• Sonuç bulunamadı

12. HAFTA DERS NOTLARI HADİSLERİ ANLAMA VE YORUMLAMADA TEMEL İLKELER

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "12. HAFTA DERS NOTLARI HADİSLERİ ANLAMA VE YORUMLAMADA TEMEL İLKELER"

Copied!
9
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

12. HAFTA DERS NOTLARI

HADİSLERİ ANLAMA VE YORUMLAMADA TEMEL İLKELER

Gelişen bir dünyada fert ve toplumların ihtiyaçlarına en uygun tarzda cevap verebilmek için dini tefekkür hayatında gelişme ve yenilenmeye mutlak ihtiyaç vardır.1 Bu nedenle, din, toplum üzerinde etkili olduğu gibi zaman zaman da toplum din üzerinde özellikle anlama, yo- rumlama ve uygulama açılarından etkili olabilmiştir. Hiç şüphesiz toplum, değişime açık norm- larda etkendir. Evrensel olduğunu her düzlemde dile getirdiğimiz İslam dininin de değişmeyen sabiteleri olduğu gibi, muhataba, zaman ve mekana göre değişkenlik arz edebilen, yenilenmeye muhtaç dinamik yapısı da inkar edilemez bir gerçektir. Bu itibarla İslam‟ın değişen şartlar ve zamana göre dinamik bir duruş sergilediğini söylememiz gerekir. Örneğin; Mekke‟nin fethinden sonra Müslüman olmak gayesiyle Medine‟ye gelen Taif heyetinin İslam‟ı kabul etmeleri için kendilerinin zekat ve cihaddan muaf tutulma şartını ileri sürmeleri üzerine Hz. Peygamber on- ların ileri sürdükleri bu şart üzerinde fazla durmamış ve İslamiyeti kabul ettikten sonra kendi istekleriyle zekat vereceklerine ve cihada da iştirak edeceklerine dikkat çekmiştir. Ayrıca, Hz.

Ömer‟in şiddetli kıtlık zamanında hırsızlar için öngörülen had cezasını tatbik etmemesi yine Hz.

Ömer‟in müellefe-i kulûba şartların değiştiği gerekçesiyle zekattan pay vermemesi İslam‟ın di- namik yapısını ortaya koyan meşhur örnekler arasında zikredilebilir. İslam‟ın bu dinamik yapı- sına karşın statik düşüncenin de zaman zaman hâkim bir görünüm kazandığı, ictihâd kapısı- nın kapanıp kapanmadığına yönelik tartışmalarda kendini göstermiştir.

İctihad kapısının kapatılmasıyla İslam‟ın dinamik yapısının akamete uğradığını dile geti- ren bazı araştırmacıların bu görüşüne karşın İslam mezheplerinin kendi düşünce sistematikleri içerisinde bu dinamik yapıyı bir ölçüde muhafaza ettikleri söylenebilir. Örneğin, modern tartış- malarda özellikle hadise yönelik olarak dar kalıplar içerisinde kalmakla suçlanan İmam Şa- fii‟nin (ö.204/819) Bağdat‟ta el-Huccet adlı eserini yazdıktan sonra onu Ahmed b. Hanbel (ö.241/858) Ebu Sevr (ö.240/854) ve Ali Kerâbisî (ö.256/869) gibi alimlere okuması, akabinde de Bağdat‟tan Kahire‟ye gittiğinde, bütün olarak Hukuk sistemini tekrar gözden geçirip yazdığı eserlerinde 13 mesele hariç hepsini değiştirmesi İslam hukuk tarihinde bilinen bir husustur.

Son derece önemli olan bu bilgi bize Kahire ile Bağdat toplumunun çok belirgin farklar bulun- mamasına rağmen, sadece 54 yıl yaşamış olan büyük fıkıhçı İmam Şafii‟nin düşünce sisteminin dinamik bir yapı gösterdiğini ortaya koymaktadır.

İslam‟ın bu dinamik yapısını etkileyen temel unsurlardan birisi de hadise yüklenen di- namik yapının mahiyetidir. Hadislerin, hadislere ait kavramların ve kavramlara yüklenen an- lamların hadis tarihi boyunca değişebildiği birçok kavramın anlam genişlemesi ve değişmesine uğradığı bilinmektedir. Yazılan onlarca şerh literatürü de bu değişimin bariz bir göstergesi ola- rak karşımıza çıkmaktadır. Kaynak olarak Hz. Peygamber‟den sudûr etmesine ve dinî anlamda son derece önemi haiz olmasına rağmen hadis metinlerinin okunması, aktarılması, yorumlan- ması insana ait bir eylemdir. Dolayısıyla, hadisleri anlama ve değerlendirmede sosyal ve kültü- rel sebepler etkili olduğu gibi insanların içinde bulundukları psikolojik durum, sahip oldukları bilgi birikimleri, yaşadıkları coğrafi ve kültürel çevre gibi amiller belirleyici bir özellik arz etmek- tedir. Bu noktada gerek insanın kendi fıtratından gerekse yaşadığı çevresinden, sahip olduğu

1 Ali Rıza Temel, “Din-Hayat İlişkisi ve İslâmi Araştırmalarda Dinamik-Statik Düşünce İkiliği”, Günümüz Din Bilimleri Araştırmaları ve Problemleri Sempozyumu (27-30 Haziran 1989), OMÜ İlahiyat Fak. Yay., Samsun, 1989, s.54. Bu değişim olgusu Mecelle 39. Maddede “Ezmânın tagayyürü ile ahkâmın tagayyurü inkar olunamaz” ifadesiyle dile getirilmiş ve İslam Hukukunun dayandığı temel prensiplerden biri olarak kabul edilmiştir. Konuyla ilgili detaylı bilgi için bkz. Mehmet Erdoğan, İslam Hukukunda Ah- kâmın Değişmesi, İFAV Yayınları, İstanbul, 2007.

(2)

kültürel unsurlardan, anlama ve yorumlama kabiliyetinden kaynaklanan birçok faktör devreye girmektedir. Bu nedenle hadis tarihi boyunca, rivayetlere yönelik lugâvî, fıkhî, zahirî, tasavvufî, aklî, ideolojik gibi birçok farklı yönelişler olduğunu ve her ekolün kendine özgü bir sistematik geliştirdiğini görmekteyiz.

