• Sonuç bulunamadı

Nurer UGURLU başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmıştır.

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Nurer UGURLU başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmıştır."

Copied!
160
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

Nurer UGURLU başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmıştır.

Dizgi - Yayımlayan:

Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.

Baskı: Çağdaş Matbaacılık ve Yayıncılık Ltd. Şti.

Şubat 2000

(3)

JOHN GREW

ilk ABD Büyükelçisinin Türkiye Hatıraları

ATATÜRK VE İNÖNÜ

Çeviren: Muzaffer Aşkın

CuıııhJJrlye{ GAZETESİNİN OKURLARINA ARMAÖANIDIR.

(4)
(5)

Lozan Konferansı'nda ABD gözlemci delegasyonu üyesi bulunan ve Cumhuriyetin ilanından sonra ilk ABD Elçisi

olarak Türkiye'ye gönderilen Mr. Grew

(6)
(7)

ÖN SÖZ

Türkiye ile ilgili izlenimlerini yazan Joseph H. Grew, öm­

rünün 1904-1945 arasındaki yıllarını çok önemli politik görev­

lerde geçirmiş olan bir ABD 'li diplomattır. 1904 yılında, Frank­

lin Roosevelt'in amcası olan Theodor Roosevelt' in cumhurbaş­

kanlığı sırasında Amerikan D ışişleri 'ne girmiş ve sırası ile Ka­

hire Konsolosluğu, Meksika Sefaret Katipliği, Petersburg, Ber­

lin Birinci Sefaret Katipliği görevlerinde bulunmuş, Balkan ve Birinci D ünya savaşlarında hep Berlin'de kalarak savaşların oluşunu izlemiştir. Savaşın bitişinden bir yıl önce Amerika'ya dönerek D ışişleri Bakanlığı Batı Avrupa D airesi'nde çalışmış

1918 'de mütareke hazırlık görüşmelerine Amerikan delegas­

yonunun bir üyesi olarak katılmış, daha sonra Paris Konferan­

sı 'nda Fevkalade Büyükelçi sıfatıyla kurulun sekreterliğini yapmış, Paris ve Kopenhag büyükelçiliklerinden sonra İsviç­

re Elçiliğine atanmış, bu görevde iken Lozan Konferansı 'na gönderilen Amerikan Müşahit Kurulunun üyeliğine seçilmiş­

tir. Lozan Konferansının gerek resmi oturumlarını ve gerekse kulis çalışmalarını izleyen Mr. Grew, görüşlerini günü gününe canlı tablolar olarak not etmiştir. Özellikle konferanstaki Türk delegasyonunun durumunu ve çalışmalarını tarafsız bir göz­

lemci gözü ile yansıtan bu izlenimleri Türk devrim tarihini in­

celeyenler için bir belge değerini taşımaktadır.

(8)

Lozan Konferansı 'ndan sonra Mr. Grew Amerikan D ışiş­

leri Bakanlığı' nda göreve çağrılmış, 1927 yılında da tekrar bü­

yükelçilik sıfatıyla Türkiye'ye gönderilmiştir. Kendisi Cum­

huriyet Hükfımeti nezdine gönderilen ilk ABD elçisidir ve beş yıl bu görevde bulunmuştur.

Kendisinin Türkiye'de bulunduğu yıllar, Cumhuriyetin kuruluş devresine raslamaktadır. Bu nedenle Grew, kuruluş devrimizin çeşitli yönlerini, bunalımlarını zaferlerini, kusur ve başarılarını yakından görmek olanağını bulmuştur. Kendisi da­

ha Lozan Konferansı'nda Türklere karşı ilgi ve yakınlık duy­

muş bir insandır. İzlenimlerinin her bölümünde olduğu gibi, Türkiye 'ye ilişkin olanlarında da sübjektiflikten hemen her za­

man uzak kalmış ve yargılarında kesin tarafsızlığı korumuştur.

Mr. Grew'un gerek Lozan Konferansına, gerek 1927- 1932 yılları arasındaki Türkiye'ye ilişkin notlarında, zaman zaman acı eleştirilere rastlanacaktır. Fakat bunlar, tarafsız bir gözlemcinin fikirleri olmak bakımından, hem çok ilginç, hem de yakın tarihimiz üzerinde düşünen ve yazanlar için aydın­

latıcı bir nitelikte ve değerde bulunmaktadır.

Truman'ın başkanlığı sırasında yaşının çok ilerlemiş ol­

masından ötürü ve kendi isteği ile emekliye ayrılan Mr. Grew, bütün politik hayatını 1952 yılında "Turbulent Era: Çalkantı­

lı D evir" adıyla iki ciltlik bir kitap olarak yayınlamıştır. Biz bu eserden, yalnızca "Lozan Konferansı" ve "Türkiye'deki Misyonum" başlıklı bölümleri alıyoruz.

(9)

GİRİŞ

1914'ten önceki devre içinde büyük devletler arasındaki rekabetin bir sonucu olarak varlığını sürdüren Osmanlı İmpa­

ratorluğu artık tarihinin son devrini yaşamaktaydı. Birinci Dünya Savaşı'ndaki yenilgi, son darbeyi oluşturmuştu.

Türkiye'ye bir işgal kuvveti gönderen Müttefikler, 10 Ağustos 1920'de Sevr Antlaşması 'nı imzalayarak Osmanlı İmparatorluğu 'na sadece Anadolu 'daki küçük bir toprak par­

çasını bıraktılar. Birtakım açık ve gizli anlaşmalarla Osman­

lı imparatorluğundan yalnız geniş toprak parçaları alınmıyor, aynı zamanda kendisine bırakılan topraklar üzerinde ulusal egemenliğine de son veriliyordu. Bir tarihçiye göre Sevr Ant­

laşması "modem tarihte en ağır cezalandırıcı barış antlaşma­

larından birini ve savaş yağmalarının en insafsız ve en hesap­

lı şekilde bölüşülmesini oluşturmakta idi."

Bu antlaşmaya göre, Trakya ve Batı Anadolu Yunanis­

tan' a, Doğu Anadolu Ermenistan'a ve Kürdistan'a verilecek, İstanbul uluslararası şehir durumuna getirilecek, Adana Fran­

sız, Antalya İtalyan sömürgesi olacaktı; orduya, donanmaya

(10)

sahip bulunmayacaktık; maliyemiz, adliyemiz, kara ve deniz sınırlarımız, Boğazlanmız ve öteki bütün kurumlarımız yaban­

cı kontrolü altına verilecekti, azmhldar ülkenin gerçek sahip­

lerinden daha çok hak ve ayncalık:lara sahip olacaklardı.

Fakat Türkleri bu antlaşmayı imzalamaya zorlayan Müt­

tefikler, Türk milliyetçiliğinin kuvvetini çok yanlış hesapla­

mışlardı. 1919'da üstelik Yunanlıları da izmir'e asker çıkar- . maya teşvik etmeleri, Yunanlıların zulüm ve çapulculukları, Türk milliyetçiliğini büsbütün kızıştırdı ve teşkilatlandırdı.

Bu teşkilatlanma ve şahlanmanın sonucu, Müttefiklerin Ana­

dolu 'da tam bir yenilgiye uğratılmasıdır.

Fakat savaş alanında Jca:ıanılan zaferin, diplomasi salo­

nunda da onaylanması ve milli bağımsızlığımızın bütün dün­

yaya onaylatılması gerekiyordu. Lozan Konferansının amacı buydu. Bu konferansta "yüzyıllık hesaplar" görülecek,tasfi­

ye edilmiş Osmanlı 1mparatorluğu'na Türk milleti olarak ya­

şama hakki verilecekti.

Bu konferansta, bir tarafı İngiltere, Fransa, İtalya, Japon­

ya, Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat devletleri; öbür tarafı da Türkiye oluşturmaktaydı.

Bu milletlerin başlıca delegeleri şunlardı:

Türkiye: İsmet Paşa (Dışişleri Bakanı), Hasan (Saka) ve

Rıza Nur; İngiltere: Lurd Curzon (Dışişleri Bakanı), Rumbold;

Fransa: Poincare (Başbakan), Barrare; İtalya: Mussolini (Baş­

bakan), Garroni; Yunanistan: Venizelos; Japonya: Hayachi, Otchial; Yugoslavya; Spalaikovitch ve Rakitch.

