• Sonuç bulunamadı

Bush “ısınmaya yol açan doğal bir sera gazı etkisi var

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bush “ısınmaya yol açan doğal bir sera gazı etkisi var"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Sıcaklık dalgaları, kuraklıklar, su baskınları dikkatleri sera gazı birikiminden kaynaklanan iklim değişikliğine odakladı. Hükümetler bizleri, Kyoto Protokolü onaylansa da onaylanmasa da gerekli ölçümlerin yapılmaya devam edileceği ve problemin kontrol altına alınacağına dair ikna etmeye çabalıyorlar. Ancak gerçek, bundan çok daha fazla endişe verici.

George W. Bush “ısınmaya yol açan doğal bir sera gazı etkisi var. Sera gazları ısınmaya neden olan bir tuzak ve küresel ısınmaya neden oluyor çünkü bu gazlar infrared radyasyonun önemli bir kısmının boşluğa çıkmasını engelliyor. Sera gazı konsatrasyonu, özellikle de CO2, endüstri devriminin başlangıcıyla beraber önemli miktarda yükseldi. Ve, Ulusal Bilimler Akademisi, bu yükselişin büyük kısmının nedeninin insan faaliyetleri olduğunu belirtiyor.” (1) diyor ve bu noktayı tartışmaya açmıyor. İki yüzyıldır, ormanların yok olması, endüstrileşme ve taşımacılık; atmosferden dünyaya gelen güneş ışınlarını içeri alan gazların birikmesine neden olurken dünyanın infrared ışınlarının uzay boşluğuna çıkmasına engel oluyor. Sonuç olarak da; tıpkı bir serada olduğu gibi, atmosfer ısınıyor. 20. yy’da ortalama sıcaklıklar 0.6C artarak -yaklaşık 10,000 yıldır benzeri görülmemiş bir şekilde- deniz seviyesinde 10-25cm arasında bir yükselmeye neden oldu. Bu gidişat hız kazanıyor ve eğer hiçbir şey değişmezse IPCC, 2100 yılında 1.4 ila 5.8C öngörülen küresel ısınma, su seviyesinde de 9 ila 88 cm arasında bir yükselmeye neden olacak diyor.(2) İnsan faaliyetlerinden kaynaklanan küresel ısınma açıkça başladı ve geri dönülemez. Bu, sadece atmosferi etkilemekle kalmıyor, büyük okyanus dalgalarını da etkiliyor ve bu durumun önemi önümüzdeki yüzyıl içerisinde etkilerini hissettirmeye başlayacak.

Sosyal, ekonomik ve çevresel sonuçlar hesaplanamaz. Bunları detaylandırmak bu makalenin konusu değil. Bununla beraber; İngiliz Meteoroloji Dairesi kurucu başkanı ve IPCC’nin ‘bilimsel evrim’ çalışma grubunun eşbaşkanı John Hougton’un güçlü sözlerini hatırlayalım: “küresel ısınma şu anda bir kitle imha silahı. Terörden daha fazla insanı öldürür, ve henüz Bush ve Blair hiçbir şey yapmıyorlar”(3) İnsanlık yeni bir denge noktası bulmaya çalışmak zorunda.

Bu durum Kyoto Protokolü’nün kapsamı içinde -1997’de karara bağlanan protokol, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği çevre Sözleşmesi kapsamındadır- gelişmiş ülkelerin 2008-2012 yılları arasında sera gazı emisyon

oranlarını ortalama %5.2 azaltmalarını (1990’daki referanslarla) gerektiriyor. Avrupa Birliği kendi hedefini %8 olarak ortaya koyuyor (4).

Japonya’daki müzakerelerden 6 yıl sonra, 119 ülke tarafından imzalanmış olmasına rağmen, protokol felce uğratıldı.

Uygulanabilmesi için, emisyonun %55’ini tutan 55 ülke tarafından onaylanması gerekli. Ancak; 2001 yılında sera gazının asıl üreticisi ABD; Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan büyük ülkeler tarafından uygulamaya konulmayan herhangi bir anlaşmayı imzalamayı reddediyor. Washington ayrıca yüksek oranda kirliliğe neden olan, petrol ve kömüre dayalı enerji sektörünün rekabet gücünün zayıflatılmasına da karşı duruyor.(5) Bu bağlamda, Moskova’nın onayı elzem hale geliyor.(6) Ancak Vladimir Putin, anlaşmanın tarafı olan Avrupa ve Japonya’yla ilişkili olarak payını arttırmak için konumunu kullanıyor. Başbakanın ekonomi baş danışmanı Andrei Illarionov protokolün Rusya’nın ulusal çıkarlarına ters düştüğünü açıkladı.(7) (*) Bu zorlu maçta kilit nokta bir ton karbonun fiyatı. Bu noktada; Rusya ve Ukrayna’nın emisyon kredilerini satarak elde edebilecekleri kazanç beş yıl içinde 20 ila 170 milyar dolar arasında. Eğer Kyoto’nun yaptırımlarına uymakta en fazla zorlukla karşılaşacak olan Amerika protokolü

