/ 7
b u I 3
İ I R E L L I
A n s i kİ l o p e d
I S I
miNYATÜR 5ANATIÎTIIZ
«Miniare», sülüğenle kırmızı
ya boyamak; «minorare» ise
küçültmek anlamına gelir.
«Miniatura» ise italyancada
iki anlamlı bir sözcük oluştu
rur. Bu sözcük italyancadan
fransızcaya, oradan da dilimi ze girmiştir.
«Minyatür» dediğimiz sözcük herşeyin küçüğü için kullanıl dığı gibi resim sanatında da başlı başına bir türü ifade et mektedir. Herşeyin küçüğüne «minyatür» deriz. Hatta ufak
tefek insanlara dahi bundan
galat olarak «minyon» deyimi ni kullanırız.
Amma resim sanatındaki
«Minyatür» bunların hepsin
den başkadır. Minyatür, resim
sanatında başlı başına yeri
bulunan bir tekniğin ifadesin dir. Bu teknik, derinlemesine
bir düzeni, geometri kuralla rına bağlı olmayan bir pers pektifi, ayni renk içinde açıklı koyulu tonları bulunmayan bir
boyama tarzım kapsamakta
dır.
Minyatür, sanat dünyasına
müslümanlar tarafından so kulmuş bir resim türüdür. Do ğum yerinin Ortaasya olduğu
söylenirse de eldeki kesin
belgelerin en eskileri İran’ı
minyatüre vatan kılmaktadır. Bugün dünyanın en güzel ve
en zengin koleksiyonlarının
yeraldığı Topkapı Sarayı Kü- tüpuhanesi’nin «Minyatür Bö- lümü»nde XIII. yüzyıldan kal
ma İran minyatürleri bulun
maktadır. Yine ayni yüzyılın i- çinde Varka ve Gülşah gibi büyük ustaların Büyük Selçuk
lu devletinde ilk yapıtlarını
verdikleri de görülmektedir. Bu nedenledir ki Varka ile Gül- şah’ın yapıtları Türk minyatür sanatının en eski örnekleri o- larak gösterilebilir.
Moğolların İran'ı istilâsından
sonra İslâm dünyasındaki
minyatür sanatında büyük bir değişikliğin başladığına rast lanır. Bu devre içinde uzakdo- ğunun çizgi üslûbu İslâm min yatür sanatına hâkim olmuş tur. Bu arada Moğolların ge tirdikleri yeniliklerden biri de dinî konulara dönüştür ki, İs lâm minyatür sanatı ve sanat çıları uzunca bir süre bunun etkisi altında kalmışlar ve di nî konularda yapıtlar vermiş lerdir.
Büyük sanatçı Ahmet Musa’ nın «Mir'açnâme»si bunun en
büyük ve en güzel örneğini
teşkil eder. Sekiz sayfadan o- luşan bu minyatürler en eski M ir’aç resimleri olması bakı mından da ayrı bir önem ve
değer taşımaktadır. Ahmet
Musa, modern İran minyatür
sanatının kurucusu olarak
gösterilir ve 1317 ilâ 1335 yıl ları arasında pek çok yapıtlar verdiği bilinir. Bunların en ün lüsü ise yukarıda bahsini et tiğimiz Mir'açnâme'dir. Bu şa heserde Hazert-i Muhammed (A.S) yüzü peçe ile örtülü o- larak resmedilmiştir.
XI. yüzyılın ikinci yarısında
Tebriz ve Bağdat’ta hüküm sü ren Celâyirî Türk Devleti za manından kalma «Şehnâme» de Türk minyatür sanatının en
eski şaheserlerinden biridir.
Bu eserin 1330 yılında yapıl dığı bilinmektedir.
Bundan sonra da Türk minya
tür sanatında başka başka
«Ş ehnam elerin ortaya çıktığı görülür. 1370 yılında Şiraz'da yapılan «Şehnâme»den sonra XV. yüzyılda Firdevsî gibi bü yük bir sanat ustasının yarat tığı «Şehname» Türk minyatür sanatında benzeri bulunmayan bir şaheser olarak ışıldamak tadır.
Türk resim sanatının «klasik» çağını oluşturan minyatürcü lük tarih boyunca çeşitli de virler geçirmiştir. İslamiyet- ten önceki Ortaasya’dan Sel çuklulara, Osmanlı devletinin kuruluşundan İstanbul’un fet hine ve oradan da XVIII.yüz- yılın Lâle Devri’ne dek uzanan minyatür sanatının bu arada çeşitli akımlar ve Üslûplara uğradığına da tanık olunur. Ancak bütün bu sürenin için de değişmeyen bir tek şey vardır ki, o da Türk minyatü/
sanatının karakteridir. Tarih
boyunca Türkoğlu minyatürle
rinde yaşanmış olayları anlat mış ve hayattan sahneler ver miştir. İran minyatüründe ise şiir ve edebiyat daha ön plânı işgal etmektedir.