Ayrıca konferansa gözlemci olarak gelen bazı delegasyon­

lar arasında; Amerikan kurulundan Child, Amiral Bristol (İs­

tanbul 'daki Amerika Y üksek Komiseri) ve bu izlenimlerin ya­

zan Mr. Grew; Bulgaristan kurulwıdan Başbakan Staınbolisky

(11)

ve Matmaıel Stancioff bulunmaktaydı. Lozan Konferansıma­

ceras�mn başlıca kahramanlannı işte bu k.işil�r oluşturuyordu, Konferansta çözülecek başlıca sorunlar ise. şunlardı: Tür­

kiye'nin �mırlan, Ermenistan özerkliği, Osmanlı borçları, ad­

li, mali, ekonomik, kültür�] kapitülasyonlar, azınlıklar ve Bo­

ğazlar, Y�an savaş tazminatı.

K ONFER ANS BAŞLIYOR:

13K ASIM 1922

Konferansın 20 Kasımda başlayacağı bildirildi. Ayın 17 'sinde karım Alice ile birlikte Lozan' a hareket ediyoruz; ora­

da ne kadar kalacağımızı Allah bilir. Konferansın, zevkli ol­

makla birlikte güç ve çetin geçeceğini sanıyorum. Türkler, Se\T Andlaşmasının imzalandığı sıradaki durumlannda değil­

ler. Bu kere şapkalarını ellerinde taşıyarak değil, fakat arka­

lanncla'rriuzaffet bir ordu bırakarak geliyorlar. Bu da işleri bir hayli başkalaştırıyor ...

:.· LOZAN, 19 K ASIM 1922

· Akşan1 saat 6 'da Poincare ile birlikte özel bir trenle Paris 'ten gelmekte olan Lord Curzon'u karşılamaya, oradan da doğruca Mussolini ile bir gece görüşmesi yapmak üzere Territet'e git­

tim. Bütün diplomatlar, bu gece Lozan 'a gelmiş olacaklar. Mus­

solini' nin doğruca Lozan'a gelmeyip öteki diplomatlarla Ter­

ritet'de görüşmek için ısrar etmesinin nedenlerinden biri olarak, kendisinin gençliğinde serserilik suçu ile Lozan 'da tutuklanıp şehirden çıkan!masını ve o kızgınlığının bala sürmekte olma­

sını gösteriyorlar. Fakat bu söylentilere pek güvenmemek ge­

rek. Çünkü kendisi herşeye rağmen buraya gelecek(!) ...

( 1) 29 Ekim 1922 'd� ltalya Kralı Victor Emmanuel, Faşistlerin ünlü "Ro­

ma yüriiyüşü"nden sonra Mussolini'yi Başbakanlığa getirmişti. Lozan Konfe­

ransına Mussolini İtalyan Başdelegesi olarak geliyordu.

(12)

20 KASIM, AÇILIŞ OTURUMU Salon çeşitli ulusların delegeleri, İsviçreli memurlar, Bern'deki kordiplomatik ve 250 gazeteci ile dolu. Konferans Başkanı Habb(l), Fransızca olarak verdiği güzel bir söylevle toplantıyı açtı, delegelere "lsviçre'ye hoş geldiniz" dedi; Lord Curzon kendisine cevap verdi. Başka söylev verilmeyecekti.

Fakat, Curzon 'dan sonra ismet Paşa ayağa kalktı, tehdit ve çat­

ma havası taşıyan bir konuşma yaptı. tık oturum tamamen bir tören olduğu için, bu şekilde konuşmanın ne yeri, ne de sıra­

sıydı; eğer mutlaka konuşacaksa, Başkanın hoş geldin deyişi­

ne ve lsviçre'nin konukseverliğine teşekkür etmekle yetinme­

liydi. Konuşması kötü etki yaptı. Mussolini'nin yüzünde son derece vahşi bir ifade belirmişti; İsmet' in boğazına atılmak is­

ter gibi bakıyordu. Başkan oturumu tatil etti. (2).

21 KASIM, İLK OTURUM Törenden sonraki ilk oturum, bugün Duchy'de Şato Ote­

linde açıldı. Lord Curzon başkanlık ediyor ve tatlı bir dille ko­

nuşuyordu. Büyük devletler tarafından hazırlanmış olan ve ka- (1) Konferansın Genel Başkanlığını ev sahibi sıfatıyla İsviçre Konfederas­

yonu Başkanı yapmakta idi.

(2) Mr. Grew, ismet Paşa'nın ilk gün konuşmakta ısrar etmesini bir çeşit patavatsızlık gibi gösteriyor. Az aşağıda da Türle Başdelegesinin sık sık söz alıp itiraz etmesini yine bir taktik hatası olarak açıklamaktadır. Oysa, İsmet Paşa 'nın bir patavatsızlık gibi görünmek pahasına bu tarzda davranması, hiç heıiaba bile katılmamak ve mutlaka ezilmek istenen Türle delegasyonunun kolay kolay oyu­

na gelmeyeceğini ve haklarını kıyasıya savunacağını konferans genel kuruluna anlatmak, duyurmak amacını gütmekteydi. İsmet Paşa bu ilk konuşmasında:

''Barışın nimetlerinden daima mahnıın kalan Türle milleti, lılık ve adalet elde et­

mek için yaptığı üst üste banş teşebbüslerinin yetersizliğini ve yararsızlığını id­

rak ederek, artık hiçbir kurtuluş umudu kalmadığını anlayarak, varlığını koruma­

yı ve kendi gücüyle istiklalini saglaınayı başardı. Bu yolda birçok ızdıraplara kat­

landı. Hadsiz hesapsız fedakArlıklara nza gösterdi.'' diyerek söze başlamakta ve ''Türle milleti bu insan gücünün üstündeki fedalWlıklara katlanmak suretiyle, me­

deni insanlık arasında derin bir hayat kudretine malik milletlere has olan mevcu­

diyet ve istiklal hakkı ile, sulh ve sükilnun teminine çalışmak. üzere büyük bir mevki kazanmıştır" diye devam etmekteydi. (Çeviren).

(13)

dife kelimeler, fakat ezici yöntemler içeren konferans iç tüzü­

ğüne ilişkin maddeler üzerine İsmet Paşa'nın yaptığı itirazla­

rı reddediyordu. Yapılan konuşmaları, İsmet Paşa sekreterinin fısıldamaları ile izlemekteydi. Her maddenin okunuşundan sonra kesin şekilde karar vermiş bir insan havası ile öne doğ­

ru kımıldıyor ve cevap vermek istediğini bildiriyordu; sonra yavaş ve kesin bır dille sekreterine Türkçe olarak yazdırıyor­

du. Yazdığını bitirince Fransızca olarak konferans kuruluna okuyordu. Paşa'nın durumuna karşı gerçekten yakınlık ve sempati duyuyordum. Kendisi muzaffer bir devleti temsil edi­

yor, fakat yenilmiş bir düşman gözüyle bakılıyor, delegasyo­

nunun ise, konferanstaki varlığının farkına bile varılmak is­

tenmiyor. Fakat en küçük şeylere bile itiraz etmekle hata edi­

yor; yalnız önemli noktalan ele alsa ve onlar üzerinde ısrarla dursa daha iyi edecek. Kısa bir süre içinde baltalayıcı bir tak­

tik kullandığı etkisini bıraktı. Konferansa doğrudan davet edil­

miş olanlardan başka hiçbir milletin alınmamasını istedi, red­

dedildi. Önemli komitelerden birinin başkanlığını istedi, red­

dedildi. Konferansta görülecek işlerin incelenmesiyle görev­

li üç komisyondan birinin başkanlığına bir Türk'ün getirilme­

sini istedi, reddedildi. Başka bütün itirazları redde uğradı. Yal­

nız Boğazlar sorunu görüşüleceği zaman Gürcistan ve Ukray­

na delegelerinin de dinlenmesi konusundaki isteği kabul edil­

di. Her itirazdan sonra Lord Curzon aldırış etmeksizin öteki maddeye geçiyordu.

22 KASIM, ÇARŞAMBA

Amerikan kurulundan Child, dün Türk delegasyonun­

dan Celalettin Arif Bey'le bir konuşma yaparak, kendileri­

nin konferansta sa�acaklan bazı ilginç noktalan öğrenmiş­

ti. Türkler:

(14)

1. Manda ve nüfuz bölgelerinden kurtulmak istiyorlar.

2. Ne Millet Meclisinin hissiyatı, ne kamuoyu, Ermeni­

lere ve öteki azınlıklara toprak verilmesini asla kabul edemez.

3. Ankara hükfımeti Musul petrol yataklarında Amerikan hissesinin öteki herhangi bir milletinkine eşit ya da daha çok olmasını arzular.

4. Türkiye'deki Amerikan kuruluşlarını korumayı sami­

mi olarak ister.