imzalarsa bu fiyat yükselebilir.(8) Saf ve basit bir vazgeçişle inkar edilmezse, Kyoto bu poker oyununa devam edecek.

Protokol, içindekiler tarafından Rusya’nın isteksizliği ve Amerika’nın reddedişleri kullanılarak altı oyuldukça Kyoto’nun yetersizlikleri daha da berraklaşacak.(9)

“Protokol”süz bir gelecek nasıl olacak? Bazı uzmanlar güven tazeliyor: “anlaşma şimdiden dünyayı ufak fakat önemli, geri döndürülmesi güç noktalarda değiştirdi”, diyor “New York Times”. “Avrupa’dan Japonya’ya ve Amerika’ya, anlaşmadan umulan; emisyon sınırlandırıcı mevzuatlar, yeni hükümet ve sanayi uygulamaları yerine getirildi.”(10) Bu iyimserlik dört nedenden dolayı yersiz:

Protokolün Sınırlılıkları:

İlk olarak, neo-liberal ilham kaynakları ne olursa olsun, Kyoto’nun ancak bir çift sınırlılığa hükmetme avantajı var:

indirim amacına yönelik yaptırımlar ve takvim. Bu cepheler ise birkaç sanayi lobisi ve onların politik sözcülerinin izinde: Competitive Enterprise Institute’den iklim uzmanı Myron Ebell’e göre; “eğer küresel ısınma bir problem haline gelirse, ki kuşkuluyum, bu enerji kotalarıyla kendimizi fakirleştirerek çözülmeyecek. Bu, toplum içinde esnekliğin ve

(2)

kapasitenin artırımı ve yeni uzun dönemli teknolojik icatlar ve dönüşümlerle çözülecek.” Clinton dönemi Kyoto uzmanı David B. Sandalow’a göre ise “başarı ölçüsü bunun ilk anlaşma olup olmamasıyla ilgili değil. Ölçü, bunun dünyayı uzun vadeli bir problemi çözmek için bir yola sokup sokmadığı. Diğer çok taraflı yönetimler büyük karmaşık problemlerle uğraşıyor, Dünya Ticaret Örgütü’nün onaylanması 45-50 yıl aldı.”(11)

İkincisi, protokol iyileştirilse de terk edilse de yapılan ölçümler şu anki hedeflerin çok daha altında olacak. IPCC’ye göre, 2050 yılında ortalama sıcaklık artışının 2C’yi geçmemesi için emisyonlar %5.2 değil %60 oranında azaltılmalı.

Takvime göre, eğer iklim değişikliği uzun vadeli bir süreçse, insanlık sanayinin kar oranını azaltmadan kapasitesini adapte etmesini 50 yıl daha bekleyemez. Buna karşın, ölçümler daha geç kaldıkça ve sınırlı tutuldukça denge noktasına dönmek de o kadar uzun zaman alacak; bu denge noktası daha da yükselecek ve sonuçlar çok daha ağır olacak.(12) Sınırlı değişimler, matematikçiler tarafından ‘kompleks kaotik sistem’ olarak adlandırılan iklimsel oluşumların zehirlilik sınır değerlerinin ani artışlarına neden olacak.(13)

Sıcaklık değerleri ve su seviyelerindeki fırlama bir acil durum belirtisi. IPCC’nin hesaplarına göre 2100 yılında 1.4C’den 5.8C’ye bir artış olacak. Gezegendeki bu ortalamalar, her iki açıdan da –tanım gereği- aşırı. Uzmanların en düşük beklentileri bile 50 ila 80 yıl içinde iklimde 2-3C artış yaşanacağını öngörüyor. Bu artış, Grönland’daki

buzulların birkaç yüzyıl içerisinde erimesi ve deniz seviyesinin de bunun sonucunda 6 metre yükselmesi için yeterli.