Türk minyatüründe hâkim olan unsurlardan biri de figürlerin çevresinin, görülüsü kolaylaş
tırmak amacıyla boş bırakıl
masıdır. Oysa İran minyatü ründe süslemelerle ve yakış tırmalarla tıka basa dolu bu lunmaktadır. Türk minyatürün de renk zevki hâkim bir unsur teşkil ederken İranlılar min yatürlerinde altın yaldıza da ha büyük önem vermişlerdir ki, bu da Türk minyatür sana tının klâsik değeri bakımından daha önemli bir farkı oluştur maktadır. Türkün elinden çık
mış minyatürlerde ne Hind
gerçekçiliği, ne İran süsleme ciliği, ne de Arap taslakçılığı görülür. Türk minyatürcülüğü tabii bir sanat anlayışı içinde Türkün yüce zevkini dile ge tiren belgeler olmuştur. Türk
sanatçısı, eşsiz bir sadelik î- çinde şaheserler yaratmayı bilmiştir.
Türk minyatür Sanatında ma
salın, hürafenin, mitolojinin,
hikâyenin, şiirin yeri yoktur. Türk minyatür sanatı günlük yaşamı, büyük olayları, bay ramları, şenlikleri, düğünleri, eğlenceleri ve büyük savaşlar la zaferleri dile getirmiştir. Türk minyatür sanatçısı bun ları dile getirirken yapıtlarını en güzel renklerle süslemesi ni de bilmiştir. Bu renklerde kırmızı, mor ve turuncu diğer renklere üstünlük sağlamıştır. Türkoğlu bu renklerin en güzel
tonlarım bulup çıkarmış ve
bunu yaptığı o güzelim minya türlerde doya doya kullanmış tır.
Türk sanatçısının minyatür
lerde kullandığı o güzelim kır mızı bütün dünyanın hayran
lığını kazanmıştır. Ve batı
dünyası bu güzeller güzeli kır mızıyı «Rouge Turc» (Türk kır
mızısı) adıyla almış ve kendi sanatına sokup kullanmıştır.
Osmanlı minyatür sanatının
Fatih Sultan Mehmet devrin de ki o büyük sanat akımı sıra sında birden en yüksek seviye sine çıkıverdiği görülür. Bun da Fatih Sultan Mehmet'in de pek etkisinin bulunduğu bir gerçektir. Fatih Sultan Meh met, kendi minyatür resimle
rini yaptırtacak kadar Türk
minyatürcüsünü teşvik etmiş tir. Ayrıca yine hükümdarın emriyle minyatür sanatçıları Osmanlı sarayının çeşitli ya
şam sayfalarını resimlemiş
lerdir. Bu hummalı çalışma sı
rasında, yine Fatih Sultan
Mehmet tarafından İtalya’dan getirtilen başta Gentile Belli ni olmak üzere bir takım İtal yan ressamlarının da etkileri nin bulunduğu düşünülebilir. Nakkaş Sinan Bey tarafından yapılan ve Fatih Sultan Meh m et’i elindeki gülü koklarken
canlandıran minyatür portre
ise elde mevcut en eski Os
manlI minyatürü olması bakı mından da ayrı bir önem ve değer taşımaktadır hiç kuş
kusuz.
Fatih Sultan M ehm et’ten son
ra tahta çıkan hükümdarlar
da bu güzel ve cazip sanatı desteklemişler, minyatür sa natçılarını teşvik etmişlerdir. Bu nedenledir ki Osmanlı min yatür sanatı büyük bir geliş
me göstermiş ve Osmanlı
minyatür sanatçıları bugün
dahi hayranlığı çekecek şahe serler yaratma olanağını bul muşlardır.
XVI. yüzyılda ortaya çıkan Matrahçı Nasuh, Osmanlı ta rihinin ilginç ve önemli olay
larını nefis minyatürleriyle
canlandırmıştır. Bunlar arasın da Sultan Bayezid ile Cem Sul tan arasındaki savaşlar, Mora ve çevresindeki kalelerin fethi ve nihayet «Süleymannâme» adlı eserindeki Kanunî Sultan
Süleyman’ın Macaristan za
ferleri pek önemli bir değer taşımaktadır. Matrahçı Nasuh’ un eserlerinde, yarı harita üs lûbu özellikle dikkati çekmek tedir.
Matrahçı Nasuh’un halen Top-
kapı Sarayı arşivlerinde iki
büyük eseri yer almaktadır.