Türk delegasyonu burada gerçekten güç durumda; bir yandan Ankara Millet Meclisi diplomatik zaferler kazanılma­

sını ve milli gururun tatmin edilmesini ihtirasla istiyor; fakat beri yandan buradaki muhasım taraflar onları mahvedici usul­

lerle ezmeye çalışıyorlar. Kendilerinin barış konferansları için gözle görülür bir deneyimleri yok; fakat şahsen onlara karşı bir sempati beslemekteyim. Dost ve gözlemci olarak kendile­

rine, makul olmayan istekler ileri sürerek, konferansı çıkma­

za sokmalarını önlemek konusunda yardım edebiliriz. İsmet Paşa 'nın acı ve zehir dolu bakışlarını gördükçe, bunların si­

nirlilik, endişe ve huzursuzluktan başka birşey ifade etmedik­

lerini anlıyorum.

22 KASIM CUMA

General Weygand' ın başkanlığındaki alt komisyonda ha­

zırlanan rapor, Toprak ve Askeri Sorunlar Komisyonu' na ve­

rildi. Bu raporda:

1) Bulgaristan ile Doğu Trakya arasındaki sınır çizgisi­

nin iki yanıyla, Barış Konferansınca Doğu ve Batı Trakya ara­

sında çizilecek sınırın her iki yanında otuzar kilometre geniş­

liğinde bir alanın askeri olmayan bir bölge durumuna getiri­

leceği.

2) Neuilly Antlaşmasına katılan devletler tarafından Bul-

(15)

garistan'a verilmiş olan bir sözü yerine getirmek üzere, De­

deağaç 'ta bir serbest liman kurulacağı, hem bu liman, hem de demiryolunun Büyük Britanya, Fransa, İtalya, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya, Bulgaristan ve Türkiye temsilcilerin­

den kurulu uluslararası bir komisyonca yönetileceği, 3) Bu uluslararası komisyonun, yine aynı ülkelerin uz­

manlarından oluşmuş bir alt komisyonun da askeri olmayan bölgeyi denetleyeceği bildirilmekteydi.

Öğleden sonraki oturum çok tartışmalı oldu ve bir sürü güzel nükteye, hazır cevaplık örneklerine yol açtı. İri yapılı, kabarık saçlı ve haydut kılıklı bir adam olan Bulgar Başbaka­

nı Stamboliski, kendi kurulunun üyeleri ile birlikte içeri gir­

di ve Başkan Curzon 'un tam karşısındaki yerine oturdu. Ken­

disinin hemen arkasında, Bulgaristan'ın Londra Elçisinin kı­

zı olan Matmazel Stancioff oturuyor ve yapılan konuşmaları Bulgarcadan başka dil bilmeyen Başbakanın kulağına fısılda­

yarak çeviriyordu. Başbakanın cevaplarını da Lord Curzon'a ilettiği zaman çok iyi bir İngilizce ile, konferansın genel ku­

ruluna seslendiği zaman da çok güzel Fransızca ile tercüme ediyordu. Fakat bu cevaplar gerçekte Başbakanın değil, ken­

disinindi. Çünkü Bulgar Başbakanı birkaç cümle söylüyor, Matmazel bunları uzun söylev şekline getiriyordu. Zekasının inceliği ve nükteleriyle kahkahalara yol açtı.

ismet Paşa askeri olmayan bölgeler kurulmasını kabul, fakat anlaşmayı imzalayan devletlerce bu bölgenin tecavüze uğramayacağına ilişkin uluslararası bir güvence verilmesinde ısrar etti; kontrol komisyonu planını ise kabul etmedi. Lord Curzon ve Venizelos böyle bir kontrol komisyonunun çok ge­

rekli olduğu, askeri olmayan bölgenin tarafsızlaştırılmasının ise daha sonra ele alınması gerektiği fikrini savundular. İsmet

(16)

Paşa, Bulgaristan'dan Dedeağaç'a uzanan demiryolunun ulus­

lararası bir komisyona havale edilmesine de itiraz etti. O za­

man Bulgarlar kendi görüşlerini açıklayarak Dedeağaç'ın Bul­

gar egemenliği altında kalması ya da burada Danzig'te oldu­

ğu gibi bağımsız bir devlet meydana getirilmesini istediler. Bu istek Venizelos'un ateşli bir konuşma yapmasına ve konuşma gücünün parlaklığını ortaya koymasına yol açtı. Odadiiki bü­

tün delegeler can kulağı ile kendisini dinliyorlardı. Bu konuş­

madaki başlıca iddia, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sava­

şa katılmamış olan bir ülkeye daha çok ayrıcalıklar tanınama­

yacağı idi. Matınazel Stancioff, Yunanistan bir sürü limana sa­

hip olduğu halde, zavallı Bulgaristan' ın yalnızca Karadeniz 'de üç küçük limanı olduğunu söyledi, Venizelos hemen buna ce­

vap vererek; "Allah, Yunanistan'ı tam deniz ortasına koymuş, bu benim suçum mu?" deyince, Bulgarlar dahil katılarak her­

kes güldü. Buna benzer bir iki nükte daha oldu ve sonunda Lord Curzon "Bu kardeşçe kucaklaşmalardan sonra oturumu kapayabiliriz" dedi, bir kere daha kahkahalar yükseldi. Ger­

çekten çok neşeli bir toplantı.

İsmet Paşa, Barren� ve daha bazı delegeler bir çeşit fısıl­

dar gibi çok yavaş sesle konuşuyorlar. Fakat bütün konuşma­

lar tercüme edildiği için söylenenleri anlamak mümkün. Fran­

sızca olarak bir konuşma yapıldığında Lord Curzon tercüma­

na işaret ediyor, o da konuşma biter bitmez tereddütsüz, çok iyi bir şekilde İngilizceye tercüme ediyor. İngilizce konuşan tek delege, Lord Curzon, İsmet Paşa'nın kulakları işitıniyor, bunun için de yanında oturan sekreteri konuşmalar yapılırken not alıyor. Paşa da yazılırken bunları okuyor. Cevap vermek istediğinde çoğunlukla düşündüğü ya da not ettirdiği için bi­

raz gecikme oluyor.

(17)

22 K ASIM, PAZAR TESİ Bugün İsmet Paşa ile görüştüm. Kendisi diplomattan çok askerce konuşan ve yine öyle düşünen bir adam. Türkiye'nin iç işlerine müdahale ettirmemek ve bağımsızlığına toz kon­

durmamak konusunda mümkün olduğu kadar azimkar davran­

ması ve sonuna kadar dayanması için Ankara'dan talimat al­

dığını kesinlikle, ısrarla belirtti. Bu nedenle kapitülasyonlar konusunun büyük güçlükler doğuracağını ümit ettiğini söyle­

yerek, vatanındaki çok kuvvetli milli duygulara bağlı olan Türk kurulunun anlayışla karşılanmasını rica etti. "Türkiye, kanunları ve hukuk sisteminde yabancıların haklarını tehlike­

ye düşürecek hiçbir şey yapmayacaktır" dedi, fakat biz de kendisine uygulama ve yönetimin, kanun kadar önemli bir unsur olduğunu hatırlattık. Bu konuşmamızın bir sonucu ola­

rak İsmet Paşa, öyle ümit ediyoruz ki, Türkiye'deki dini ve kiil­

türel kurumlarımızın korunacağına ilişkin güvence verecek.

2 AR ALIK , 1922 Kapitülasyonlar sorununu görüşecek olan komisyonun ilk toplantısı bugün İtalyan delegesi Garroni'nin başkanlığında yapıldı. Garroni konuşmasını İtalyanca olarak yaptı, bu ter­

cüme edildikten sonra Fransızca olarak konuştu. Kendisi yaş­

lı ve kibar bir adam, öyle sanıyorum ki Lord Curzon'un ezici yöntemlerini onun kadar başarı ile yürütemeyecek. ..

İsmet Paşa kapitülasyonlar sorununda Türk görüşünü

uzun uzun anlattı: Kapitülasyonlar kalkmalıdır, fakat Türki­

ye Millet Meclisi Hükı1meti onların yerine uluslararası hukuk prensiplerine göre ve karşılıklı olmak koşulu ile gereken gü­

venceleri verecektir. Curzon, Barere, Hayashi ve Child birer konuşma ile görüşlerini bildirdiler.

Child bu soruna elverişli bir çözüm yolu bulunmasının

(18)

her iki tarafa da yarar sağlayacağını ve bu ortak çıkar ne ka­

dar çabuk elde edilirse o kadar hayırlı olacağını söyledi. Top­

lantıdan sonra Curzon, Child'in konuşmasını iki yanı keskin kılıca benzetti ve gülüştük.