(14)

Üçüncü olarak, Amerika Birleşik Devletleri, gelişmekte olan büyük devletlerin iklimsel mükellefiyetin bir parçasını taşımasını istiyor –Güney ülkelerine haksızlık olarak ortaya çıkan bir talep-. Fikrin savunucularından Larry Lohman,

“sera gazı miktarını endüstri devrimi döneminin iki katı gibi bir seviyede eşitlemek için küresel emisyonun şu an kişi başına bir tonluk miktarının kişi başına 0.4 tona çekilmesi gerekiyor” diyor ve ekliyor: “Birleşik Devletler bu miktarın 13 katını yani kişi başına 5.2 ton yayıyor; Japonya ve Batı Avrupa Devletleri bu miktarın beş ila onüç katını yani kişi başına iki ila beş ton yayıyor. Buna karşın, Hindistan’ın da dâhil olduğu elliden fazla Güney ülkesi maksimum

miktarın yarısından azını, kişi başına 0.2 ton kadar bir miktarı yayıyor.” (15). Elbette, tüm ülkeler, iklimle bağlantılı olarak sağduyulu bir tavır geliştirmeli. Ancak, Güney ülkelerine yoğun bir teknolojik yardım sağlanırken, gelişmiş ülkeler için gerekli olan başlamak. İklim değişikliği için gelişmiş ülkelerin vatandaşlarının ilk kurbanlar olduğu söylenirken bu değişimin gezegenin diğer yarısının geri kalmışlığına ve yağması pahasına Kuzey’deki 200 yıllık kapitalist gelişimin sonucu olduğu bilinmeli.

Dördüncüsü, Kyoto’yla atılan ufak adımlar genelde az bilinen ters etkilere neden oluyor. Bu, iki tip probleme neden oluyor; bir yanda “karbon yutakları” diğer yanda ise meta bakış açısıyla “esneklik mekanizmaları”. Myron Ebell tarafından da belirtildiği gibi, protokolle ya da protokolsüz, bu kategoriler “enerji payı”na karşı alternatifler olarak

büyüyen bir role sahip olacak. Bundan sonra; bu sorular kamunun tartışmasına açılmalı.

Karbon Yutakları:

Karbon döngüsünde önemli bir rolü olan karbondioksid, artan sera gazı etkisinin baş zanlısı. Sistematik olarak bu süreç şöyle işliyor:

1. CO2, klorofil ve güneş ışığı sayesinde onu selüloza çeviren yeşil bitkiler tarafından absorbe edilir.

2. Bu transformasyon fotosentez olarak bilinir.

3. Bu döngü, solunum ve ölü organizmaların (CO2 yada metan formunda salınan karbon) çürümesiyle tamamlanır.

Ancak; karbondioksid gazı halen mevcuttur. Yakıt olarak kullanılan petrol, kömür ve doğalgaz döngüye yeni karbon ekler ve bitkiler ( toprak ve okyanuslar) bunu tamamıyla absorbe edemediklerinden bu karbonun bir kısmı, sera gazı etkisini arttıracak şekilde atmosferde birikir (genellikle CO2 formunda) (16).

İklim değişikliğine karşı mücadelede, birbirinden oldukça farklı iki süreci ayırt etmek yaşamsal önemdedir. Bir yanda fosil yakıt kullanımı nedeniyle ortaya çıkan emisyonun indirimi, diğer yanda ise yeşil bitkiler tarafından absorbe edilen atmosferik CO2 konsantrasyonu indirimi yer alır (karbonun “yutaklarda” “toplanması”). Birinci durum stratejik

(3)

olarak belirleyicidir. IPCC’ye göre, fosil yakıtlarının yakılmasıyla ortaya çıkan CO2 emisyonu 21. yy boyunca, atmosferde birikmeye devam eden CO2 konsantrasyonunda belirleyici olan faktör olarak kalacak (17). Karbon yutaklarının iklim değişikliğinde sadece zayıflatıcı bir rolü olacak (18).

Ancak, “belirleyici faktörler” ve “zayıflatıcı faktörler” arasındaki bu sıralama Kyoto Protokolü’nde yer almamakta.

Aksine; protokol, emisyon indirimi ve absorbsiyonun artırımını birbirine karıştırıyor ve devletleri bu iki süreci dengelemeye çağırıyor (19). Başka bir deyişle, yeterli sayıda ağaç dikmek, ya da ziraatin geliştirilmesi ile petrol kullanımı devam edebilir. Bu, ters etkileri açıkça görülen kısa dönemli bir mantık; problem, daha da kötüleşerek gelecek kuşakların üzerine atılıyor. Bu aynı zamanda yanlış bir bakış açısı, çünkü ekosistem tarafından absorbe edilen net CO2 miktarının tam olarak ölçülmesi ya da küresel ısınmaya bağlı olarak artan CO2 konsantrasyonunun tahmin edilebilmesi mümkün değil (20).