Bunlar, bir çok minyatürler
den oluşan «Tarih-i Sultan Ba yezid» ile «Süleymmannâme» dir.
Yine Kanunî Sultan Süleyman devrinde ortaya çıkan sanatçı Nigârî de «şaheser» hükmünü rahatça taşıyan eserler ver
miş bulunmaktadır. Kanunî
Sultan Süleyman ile Yavuz
Sultan Selim gibi iki büyük pa dişahın devrinde yaşamış o- lan ve ayni zamanda ünlü bir denizci de olan Haydar Reis, «Nigârî» mahlası altında çiz diği minyatürlerinden birinde
Barbaros Hayreddin Paşayı
da nefis bir portre halinde tas vir etmiştir. Elindeki gülü kok lamakta olan Barbaros Hay
reddin Paşa'nın bu minyatürü
Nigârî’nin büyük ustalığının
en büyük kanıtıdır.
Nigârî tarafından yapılmış Ka nunî Sultan Süleyman’ın min
yatür portresi de sanatçının
en ünlü eserlerinden biridir. II. Sultan Selim'i, Doğancıba-
şının elinde tuttuğu hedefe
ok atarken tasvir eden min yatür ise ünlü sanatçı Nigâ rî’nin son eseri olması bakı mından ayrı bir önem ve de ğer taşımaktadır.
Nigârî takma adıyla Türk min yatür sanatına şaheserler ka
zandıran sanatçı, çok renkli
ve çok yönlü bir kişiliğe sa hiptir. XVI. yüzyılın en ünlü nakkaş ve şairlerinden de bi ri olan sanatçının asıl adı Hay- dar’dır. Su katılmamış bir İs tanbul çocuğudur. Galata'da doğup büyümüş sanatçılığının yanısıra gemici olarak da ay rı bir üne erişmiştir. Yıllarca beylik gemilerde reislik yap
mış ve çevresinde «Nakkaş
Haydar Reis» adıyla anılmış tır. Bir çok deniz savaşlarına
katılan Nakkaş Haydar Reis
bu savaşlarda gösterdiği kah ramanlıkların yanısıra bu sa vaşları manzum eserleriyle de dile getirmişti.
Zarif ve zeki bir şahsiyeti o-
lan Nakkaş Haydar Reis’in
Tophane’deki evi devrin zarif kişileriyle şairlerinin toplantı yeri olmuştu. Çağdaşları, o- nun nakkaşlık, şiir ve tasvir sanatlarındaki büyük değerini överlerken kendisinin bir «üs-
tad-ı Behzad-dest» olduğunu
söylerler.
Halen Topkapı Sarayı müze
sinde bulunan ünlü Barbaros
Hayreddin Paşa minyatür
portresinin karşısında güzel
bir reyhanî ile yazılan şu k ıta da ünlü sanatçıya aiddir: «Reisler çok velî Nakkaş
Haydar Olandan hem şecîder, hem
Gezenler görmediler mülk-i rusî Nigârî şöyle yazdı Barbaros?» Nigârî, Yavuz’un, Kanunî Sul tan Süleyman'ın, II. Sultan Se- lim ’in minyatürlerinden başka
iki yabancı hükümdarın; Be
şinci Şarl ile Birinci Fransua’- nın da minyatürlerini yapmış tır. Bu ik yabancı hükümdara
ait tasvirler ünlü sanatçının
en başarılı eserleri arasında dır.
1572 yılında vefat ettiği tah min olunan büyük sanatçının
Eyüp'te, Zal Mahmud Paşa
camii haziresindeki mezarı ne yazık ki kayıptır.
Yine XVI. yüzyılda ortaya çı kan Nakkaş Osman da Türk minyatür sanatına verdiği e- serler ve şaheserlerle ölüm süz bir üne erişmiş bir sanat çıdır. Topkapı Sarayı Müzesin de tam 649 minyatürü bulunan Nakkaş Osman özellikle «Hü- nernâme» ve «Sûrnâme» adlı eserlerindeki minyatürleriyle ün yapmıştır.
Nakkaş Osman, «Sûrnâme»
adlı eserindeki her minyatü ründe XVI. yüzyıl İstanbul’u nun hayatından bir başka saf
hayı vermekte, ayrıca İstan
bul’un da çeşitli köşeleri ile
tiplerini tasvir etmektedir.
İki cilt halinde 514 sayfadan oluşan «Hünernâme» ise Ka
nunî Sultan Süleyman’ın ha
yat öyküsü ile savaşlarını di le getiren bir eserdir. Nakkaş Osman bu eserinde de büyük sanatını her minyatürü ile is patlamaktadır.
