• Sonuç bulunamadı

PSİKO-SOSYAL GELİŞİM

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "PSİKO-SOSYAL GELİŞİM"

Copied!
65
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

PSİKO-SOSYAL

GELİŞİM

(2)

Erik Erikson, Freud'un kuramından etkilenmiş olmakla birlikte, kişilik gelişimini çekirdek ailenin

sınırları dışına çıkarmış ve

gelişimi yaşlılığa kadar genişleterek, ilk çocukluk döneminin kişiliği belirlediği

görüşünü reddetmiştir.

(3)

Erikson'un kuramına göre, bireyin çevresindeki kişiler, anne-baba, öğretmenler, arkadaşlar,

diğer insanlar ve bireyin doğuştan getirdiği özellikler bireyin kişilik gelişiminde çok önemli

bir rol oynarlar.

Bu kişilik özellikleri belirli zaman dilimleri içinde ortaya çıkarlar. Buna aşamalı oluşum

(epigenetik) denir.

(4)

Erikson'a göre kişilik gelişimi sekiz aşamada tamamlanmaktadır. Her bir aşamada başarılması gereken görevler, halledilmesi gereken karmaşa

ve krizler vardır.

Bu krizlerin sonucunda kişinin birtakım görevleri yerine getirmesi ve birtakım özellikleri kazanması

beklenir.

Kazanılabilecek özelliklerle ilgili olarak da iki aşırı uç sağlıklı görülmemektedir.

(5)

Gelişim aşamaları birbiriyle bağlantılıdırlar.

Sonraki dönemlerin başarılı bir şekilde

atlatılabilmesi, önceki dönemlerin karmaşalarının nasıl çözümlendiğine bağlıdır.

Ancak Freud'un kuramında olduğu gibi birey o döneme takılıp kalmaz ve bunları uygun

koşullarda telafi edebilir.

(6)

Erikson’un Psiko-Sosyal

Gelişim Dönemleri

(7)

1-Temel Güvene Karşı Güvensizlik (0-1,5 Yaş)

Freud’un oral dönemine denk düşer.

Bu dönemde haz bölgesi ağızdır. Belli başlı davranış biçimi olarak emme ya da içine alma gösterilebilir.

Bebek bu dönemde etrafındaki uyarıcıları içine almaya çalışır. Bunu hem emme biçiminde, hem de

diğer duyu organlarıyla yapmaya çalışır.

(8)

Bebek bu dönemde içine doğmuş olduğu dünyanın güvenilir bir yer olup olmadığını

anlamaya çalışır.

Eğer bu dönem iyi geçirilirse temel güven duygusu edinilir, iyi geçirilemezse

güvensizlik duygusu edinilir.

(9)

Çocuk üç boyut içinde güven duygusu

kazanabilir: aşinalık (tanıdıklık), tutarlılık ve süreklilik.

Eğer çocuğa bakan kişi çocuğa aşina geliyorsa (örn. çocuğa bakan kişi sık sık değişmiyorsa), tutarlı davranıyorsa, davranışları ve bu tutarlık süreklilik gösteriyorsa çocuğun güven duygusu

edinmesi kolaylaşır.

(10)

Bebeğin temel güven duygusunun

göstergeleri; beslenme kolaylığı, uyku derinliği, bağırsaklarının gevşekliği ve bakıcı (anne)

yanından ayrılınca ona izin vermesidir.

Yani bebek kolayca beslenebiliyorsa, derin uyku uyuyabiliyorsa ve bağırsakları iyi çalışıyorsa temel güven duygusu edinmekte olduğu sonucu

çıkarılabilir.

(11)

Eğer anne ve baba çocuğa aşırı güven verirse, her ağladığında koştururlarsa, aşırı koruyucu

davranırlarsa çocuk Erikson’un duyusal uyumsuzluk dediği durum ortaya çıkar.

Çocuk aşırı güven duyar ve işin kötüsü

yaşamında kendini koruyamaz. Pollyannacılık oynamaya çalışır. Her şeyi en son sınıra kadar

iyiye yormaya çabalar.

(12)

Buna karşılık güvensizlik boyutunda yetiştirilen çocuklar çekinmenin kötü eğilimini taşırlar, yani

depresyon, paranoya ve bazen psikozla karakterize edilen içe kapanma özellikleri

gösterirler.

Dengeli ve sağlıklı gelişim umut duygusunu doğurur.

