbaş-kalarının eserlerine basarak yürümek değil, kendi gözlerinden intişar edecek ışık-la kendi istikametini tayin etmek ve hiç bir iz bu-lunmıyan vadilerden kendine yol bulmaktır. Alelâ-deden, bayağıdan, tekrardan, taklitten kurtulmanın tek çaresi ideali, güzeli aramak ve onu her yerde aramaktır. Bu ideal istikbalde herkesin kabul ede-ceği fakat sanatkârın şimdiden sezdiği, inandığı, mutlaka tahakkuk edeceğini riyazi kat'iyetle bilme-mekle beraber gelmesi imkânına inandığı bir kıy-mettir. Bu, gelecek olan terakki istikametinde kuru-lan bir faraziyedir, ileriyi görüştür. Be. Ch. Poe. E. B. S. Y . hep bu yolda yürümüşlerdir. Bugün her birinin bir devir açtığı iddia edilen bu dâhiler za-manlarında takdir edilmemişler, hak belledikleri yolda yalnız yürümüşler ve böylece şimdi klâsik sa-yılacak mertebeye yükselmişlerdir.

Hareket ve amelde olduğu gibi tefekkür ve sanat dünyasında da zamanı beklemeğe iştiyakı olanların haiz olması lâzımgelen ilk sanat berrak bir zekâ ile ânın, muhitin derin ve gizli ihtiraslarım keşfetmek ve tehlikeye ehemmiyet vermeden şuur-lu cesaretin en büyük hamlesini göze almaktır.

Müstakillerin ve D grupunun meziyeti Türk re-sim tarihinde bu cesareti göstermiş ve daima şah-siyet peşinde koşmuş olmalarıdır. Sanata kendisini vakfetmiş bir insanın dünyada şahsiyetten başka mucizesi olabilir mi? Oscar Wilde'in dediği gibi

«insan ya bir şaheser olmalı veyahut bir şaheser d o -ğurmalıdır, gerisi hiçtir.» işte bu hükümdür ki genç sanatkârlarımızı her türlü ifratlara sevketmiş ve on-ları senelerce bu yolda uğraştırmıştır.

Bu uğraşma beyhude olmamıştır. Sonuna ka-dar götürülen her samimî mücadele nihayet insanı imkânların hududuna kadar götürür. Ondan sonra muvazene ve mümarese lâzımdır. Dâva, şahsiyet,-teknik ve nihayet devam edecek mükemmel ifade-dir. Sanatta devam en mühim meseleifade-dir. Devam ise an'aneye bağlanmış bir halka olmakla mümkündür. D grupu âzaları şahıslarını tebellür ettirdikten sonra teşhir ettikleri tablolardaki temayüllere b a -kılırsa an'aneye yani klâsiye bağlanmak istemekte-dirler. Şimdi artık onların mevzuu insan vücudunu kıymetten düşürmek, tabiatı deforme etmek, p o ı -trelerdeki fizik teşebbüsleri bozmak, resmi tezyiııî sanatlara irca etmek gibi endişeleri yoktur. Kendi kendilerine sahiptirler, ve artık hislerini olduğu ka-dar fikirlerini de güzel tabiata benzeyen tabiî çizgi-leri, renklerile ifade etmekle bahtiyardırlar.

Bunun içindiı ki D grupu ve Müstakiller eski üstadlavıyle birleşmişler ve (Türk ressamları birli-ği) ni teşkil etmişlerdir. Artık Güzel Sanatlar Bir-liği, Müstakiller, D grupu adlı ayrı sanat teşekkül-leri yoktur. Yalnız bir Türk plâstik sanatları ve onun muhtelif şahsiyet, mizaç sahibi âzaları vardır. Bugün burada bu şahsiyetlerin bazılarının eski bir hatırayı taziz için Lir araya getirilmiş eserlerini g ö -receksiniz.

Sizi uzun bir mukaddemeden sonra sergiyi ziyarete davet ediyorum.

Burhan Toprak bundan sonra sergiyi açmıştır.

Referanslar

Benzer Belgeler

[r]

Müşavir Mühendis. Rivier Mühendis: E.N.P.C. Mösyö Wein- berg'in çıkardığı bu kitabın mevzuu be- ton Precontraint'den yapılan inşaatın etüd ve tatbikatına lüzumlu

İnsan Hakları Hukuku Bakımından Özel Hayatın ve Kişisel Verilerin Korunması Kişisel veriler, Avrupa Birliği’ne bağlı ülkeler ile Kıta Avrupa’sı hukukunu

700 m2 alana sahip odanın içinde, 3 adet yatak odası (1 tanesi bakıcı veya koruma için uygundur), 1 adet çalışma odası, 1 adet tam techizatlı mutfak, 1 adet oturma odası, 1

Ö zhan ile birlikte). S eçkin ile

Sonuçlar şam piyonada ilk 4 sırayı paylaşan takım lar arasında m üsabaka bitiş süresi teknik puan ve pasitive kriterleri açısından fa rklılığ ın olm adığını

(135) Mu oaidnu dáid vuolggasajiide lea ahte ii leat vuođđu geahčadit man muddui Sárevuomi čearru njuolgut sáhttá čuoččuhit alddiset vuoigatvuođaid Vuođđolága

Destek m ktarının %25’ , varsa uygun mal yet olmayan harcamaların kes nt ler yapıldıktan sonra, f nal raporun onaylanmasını tak p eden 15 ş günü çer s nde