“Esneklik Mekanizmaları”nın Meta Mantığı:

Üç mekanizma protokole iliştirilmiş durumda; “ortak (birleşik) uygulamalar”, “temiz kalkınma”, “alınıp satılabilir emisyon”. Üç mekanizma da Kyoto’da alınan önemli kararların ekonomik maliyetinin aydınlatılması hedefini taşıyor.

“Ortak (birleşik) uygulamalar” protokolü imzalamış gelişmiş ülkelerin emisyon indirim hedeflerine yatırımları çerçevesinde ulaşmasına olanak tanıyor. Örneğin Avrupa’da; Doğu’da yatırım yapan Batılı şirketler enerji verimliliğini artırmak için kendi emisyon düzeylerinde nispi uyarlamalar yapıyor. Eğer yatırım hiç yapılmasaydı emisyonun daha önemli oranda olacağını “ispatlamak” onlar için yeterli. Bu yönden, elektrik üretiminde doğalgazın kömüre tercih edilmesi yabancı şirketlere ve hükümetlere geniş olanaklar tanıyor. Araştırma danışmanlıkları bu olanakların saptanması üzerine uzmanlaşıyor. Norveçli ‘Point Carbon’ grubu Romanya’yı listelerinin ilk sırasına yerleştiriyor –hiçbir ülke birleşik uygulamalar projesine bu denli iyi bir katılım göstermediği için- (21). Ters etki ise şu ki; Doğu’daki yatırımlar Batı’daki büyük şirketlerin sera gazı etkisine karşı uygulanması zaruri olan daha karmaşık ve maliyetli modern düzenlemelere ve teknolojik adaptasyonlara geçmekte ayak diremelerine neden oluyor.

“Temiz kalkınma mekanizması”, gelişmiş bir ülkeye Güney’de emisyonunu indiren (ya da absorbsiyonu artıran) bir ülkede yatırım yapma olanağı tanıyor. Bu sistemde, AB, Güney ülkelerine temiz teknolojiler satma çabasını arttırıyor.

çevreyi kirleten bazı işletmeler üçüncü dünyadan toprak alıp çabuk büyüyen ağaçlar dikerek kuzeyde kullandıkları fosil yakıtlardan ortaya çıkan CO2 için karbon kredisi ediniyor. AB içinde Hollanda bu neo-sömürgeci pratiğin şampiyonu; onu Finlandiya, Avustralya ve İsveç izliyor (22). Amerika’nın büyük şirketleri de bunun uzağında değil, Kyoto ile ya da Kyoto’suz, şirketler, iklim değişikliği ölçümlerinin zaruretinin farkında. Pazar payına sahip olmak ve tüketiciler arasında marka imajlarını geliştirmek için şimdiden gelecekteki iklim müzakerelerine karşı kendilerini konumlandırıyorlar. Bu yaklaşımla; üçüncü dünyanın yeniden ağaçlandırılması projelerine katılmaktan daha faydalı ne olabilir? Bunlar, negatif etkileri engellemekte rakamsal olarak yeterli; -“ağaçların endüstriyel ekimi” (“orman”

değil) kırsal göçlere hız kazandıracak tarıma dayalı kültürleri yok edecek, ihracata bağımlılığı ve yeni sömürgeciliği geliştirecek, ekosistemlere ve biyolojik çeşitliliğe zarar verecek. Unutulmamalı ki, “temiz kalkınma mekanizması”

Kuzey’deki kirliliği azaltmıyor- aksine, bunun devamına neden oluyor.

Havanın Özelleştirilmesi Hayali:

Alınıp satılabilir emisyonlar “esneklik mekanizmaları”nın köşe taşları. İmzalayan her ülkeye verilen bir emisyon kotası var. Gelişmiş ülkeler bu kotayı kendi sınırlarında kurulmuş şirketler arasında paylaştırıyor. Hedefin altında kalanların, ‘kirletme hakkı’nı diğerlerine satma hakkı var. Kyoto onaylansa da onaylanmasa da, kirliliğe neden olan büyük şirketler bu değiş tokuşun içinde –Amerika’da bu krediler Chicago İklim Borsası’nda satılıyor-(23). Bazı ekonomistlere göre, $14 olarak belirlenen bir ton karbon fiyatı, Kyoto çerçevesinde belirlenen “emisyon hakkı”nın neden olduğu karbon ticaretinden 2345 milyar $’lık bir gelir elde edilmesine ya da tarihte görülen en büyük uluslararası ticarete dayalı mali sermaye birikimine yol açacak (24). AB’de bir takas sistemi kurulmuş durumda;