Delegemiz Child'in yetenek ve zekasına hayranlık duyu­

yorum. Çok düşünüp az konuşuyor, söyledikleri hep dikkatli bir düşüncenin ürünü oluyor. Kendisi pek haklı olarak bu kon­

feransı bir poker oyununa benzetmekte; dış görünüş ne olur­

sa olsun, konferansın bütün oturumlarında söylenen sözlerin, gerçek düşünceleri maskelemek görevini gördüğünü söylüyor ve bir poker oyununda yapıldığı gibi, delegelerin gerçek dü­

şüncelerini anlamak için yüzlerindeki ifadeleri inceliyor. Pek çok kere de o kadar doğru sonuca varıyor ki, şaşmamak elde değil. Eski dünyanın diplomasisi hiçbir şekilde geçmişte kal­

mamış. Her gün onunla karşı karşıya geliyoruz.

4 ARALIK PAZARTESİ Lord Curzon başkanlığındaki askerlik ve toprak sorun­

ları komisyonunun Boğazlar konusu üzerindeki görüşmelere ilişkin ilk toplantısı çok dramatik bir hava içinde geçti. Baş­

larında Çiçerin'in bulunduğu Rus delegasyonu ve bu arada Gürcistan, Ukrayna ve Bulgar delegeleri toplantıda hazır bu­

lunuyorlardı. İsmet Paşa her çeşit ayrıntıdan kaçınarak politi­

kasının çok genel bir açıklamasını yaptı:

1) Boğazlar, Türkiye için hayati bir önem taşır,

2) Misakı Milli hükümlerine uygun olarak İstanbul ve Marmara Denizi için Türkiye'nin güvenliğine hiç dokunma­

yacak bir düzen meydana getirilmelidir.

3) Büyük Millet Meclisi Hükumeti Boğazları dünya ti­

caret ulaşımına açmak ister.

Curzon, İsmet Paşa'dan daha küçük ayrıntıya ilişkin gö-

(19)

rüşlerini de geniş olarak açıklamasını istedi, fakat o henüz bu ayrıntıya girmeye hazır olmadığını bildirdi. Bundan sonra Çi­

çerin Rusya, Gürcistan ve Ukrayna' nın görüşünü bildirdi:

1) Kayıtsız ve şartsız olarak Boğazlar savaş ve barış za­

manlarında bütün ticaret gemilerine açık olmalıdır.

2) Boğazlar, Türkiye'den başka bütün milletlerin savaş ge­

milerine, uçaklarına sürekli açık bulunmalıdır.

3) Türkiye Boğazları istediği şekilde tahkim etmek, bu suları korumak için istediği şekilde donamna, uçak servisleri kurmak ve siliihlandırmak konusunda serbest bırakılmalıdır.

Rumen ve Bulgar delegeleri de aynı fikri savundular.

O zaman Curzon, Rus blokunun söylediklerini çok zeki­

ce ve alaylı bir şekilde özetledi. Rusların, Boğazların ağzında Müttefiklerin olmayan bir siliihh kuvvet bulundurduğunu ile­

ri sürerek, bu kuvvetin derhal oradan çekilmesini istedikleri­

ne işaret etti. Curzon bu kuvvetin oradan kaldırılması isteği­

ne kendisinin de katıldığını söyledi ve bir taraftan parmağı ile Çiçerin'i gösterip, bir yandan da kelimelerinin üzerine basa­

rak, "Bu kuvvet işte şuradadır ve durumun gereğini düşünür­

ken bunu hiç unutmamalıdır" dedi. Sonra Rus, Bulgar ve Ro­

men önerilerinin gerçekte birbirlerine zıt olduklarını açıkla­

yarak Türklerden bu üç öneriden hangisine katıldıklarını bil­

dirmeye ve bir öneri ileri sürmeye hazır olup olmadıklarını sor­

du. lsmet Paşa, Rus görüşünün Türk görüşüne diğerlerinden daha uygun olduğunu, fakat kendi önerisini ileri sürmeden ön­

ce öteki devletlerin de görüşlerini öğrenmek istediğini bildir­

di. O zaman Curzon' un yüzünde alaycı bir ifade belirerek ol­

dukça incitici deyimlerle: "Demek Türkiye kendisini en çok ilgilendiren bir konuda kişisel görüşünü açıklamıyor, buna karşılık Ruslar kendilerini Türklerin yerine koyuyor ve onlar

(20)

adına kendi görüşlerini açıklıyorlar" diyerek durumun hayret verici olduğuna işaret etti ve "eğer gözlerimi kapamış olsa idim, Çiçerin'in bir fes giyip kendisini İsmet Paşa olarak tak­

dim ettiğine inanacaktım" dedi. Kendi görüşlerini açıklamak konusundaki ricasına Türk delegasyonunun verdiği cevabın konferansın onur ve ağırbaşlılığına uygun düşmediğini Türk kurulunun konferansla oynadığını küçük gördüğünü, bunun bütün dünya etkannda çok olumsuz bir izlenim yaratacağını ekledi. Çiçerin müdahale ederek İngiltere, Fransa ve İtalya 'dan Boğazlar sorununun çözümü hakkındaki fikrini bildirmeleri­

ni istedi. Curzon cevap vererek, komisyon başkanı olarak ha­

zır bulunan bütün delegasyonlardan, bu arada özellikle Boğaz­

lar bölgesine komşu olan ülkeler ve Türkiye'den bu konuda­

ki fikirlerini bildirmelerini istemiş olduğunu, yarım saatten be­

ri de Türk delegasyonundan bir cevap almak için uğraştığını, fakat başaramadığını söyledi. Şu ana kadar ileri sürülen öne­

rileri incelemek ve görüşlerini konferansa bildirmek üzere konferansı erteledi (1 ).

Çiçerin alımsız ve çelimsiz bir adam. İnce bir sesle bur­

nundan konuşuyor, yırtıcı bir kuş gibi bakıyor. Hain gözleri ve gaga burnu ile gerçekten Bolşevik bir yırtıcı kuş. Child ken­

disini tüyleri dökülmüş bir horoza benzetiyor. Ceketinin ya­

kasında iri bir bayrak rozeti var. Öteki Ruslar kötü görünüşlü kişiler değiller. Gürcü olduğunu sandığım birisi, yukarı kıv­

rılmış uzun bıyıklı, yerli giysisiyle geziniyor.

(1) İsmet Paşa, Curzon'un Türk delegasyonunu hemen ve geniş bir şekil­

de konuşturmak istemesindeki ısrarına şu cevabı vermiştir: •'Boğazlar Türk top­

raklanndadır; orada bizim varlığımız ve üstünliiğiiınüz söz konusudur. Oradan, serbestçe geçmek isteyen bütün ülkelerin filli'lerini anlamamız gerek. Bu balda­

mızdır. Zamanı gelince, bu mesele hakkında görüşürüm." Curzon bu 116zleri konferansa saygısızlık olarak nitelemiştir. (Çeviren).

(21)

6 ARALIK, ÇARŞAMBA

Boğazlar rejimi komisyonunun yine çok ilginç toplanh­

sı. Başkan Curzon oturum açılır açılmaz, Müttefiklerin pla­

nını bildirdi:

Boğazlar, İngiltere, Fransa, Japonya, İtalya, Rusya, Ame­

rika, Bulgaristan ve Türkiye hükfunetlerinin birer temsilcile­

rinden kurulu uluslararası bir komisyonun kontrolU altında askeri olmayan bir bölge durumuna getirilecek, Türkiye bu ko­

misyonun başkanı olacak, Boğazlar savaşta ve barışta bütün ticaret ve savaş gemilerine açık bulundurulacaktır. Şekli son­

radan belirlenmek üzere İstanbul'un korunması için güvence verilecektir.

Bundan sonra Child söz aldı ve Amerikan görüşünü açık­

layarak dedi ki:

"K.aradeniz'deki geleceğin ticaretini yalnız deniz kıyısın­

daki ülkelere inhisar ettiren bir durumu kabul edemeyiz. K.a­

radeniz' e bağlı ticaret işleri yeryüzündeki bütün ülkelerin çı­

karlarıyla ilgilidir. Coğrafi durumuna dayanarak hiç bir mille­

tin öteki bütün ülkeleri bu haklardan yoksun etmek gücüne sa­

hip kılınması asla kabul edilemez. Bu yalnız bizim milli po­

litikamıza değil, Karadeniz çevresindeki her ülkenin çıkarla­

rıyla, Karadeniz özgürlüğünün tarihi gelişmesine karşıt bir durum olur. Boğazların ve K.aradeniz'in yalnız bu ya da şu mil­

letce sınırsız bir şekilde kontrolü dünya politikasına karşıttır.