Örneğin Hz. Peygamber‟in namazda sahabenin kendisinden önce hareket etmelerinden ötürü onları bu davranışlarından sakındırmak amacıyla söylediği “Ben önümü gördüğüm gibi arkamı da görürüm” hadisini açıklama sadedinde Aynî, Hz. Peygamber‟in arkasında iğne ucu kadar görünmeyen gözleri olduğu izahını yapmıştır. Hz. Peygamber‟in bu ifadesini sembolik anlamda düşünüp aslında “Ben sizin ne yaptığınızı fark ediyorum”, “göz ucuyla ne yaptığınızı görüyorum” şeklinde anlama imkânı varken rivâyet, kaynaklarda, Hz. Peygamber‟in arkasındaki gözlerin neresinde olduğuna varacak kadar geniş bir alanda tartışma zemini bulabilmiştir. Yine, Hz. Peygamber (s.a.v.)‟in, anlaşmayı bozarak kendilerine ihanet eden Benu Kurayza‟ya karşı Müslümanları sevk etmek amacıyla sarf ettiği “Benu Kurayza‟ya varmadan hiç kimse öğlen na- mazını/ikindi namazını kılmasın” sözü ashab tarafından farklı şekillerde algılanmış, ashabın bir kısmı vaktin geçmesinden endişe ederek Benu Kurayza‟ya varmadan namazı kılmış; diğerleri de „vakit geçse de biz namazı ancak Rasulullah‟ın bize kılmamızı emrettiği yerde kılarız‟ diyerek aksine hareket etmişlerdir. Konu Rasulullah‟a intikal edince farklı hareket eden bu iki fırkadan hiçbirini ayıplamamıştır.

Hz. Peygamberin aynı sorulara farklı cevaplar vermesi yine hadislerin dinamik boyutunu ortaya koymaktadır. Örnekleri çoğaltmak mümkün olmakla birlikte hadislere yönelik dinamik yapının bizzat Hz. Peygamber‟in hadislerinde veya sahabenin hadisi algılamalarında tezahür ettiğini ifade etmemiz gerekir. Hadislere yüklenen bu dinamik anlam anlayışı sadece Hz. Pey- gamber dönemiyle sınırlı kalmamış bizzat muhaddislerin eserlerine de yansımasını bulmuştur.

Örneğin İmam Malik‟in eseri Muvatta‟da bizzat rivayet ettiği halde birçok hadisle amel etmemesi onun hadislerin yorum ve değerlendirmesinde dinamik yorumu esas aldığını göstermektedir. Bu nedenle hadislerin dinamik yapısını korumak ve muhafaza etmek adına rivâyet-dirâyet bütün- lüğünün sağlanması son derece önemlidir. Birinin ihmali hadisin anlaşılması ve hayata akta- rılması konusunda ciddi problemlere yol açabilmektedir. Hadis tarihi boyunca yapılan tartışma- ların kökeninde bu bütünlüğün ihmal edilmesinin sonuçları vardır.

3.Dinamik Yorumun Tarihsel Süreci; Karşıtları ve Uç Noktalar

Tarih boyunca hadise yönelik yorum ve değerlendirmelerin homojen ve monoblok bir yaklaşım olmadığını ve hadislerin okunması, anlaşılması ve yorumlanmasına dair farklı anla- yışların bulunduğunu biliyoruz. Hadis rivayetlerinde tespit ve yoruma yönelik farklılıklar öyle- sine çok veçheli bir görünüm kazanmıştır ki, gelenekselcilikten aşırılığa ve taassuba, hadis ta- raftarlığından hadis inkârcılığına, taklitçilikten reformculuğa, modernistliğe, çıkarcılığa ve me- alciliğe veya ehl-i Kur‟an‟a kadar uzanan farklı yaklaşımları bu süreçte görmemiz mümkündür.

Bir tarafta hadisin dini ve hukuki boyutunu tamamen reddeden ehl-i Kur‟ân, bir taraftan hadisi olduğu gibi zahiri anlamıyla kabul eden ehl-i hadis, diğer taraftan hadisin tarihsel olduğunu savunan modernistler arasında hadislerin dinamik yorumu zaman zaman tamamen ihmal edilmiş, çoğu zaman da dinamik yorum adına tarihselcilik adı altında hadis inkarcılığına kadar ulaşan uç anlayışlar ortaya çıkmıştır. Hadislere yönelik bu farklı yaklaşımların yaşandığı tarihi süreçte hadislerin dinamik yorumuna ilişkin ciddi çalışmalar yapılmamış değildir. Hiç şüphesiz bu noktada rivayetler üzerinde sayısız anlama ve yorumlama faaliyeti yapılmış, sadece Buhari‟nin eserindeki hadisler üzerinde ciltler dolusu eserler kaleme alınarak şerhlerle bu di- namik yapı sağlanmaya çalışılmıştır. Bir tek hadisi açıklamak ve yorumlamak için yine onlarca eserler kaleme alınmıştır. Ancak zaman zaman hadislerin dinamik yorumuna ilişkin tartışmala- rın çatışma boyutuna kadar derinleştiğini de söylememiz gerekir. Özellikle ikinci asırda Ehl-i Hadis-Ehl-i Rey çatışması dinamik yoruma karşı takınılan tavırla ilgili bize güzel örnekler sun-

(3)

maktadır. İkinci asırda bütün kelam çevreleri ve onlara ilaveten Ebu Hanife ve arkadaşları ha- disçiler tarafından re'y zümresi olarak kabul edilmekte ve UkayIi‟nin ed-Duafa'sında Ebû Hanife ve talebesi Ebû Yusuf‟a altışar sahife ayrılarak –muhtemelen hadislerde dinamik yorumu tercih ettikleri için-onların hadis sahasında yerleri olmadığına ilişkin rivayetlere ve görüşlere yer veril- mektedir. Her iki ekole göre hadisler/sünnet vazgeçilemez ve ihmal edilemez bir kaynaktır. An- cak iki ekolu ayrıştıran, farklı kılan, hatta zaman zaman birbirlerini hadis inkarcılığına kadar götüren temel neden hadislerin dinamik yorumuna ehl-i re‟yin öncülük etmesidir. Hadis tarihi- nin ilk dönemlerinde ehl-i hadis, ehl-i re‟y arasında cereyan eden bu farklı okuma biçimleri sonraki devirlerde de Mısır ve Hind Alt kıtasında kendini göstermiş hadisin dinamik yorumu- nun sağlanamaması onları hadis inkârcılığına varan radikal görüşlere itmiştir.