2005’den sonra “temiz” işletmeler kendi kirletme kredilerini “kirli” şirketlere satabilir (ilk etapta 5000 büyük şirket buna dahil oldu). Burada ayrıca; bu sistemle Doğu hakiki bir karbon deposu haline gelmiş oluyor. Berlin duvarının yıkılmasından önceki büyük enerji tüketicileri, Sovyet bloğunu oluşturan ekonomiler daha sonraları çöktü. Kyoto kapsamında, borçlu olan bu ülkeler diğer imzacıların kendi emisyonlarını indirmemek için elde etmek isteyeceği

‘karbon kredilerini’ onlara satabilirler.

(4)

Serbest piyasa mantığına göre, sera gazı üretimini bu şekilde düşürmek absürd bir yol değil. Emisyon hakkı sistemi, Amerika Birleşik Devletleri’nde havadaki SO2 miktarını ve asid yağmurlarını azaltmak yönünde işlev gördü. Sistemin ekolojik yararlılığı politik niyetlere bağlı. Böyle bir mekanizmanın uygulanması toplum içerisinde de geniş çapta bir tartışmayı zorunlu kılacak: havanın özelleştirilmesi. Bazılarına göre “rüzgarı satmak” imkansız ve imkansız kalacak.

Ancak “kirletme

hakkını satın almak” kirlenen şey üzerinde mülkiyet hakkı doğurmuyor mu? Atmosfere bir kez salındığında, (25) CO2 de havanın nitrojen, oksijen gibi diğer bileşenlerinden ayrılamaz. Milyonlarca ton “atık CO2’ye” sahip olmak kesin olarak “kirlenmiş” atmosfer kütlesine sahip olmak demek. Gelişmiş ülkelerde yasal uygulamalar halkın üzerine yüklenerek vatandaşları atmosfer “hizmetleri”ne ya da en azından havanın temizlenmesine ödeme yapmak zorunda bırakacak. Bu hizmetlerin bakımı özel sektöre devredilecek ve çevre adı altında gerçek maliyet tüketicilere yüklenecek (su sektöründe olduğu gibi). Tıpkı Güney ülkelerinin olduğu gibi, bir çeşit “iklimsel neo-sömürgeciliğin” kurbanları olacaklar. Eğer emisyon kotalarını arttırmak isterlerse sorumsuzlukla suçlanacak; kalkınma için kuzeyli şirketlerden temiz enerjili teknolojiler satın almaya zorlanacaklar (26).

Sihirbaz Çırakları:

Eğer Kyoto Protokolü çerçevesinde yapılan tartışmalar bu kadar çetinse, bu; iklimsel değişikliklerin önemli uyarlamalar gerektiren bir gerçek olduğunun herkes tarafından bilinmesinden kaynaklanıyor. Bu durum, Birleşik Devletler-AB-Japonya arasındaki ilişkilere etki edecek; çünkü iklimsel değişim ana jeo stratejik meselelerden biri.

“esneklik mekanizmaları” ve “yutaklar” çerçevesinde yürütülen neo-liberal saldırılar bu çerçevede gelişecek. Bu saldırıların temel fonksiyonu, kuşkusuz büyük şirketlerin kar oranlarını korumak amacıyla sera gazı emisyonunun zorunlu indiriminin yolunu kesmek ve azaltmak.

Belirtmeliyiz ki bu saldırganlık zemin kazanıyor, Birleşmiş Milletler Çerçeve Anlaşması’ındaki Partiler

Konferansı’nda (COP), bu esneklik mekanizmaları, fosil yakıtlardan ortaya çıkan karbon emisyonunun indirimi tartışmalarının önüne geçti. Kasım 2003’te Milan’daki COP-6’da Norveç tarafından sunulan değişiklikler,

monokültür ve GDO’ların yasaklanması reddedildi. İklimsel değişim elle tutulur bir tehdit haline geldikçe kapitalist birikimin çılgın mantığı insanlığı büyük bir katastrofa sürüklüyor.

Kirlilik yaratmayan enerji biçimleri piyasası vahşi ekonomik yarışın bir tür tiyatrosu. Bu durum iklimsel müzakerelerin başrol oyuncuları olan Birleşik Devletler ve AB’nin rollerini açığa çıkarıyor.