Karadeniz özgürlüğünün bu temel kurallarını inkar edecek bir ülke bulunmasını aklım almıyor. Türkiye'nin de bunları inkar edeceğini aklım almıyor. Bu kurallar bu konferansça güven­

ce altına alınmalıdır. Başka hiçbir çözüm şeklini hükfunetim kabul edemez."

İsmet Paşa ve Curzon 'la görüşmeler şunu ortaya çıkardı

(22)

ki, Türklerin Boğazlan bütün savaş gemilerine kapamak, tah­

kim etmek konusundaki Rus önerisinde ısrar etmeleri tehli­

kesi vardır. Bu, şüphesiz serbest ticarete ilişkin bütün güven­

celeri ortadan kaldırmasına ve Rusların er geç Boğazların kontrolünü Türklerin elinden almalar.ına fırsat verecektir.

Child, İsmet Paşa'ya şöyle dedi: "Çanakkale'de bir kale ku­

ruyorsunuz, bunu elinizde tutabildiğiniz sürece ·söylenecek hiçbir söz yok, ama başka birisi bunu elinizden abrsa başın1�

za neler gelecek? Burada hiç kaleye sahip olmasanız da, onun yerine uluslararası bir anlaşmayı kabul etseniz daha hayırlı ol­

maz mı?"

Türklerin bu konuda kesin bir karar vermeden ve hem bi­

zim, hem de müttefiklerin isteklerini körü körüne reddetme­

den önce samimi kanılarımızı öğrenmeleri iyi oldu. Öyle sa­

nıyoruz ki Türk delegasyonu, Ruslarla işbirliği yapmakta çok ileri gittiklerini anlamış ve bir Rus tehQ.jdi olasılığından daha çok korkmaya başlamışlardır.

İsmet Paşa, Müttefiklerin planlan iyice inceleninceye ka­

dar bu konuda kesin bir karar vermekten vazgeçti. Çiçerin, ln­

giltere aleyhine uzun uzun konuştu. Curzon 'un Boğazlardaki Türk egemenliğinden ötürü Rusya 'qın geçmişte birçok sıkın­

tıda kalmasına işaret ederek, Türklerin bu şekilde hareket et­

mekle pek iyi ettiğini, fakat 1919 'daİı beri İngiltere 'nin İstan­

bul' a sokulmasından Rusya'nın daha çok sıkıldığını söyledi.

Başta Curzon olmak üzere herkes gülüştü. Çiçerin, Sovyet Rusya ile Çar Rusyasının politikalarının farklı olduğunu söy­

leyerek, Müttefiklerle silahsızlanma konusunda her çeşit gö­

rüşmeye hazır olduklarını bildirdi.

Curzon oturumu kaparken, Rusların "masumane niy�­

lerini" öğrenmiş olmaktan pek memnun olduğunu ve e er bu

(23)

niyetlerinde samimi iseler Boğazlar konusundaki eski öneri­

lerini bırakacaklarını ümit ettiğini söyledi.

7 ARALIK,.PERŞEMBE

Curzon, Barrere ve ismet Paşa Boğazlar sorunu hakkın­

daki Amerikan görüşünün dayandığı prensibi bildirmemizden ötürü ayn ayn teşekkür ettiler. Şu anda öyle görünüyor ki Bo­

ğazlar ve Karadeniz' in bütün savaş gemilerine kapalı tutulma­

sını isteyen Ruslar, uzlaştırıcı bir çözüm yolu bulmaya yönel­

miş olan Türkler üzerindeki etkilerini yitirmişlerdir. Türk uz­

manları genel kuralları inceleyecekler. Şimdiki genel eğilim, Boğazlar ve Marmara çevresindeki bütün adalarda, Karade­

niz ve bütün geçitlerde her türlü tahkimat ve silahlanmanın en yüksek derecede sınırlanması merkezindedir. Bwıun sağlan­

ması, Yakın Doğu'da istikrarlı bir barışın kurulması için bü­

yük bir kazanç olacak.

Öğleden sonra yaptığımız bir görüşmede Danimarka de­

legesi Udenburg bana bütün tarafsız ülkelerin bu sabah alt ko­

misyonda kapitülasyonlar konusundaki görüşlerini bildirdik­

lerini, İspanya dışında hepsinin az çok uygun fikirler ileri sür­

düklerini bildirdi. Yalnız İspanya delegesi, Majeste Kralın her­

hangi şekilde olursa olsun kapitülasyonların kalktığını duy­

mak istemediğini söylemiş. Fakat ötekiler lspanya'nın bu ko­

nuda anlayışsız oldu�u, bu şekilde davranışının Türkleri kızdırmak ve büsbütün uzlaşmaz duruma getirmekten başka bir işe yaramayacağı fikrindedirler. Herkes kapitülasyonların kalkması gerektiğini biliyor. Onlar kalkmalı, yalnız yerine inandırıcı güvenceler elde etmeye çalışılmalı. Ana fikir bu ...

8 ARALIK, CUMA

Boğazlar sorunu .hakkındaki bir tartışmadan sonra Cur­

zon, Türkiye'deki Müttefik mezarlıklarının sahipliğinin Müt-

(24)

tefiklere verilmesini, bunun kuvvetli bir milli duygu mesele­

si olduğunu belirterek istekte bulundu.

İsmet Paşa, bir milletin kendi sınırları içindeki bir toprak parçasını bu şekilde başkalarına verdiğine dair tarihte bir ör­

nek olup olmadığını sordu. Curzon derhal cevap vererek Na­

polyon'un St. Helena Adası'nda yaşadığı ev ve gömüldüğü ye­

rin İngiltere tarafından Fransa'ya verilmiş bulunduğunu ve orada sürekli Fransız bayrağının dalgalandığını söyledi. Cur­

zon konferans masasında hiç şaşırmıyor ve söz altında kalmı­

yor. Yanımda oturan Venizelos 'un da Yunan mezarlıklarından söz etmek için yerinde kıpırdadığını gördüm; ama galiba ağ­

zını hiç açmamasının daha hayırlı olduğunu düşünerek bun­

dan vazgeçti. Fakat Çiçerin Romanya'nın dikkatli olmasını ve Yunanlıların durumuna düşmekten çekinmelerini salık verin­

ce, bir olay çıkarmaktan da kendini alamadı. Derhal karşılık veren Venizelos, uluslararası konferanslarda bu şekildeki ya­

kışıksız imaların yersizliğine işaret ederek Çiçerin'den sözle­

rini düzeltmesini istedi. Çiçerin kağıtlarını karıştırdı, danış­

manlarına danıştı, bir hayli bocalayarak yalnız genel ifadeler­

le enternasyonal bir duruma değindiği cevabını verdi. Veni­

zelos omuzlarını silkerek konferansı işgal etmemek için bu ko­

nu üzerindeki sözünü bitirdiğini ve üzerinde durmayacağını söyledi. Kendisine ister sempati duyalım, ister duymayalım, Venizelos konuştuğunda hepimiz dinliyoruz. Üzerine sürekli dikkati çeken bir adam; Barren�, Hayashi ve İsmet Paşa'nın tutuk ve renksiz konuşmalarından sonra onun serbest, kendin­

den emin ve aydınlık konuşmasını dinlemek zevkli oluyor. Ve­

nizelos daima aydınlık ve çok etkili; Curzon da aynı derece­

de çok açık, düşüncelerini en uygun kelimelerle ve en iyi şe­

kilde ifade etmekte hiç güçlük çekmiyor. Kesin açık ve mü-

(25)

kemmel cümlelerle konuşuyor. Barrere fısıldıyor, İtalyan Gar­

roni dinlenmeye değer hiçbir şey konuşmuyor, hep başkaları­

nın dümen suyundan yürüyor. Paşa kötü bir Fransızca ile du­

raklaya duraklaya konuşuyor, sık sık durarak, söyleyeceği ke­

limeleri arıyor veya notlarına bakıyor. Japon delegesi Hayas­

hi ise kötü bir İngilizce ile konuşuyor, her keresinde üç dört kelime söylüyor, sonra öteki kelimeleri buluncaya kadar dü­

şüncelerini elleriyle anlatmaya çalışıyor, kendisini bir hayli zo­

ra sokuyor. Çiçerin cam üzerine bir çivi sürüldüğü zaman çı­

kan sesle konuşuyor.

10-21 ARALIK 1922 Barış konferanslannm her gün kaydettiği ilerlemeleri adım adım izlemek kolay değil. Lozan'daki komisyonlar ve alt ko­

misyonlar önlerindeki çeşitli sorunları tartışmaya devam ediyor­

lar, her oturum sonunda da çözülecek bir sürü sorun kalıyor ...