(13)

Özerkliğe Karşı Utanç ve Kuşku (1,5-3 Yaş)

Freud’un anal dönemine karşılık gelir. Bu dönemde haz kaynağı, dışkı bölgesi ve ilgili iki

davranış biçimidir.

Erikson, bu davranış biçimini tutma ve fırlatma olarak geniş anlamda ele almaktadır.

Bu dönem tuvalet eğitiminin ağır bastığı dönemdir.

(14)

Aynı zamanda bu dönem inatçılık dönemidir.

Bu dönemde çocuklar inatla bir şeyi ellerine alır, inatla onu savunur ve korur veya istemedikleri

şeyleri de yine inatla fırlatır, atarlar.

İstemedikleri şeyi tutturmak da istedikleri şeyi ellerinden almak da zor olur.

(15)

Erikson, tuvalet eğitimi sırasında çocuk

azarlanırsa, ayıplanırsa, düşüncesinde utanç ve kendi bedeninden kuşku duygularını geliştirir.

Çocuğun kendini ve çevresini keşfetmesine izin verilir ve desteklenirse, çocuk özerklik duygusu edinirken, engellenen veya girişimleri karşısında

gülünen çocuklar utanç ve kuşku duygusu edinirler.

(16)

Özerklik boyutunda aşırılık, içtepkisellik biçiminde ortaya çıkar. Kişi bu durumda

yeteneklerini dikkate almadan her şeye “atlar”, utanma duygusu olmadan istekte bulunur,

vb.

(17)

Utanç ve kuşku boyutunda aşırılık ise zorlayıcılık biçiminde ortaya çıkar.

Aşırı kuralcı olan bu kişiler mükemmeliyetçidir, yaptıkları her şeyi tam yapmak zorundadırlar.

Yanlışlardan ne pahasına olursa olsun kaçınmak zorunda olduklarını düşünürler.

Uygun dengenin kurulması iradenin ortaya çıkmasını sağlar.

(18)

Çocuk bu dönemi iyi bir şekilde atlatamazsa, Freud’a göre, ileriki yaşlarda koleksiyon yapabilir,

cimri olur (tutar) veya müsrif birisi olabilir (bırakır).

Anal karakter denen kişilik bu dönemin olumsuz geçirilmesinin sonucudur.

Bu kişiler nesnelerle ilişkilerinde sert ve haşindirler. Kararsız olur ve çabuk karar

değiştirirler.

(19)

Girişimciliğe Karşı Suçluluk Duygusu (3-7 Yaş)

Freud’a göre fallik dönemdir.

Fallus, erkek cinsel organı anlamına gelir.

Dolayısıyla, bu dönemde kişinin dikkati, ilgisi ve haz duygusu cinsel organlara yönelmiştir.

(20)

Erikson, bu dönemde cinsiyetin keşfedildiğini, merak duygusunun yoğun olduğunu söyler.

Merak duygusunun ve cinsiyetin keşfinin

doğrudan bir sonucu tabii ki çocuğun cinsellikle ilgili sorular sorması olacaktır.

(21)

Eğer anne baba çocuğun bu türden sorularına uygun cevaplar verebilirlerse, çocuğun

girişimciliği desteklenmiş olur.

Eğer, “ayıp, ayıp! Bunlarla ilgilenme!” gibi engelleyici bir tavır takınırlarsa, çocuk bu

konuları merak etmenin suç olduğu hissine kapılır.

(22)

Bu dönemde girişimciliğin aşırılığı merhametsizliği doğurur.

Bu uçtaki kişiler için önemli olan plan ve hedeftir.

Başkalarına ne olduğu önemli değildir. Bu durumun en aşırı biçimi sosyopatlıktır.

(23)

Öbür uçta ise engellenme bulunur. Engellenen kişiler çok fazla suçluluk duyarlar.

Cinsel açıdan bakıldığında iktidarsızlık ve soğukluk yaşarlar.

Dengeli ve uyumlu sonuç amaçtır. Amaç duygusu kişilerin kendi hedeflerini

belirleyebilmeleri anlamına gelir.

(24)

Başarılı Olmaya (Çalışkanlığa) Karşı Aşağılık Duygusu (7-11 Yaş)

Freud’a göre latent dönemdir.

Bu dönemde cinsellik örtülür. Çocuk bu dönemde önceki cinsel meraklarını ansızın unutur, hatta

karşı cinsi düşman cins ilan eder.