Ortadoğu’nun Birleşik Devletler’in kontrolünde olması ve Çernobil’le sarsıntıya uğraması nedeniyle ucuz doğal gaz ve petrol olanaklarından yoksun kalmış AB; arzın çeşitlendirilmesi, enerji verimliliğinin arttırılması ve yenilenebilir enerjilerin geliştirilmesi temeline dayanan yeni bir enerji politikası geliştiriyor. Şu anda AB’de kullanılan enerjinin

%6sı yenilenebilir kaynaklardan elde ediliyor (27), amaç 2010 yılında bunu %12’ye çıkarmak (28).

Gerçeği belirtmek gerekir ki, böyle bir strateji araştırmalar için yardım, ekonomik teşvik gibi büyük kamu yatırımları gerektirir. Küreselleşme ve bu bağlamda açılan yeni piyasalar çerçevesinde, bu çabaların yaşam şansı bulması ancak yenilenebilir kaynaklardan elde edilen enerjinin göreli fiyatının fosil yakıtlardan elde edilenle rekabet edebilir düzeyde olduğu, fosil yakıtların kullanımının kısıtlandığı ve dünya piyasasının ‘temiz’ enerji kullanımına açık olduğu

durumda (bu üç durum birbiriyle bağlantılıdır) mümkündür. Kyoto Protokolü ile birlikte, komisyonun belgelerine göre temiz teknoloji piyasası gelişmek zorunda (29). Buradaki paylar önemli. Eko-endüstri piyasası yaklaşık 550 milyar euro olarak tahmin ediliyor. Uzmanlar, büyüme oranları %5 ila 8 oranında olan gelişmekte olan ülkelerde başta olmak üzere bu piyasanın önümüzdeki 5 yıl içerisinde gelişeceğini öngörüyorlar (30).

AB bu noktada önemli bir rol sahibi. Şirketleri yenilenebilir enerji sektöründe lider konumda, özellikle rüzgar jeneratörü yapımında (gezegenin şu anki kapasitesinin %75’i). AB’nin, Kasım 200’de Hague’deki müzakereler sırasında Birleşik Devletler’le çıkan anlaşmazlıktan etkilenmeyerek Marakeş ve Kyoto anlaşmaları imzalanana dek direnmesini ve sonrasında da şu an seksen ülkeyi kapsayan “yenilenebilir enerjikoalisyonu”nu oluşturmasının arkasında yatan mantığı anlamak bu nedenle oldukça kolay.

Birleşik Devletler’in yaklaşımı AB’nin uygulamaya çalıştığı baskıdan daha az bütünlüklü bir yapıda. Güçlü çevreci

(5)

lobi Cumhuriyetçi Parti üzerinde bir etkiye sahip; bu sadece,Bush’un 2000 yılı seçim programında yer alan sera gazı emisyonu için getirilecek kurallar kapsamında bir etki! (31). Daha temelde, iş dünyası bölünmüş durumda. “Amerika başının dikine giderken diğer ülkelerin sera gazı limitlerini uygulama yönünde başarılı adımlar atması bir çok

Amerikan şirketini endişelendiriyor. Küresel ısınmaya insan aktivitelerinin neden olduğu yönündeki kanıtlar her geçen gün inandırıcılığını arttırırken emisyon engellemeleri de bir çok ülkede kaçınılmaz hale geliyor.” DuPont uluslararası ve endüstriyel ilişkiler direktörü Tom Jacob; “ekonomilerin buna ayak uydurmaları gerekir” diyor ve ekliyor “ eğer Amerikan ekonomisi bu baskılardan izole edilirse bu bir yanlış olur. Gerçek ortaya çıktığında Amerika öndekileri yakalayabilmek için daha büyük bir oyuna girişmek durumunda kalacak ve o zaman rakiplerimiz iklim dostu

teknolojilerin geliştirilmesi ve kullanımı yönünde bizden çok ileriye geçmiş olacaklar” (32) Sonrasında, Atlantik’in her iki yakasında da şu an yürütülen “iklimsel” stratejiler üzerinde ekolojik kaygılar ağırlıklı bir etki taşımayacak.

Brezilya’daki Minas Gerais Plantar projesi (33), temiz kalkınma mekanizması (CDM) çerçevesinde uygulamaya konulan “yeniden ağaçlandırma” nın yıkıcı etkilerine iyi bir örnek oluşturuyor.

Dünya Bankası’nın himayesinde gelişen Plantar, çelik endüstrisi için üretilen linyit kömürü için tahsis edilen bir endüstriyel okaliptüs plantasyonu (23100 hektar). Bu aynı zamanda bölgeden sorumlu uluslararası kurum olan CDM yönetim kurulu tarafından gerçekleştirilen ilk ‘karbon yutakları’ projesi olma özelliğinde.