Kesin olarak ortaya çıkan bir şey varsa o da şu ki, şimdi­

den sonra konferansın en önemli çalışması konferans masa­

sında değil, fakat çeşitli ulusların delegelerinin kendi özel odalarında cereyan edecek. Noel tatili yapılmayacak, oysa ne Türkler ne de Müttefikler çalışmaların kesintiye uğramasını istemiyorlar! Adet yerini bulsun diye konferans salonundaki oturumlar devam edecek, ama pazarlık ve alışverişler iki ote­

lin odalarında yapılacak. Konferans oturumlarındaki görüşme­

leri bu hatıra defterine artık geçirmeyeceğim, çünkü bu birta­

kım öneri ve karşı önerileri sıralamaktan başka bir işe yara­

mayacak. Asıl ilginç olan notları, çeşitli delegelerle yaptığı­

mız özel görüşmelerden çıkarmak mümkün.

Boğazlar sorununda bir anlaşmaya varmak için 19 Ara­

lık toplantısında Müttefikler, Türkler ve Ruslarca ileri sürü­

len öneriler ve karşı Önerilerden sonra Curzon emredici bir

(26)

davranışla, ültimatom deyimini kullanmadı, ama gerçekte bir ültimatom verdi. Müttefiklerin son sözü söylemiş, Türklere son tavizi vermiş olduklarını, bundan daha ileri gidemeyecek­

lerini, fakat eğer arzu ederlerse Türklere ertesi günü bir daha cevap verme şansı bırakacaklarını söyledi. Daha sonra Cur­

zon bize büyük bir şans oyunu oynadıklarını bildirdi ve ob­

jektif bir gözle kendi kendisinin eğlenceli bir tasvirini yaptı:

Türklere karşı, sanki onlar barış şartlarını dinlemek için ga­

liplerin huzuruna sürüklenmiş mağlup düşmanlar gibi alaycı bir tonla konuştıığunu söyledi. Curzon'un dediği gibi İsmet cüretli ve sert bir cevap verebilir ve Müttefikleri bir delik içi­

ne sokabilir. O gün öğleden sonra ve ertesi gün otel koridor­

ları vızıldadı durdu. Romen delegesi "kıyamet bugün kopa­

cak, ama sonucu iyi mi, kötü mü olur bilmiyorum" dedi. Kim­

se neler olup biteceğini kestiremiyordu.

Nihayet 20 Aralık saat l l .06'da Lord Curzon' un "söz Türk delegasyonunundur" sözü ile bu nazik toplantı açıldı. İs­

met Paşa kalkarak Curzon 'un bir gün önceki sözlerini cevap­

ladı. Birçok önemli noktalar üzerinde hala ısrar etmekle be­

raber, ılımlı ve uzlaştırıcı bir tonla konuşuyordu. Curzon, İs­

met' e cevap vererek meselenin konferans odası dışında her i­

ki tarafın yararına daha uygun bir şekilde çözümleneceğine inandığını söyledi. Rusların hiç ses çıkarmaması hayret uyan­

dırdı. Çiçerin'in yüzünde alaylı bir tebessüm belirdi. Türkle­

rin müttefikliğini kaybetmiş ve Lozan 'daki çalışmalarının tam bir başarısızlığa uğradığını anlamıştılar herhalde.

Japonya delegesi Hayashi görülmemiş derecede patavatsız bir konuşma yaparak, "dünkü ültimatomu duyunca görüşmele­

rin akamete uğrayacağını sanmış ve korkmuştıım, fakat bunun önüne geçilmiş olduğunu görmekten memnun oldum" dedi.

(27)

Akşam bizimle birlikte yemek yiyen İngiliz delegesi Sir William Tyrel bana, Hayashi 'nin herkesin ağzına almaktan kork­

tuğu ültimatom deyimini kullandığını duyunca başından aşağı buz gibi bir suyun döküldüğünü hissetmiş olduğunu söyledi.

Bu dramatik toplantının bir anında İsmet' in yerinde ol­

mayı çok isterdim, çünkü o zaman mükemmel bir sayı kayde­

decekti. İstanbul'daki yabancı gemilerden söz ediliyor, İsmet bu gemilerin kaldırılmasını istiyordu ( 1 ). Curzon bu gemile­

rin tıpkı taksi ve arabalar gibi bir yerden başka bir yere rahat­

ça gitmeye olanak veren araçlar olduğunu lstanbul'un da Pa­

ris ve Berlin'den farklı olarak bir liman olmasından ötürü bu gemileri korumanın gerekli ve doğal olduğunu söyledi. İşte bu anda Paşa ayağa kalkıp "şu halde ekselansınızın da birli­

man olan Londra'da bir Türk gemisi bulundurmalarına hiçbir itirazı olmayacağını ümit ederim" deseydi Curzon'a dehşetli bir yumruk olurdu. Ama kendisinin kulakları işitmiyor, onun için de söylenenleri sekreterinin notlarından izlemek zorun­

da kalarak hazır cevaplık yapmaya olanak bulamıyor. Oysa Curzon bunun ustası. ..

Biz konferans odası dışındaki çalışmalarımızla daha ya­

rarlı olabiliriz, bunu da her gün yapıyoruz. Ama Türklerin bi­

ze karşı gösterdikleri iyi niyeti de yitirmemeliyiz. Çünkü biz de onlarla ayn bir anlaşma yapacağız. Konferansın başarıyla bitmesini çabuklaştırmayı ne kadar istersek isteyelim, Türk­

lerle aramızı bozmamaya çok dikkat etmeliyiz. Amacımız Türkiye'ye her sorunda yumuşaklık ve uzlaşmayı salık ver-

( 1) Stationaires adı verilen bu gemiler, yabancı bir limanda sürekli şekil­

de demirlemiş dururdu. Bunları orada tutmanın sözde amacı, bir ihtiliil ya da baş­

ka çeşit bir karışıklık çıkmasinda diplomatlar ve öteki resmi temsilcilerin rahat­

ça kaçabilmelerini sağlamaktı.

(28)

mek, fakat aynı zamanda onlara kendi çıkarlarıyla Müttefik­

lerin çıkarlarının aynı olduğunu anlatmaktır ...

İsmet Paşa'nın son önerisi şudur: Boğazlar için uluslara­

rası bir komisyon kurulsun, fakat bu komisyon yalnız Boğaz­

lardan geçecek savaş gemisinin sayısını kontrol etmek yetki­

sinde olsun. Bu önerinin pek muhtemel olarak kabul edilece­

ğini umuyorum. İşler ilerledikçe bu davaya bizim de karışma­

mızdan ötürü üzüntülü değilim ...

Eğer gazeteciler konferansın bazı oturumlarında bulun­

salar, bir sürü heyecan verici haberler toplayabilecekler. 21 Aralıkta azınlıklar sorununu inceleyen alt komisyonun toplan­

tısında Venizelos sakin bir havayla konuşmasına başlayıp, son­

ra ansızın fırtınalı bir şekilde Türklere hücuma geçti. Önce­

den Türklerin yüzbinlerce Yunanlıyı yurtdışına attıkları hal­

de, şimdi kendi istekleriyle Yunanistan'a dönmek isteyen bir­

kaç Yunanlıyı salıvermediklerinden şikayet etti. O kadar şid­

detli ve tecavüzkar konuşuyordu ki, Başkan Montagna kendi­

sini sükunete davet etti. Gittikçe daha çok kızışan Venizelos kollarını başının üstünde sağa sola sallayarak: "Sakinim, sa­

kinim" diye bağırdı. Ben tam onun yanı başında oturduğum için, kol hareketleri bir hayli rahatımı kaçırıyordu.

Bunun üzerine Türk delegesi Rıza Nur Bey söze karıştı ve masanın üzerinde Venizelos' a doğru bağırmaya başladı. So­

lo bir düet haline gelmişti. Montagna sükuneti sağlamak için iki elinin parmaklarıyla masaya vuruyordu. Fakat konuşma­

cıları yatıştırmanın olanaksız olduğunu anlayınca oturumu er­

teledi. Fakat bu adeta çılgına dönmüş olan Venizelos üzerin­

de bir etki yapmadı. Venizelos alt komite toplantılarında ço­

ğunlukla zaptedilmez duruma geliyor ve iki taraf için de uy­

gun şekilde çözülmüş, geçilmiş olan bazı maddeleri ve gerek-

(29)

siz sorunları tekrar tartışma konusu yaparak konu dışına çıkı­

yor. Montagna çok iyi bir başkan, her davayı iki taraf için de son derece uygun şekilde ustalıkla ortaya koyuyor, bir sorun­

da orta yolu tutarak çoğunlukla iki tarafı birleştiriyor. Fransız delegesi Laroche da iyi, fakat İngiliz delegeleri Rumbold ve Ryan çok zayıf ve güçsüz.