Bugün içinde yaşadığımız toplumda gerçekte İslam‟ın özünde olmayan ancak sosyal kül- türel siyasal ve ekonomik hayatı özellikle de çalışma hayatını olumsuz yönde etkileyen bazı dini söylemlerin zayıf ve uydurma rivâyetlerden kaynaklandığı bilinmektedir. Serahsî, çalışmayı te- vekküle aykırı gören hatta kazançla meşgul olmanın haram olduğunu iddia eden bazı tasavvuf ehlinin olduğunu söylemektedir. Hatta tedavi olmanın dahi tevekküle aykırı olduğunu iddia edenlerin varlığı bilinmektedir. Şüphesiz bu görüşlere delil olarak getirilen rivâyetler, hadis usûlü açısından incelendiğinde birçok, illeti bünyesinde barındıran rivayetlerdir. Dolayısıyla zayıf ve uydurma rivayetlerin İslam‟ın dinamik yorumunu olumsuz anlamda etkilediği söylene- bilir.

Sünnet ve hadisin dinamik yorumunda peygamber tasavvurunun da büyük bir rolü var- dır. Hz. Peygamberin beşeri şahsiyeti, vahiyle ilişkisi, mucize ile ilişkisi hadislerin yorumlanma- sında son derece önemlidir. Zira Hz. Peygamber her adımda mucize gösteren bir kişi olarak algı- landığı zaman, onun söz ve fillerinin algılanması da bu bakış açısı çerçevesinde değerlendirile- cektir. Kur‟ân‟da birçok ayette Hz. Peygamber‟in beşer yapısı bizzat Hz. Peygamber‟in ağzından vurgulanmış “ben de sizin gibi beşerim” ifadesiyle Peygamber‟in bu özelliği Hz. Peygamber‟in dilinden ifade edilmiştir. Ancak mucizelerin ötesinde Hz. Peygamber‟in beşeri yapısına yönelik süreklilik arz eden özelliklerin vurgulandığı bazı rivâyetlerde O‟nun fevkelade kutsal ve ontolojik vasıflara sahip olduğu ifade edilmektedir. Örneğin, Suyûtî el-Hasâisu‟l-Kubrâ adlı eserinde “Hz.

Peygamber‟in bevlinin, kanının ve gaitasının temiz olduğu” adında bir bâb açarak konu ile ilgili rivâyetleri bir araya getirmiştir. Bu rivâyetlerde sahabeden birçok kişinin Hz. Peygamber‟in ka- nından içtiği ve Hz. Peygamber‟in de onlara “kanımdan içene ateş dokunmayacak” dediği nakle- dilmektedir2. Hz. Peygambere atfedilen bu mitolojik unsurlar o kadar ileriye götürülmüştür ki konu fıkıh kitaplarında yer edecek ve yorumlanacak kadar nüfuzunu genişletmiştir.

Hz. Peygamber‟e atfedilen bu vasıflar, İslam düşüncesinde Allah‟a atfedilen bir kısım özellikler ile birleştirilmiş ve Allah Tealâ için düşünülen bazı hususiyetler Hz. Peygamber‟e izafe edilmeye çalışılmıştır. Bu aşırı yüceltmeci davranış adetâ bir yarışa dönüşmüş ve Hz. Peygam- ber‟i en fazla kim yüceltecek sorusunun cevabına nail olmak için, kabul edildiğinde İslam dü- şünce sistematiği içinde şirk sayılabilecek rivâyetlerin ortaya çıkmasına kadar ulaşabilmiştir.

Örneğin bir rivâyette Hz. Peygamber‟in her yerde hazır olduğu dile getirilmektedir.3 Bu tür mito-

2 Suyûtî, el-Hasâisu‟l-Kubrâ, c.III, s.319-322.

3 Bünyamin Erul, “Harputlu Abdülhamid Efendi (1830-1902) ve Hz. Peygamber‟in Bilgisine Dair Risalesi”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:6, ss.1-20. Rivâyetlerdeki mitolojik unsurlar sadece Hz. Peygamber‟in şahsiyeti ile sınırlı kalmamış, bilakis birçok konuya ilişkin mitoslar rivâyetler arasına sirâyet edebilmiştir. Allah‟ın, melekleri iki kolunun ve göğsünün kıllarından yarattığı, Allah‟ın arefe gü- nü boz bir devenin üzerinde yeryüzüne inip binekli olanlarla tokalaştığı, yaya yürüyenlerle de kucaklaş- tığı, karganın fasık olduğu, istakozun önceden terzi olduğu fakat iplikleri çaldığı için istakoz haline geti- rildiği, Süheyl yıldızının önceden Yemen‟de bir vergi toplayıcısı olduğu, Venüs yıldızının önceden bir fa- hişe olduğu ve ism-i ekber duasıyla göğe yükseldiği ve Allah‟ın onu bir yıldız haline getirdiği, yeryüzü- nün bir balığın sırtında olduğu ve cennete girenlerin ilk olarak bu balığın ciğerinden yiyeceği, devenin

(4)

lojik mahiyetteki rivâyetlerin bir kısmı uydurma hadislere dair eserlerde büyük ölçüde yer al- makla birlikte rivâyetlerin tamamen bundan arındırıldığını söylemek çok zordur. Hattâ klasik kaynaklarımızda bunların bir kısmının doğru kabul edilerek kullanıldığı da görülmektedir. Ör- neğin Hz. Adem‟in sıfatı ile ilgili nakledilen rivâyet oldukça ilgi çekicidir. Bu rivâyete göre, “Hz.

Adem‟in başı bulutlara ve semâya kadar varıyor, onlara sürtüyordu. Bu sebeple başında saç kalmamış, kel olmuştu. Yeryüzüne indirilince cennetten ayrılışına o kadar ağladı ki, gözyaşları deniz halini aldı ve gemiler o denizde yüzdü”4 Kurtûbî‟nin de el-Câmi li Ahkâmi‟l-Kur‟ân adlı eserinde benzer rivâyetleri kullandığı görülmektedir. “Arşı yükleyip taşıyanlar ve onun çevresin- deki şuurlular Rablerini hamd ile tesbih ederler ve ona inanırlar5 ayetinin tefsiri olarak “Arşı taşıyanların ayakları en alt yer katmanındadır. Başları ise arşı delip geçmektedir” rivâyetini kullanmakta, yine aynı yerde Ka‟bu‟l-Ahbâr‟dan israiliyyat kabul edilebilecek nitelikte daha ilginç bir rivâyet nakletmektedir.