Büyük sanatkâr Nakkaş Os
man’ın halen Avrupa ve Ame rika müzelerinde de eserleri bulunmaktadır.
XVII. yüzyılda ortaya çıkan
Seyyit Süleyman Kasım Paşa da 193 minyatürle baştan so na resimlediği Erzurumlu Da- rîr’in «Siyer-i Nebî» (Peygam- ber’in Hayatı) adlı eseriyle de ölümsüz bir üne erişmiş bu lunmaktadır. Bu eser Hazret-i Muhammed’in hayatını tasvir le anlatan ilk eser olması ba kımından da eşsiz bir değer taşımaktadır.
Türk minyatür sanatının son büyük ismi ise XVIII. yüzyılda yaşamış bulunan ve III. Sultan Mustafa ile III. Sultan Ahmet’ in saray ressamları olan Lev- nî’dir.
Edirne’de doğan Levnî küçük yaşta İstanbul’a gelmiş, bura da iyi bir öğretim ve eğitim gördükten sonra saraya inti sap etmiştir. Sarayda yetişmiş ve yine burada Çelebi payesi ni kazanmış bulunan sanatçı nın asıl adı Abdülcelîl'dir. Nakkaşbaşı Abdülcelîl Çelebi, minyatür sanatının yanısıra musikide ve şiirde de pek bü yük bir ustalık göstermiş ay rıca kişiliği ve güzel konuşma sıyla tanınıp sevilerek padişah
musahipliğine kadar yüksel
miştir.
Eserlerinde «Renkçi» anlamı na gelen Levnî mahlasını kul lanan Abdülcelîl Çelebi, Türk minyatür sanatında en fazla e-
ser veren sanatçılardan biri
olarak da tanınır.
Levnî'nin en karakteristik yö
nü, Türk minyatür sanatına
getirdiği büyük yenilikler ol muştur. Levnî eserlerinde ka labalık figürlerden çok tenha lığa önem vermiştir. Sanatçı nın çoğu eserlerinde tek fi
gürle çalıştığına rastlanır.
Levnî’nin bir özelliği de min
yatür sanatındaki yeknesak
yüz ifadesini bir yana bırakıp her figüründe yüzlere başka
bir ifade vermesidir. Ayrıca
minyatür sanatındaki gelenek
sel perspektif anlayışını da
yine onun yıktığı görülür. İki boyutlu olan minyatür sanatı na üçüncü boyut olan derinlik Levnî ile gelmiştir.
Öte yandan tek figürler ve gü zel giysiler içindeki kadınlar da onun Türk minyatür sana
tına getirdiği yenilikler ara
sındadır.
Levnî, 1711 yılında III. Sultan
Ahmet’in dört oğlunun sün
netleri münasebetiyle Ok
Meydanı ile Sahil sarayların da yapılan ve onbeş gün on-
beş gece süren sünnet dü
ğünlerini hikâye eden Şair
Vehbî’nin eserini 137 minya
tür şaheseriyle süslemiştir.
Bu bakımdan «Sûrnâme-i Veh bî» adındaki bu eser Türk min
yatür sanatının ölümsüz bir
hâzinesini teşkil etmektedir. Ayrıca «Silsilenâme» adlı e- serdeki III. Sultan Ahmet port resi de Türk minyatür sanatı nın en güzel eserlerinden biri olup yine Levnî tarafından ya
pılmıştır. Levnî bu eseriyle
minyatürden resim sanatına
doğru bir geçiş yapmaktadır ki, III. Sultan Ahmet portresi bu bakımdan büyük bir önem taşır.
Türk minyatürüne getirdiği ye
niliklerle minyatür ile batılı
resim sanatı arasında bir köp
rü gözüyle bakılan Levnî’de
AvrupalI çağdaş ressamların havasını bulmak mümkündür. Türk minyatür sanatının bu son büyük ustasının 1732 yı lında öldüğü ve Otakçılar Ca mii yakınındaki Saadîler Tek kesi haziresinde toprağa ve rildiği bilinir. Ancak ne çare ki mezarı kayıptır.
Minyatür bir Türk sanatı ola
rak doğmuş, yaşamış ve yine bir Türk sanatı olarak ölmüş tür.
Minyatürün ölümü, Türk resim sanatının başlangıcı olmuştur. Ya da daha başka bir deyimle
Türk sanatçısı minyatürden
resime geçiş ile ruh değiştir miştir.
Minyatür bugün için ne denli
ölü bir sanat olursa olsun,
Türk minyatür sanatının bü yük ustalarının bugün Topkapı Sarayı Müzesinde bulunan e-
serleri birer sanat şaheseri
kimliği ile ve olanca görkem leriyle dimdik ayakta durmak tadırlar...