21 ARALIK, PERŞEMBE

İtalyan delegasyonunun bu akşam verdiği ziyafette ikin­

ci Türk delegesi Rıza Nur Bey'le tatlı bir görüşme yaptık. Bu görüşme, Musul 'da verilecek imtiyazlara Amerika 'nın katılma­

sını tercih ettiklerini, fakat çok geç kalacağımızdan korktuk­

ları konusundaki inancımızı güçlendirdi. Rıza Bey bizimle bir an önce anlaşma yapmanın, hatta Müttefikleriyle yapacakları anlaşmadan daha önce bunu sonuçlandırmanın Amerika yö­

nünden daha hayırlı olacağını ifade etti. Kendisine şimdiki hal­

de niyetimizin bu olmadığını söyleyince, o da "niyetiniz ne olursa olsun içeri girmek istediğiniz her anda açık kapı bula­

caksınız, fakat unutmayın ki açık kapı politikası demek, ilk gi­

ren arslan payını alır demektir" cevabını verdi. Hem o, hem de İsmet Paşa bize, Musul petrollerinin Amerikalılar tarafından işletilmesini tercih edeceklerini, çünkü bizim çevrilecek hiç­

bir politik dolabımız olmadığını bildiklerini söylediler.

Fakat iyi bir akşam yemeği sırasında Türklerin söyledik­

leri hiçbir söze fazla önem vermemek gerek. Nitekim başka bir yerden duyduğuma göre İsmet, yine iyi bir şampanyanın keyiflendirici etkisi altında Curzon'a İngilizlerin Musul'u el­

de tutmalarında hiçbir sakınca görmediklerini üç kere söyle­

miş. Konferansta atasözü haline gelen bir kanı da şu ki, Türk­

ler bu gibi ziyafetlerin ertesinde eskisinden daha inatçı olu­

yor ve her şeye düpedüz hayır diyorlar.

(30)

HAVA BULUTLANIYOR

22 Aralık Cuma günü birçok delege Noel tatilini başka yerde geçirmek üzere Lozan'dan ayrıldılar.

Birkaç günlük kısa tatil devresi sırasında konferansın ha­

vası iyiden iyiye değişmiş. Biz bıraktığımızda genel bir iyim­

serlik havası vardı. 26 Aralıkta döndüğümüz zaman bulutlar toplanmıştı ve herkes kapitülasyonlar sorununda bir çıkmaza girilmek üzere bulunduğundan söz ediyordu. Curzon, Child' e yalnız bu kadarını söylemişti .

27 Aralıkta konferansı toplayan ülkelerin delegeleri Cur­

zon 'un odasında bir toplantı yaptılar. Child' i de çağırmışlar ve bu toplantıda, ertesi gün yapılacak kapitülasyonlar komis­

yonunun oturumunda Türklere karşı bileşik bir cephe k.'Urul­

masına karar verilmiş. Açıkça anlıyorduk ki, Curzon, Musul konusunda Türklerin çok inatçı olduklarını görmekte ve kon­

feransın yalnız İngiltere'yi ilgilendiren bu sorundan ötürü de­

ğil de, hem kendisinin, hem de bütün dünyanın ilgili bulun­

duğu kapitülasyonlar sorunundan ötürü çıkmaza girmesini tercih etmekteydi.

28 Aralık toplantısı Sir Horace Rumbold' un başkanlığı altında bulunan ve tam bir çıkmaza girmiş olan adli kapitü­

lasyonlar sorununun komisyon raporunu dinlemek amacıyla yapılmaktaydı. Curzon görüşmelere başlayabilmek için Gar­

roni'nin açış konuşmasını yapmasını önerdi. Fakat Child kar­

şı koyarak bu toplantıya özellikle Rumbold komitesinin rapo­

runu dinlemek amacıyla çağrılmış bulunduğumuzu, her şey­

den önce Rumbold'un raporunu okumasının daha uygun ola­

cağını söyledi. Bunun üzerine Montagna Child'e neden böy­

le bir öneri yaptığını sordu. Child şu cevabı verdi: "Eğer bir

(31)

çıkmaza girilirse bu toplantıya Garroni'nin mi, yoksa Rum­

bold' un mu damgasını vurulmasını isterdiniz?" Montagna Child'in elini tutarak "Hay Allah iyiliğini versin" dedi.

Toplantıda ismet önceden de sanıldığı gibi uzlaşmaya hiç yanaşmayan bir tutum takındı. Curzon, Barree, Garroni, Ha­

yashi ve Bombard kapitülasyonların kaldırılması yolunda şim­

diye dek Müttefiklerce verilen ödünlere karşı Paşa'nın böyle bir tavır takınmasını şiddetli deyimlerle protesto ettiler. Cur­

zon'un konuşması alışılmış tonunu korumakla birlikte çok za­

yıftı. Türklerin mahkemelerine yabancı yargıçlar kabul eder­

lerse milli egemenliklerinin baltalanmış olacağı yolundaki şi­

kayetlere karşı Curzon, "milli egemenlik" deyiminin Türkle­

rin kafasında değişmez fikir durumuna gelmiş olduğunu, ne zaman bir imtiyaz söz konusu olsa hemen milli egemenlikle­

rinin tehlikeye düştüğü sanısına kapıldıklarını, fakat bu garip fikrin hiç kimsenin zihninde var olmadığını söyledi. Curzon alay etmek istiyordu, ama bu kere pek beceremiyordu.

Toplantı salonunda Türkler ileri sürülmüş olan fikirleri gözden geçirmek ve gerekli cevabı hazırlamak için süre veril­

mesini istediler.

CURZON'UN BIKKINLIGI

28 ARALIK, PERŞEMBE Bugün kapitülasyonlar sorunundaki o gergin toplantıdan sonra akşam yemeğini Curzon'un odasında yedik. Son gün­

lerin ezici etkilerini üzerinden attığı belliydi, neşesi yerinde ve son derece konuksever. Fakat konferansın sonu hakkında kötümser olduğunu saklamıyor. İsmet Paşa ile yaptığı görüş-

(32)

meleri anlattı. Belli ki ona toy bir okul çocuğu gibi muamele etmekten hoşlanıyor. Bir keresinde ona şöyle demiş: "İsmet, sen bana tıpkı laternayı hatırlatıyorsun. Bizi bıktırıp usandı­

rana kadar hep aynı havayı çalıyorsun: Milli egemenlik, mil­

li egemenlik, milli egemenlik. Bu sözü duymaktan hepimize gına geldi."

Curzon'un zeka derecesinden şüphe etmeye başladım.

Benim inancıma göre gerçekten zeki bir adam konferansın ba­

şından beri onun yaptığı gibi hep yıldırma taktiği kullanmaz­

dı. Türklerin tabiatını bilmiyorum, ama öyle sanıyorum ki gerçekten zeki ve durumun gereklerine uygun olmasını bilen bir adam daha az kırıcı, daha çok saygılı yöntemler kullana­

rak anlaşma çareleri arardı. Belki de yanılıyorum. Curzon'un Türkleri benden daha iyi anlamış olması da mümkündür. A­

ma ne olursa olsun, hangi yöntemleri kullanırsa kullansın, Curzon' un pek az bir şey başardığı gerçek gibi .. . Galiba Türk­

lere bir anlaşma taslağı verecekler ve bunu ya kabul, ya da red­

detmelerini isteyecekler.

Curzon böbürlenmekten hoşlanan bir adam. Fakat belki de yaşı ilerlemiş olduğundandır. Bütün hayatı boyunca duydu­

ğu "dünyanın en önemli adamı" sözü artık ona pek uymuyor.

Curzon bize Musul sorunu hakkında İsmet'le yaptığı ya­

zışmayı gösterdi: iki taraf da birbirlerine pek çok notalar gön­

dermiş, fakat hiçbiri bir adım ileri gidememiş. Konferansın so­

nu hakkında Curzon kötümser, Montagna ise açıkça iyimser.

Belki bu da bir politikadır, kimbilir? Ben şahsen artık iki ta­

rafın da savaşı sürdürmek istemediği prensibi üzerinde bir an­

laşmaya varabileceğine inanıyorum, arzunun elinden ise hiç­

bir şey kurtulmaz ...