Hadislerin yanlış okunması ve yorumlanması da dinamik yapıyı zedeleyen hususlar ara- sında sayılabilir. Özellikle nasların yorumu ile ilgili bazı alimlerin sözleri dikkatsiz râviler tara- fından kimi zaman hadis zannedilerek rivâyetlere eklenebilmiştir. Bu sözler hadislerle ya da tarihi olaylarla mukayese edildiğinde bazı çelişkiler ortaya çıkmıştır. Şüphesiz bu tür yorumla- rın rivâyetleşmesi hadis metninin bir aslının bulunması nedeniyle itibar görmüş ve böylece as- lında rivâyetin metninde olmayan hususlar hadisin anlaşılması ve değerlendirilmesinde etkili ve belirleyici olmuştur. Bu nedenle muhaddisler, özellikle “müfesser” tarzındaki rivâyetler üzerinde titizlikle durmuşlar ve bunların dikkatle tetkik edilmesi gerektiğini vurgulamışlardır. Örneğin

“ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır” rivâyetinin oldukça uzun bir varyantı ile ilgili Tirmizî,

“bu müfesser ve garîb bir hadistir. Bu rivâyetin benzerini sadece bu vecihten biliyoruz”6 diyerek rivâyetin müfesser şekline duyduğu şüphesini ifade etmiştir.

Hadislerin dinamik yapısını engelleyen en önemli hususlardan birisi hiç şüphesiz rivâyetlerin bütünlüğünün göz ardı edilmesidir. Bu nedenle ilk asırlardan itibaren herhangi bir rivâyetin değerlendirilmesinde onun bütün varyantlarını bir araya getirmenin gerekliliği hemen hemen tüm muhaddisler tarafından vurgulanmıştır. Ahmed b. Hanbel de tariklerin bir araya getirilmesinin önemine değinirken hadislerin birbirini tefsir ettiğini söylemektedir.7 Hz. Pey- gamber‟in vefatından sonra görülen rihle hareketlerinin de temel amaçlarından birinin rivâyetlerin farklı varyantlarını bir araya getirmek ve böylece doğru bilgiye ulaşma gayreti oldu- ğu bilinmektedir. Bu nedenle muhaddisler, tariklerin bir araya getirilip değerlendirilmesinin son derece önemli olduğunu vurgulamışlardır. Hatib el-Bağdâdî, konu ile ilgili olarak el-Câmi li- Ahlâki‟r-Râvî adlı eserinde özel bir başlık açarak âlimlerin bu konudaki görüşlerine yer vermiş- tir. Örneğin, Yahyâ b. Main (ö.233/847) konuyla ilgili olarak“Şayet biz hadisi otuz vecihten yazmasak, onun ne anlama geldiğini anlayamazdık”8 sözü hadislerin tüm varyantlarını bir ara- da değerlendirmenin, hadislerin anlaşılması ve dinamik yorumuna ilişkin bir çaba olduğunu vurgulamaktadır. Ahmed b. Hanbel‟in (ö.241/855) “Bir hadisin tüm tariklerini bir araya getir- mediğin sürece onu anlayamazsın. Zira hadisin farklı tarikleri birbirlerini izah eder nitelikte- dir”9 sözünü de aynı çerçevede değerlendirebiliriz. Farklı tariklerinin bir araya getirilmesi, rivâyetlerin anlaşılmasına direk katkı sağlayabileceği gibi,rivâyetlerdeki illetlerin (hataların) ve

şeytandan yaratıldığı İbn Kuteybe, Hadis Müdafaası, s.66,69,136,157,213,228,337,421,428,429 dan naklen) Ebû‟ş-Şeyh el-İsfâhânî‟nin Kitabu‟l-Azeme adlı eserinde ise çok daha enteresan rivâyetlere rast- lanmaktadır.

4 İbn Kuteybe, Te‟vilu Muhtelifi‟l-Hadîs, Dârü‟l-Kütübi‟l-Arabî, Beyrut, trz, s.177.

5 Gâfir, 40/7

6 Ebû İsa Muhammed b. İsâ et-Tirmizî, es-Sünen, I-V, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992,c.V, s.26.

7 el-Hatîb el-Bağdâdî, el-Câmi li Ahlâki‟r-Râvî, I-II, Müessesetü‟r-Risâle, Beyrut, 1991, c.II, s.212.

8 el-Hatîb el-Bağdâdî, el-Câmi li Ahlâki‟r-Râvî,c.II, s.315.

9 el-Hatîb el-Bağdâdî, el-Câmi li Ahlâki‟r-Râvî,c.II, s.315.

(5)

şâzlığın tespiti açısından da son derece önemlidir. Zira, illet, diğer bir ifadeyle rivâyetlerde bu- lunan kusurlar, isnadların ve metinlerin karşılaştırılması sonucu tespit edilebilmekte- dir.“Uğursuzluk inancı şirktir. Hz. Peygamber bunu üç kere söyledi. Fakat Allah onu tevekkülle giderir”10 rivâyetindeki “Fakat Allah onu tevekkülle giderir” ibaresinin İbn Mes‟ûd‟un sözü oldu- ğu vurgulanmaktadır.11 Bu hadisi İbn Mes‟ûd‟dan nakleden pek çok râvinin bu ilaveyi zikret- mediği bilinmekte ve bu da bu sözün İbn Mesûd‟a ait olduğu görüşünü teyid etmektedir.12 Bu- rada rivâyetin diğer tariklerinde zikredilmeyen bu ayrıntının idrâc (ekleme) olabileceği vurgu- lanmış ve bu tespit aynı konudaki hadislerin karşılaştırılması sonucu tespit edilmiştir.