Çocuklar bu dönemde (ilkokul sıralarıdır) kendi cinsleri ile bir araya gelir ve oynarlar.

(25)

Erikson, bu dönemi çalışkanlık duygusunun edinildiği dönem olarak tanımlamıştır.

Bu dönem okuma, yazma, hesap gibi temel konuların öğrenildiği dönemdir.

Bu dönemde ana-baba ve aile bireylerine öğretmen ve akranlar eklenmiştir.

Bu dönemde ana-baba cesaret verir, öğretmen korur ve akranlar kabul ederler.

(26)

Çocuk okulda bilgi edinirken, kendisi ile aynı yaşlarda olan diğer çocuklarla kendini

karşılaştırır ve kendisinin çalışkan olup olmadığına karar verir.

(27)

Bu dönemin aşırı uçlarından biri çok çalışkan olmaktan ileri gelen kısıtlı erdem denen bir

durumdur.

Bu durumun en iyi örneği çocukluğunu yaşamasına izin verilmeyen çocuklardır.

Anne ve babaları onları bir yeterlik alanına

itmişlerdir ve başarılı olmalarını beklemektedirler.

(28)

Öte yanda ise tembellik bulunur. Bu durum aşağılık duygusunun yoğunluğunu ifade eder.

Tembel kişiler, bir kez başaramazlarsa bir daha denemeye kalkışmazlar.

Denge durumuna yeterlik denir. Bizi duyarlı kılacak kadar aşağılık duygusu ile birlikte

çalışkanlık duygusu yeterliği oluşturur.

(29)

Kimlik Kazanmaya Karşı Rol Karmaşası

Freud’un genital dönemidir. Çocuk cinselliği;

üreme amacına yönelik bir cinsellik değil, daha çok haz almaya yönelik bir cinsellik olmasına karşın ergenlik ile birlikte kişinin cinselliği, üreme amacına

yönelik hale gelir.

Freud bu dönem üzerinde fazla durmamakta, kişinin yetişkin cinsel davranışlarını edindiğini

söylemektedir.

(30)

Erikson, ergenlik dönemini insan hayatının en önemli dönemi olarak görmüş ve kuramında

oldukça büyük bir yer vermiştir.

Ona göre ergenlik dönemi kişinin kendisine “Ben kimim?” sorusunu sorduğu ve cevap aradığı bir

dönemdir.

Bu soru, kısmen onun fiziksel ve bilişsel

gelişiminden, kısmen de etrafındaki kişilerin ona artık çocuk gibi davranma(ma)larından ileri gelir.

(31)

Bedenindeki değişmeleri fark eden ergen, “bana ne oluyor”, “ben kimim, kim oluyorum”

sorularını sormaya başlar.

Ben kimim sorusuna cevap vermeye çalışırken birey kendini çeşitli roller içinde deneyerek karar

vermeye çalışacaktır.

Bu da özdeşleşme ve taklit mekanizmalarına yol açar.

(32)

Özdeşleşmede kişi bir grup veya rol ile özdeşleşir (çete üyeliği gibi).

Taklit mekanizması ise, kişinin ailesi, çevresi veya okulundan veya kitle iletişim araçlarının sunduğu kişilerin taklit edilmesi anlamına gelir.

Kişi bu dönemde başkalarını taklit ederek kendini bulmaya çalışacaktır.

(33)

Bu dönemde, kimlik arayışı çeşitli şekillerde yaşanır: Kişi bedensel değişimlerin sonucu olarak, akran grubuna yönelerek onlarda da bu değişikliklerin olup olmadığını öğrenmeye çalışır.

Bu, akran grubuna yönelme, mahremiyet ve güven duygularına önem vermeyi doğurur.

Aynı zamanda, kişi çeşitli kendini anlatma

yollarını deneyerek de kendini tanımaya çalışır:

resim, müzik, öykü, şiir, vb.

(34)

Erikson, kişinin bu dönemde bazen

“moratoryum (sorundan) uzaklaşma”

dönemine girebileceğini vurgulamıştır.

(35)

Kimlik kazanma çabaları içindeki kişinin durumu, James Marcia’ya göre bağlılık (kararın

kesinliği) ve bunalım geçirme (kararsızlık yaşama) açısından iki boyutta değerlendirilebilir.

(36)

Başarılı kimlik statüsüne sahip olan kişiler bunalım geçirmiş ve bir karara varıp

kararlarına bağlanmış olan kişilerdir.