Plantar’dan edinilen bilgilere göre, proje 21 yılda 3000 kişilik iş olanağı sağlayan 3.8 milyon ton çelik üretimi yapılmasını sağladı. Ancak Plantar, toplumsal nedenler (düşük ücret, güvencesiz işler) ve ekolojik sebepler (zirai ilaçların yoğun kullanımı, su kaynaklarının tükenmesi ve kirlenmesi, balık ölümleri ve biyolojik çeşitliliğin azalması) yüzünden zorlu bir muhalefetle karşılaştı.

Okaliptüs çok hızlı büyüyen bir bitki, Plantar karbon yutaklarını 42 yıl için uygulayacağı yönünde taahhütte bulundu.

Eğer CDM’nin statüsü bu çerçevede devam ederse; yatırım, yeryüzünden ağaçlar kadar kısa sürede yok olmayacağı açık milyonlarca ton CO2 emisyonunun ‘telaficisi’ olarak sunulacak.

Dünya Bankası’nın Karbon Fonu Prototipi vasıtasıyla Plantar üç Avrupa hükümetinin (İsveç, Hollanda, Finlandiya),Gaz de France ve Belçika şirketi olan Electrabel’in desteğinden yararlanacak.

Daniel TANURO

Bir çevreci ve Sosyalist İşçi Partisi’nin gazetesi (POS/SAP, 4. enternasyonal Belçika seksiyonu) “La Gauche”un ekoloji muhabiridir.

Nisan 2004’te Socialist Resistance [Sosyalist Direniş]’ta yayınlanan makale, büyük oranda güncelliğini koruması açısından ekolojistler.org için 14. Aralık. 2007’de Ekoloji Kolektifi tarafından çevirilmiştir.

IV Online Magazine : IV358 - Nisan 2004 Notlar:

1- CO2, CH4 ve N2O konsantrasyonları üç ana sera gazıdır. 1750’den bu yana sırasıyla 30%, 145% 15% oranlarında artış gösterdi.

2- IPCC 1988 yılında Birleşmiş Milletler Çevre Programı ve Dünya Meteoroloji Organizasyonu tarafından kuruldu.

Bilimsel analizleri yetki belgesine sahiptir. Bilgi için Nicolas Chevassus-au-Louis, “La Recherche”, sayı 370, aralık 2003.

3-“the Guardian” Temmuz 28, 2003. Terörizmle paralel olarak, Tony Blair’in bilimsel danışmanı olan David King tarafından yazılmıştır.

4- Gelişmekte olan ülkelerin 2008-2012 yılları arasındaki ilk periodda hedefleri bulunmamaktadır.

5- Amerika’nın elektrik güç istasyonlarının %50si kömürle çalışır, ülkenin 2010 yılına kadarki ihtiyacını karşılayacak sistemin beşte dördü 2000 yılı itibarıyla kuruldu.

(6)

6- Amerika ve Rusya sera gazı emisyonundan sorumlu olan ülkeler çizegesinde sırasıyla birinci ve dördüncü sıralara sahip. Birleşik Devletler %5ine sahip olduğu dünya nüfusuyla, dünya enerji kaynaklarının %25ini kullanıyor.

7- “New York Times”, 3 Aralık, 2003

8- David Victor, “The collapse of the Kyoto protocol and the struggle to slow global warming” Princeton University, 2001

9- 1990 yılı ölçümleri baz alınarak, AB üye ülkelerinin emisyon indirimleri 2010 yılında %0.5 oranında olacak.

Yapılan ancak uygulamaya konmayan ölçümlere göre indirim en fazla %7.2 ve büyük olasılıkla da %5.1 olacak. ( EAA, “Avrupa sera gazı emisyonu yönelim ve projeleri”, 2003. “Çevre Değerlendirme Raporu”, 36 )

10- “New York Times”, 4 Aralık, 2003 11- Adı geçen makale

12- IPCC, Üçüncü Evrim Raporu, Birinci Çalışma Grubu, teknik özet

13- Sahara buna bir örnek. Biliyoruz ki Sahara’nın 5000 yıl önceki gelişimi birkaç yüzyılda gerçekleşti.