Yine aynı konuda teferruatıyla zikredilmeden nakledilen “ev, kadın ve atta” uğursuzluk olduğunu bildiren rivâyet13 tek başına düşünüldüğünde, İslam‟ın genel prensipleri açısından büyük bir sorun teşkil ederken, rivâyetin tamamını içeren varyantlar dikkate alındığında hadi- sin ifade ettiği dinamik anlam sağlıklı bir şekilde ortaya çıkacaktır. Nitekim, Hz. Aişe, bu rivâyete yapmış olduğu itirazda şunları ifade etmiştir:

Ebû Hureyre iyi ezberleyememiş, o girdiğinde Rasulullah “Allah Yahudileri kahretsin! Zira onlar şöyle derler „Uğursuzluk şu üç şeydedir: evde kadın- da ve atta‟ buyurmuş ama o hadisin baş tarafını işitememiş sadece sonu- nu duymuştur.14

Kur‟ân-ı Kerimi Ebû‟l-Kasım‟a indiren Allah‟a yemin ederim ki o böyle söy- lemiyordu. Fakat Allah‟ın Peygamberi şöyle buyurmuştur: “Cahiliye insan- ları şöyle derlerdi: Uğursuzluk kadında evde ve attadır.15

İbn Ömer tarafından da aynı lafızlarla nakledilen bu rivâyet16 tam tersi bir şekilde, yine İbn Ömer‟den Hz. Peygamber‟in ifadesi olarak „gerçek bir uğursuzluk olsaydı üç şeyde olurdu.‟

şeklinde nakledilmiştir.17 Bütün bu rivâyetlerin yanı sıra “Uğursuzluk yoktur. Uğur/bereket ise şu üç şeyde olabilir: kadında, atta ve evde”18 rivâyetini de göz önüne aldığımızda, aynı konuda aralarını telif etmenin mümkün olmadığı boyutta çelişik gibi görülen rivâyetlerin birbirlerini tamamladığını ve bunların tamamı göz önüne alındığında sağlıklı bir yorum çıkarılabildiği gö- rülmektedir. Hadis tarihinde buna benzer örneklerin rivâyetin doğası gereği çokça bulunması müşkilu‟l-âsâr, müşkilu‟l-hadis, ihtilâfu‟l-hadis ve benzeri eserlerin kaleme alınmasını da gerekli kılmıştır. Zira, râvilerin tamamının bir hadisi belleyip bir diğerine aktarabilme kabiliyeti ve key- fiyeti insanın doğal yapısı itibariyle farklılık göstermektedir. Bu nedenle zaman zaman rivâyetlerde, Hz. Peygamber‟in asıl vurgulamak istediği dinamik anlamın başka alanlara kaydığı ve rivâyetlerin bu noktadan sonra muhtelif şekillere büründüğü görülmektedir. Olay aynı olma- sına rağmen, râvilerin farklı algılamaları neticesi rivâyetlerin üstlendiği dinamik yapı,râvinin anladığı ile yer değiştirebilmekte ve bu nedenle Hz. Peygamber‟in kastettiği anlamın dışına çıkı- labilmektedir. Zira, şifâhi nakillerin en önemli özelliği tespit edilmesi amaçlanan sözün muha- tabının kendince önemli kısımlarının hatırda tutulmasıdır. Dolayısıyla söylenen bir ifade veya yapılan bir eylem bütünüyle nakledilmek yerine, kişinin dikkatini çeken yönleriyle aktarılmakta bazen de râvi kendi anladığı şekli yorumlayarak metin formatına dönüştürebilmektedir. Çelişik

10 Hâkim en-Neysâbûrî, el-Müstedrek ale‟s-Sahîhayn,c.I, s.64.

11 et-Tirmizî, es-Sünen,c.IV, s.161.

12 Nureddin Itr, Menhecü‟n-Nakd fî Ulûmi‟l-Hadîs, Dâru‟l-Fikr, Beyrut, 1997, ss.449-450.

13 Buhârî, Sahih,c.III, s.217; Müslim, Sahih,c.II, ss.1746-1747; Mâlik, Muvatta, Çağrı Yayınları İstanbul, 1992, c.II, s.972; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992, c.II, s.58.

14 Süleyman b. Dâvûd et-Tayalisî, Müsned, Dâru‟l-Ma‟rife, Beyrut, trz, s.215.

15 İbn Hanbel, Müsned, c.VI, s.240; Nureddin Ali b. Ebû Bekir el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid ve Menbau'l- Fevâid, Dâru‟l-Kitâbi‟l-Arabi, Beyrut, 1986, c.V, s.10.

16 Buhârî, Sahih,c.III, s.217; Müslim, Sahih,c.II, s.1747-1748; Tirmizî, Sünen,c.V, 127.

17 Buhârî, Sahih,c.III, s.217; Müslim, Sahih,c.II, s.1747-1748.

18 Tirmizî, Sünen,c.V, s.126)

(6)

olarak nakledilen hadisler büyük ölçüde muhatabın bu tür nakillerinden kaynaklanmakta ve bazen rivâyetlerde anlam kaymalarına neden olabilmektedir.

Bu anlam kaymasını en güzel Cuma günü gusletme ile ilgili rivâyetlerde görmekteyiz.

Cuma günü gusletmenin vacip olduğunu bildiren rivâyetin bağlamının dikkate alınmaması ne- ticesi karşımıza fıkhî açıdan ihtilaflı durumlar ortaya çıkmıştır. Bağlamından koparılan bu rivâyet muhtelif şekillerde rivâyet edilmektedir:

Abdullah b. Ömer‟den rivâyet edildiğine göre, Allah‟ın Resulü şöyle buyurmuştur: “Siz- den biriniz, cuma namazına geleceği zaman gusletsin”.19 Cabir‟den rivâyet edildiğine göre, Al- lah‟ın Resulü şöyle buyurmuştur: “Her Müslüman kişinin yedi günde bir yıkanması gerekir. O gün, cuma günüdür”.20 Yine bir başka rivâyette guslün dört şeyden dolayı gerektiği ve bunlar- dan birinin de “cuma günü” olduğu dile getirilmektedir.21

Hadislerin zahirine bakıldığında ergenliğe ulaşmış her müslümanın Cuma günü guslet- mesi gerektiği sonucu ortaya çıkmaktadır. Cuma günü yıkanmanın gerekliliği konusundaki bu rivâyetler öylesine bir tartışma zemini bulmuştur ki rivâyetlerin söyleniş sebepleri dikkate alın- maksızın yapılan bu tartışmalar yıkanmanın hangi vakitte olması gerektiği noktasına kadar ulaşmıştır. Örneğin İmam Mâlik‟e göre zaman olarak Cuma namazına gitmeden evvel yıkanmak gerekmektedir. Zira Abdullah b. Ömer‟den gelen bir rivâyette “Sizden birisi cumaya gelirken yı- kansın”22 buyrulmaktadır.