Bunların sorunlarını çözmüş oldukları söylenebilir.

Bu kişilerin aile ilişkilerine bakıldığında kısmen uzak ve reddedici aile ilişkilerine sahip

oldukları görülmektedir. Belki de zorluklar insanı olgunlaştırmaktadır.

(37)

İpotekli kimlik statüsüne sahip olan kişiler bunalım yaşamamışlardır, ama bir karara

varmış gibi görünmektedirler.

Tabii ki bu karar daha çok anne-babalarının kararlarıdır.

Zaten aile ilişkilerine bakıldığında da çocuk

merkezli aile ilişkilerinin yoğun olduğu ailelerden geldikleri, başka bir ifadeyle bağımsız karar

vermelerine fırsat bulunmayan (ya izin verilmeyen, ya da gerek duyulmayan) ailelerin çocukları

oldukları görülmektedir.

(38)

Moratoryum kimlik statüsü, bunalım

yaşayan, ama çözüm yolu bulmayan kişilerin durumudur.

Özellikle Avrupa ve Amerika’da görülen, kişinin bir süre işlerini ve ilişkilerini askıya alıp

“başıboş” dolaşması moratoryum kimlik statüsü örneği olarak gösterilmektedir.

Bu kişilerin genellikle aile ilişkileri dengesizdir.

(39)

Dağınık kimlik statüsü ise, henüz bunalımın yaşanmadığı, bağlanmanın da bulunmadığı

durumu ifade eder.

Bu kişiler en az etkileşim ve yönlendirmenin bulunduğu ailelerden gelme eğilimindedirler.

(40)

Öğrenciler açısından bakıldığında, öğretmenler için sorun olan öğrencilerin daha çok moratoryum

kimlik statüsündeki öğrenciler olduğu görülür.

İpotekli kimlik statüsüne sahip olanlar ise bir miktar inatçı olmalarından ve kendi düşüncesi

olmamasından dolayı soruna yol açabilirler.

Dağınık ve başarılı kimlik statüsünde bulunan öğrenciler genellikle öğretmenler için sorun

oluşturmazlar.

(41)

Bu dönemde kimlik duygusunun fazlalığı, fanatizmi doğurur.

Hoşgörüsüzlüğü içeren bu durum, tek yolun kendi yolu olduğunu düşünmek demektir.

Ergenlerin idealizmleri de buna eklenince dünyaya siyah-beyaz bir bakış açısı ortaya

çıkar.

(42)

Kimlik duygusu yoksunluğu ise yadsıma olarak ortaya çıkar.

Yadsıyan kişiler grup üyeliklerini, kimliklerini, kimlik ihtiyaçlarını reddederler.

Bunu açık bir inkar şeklinde yapabildikleri gibi, birtakım grup ve kliklere (ideolojik veya dinsel

gruplar) katılarak veya yıkıcı etkinliklere (uyuşturucu, alkol, vb.) katılarak da

gerçekleştirebilirler.

(43)

Uygun denge durumu sadakattir.

Eksiklik, tutarsızlık ve yanlışlıklarına rağmen toplumda yaşamayı kabullenme demek olan

sadakat, eksikliğin benimsenmesini değil, olabilecek olanın en iyisini yapmaya

çalışmayı ifade eder.

(44)

Kimlik Statüleri

Başarılı Moratoryum

Bunalım var; bağlanma

var Bunalım var; bağlanma yok

Uzak ve reddedici aile

ilişkileri Dengesiz aile ilişkileri

İpotekli Dağınık

Bunalım yok; bağlanma

var Bunalım yok; bağlanma yok

Çocuk merkezli aile

ilişkileri En az etkileşim ve yönlendirme

(45)

Yakınlığa Karşı Uzaklık (Yalıtılmışlık) (18-25 yaş)

Ergenlik dönemi aynı zamanda kişinin eş ve aile standartlarını oluşturduğu, ekonomik ve duygusal

bağımsızlığa ulaşmaya çalıştığı bir dönemdir.

Ergenliğin ardından kişi belirlemiş olduğu bu standartları uygulamaya sokar ve iş ve eş bulur.

Bu döneme genellikle genç yetişkinlik dönemi adı verilmektedir.

(46)

Kişi bu dönemde evinde eşi ile, işyerinde de mesai arkadaşları ve meslektaşları ile yakınlıklar

kurar.

Yakınlık kuramadığı zaman toplumdan

yalıtılmışlık ve terk edilmişlik duyguları ağır basar.