14- IPCC’nin üçüncü risk değerlendirme raporuna göre, 2100 yılında on milyonlarca insan göç etmiş olacak. Bir metrelik bir yükselişle, Vietnam nüfusunun %25’i boşaltılacak. Arktik buzulların erimesi başladı. Şanslıyız ki;

Antartika’daki erime henüz çok önemli miktarda değil, kuzey buzullarının yok olması deniz seviyesinin 63 metre yükselmesi demek.

15- Larry Lohman, “Democracy or Carbocracy? Intellectual corruption and the future of the climate debate”.

16- fosil yakıtlarına ek olarak, kalıcı olarak donmuş olan alanlar da artık döngüden çıkmış birer karbon haznesi.

17- Üçüncü Evrim Raporu, 1. Çalışma Grubu, teknik özet, syf. 60-61

18- Üçüncü Evrim Raporu, 3. Çalışma Grubu, teknik özet, syf 40. Bu orana ancak iki yüzyıldır ağaçsızlandırılan tüm yüzeyin 2100 yılına kadar tekrar ağaçlandırılmasıyla ulaşılabilir ki bunun gerçekleşmesi mümkün değil.

19- Kyoto Protokolü, makale 3, §3

20- Bazı"çalışmalar “yutakların” “kaynaklar”a dönüştürülebileceğini söylüyor. Örneğin tropikal ormanlarda CO2 oranının artması sürüngenlerin artmasına neden olması sonucunda zayıflayacak ekosistemin CO2 tutmak yerine salmasına neden olacak.

21-“Financial Times”, Haziran, 25, 2003

22- EAA, “Avrupa sera gazı emisyonu yönelim ve projeleri”, 2003. “Çevre Değerlendirme Raporu”, 36.

23- "VOA News", Ekim, 22, 2003.

24- David Victor, “The collapse of the Kyoto Protocol and the Struggle to Slow Global Warming”, Princeton University, 2001.

25- Emisyonları indirmek yerine bazı teknokratlar CO2’nin derinlemesine yakılması gibi mükemmel sistemler geliştirmeyi deniyor. Bkz: “Putting Carbon in its Place”, “Business Week”, Ekim, 29, 2003.

26- CDM’nin Güney’in gelişmiş ülkelerindeki olasılıklar üzerindeki bu ters etkisine “low hanging fruits” etkisi adı

(7)

veriliyor.

27- Amerika’daki oran sadece %2.

28- Eurostat ve COM (2002). “Décision du Parlement et du Conseil: Une énergie intelligente pour l’Europe”.

29- bkz: komisyon belgeleri

30- AB ekoendüstrileri, istihdamları ve ihracat potansiyellerinin analizi için bkz: komisyon belgeleri 31- “Global Warming: Bush’s Double Blunder”. “Business Week”, Nisan, 9, 2001.

32- “Global Warming: Has Bush on the Hot Seat”. “Business Week”.

33- Plantar hakkında derinlemesine bir analize FERN’in web sitesinden ulaşılabilir : www.fern.org.

Çevirenin Notu: (*) Rusya 18 Kasım 2004'te protokole taraf oldu.

Referanslar

Benzer Belgeler

Yetkililer, güney eyaleti Victoria'da yerin 2 kilometre alt ında doğalgaz rezervlerinin boşaltılmasıyla oluşan alanda, 'jeosekestrasyon' ad ı verilen deneysel bir

çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe, Enerji Bakanı Hilmi Güler ve Tarım Bakanı Mehdi Eker, yaptıkları ilk toplantının ardından 'küresel ısınma'ya karşı ne yapmak

- Bildirgede, gelişmiş ülkelerce iklim değişikliği ile ilişkili olarak teknolojik gelişmelere büyük önem verilmekle birlikte gelişmekte olan ülkelere teknoloji

Yeni hedefin belirlenmesinde orman alanlar ında artışın hesaba katıldığı ifade edilen açıklamada, tarafların 2020 y ılında Norveç’in gaz salımının, ormanlar da

Bunların başında da kendi gezegeni- mizde küresel ısınmanın temel ne- denlerinden biri olan sera gazlarıyla, mikroplar ve hamam böcekleri geli- yor..

Bu araştırmanın amacı Türkiye’de 2008-2019 yıl- ları arasında sosyal bilgiler eğitimi alanında yapılmış okuryazarlık becerisi konu başlığı altındaki yüksek lisans

This concludes that the findings or asynchronous online learning R&D products developed in the research article can be a prototype model in developing asynchronous online

İstanbul Boğazı transit gemi geçişlerinde hesaplanan sonuçlardan, Trozzi - Vaccaro yöntemiyle bulunan CO 2 değerleri, İstanbul denizyolu toplu taşımacılığından