Cuma günü gusletme konusunda Hz. Peygamber‟in tavsiyesindeki vurgunun yanlış ala- na kaydırılması ve sonuçta, Hz. Peygamber‟in tavsiyesinin vacip bir amel formuna dönüştürül- mesi neticesi İbn Abbas‟a mesele aksettirilmiş ve Cuma günü gusletmenin gerekli olup olmadığı sorulmuştur. İbn Abbas, soru üzerine Cuma günü gusletmenin zorunlu olmadığını ifade ederek, söz konusu anlayışa neden olan rivâyetin arka planını şu sözleriyle dile getirmiştir:

İnsanlar zor şartlarda çalışıyorlardı ve yün elbiseler giyiyorlardı. Sırtların- da yük taşıyorlardı. Mescid dar, tavanı ise alçaktı. Çatı hurma dallarıyla örtülü idi. Rasûlullâh sıcak bir günde mescide girmişti. İnsanlar da yün elbiseleri içinde terlemişlerdi. Kendilerinden çıkan kötü koku ile birbirlerini rahatsız etmişlerdi. Rasûlullâh bu kokuyu hissedince: “Ey insanlar cuma günleri yıkanın ve bulabildiğiniz en güzel kokuları sürünün” dedi. Daha sonra Allah, bolluk getirdi ve insanlar yün dışında şeyler de giymeye baş- ladılar. İşleri hafifledi, mescitleri genişledi. Böylece rahatsız eden kokuların bir kısmı azaldı.23

Aynı husus Hz. Peygambere de sorulmuş Hz. Peygamber de hükmün vacip olmadığını, sadece fazilet açısından değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir:

Enes b. Mâlik‟ten rivâyet edildiğine göre, Allah‟ın Rasulü “Cuma (namazı- na) gelmeden gusledin” buyurdu. Kış bütün şiddetiyle gelip çattığında, bu durumdan Rasulüllah‟a yakındık. Efendimiz “Kim abdest alırsa bu onun için yeterlidir. Ancak kim guslederse o daha faziletlidir” buyurdu.24

19 Buhari, Sahih,c.I, s.212.

20 Nesai, Sünen,c.III, s.93.

21 Ebû Dâvûd, Sünen, c. III, s.511.

22 Buhârî, Sahih,c.I, s.212; İmam Mâlik, Muvatta,c.I, s.102; İbn Mâce, Sünen,c.I, s.346; Nesaî, Sünen,c.III, s.93.

23 Ebû Dâvûd, Sünen, c.I, ss.250-251.

24 Ebû'l-Kasım Süleyman b. Ahmed et-Taberânî, el-Mu'cemu'l-Evsat, Dâru‟l-Haremeyn, Kahire,1415, c.V, s.9.

(7)

Yine Hz. Aişe Cuma günü gusletme konusundaki bu yaklaşımlara mülaki olunca şu açıklamaları yapma gereği hissetmiştir:

İnsanlar Cuma günü guslü hakkında çok ileri gittiler. Halbuki olay benim evimde oldu. Sıcak bir günde üzerlerinde yün elbiselerle hurma bahçele- rinde çalışmış Medine dışındaki köylerden gelen bir grup Hz. Peygamber‟in

„yanına girdi Üzerlerinde kötü kokular vardı Bunun üzerine Rasulullah:

“Bu (Cuma günü) olunca yıkanın!” buyurdu” demektedir.25

İnsanlar (kaba) yün abalar giyerek Medine dışındaki köylerden Cuma na- mazı için geliyorlar ve toz, ter içinde kaldıklarından kokuyorlardı. Bir gün Rasulullah benim yanımda iken, yanına onlardan böyle biri gelmişti. Bu- nun üzerine 0 “Siz bu (Cuma) günleri için temizlenseniz ya?!” buyurmuş- tu.26

Hz. Aişe‟nin açıklamalarından da anlaşılacağı üzere, Hz. Peygamber‟in sıcak iklim şartla- rına matuf olarak söylemiş olduğu bir tavsiye, râvi tarafından vücûb olarak anlaşılmış ve bu şekilde rivâyet edilmiş, hatta zaman zaman cünubluktan temizlenmek ile eşdeğerde görülmüş- tür. Rivâyetin söyleniş sebebini dikkate almadan vurgunun yanlış alana kaydırılması neticesi hadis vücûb ifade eden forma dönüşmüştür. Hadisin zahirini dikkate alan Zahirîler, buluğa ermiş her erkek ve kadının Cuma günü gusletmesinin farz olduğunu kabul ederken, Hanefî âlimleri ise bunu, Hz. Peygamber‟in tavsiyesi anlamında kabul edip Cuma guslünün sünnet olduğu görüşünü kabul etmişlerdir. Bütün bu rivâyetler bir arada değerlendirildiğinde ortaya çıkacak dinamik yorum; Rasûlullâh‟ın söz konusu bu emrinin, temiz bir ortamda çalışıp iklim şartları nedeniyle de etrafını rahatsız edecek derecede kokmayan biri için zorunluluk ifade et- mediği olmalıdır. Rivâyetin tarihi arka planı, bir başka deyişle vürûd sebebi dikkate alınmaksı- zın nakil sürecine gidilmesi ile Hz. Peygamber‟in genel anlamda tavsiye niteliğinde söylemiş ol- duğu bir hususun “Cuma günü gusletmek, ergenlik yaşına gelmiş herkes için gerekli (vacip) dir...” şeklinde, uyulması zorunlu bir amel formuna dönüştürülmesi rivâyetin râvinin yorumları ile şekillendiği izlenimini vermektedir. Bu müdahale rivâyetten çıkarılacak hükmü de doğrudan etkilemekte ve Cuma günü gusletmenin vacip olup olmadığı konusunda farklı kanaatlere sebep olmaktadır.

Kısaca, hadislerin bir bütünlük içerisinde değerlendirilmesi ve herhangi bir konuyu veya rivâyeti incelerken tüm tariklerinin bir araya getirilmesi, rivâyetlerin sağlıklı anlaşılması açısın- dan son derece önemlidir. İdrâc, tashîf, ınkıtâ‟ vb. kusurların hadislerde vurgulanmak istenen dinamik yapının buharlaşmasına neden olacağı ve bu kusurların da ancak rivâyetler arasındaki bütünlük sağlandığı ölçüde ortaya çıkabileceği aşikardır. Özetle söylemek gerekirse, parçacı bir yaklaşımla geleneksel ve beşeri unsurlara dayalı olarak yapılan yorumların ve uygulamaların ideolojik hale dönüştürülmek suretiyle doğrudan doğruya İslam‟la ve hadisle özdeşleştirilmesi- nin hadislerin dinamik yapısını zedeleyen en önemli açmazlardan biri olduğu kanaatindeyiz.