(47)

Bağlanma korkusu bu dönemde en sık yaşanan duygudur.

Bu duygu bazen açıkça ifade edilse de, çoğunlukla gizlidir.

İnsanlar “okul bitince evleneceğim”, “iş bulunca evleneceğim”, “evim olunca evleneceğim” gibi bahaneler öne sürerek de bağlanma korkularını

gizlemeye çalışabilirler.

(48)

Bu dönemin uç noktalarından biri serbestçe, kolayca ve derinlikten yoksun yakınlık kurma

eğilimidir.

Bu; arkadaş, komşu ve tüm toplumla ilişkiler için doğru olabilir. Seçimsizlik durumu da denebilir.

(49)

Öbür uçta ise dışlama vardır.

Dışlama, kişinin kendini aşktan, arkadaşlıktan ve toplumdan dışlaması ve yalıtması demektir.

Başarılı denge durumu ise aşk olarak adlandırılmıştır.

Burada aşk, karşılıklı bağlılık yoluyla farklılık ve zıtlıkların bir kenara atılabilmesi anlamına gelir. Sadece iyi bir evlilikte değil, arkadaşlar arasında, komşulara karşı, iş arkadaşlarına karşı ve vatandaşlara karşı bile yaşanabilir.

(50)

Üretkenliğe Karşı Durgunluk (Verimsizlik)

Bu dönem yetişkinlik dönemidir. Bu dönemde kişi evinde çocuk yetiştirerek, işinde atılımlar yaparak

verimli olmaya çalışır.

Bu verimlilik duygusunu yaşayamayan bireyler verimsiz oldukları duygusuna kapılırlar. Erikson’a

göre verimlilik, yaşlıların “ihtiyaç duyulma ihtiyacını” karşılayan her şey olabilir.

(51)

Bu dönemin uç özelliklerinden biri aşırı yayılma adını taşır. Kişi bu durumda, öyle çalışır ki

kendine zaman ayıramaz.

Öbür uçta ise reddedicilik vardır. Bu durumdaki kişi çok az verimlidir ve çok fazla verimsizlik yaşar, topluma katkıda bulunmaya çalışmaz.

(52)

Denge durumu, bakım veya özen olarak

adlandırılabilir. Kişi başkasına özen gösterdiği ve ona “baktığı” zaman dengeye ulaşmış demektir.

Bu dönem ortayaş krizinin yaşandığı dönemdir.

Bu krizde bazı kişiler “ben ne için çalışıyorum?”

sorusunu sorarlar.

(53)

Erkekler bu durumu daha çok yaşarlar.

Eşlerinden ayrılır, işlerini bırakır, yeni elbiseler alır ve bekarların gittikleri yerlere gitmeye

başlarlar.

Kuşkusuz, aradıkları şeyi nadiren bulabilirler, çünkü yanlış şeyi aramaktadırlar.

(54)

Benlik Bütünlüğüne Karşı Ümitsizlik (Umutsuzluk)

Kişi, bu hayatın bitmekte olduğunu görerek,

“şimdiye kadar yaşadığım hayatı, iyi

yaşayabildim mi? Bir daha dünyaya gelsem gene aynı hayatı yaşamak ister miyim? Yaşamım

yaşanmaya değer miydi?” gibi yaşamı

değerlendirici sorulara cevap aramaya başlar.

(55)

Eğer kişi, yaşamının yaşanmaya değer olduğuna karar verirse, iyi ve kötü yanlarıyla yaşamı ile

barışabilirse, benlik bütünlüğüne ulaşır.

Eğer pişmanlıklar ve esef dolu bir hayat

geçirdiğini düşünüyorsa, umutsuzluk yaşayacak demektir, çünkü artık geri dönüp düzeltme veya

başka türlü yapma olanağı yoktur.

Bireyler bu dönemde daha dindarlaşır, hacca gider, dini etkinliklere daha sık katılmaya

başlarlar.

(56)

Bu dönemi zorlaştıran çeşitli nedenler vardır:

Toplumdan kopuş başlar, işten kopuş yaşanır, anne-babalık görevleri biter, artık onun katkısına

ihtiyaç duyulmadığı duygusuna kapılınır.

Biyolojik açıdan beden her şeyi yapamaz hale gelir. Yaşlılık hastalıkları (ağrılar, şeker, kalp rahatsızlıkları, göğüs ve prostat kanserine ilgi, vb.) ortaya çıkmaya başlar. Daha önce olmayan

korkular (örn. düşme) ortaya çıkar. Ölümler meydana gelir.