Peki bu noktada hadislerin güncelliğinin ve dinamik yapısının sağlanması adına neler yapılabi- lir? Hiç şüphesiz bu bağlamda yapılması gerekenlerin ilki ve en önemlisi hadis geleneğinin gele- neksel ve tarihi unsurlardan ayrıştırılması ve kalıcı olanla olmayanın, evrensel olanla olmaya- nın tespit edilmesi olmalıdır. Zira yapısı itibariyle geleneksel ve kültürel unsurları da kendisin- de barındıran rivâyet verilerinin bu noktada ayrıştırılması son derece önem taşımaktadır. Böyle bir yaklaşım hadisleri tenkid veya reddetme anlamına gelmeyeceği gibi aksine onun dinamik yapısının ortaya çıkarılmasında önemli etkiler meydana getirecektir.

25 Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek ale‟s-Sahîhayn,c.I, s.416.

26 Buhârî, Sahih, c.I, s.217; Müslim, Sahih, c.VI, s.87; İbn Hanbel, Müsned, c.I, ss.268-269; Hâkim en- Nîsâbûrî, el-Müstedrek ale‟s-Sahîhayn,c.I, s.416.

(8)

Hadislerin incelenmesinde dil ve mantık unsurlarının gözetilmesi de dinamik yorum ve hadislerin anlaşılması açısından son derece önemlidir. Özellikle semantik analiz hadis çalışma- ları için kaçınılmazdır. Hadis rivayetlerinde yer alan ve İslam toplumlarının anlam haritasını belirleyen anahtar kelimeler ve temel kavramlar yardımıyla bir anlamlar çatısının nasıl kurul- duğunu, bu anlamlar çatısının kültür sistemini nasıl meydana getirdiği ve bu kültür sistemleri- nin nasıl bir dünya görüşü oluşturduğunu anlamak için semantik analizlere ihtiyaç vardır. Zira anlamlar kendi başlarına değil, bir sistem ya da sistemler içerisinde değer kazanır. Kültür sis- temleri semantik alanları değiştirir. Kelimeler ve kavramlar içinde yaşadıkları kültür sistemle- rinden etkilenir. Semantik analizler hem tek tek rivayetleri anlamamızda hem de bir bütün ola- rak nasıl değerlendirmemiz gerektiğinde yardımcı olacaktır. Bir anahtar kavramın asli ve izâfi manasını tespit etmek, anahtar kelime konumunda olmayan bazı kelimelerin anahtar kelime konumuna nasıl yükseldiği, diğer bazı kelimelerin odak kelimeye nasıl dönüştüğü ve odak ke- limenin semantik alanı içindeki anlamların zaman içerisinde nasıl değiştiğini görmek son dere- ce önemlidir.” Örneğin kim zekerine dokunursa abdest alsın şeklinde fıkhî hükümlere de kay- nak teşkil eden rivayetlerdeki vudû kelimesinden sadece abdest değil yıkamak anlamının da kastedilebileceği dikkate alındığında, rivâyetin anlamına yönelik statik görüşler dinamik bir yapıya kavuşturulacaktır.

Hadislerin anlaşılmasında belki de en önemli olan hususlardan birisi de hiç şüphesiz tarihsel empati de diyebileceğimiz hadisleri/Sünnet‟i sevk ediliş bağlamı ve tarihi içinde düşün- mek olmalıdır. Zira, sadece rivâyetler resmin tamamını vermez. Metin dışı unsurlarla, yani met- nin bize vermediği, ancak metne vücut veren, metnin kime, niçin ve nasıl hangi sebeple söylen- diği, metnin sosyo-kültürel çevresi, tarihsel ve toplumsal bağlamı hakkında ciddi araştırmalar yapmak onun orijinal işlevinin ortaya çıkması açısından son derece önemlidir. “Nerede, ne za- man” sorularının cevabı bize, o sünnetin tarihsel veya evrensel mesajlar içerip içermediğini be- lirleyecek ipuçları vermesinin yanı sıra, ele aldığımız sünnetin zaman ve mekan boyutu hakkın- da da bilgi verecektir. Hadis ne zaman, nerede, hangi şartlar altında söylendi? Nasıl derlendi ve muhafaza edildi? Tasnif edilen ilk dönemlerdeki eserlerle sonra yazılan eserlerdeki rivâyet ara- sındaki farklar nelerdir? gibi sorular bu bağlamın ortaya çıkarılmasında üzerinde durulması gereken temel sorular olmalıdır. Metnin tarihi ve sevk ediliş bağlamı tespit edilmeden yapılan çıkarımların İslam‟ın ruhu ve gayesi ile çatışmasının muhtemel olduğu gözden uzak tutulma- malıdır. Örneğin, “Su kulleteyn miktarına ulaşınca hiçbir şey onu necis kılmaz” hadisinden çıkarılan hüküm, temizliği imanın yarısı sayan dinin temizlik anlayışına halel getirmiş ve ol- dukça kötü tatbikatlara yol açmıştır. Oysa rivâyete ait bütün parçalar toplandığında bu sözün suyun çok nadir olduğu çöl şartları (ardu‟l-Fellât) için söylendiği anlaşılacaktır.27 Bu durumda

“hadisi reddetmiştir” veya bunu delil olarak kullanmayan birisi için “hadisi terketmiştir”

ibaresini kullanmak ne kadar doğru olacaktır. Dolayısıyla dinamik yorumun anahtarı aslında rivâyetin ait olduğu dönem ve koşullarda yatmaktadır.

İslam dininin bizzat kendisi, özünde dinamik bir yapı taşımasına karşın bunun ne kadar gerçekleşebileceği bu dinin dayandığı asılların dinamik yapısı ile doğru orantılıdır. Dolayısıyla bu noktada İslam dininin Kur‟an‟dan sonra ikinci kaynağı konumunda olan hadisle- rin/sünnetin nasıl yorumlandığı ve dinamik yapısının ne ölçüde dikkate alındığı son derece önem kazanmaktadır. Şunu da özellikle ifade etmemiz gerekir ki; sadece gelenekle sorunlara çözüm bulmak yanlış olduğu gibi geleneği tamamen reddederek çözüm arayışlarına girişmek de doğru değildir. Kanaatimizce bu noktada yapılması gereken en önemli hareket karşılaştığımız çağdaş sorunlara gelenekten de ilham alarak çözüm bulma arayışları içerisinde bulunmaktır.

Bu nedenle inançtan ahlaka, ibadetten muamelata, sosyal hayattan siyasete varıncaya kadar

27 Görmez, Mehmet, Hadislerde Delalet Sorunu, s.230.

(9)

hadislerin, İslam‟ın genel prensipleri, Şari‟nin maksatları, Müslümanların ihtiyaç ve zaruretleri göz önünde bulundurularak bütüncül bir yaklaşım içerisinde yeniden okunması gerektiği orta- ya çıkmaktadır.

Hadisler için değişen hususlar olabileceği gibi değişimi kabul etmeyen ve öyle kalması gereken sabiteler de bulunmaktadır. Burada önemli olan sabit olan hususlar ile tekamüle veya dinamik yoruma muhtaç olabilecek rivâyetleri ayırabilmektir. Tarihin belli dönemlerinde sünnet rivayetlerine dayandırılarak oluşturulan herhangi bir dini yorum ve bu yoruma dayandırılarak oluşturulan normlar kendi tarihsel bağlamı içerisinde ne kadar geçerli ve anlamlı olsa bile onu kutsallık zırhına sokarak dokunulmaz hale getirmek İslam‟ın ve hadisi tarihe hapsetmekten farksızdır. Hz. Peygamber‟i harfiyen taklid edilecek bir kişi olmaktan ziyade üsve-i hasene (en güzel örnek) olarak görebilme kabiliyeti hadislere dinamik yapı kazandırmaya yönelik takınıl- ması gereken en güzel tavır olarak görülmelidir. Zira hadislerin pratik hayata yansıması olan fıkıh ve ameller dünyası kısacası Müslümanların sosyal ve dini hayatlarını yönlendiren amiller vahyî ve nebevî olan unsurların dışında bir çok izafi yorumları, anlayış farklılıklarını, adet ve gelenekleri, coğrafi ve kültürel şartların etkilerini bünyelerinde taşımaktadır. Şüphesiz böyle bir yaklaşım tarzı geleneğin reddi anlamına da gelmemektedir. Aksine bu eylem veya yorumlama şekli hadislere sahip oldukları gerçek değeri vermek olarak algılanmalıdır. Ancak böylesine bir yaklaşım rivâyetlerin dinamik yorumu, onların orijinal işlevini ortaya koyacak ve geçmişin zen- gin mirasıyla âşina olmamızı sağlayacaktır.

Kur‟an‟da bizlere üsve-i hasene olarak sunulan Hz. Peygamber‟imizin ne tür elbise giydi- ğine, yemeği kaşıkla mı, eliyle mi yediğine bakmaktan ziyade, onun karakterini kişiliğini, evren- sel düşüncesini, misyonunu kısacası sünnetini dinamik bir anlayışla yorumlamalıyız. Hadisleri değerlendirirken, kategorik düşünme yerine, analitik düşünmeyi, şahıslar yerine, ilke ve pren- siplere önem vermeyi hedeflemeliyiz. Bu bağlamda hadislerin sosyolojik, psikolojik, antropolojik analizlere ihtiyacının olduğu unutulmamalıdır. Zira aynı rivâyet hadisçiler, fıkıhçılar, kelamcı- lar, tasavvufçular için farklı anlamlara gelebilecek şekilde yorumlanabilmiştir. İşte dinamik yo- rum hadislere yüklenen bu çok katmanlı yapıdan İslam‟ın ruhuna en uygun olanını belirleyip ortaya çıkarmaktan ibaret olmalıdır. Hz. Peygamber‟in o gün yaptıkları bugün neye tekabül etmektedir. Bu noktada dinamik sünnet anlayışında uzlaşılamadığı takdirde farklı sünnet anla- yışları ve uygulamalarından bir gelenek değil, kaos doğacaktır. Bu ve benzeri soruların cevabını verebildiğimiz takdirde sünnetin dinamik boyutunu sağlamış oluruz. Zira toplumsal alanda dinamik yapı kazanmamış hiçbir inanç sisteminin bunu sağlayabilenler karşısında rekabet et- me ve yaşama hakkı yoktur.

Referanslar

Benzer Belgeler

Peygamber’in Öldürücü Birtakım Fitnelerin Ortaya Çıkacağını Haber Vermesi ve Kurtuluşun Bu Fitnelerden Ve Bu Fitnelere Götüren Yollardan Uzak Durmakta

Bu, ister istemez Hanbelîlik adı altında toparlanan ehl-i hadisin, hali hazırda oluşumunu tamamla-mış olan diğer üç mezhebe yöntem olarak yaklaşmasını ve onların

Daha sonra adaletin unsurları incelenmiş; İslam, bulûğ, akıl, fasık olmamak ve mürüvvet (mürûet) başlıklarıyla incelenmiştir. Müellif, farklı görüşlerin

(IX.) asırlarda değişen tartışma konuları, muhataplar, tenkit dili, eser üretim tarzları bir türlü tarihî bir çerçe- veye yerleştirilememekte ve dolayısıyla sürekli

Unutulmamalıdır ki hadis âlimlerinin, rivayetleri gerek metin, gerekse sened yönünden tespit etmeye, râvilerin durumlarım açıklamaya (ricâl ilmi) ehemmiyet vermeleri,

EHJ...İ BEYT KA VRAMIYLA BAGLANTILI BAZI TELAKKİLER Zaman içerisinde Ehl-i beyt'le ilgili kabullerini şekillendiren ve İslam kültürün- deki anlayışa paralel

Muhsin el-Emin, er-Râfiî’nin :’cazü’l-Kur’ân adl eserindeki konuyla ilgili iddialar , di9er baz konularda oldu9u gibi, do9ru olup olmad klar n tahkîk etmeden kitab na ald 9 n

Peygamber, Kur'an'a ve sahih sünnete aykırı söz söylemeyeceğine göre, bir hadisin uydurma olduğunu tespit etmek için sadece metin tenkidi yapmakla yetinilmemeli,