(57)

Bu dönemde benlik bütünlüğünü varsaymak bir uçta yer alır. Kişi aslında benlik bütünlüğüne

ulaşamamıştır, ama ulaşmış olduğunu varsaymaktadır.

Öte yandan, küçük görme denen durumda ise kişi kendini küçük görmeye başlar.

Denge durumunda erdem kazanılır. Erdem, ölüme korkusuzca yaklaşabilmektir.

(58)

CARL ROGERS VE

BENLİK KURAMI

(59)

Carl Rogers, İnsancıl (hümanistik) yaklaşımın öncülerindendir.

İnsancıl psikologlar, insanı temelde iyi, akılcı, uygun koşullar olduğunda gelişmeye ve değişmeye eğilimli varlıklar olarak görürler.

(60)

Rogers’ın kişilik teorisindeki en önemli kavram benliktir.

Rogers'a göre bireyin kişiliğini ve davranışlarını benlik kavramı etkilemektedir.

(61)

Benlik kavramının gelişmesinde bireyin çevresi özellikle sosyal çevresi çok güçlü bir etkiye

sahiptir.

Bebeklik ve çocukluk dönemlerinde, bireyin başkaları tarafından değerlendirilme tarzı, onun

olumlu veya olumsuz benlik kavramı geliştirmesine neden olur.

(62)

Özellikle kendisine yakın olan kişilerin tutumları önemlidir.

Çocuk bu kişilerin değer verdikleri davranışları benimseyerek, onların değer vermediği

davranışlardan kaçınmaktadır.

Zamanla bireyin özdeşleştiği bu değerler, onun değerler sistemini oluşturur.

(63)

Algılanan yaşantılar ne kadar çok gerçeğe yakınsa başka bir deyişle çarpıtılmadan,

reddedilmeden algılanıyorsa yani benlik kavramı ne kadar güçlüyse birey de o denli sağlıklıdır.

(64)

Benlik kavramı ile ilgili yapılan birçok araştırmada aile yapısının ve tutumlarının

önemli olduğu sonucu ortaya çıkmıştır.

Çocuğa değer verilen, aile içi iletişimin yüksek olduğu, çatışmasız, demokratik ve çocuğu

destekleyen ortamların, benlik kavramının güçlü olması için en elverişli ortamlar olduğu

görülmüştür.

(65)

ÇOCUKLARIN KİŞİLİK GELİŞİMİNİN DESTEKLENMESİ İÇİN BAZI

ÖNERİLER

!!! SİZDE !!!

Referanslar

Benzer Belgeler

Araştırmalar kişilerin uyum – ahenk kurdukları partnerlerinin, vücut dillerine kendi vücut dillerini uyarlamaya doğal olarak yatkın olduklarını göstermektedir Eğer bireyler

Rutin kullanımda düşük molekül ağırlıklı heparinler daha çok tercih edilse de, infüzyon durdurulduğunda etkisi birkaç saat içinde ortadan kalktığından kanama riski

 Biseksüellik(Erkeğin erkek ya da kadına; kadının kadın ya da erkeğe); Bireyin hem kendi cinsine, hem de karşı cinse yönelebilmesi,.. 4.Farklı Cinsel Kimlik(Different

11 Ekim günü sekiz işçi ile başlayan kazılarda, işçi sayısı iki gün içerisinde yetmiş dört kişiye ulaşmıştı (Schliemann 1875: 60). Schliemann ayrıca ilk sezonunda

Çalışmaya dahil olan katılımcıların %44’ünün koruyucu aile hizmetini “Korunmaya muhtaç çocuklara başka ailelerin ücretli veya ücretsiz geçici veya kalıcı

Buna karşın, narsistik rekabetçilik düzeyleri daha yüksek olan bireyler (sosyal başarısızlıktan korunma isteği ve benliği savunma tepkisi) sosyal karşılaştırma

İnsanların toplumsal, sivil iletişim ağlarına üyeliği, ortak değerler, toplumsal olana/alana katılım, değer paylaşımı ve karşılıklılık/mütekabiliyet ilkesiyle sosyal

Günlük yaşamımızda beynimiz bir kez ha- fızanın oluşumu için uyarıldığında, beyin hücre- leri içi ve dışı tüm iletişim yollarını birbirine bağ-..