(33)

KONFERANS ÇIKMAZA GİRİYOR

OCAK-ŞUBAT 1923 Yılbaşı tatili bittikten sonra 3 Ocakta konferans tekrar ça­

lışmaya başladı. Ortalık söylentilerle dolu ... Bu söylentilerden biri: Yunanlılar, eğer konferans bir çıkmaza girip de dağılır­

sa, Türklerin askerlerini güneye çekmek zorunda kalacakla­

rına, böylece Trakya boşalmış olduğu için Yunanlıların da bu bölgeye rahatça girebilmek olanağına sahip olacağına inanı­

yorlar, bu nedenle de konferansı başarısızlığa uğratmak ve bir çıkmaza sürüklemek için ellerinden geleni yapıyorlar. İkinci bir söylenti Türkler öteki bütün ülkelerin delegelerine sunmak için ayn ayn anlaşma projeleri hazırlıyorlar ve böylece Müt­

tefikleri birbirlerinden ayırarak her biriyle ayn ayn anlaşma imzalamaya çalışıyorlar. Fakat koridorları dolduran bu söylen­

tilere insan pek az inanıyor. Paris 'ten yeni dönmüş bulunan ve çok bitkin görünen Curzon, akşam yemeğini bizim odamızda ben ve karımla yedi. Paris 'te pek kötü günler geçirdiğini Fran­

sız devlet adamlarından birini bırakıp öbürü ile görüşmeler yaptığını, son iki gününü de trende geçirdiğini söyledi. Ge­

zerken hiç uyumazmış. Kendisinin bu kadar siniri bozuk ve bitkin olduğunu hiç görmemiştim. Fakat iyi bir akşam yeme­

ğinden sonra neşesi yerine geldi, ona biraz piyano çaldım ve gece geç vakte kadar tatlı tatlı sohbet ettik. 1 1 Ocakta yaş gü­

nü imiş; bu yıldönümünü, Türklere bir anlaşma projesi vere­

rek kutlayacakmış. 20 Ocağa kadar hepimizin Lozan 'dan ay­

rılabileceğimizi söyledi. Bu elbette bir iyimserlik belirtisi ...

Bununla birlikte biz de gazetelerin yaydığı ve özellikle İngiliz, Türk ve Yunan delegasyonlarından sızdığı anla �ılan kötümser tahminlere katılıyoruz. Şimdi konferansın propa-

(34)

ganda bölümündeyiz, mırıltılara kulak asmamak gerek. Bel­

ki Yunanlılar dışında, herkes bir an önce barışa kavuşmak is­

tiyor. Görünüşe göre bunun başlıca engeli kapitülasyonlar, mali sorunlar ve Musul olacak. Sonuncu sorun da, Türkler Mu­

sulu almak istiyor, fakat İngilizler oradan toprak vermeyi ke­

sinlikle reddediyorlar. Bu reddedişe sebep olarak, oradaki manda yönetimine ve Araplara karşı İngilizlerin şeref sözüne dayanan sorumluluklarla bağlı bulunmalarını ileri sürüyorlar.

Kaldı ki nedenlerden biri, İngilizlerin petrol yataklarına, sa­

hip olmaları daha önemlisi ise Musul'un İran, İslam Birliği ve Doğu ülkeleri arasında askeri bakımdan kilit noktası olması­

dır. Curzon'un Musul sorununda ödünler vererek mi, bütün ödünleri reddederek mi, sorunun çözümünü sonraya bıraka­

rak mı, bir anlaşmaya varmak istediğini henüz kestiremiyo­

ruz. Ancak şüphe etmiyoruz ki konferansın kesintiye uğrama­

sından ve bunun sonucu Türklerin güneyde askeri hazırlıkla­

ra başlayarak Yunanlılara Trakya 'yı ele geçirme fırsatı verme­

sinden Venizelos hiç üzüntü duymuyor. İki haftadan beri Yu­

nanlılar pek can sıktılar; Barren� Yunanlılara pekala etki ede­

bilecek olan İngilizlerin hiç ses çıkarmamalarının Fransızla­

rı sinirlendirmekte olduğunu söyledi. Kendi dediğine göre Barrere bir Fransız temsilcisi olarak kaldıkça Müttefikleri en geniş ölçüde destekleyecekmiş; Türklere eğer Türkiye Müt­

tefiklere karşı sataşma davranışlarına girecek olursa Fran­

sa 'nın savaşa girmekten kaçınacağını sanmakta iseler yanıl­

dıklarını söylemiş. Fakat kendi hükumetinden Müttefikleri desteklemek konusunda ne dereceye kadar yetki aldığı şüp­

heli. Ankara'dan pek ürkütücü raporlar geliyor, fakat biz bu­

radaki Türk delegelerinden pek dengeli olmayanlarının heye­

canlı atıp tutmaları gibi, onların da aslında birer gösteriş ve

(35)

oyun olduğu kanısındayız. İngilizlerin ve Türklerin birbirle­

rine pek kötü ültimatomlar göndermekte yanşa girmekle pek tehlikeli oyun oynadıklarına, fakat talihin yardımı ile bu pa­

tırtılı numaraların.sonuca etkisi olmayacağına inanmaktayız.

Azınlıklar komitesinin 6 Ocak oturumunda bir skandal oldu. İtalyan delegesi Montagna ve İngiliz delegesi Rumbold ulusal bir Ermenistan devleti kurulması lehinde konuştular, Fransız delegesi Victor Lacroix ' ya söz verildiği sırada Rıza Nur söze karıştı ve ısrarla söz istedi. Müttefiklerin bu azınlık­

ları Türkler aleyhine boyuna kışkırtmış oldukları için de bu­

rada böyle konuşmak zorunda kaldıklarını, bu insanların şim­

dfki durumundan tamamen Müttefiklerin sorumlu olduğunu ve Türk delegasyonunun bu durumda çok söz dinlemek iste­

mediğini ve toplantıyı terkedeceklerini söyledi. Montagna, Rıza Nur salonda kalmaya ikna edebilmek için elinden gelen bütün çabayı harcadı, bu davranışının parlamenter usullere çok aykırı düşeceğini, eğer kararında direnirse konferanstan ihraç edileceğini söyledi. Fakat bunlar Nur'a hiç etki etmedi ve orada bulunanların salondan çıkış usullerine karşı dakika­

larca resmi protestolar ileri sürüldü. Bundan sonra Lacroix, orada hazır bulunmayan Türklere Ermeni sorununda uzlaştı­

rıcı olmalarını rica ederek konuşmasını okudu. Resmi bir pro­

testo ve açıklama ricası İsmet Paşa'ya da yöneltilerek, kendi­

sinden Rıza Nur'un davranışını destekleyip desteklemediği so­

ruldu. O buna kaçamaklı bir cevap verdi ve mesele kapatıldı, fakat pek kötü bir izlenim meydana geldi.

Bütün Türk delegasyonu şu kanıda ki, Türkiye'deki Er­

menilerin bulundukları yerlerde kalmaları daha yararlıdır ve yabancı entrikalarına alet olmazlarsa güvenlik ve huzur için­

de yaşarlar. Öteki yerlerdeki Ermenileri Anadolu'ya dönme-

(36)

ye kışkırtacak her planı, hiçbir toprak kaybı ve ulusal egemen­

liğin sarsılması söz konusu olmasa bile, derhal reddedecekle­

rine eminiz. Türkler en ısrarlı inatçılığı bu sorunda gösteriyor . . 9 OCAK, SALI Dün gece Nicholson, Rıza Nur'a gitmiş ve azınlıklar so­

runu üzerinde uzun boylu konuşmuştur. Söylediğine göre Nur'u tamamen kazanmış ve fikirlerini benimsetmiş. Bu sa­

bah toplantıdan yarım saat önce İsmet Paşa Curzon'la görüş­

meye geldi. Yuvarlak bir masa çevresinde konuştular, İsmet bir santim bile ileri gitmeyi reddetti, hele Rum Patrikliğinin hangi şartlar altında olursa olsun alıkonulmasının sözünün bi­

le edilmemesini istedi. Yarım saatin sonunda Curzon daha çok vakit kaybetmenin gereksiz olduğunu bir çıkmaza saplanıp kaldıklarını, hiçbir sonuca varamayacaklarını söyledi. Toplan­

tıya İsmet'le birlikte ve başka şeyler konuşarak gittiler. Tam kapıya geldiklerinde İsmet tamamen tepeden inme bir şekil­

de; "Pekala, isteklerinizi kabul edeceğim" dedi. Bence bu çok anlamlı bir olay. Anlaşılıyor ki, Türkler ne elde edebilirsek o kardır diyerek en son dakikaya kadar her sorunda blöf yapa­

caklar. Bu da onların anlaşmayı imzalamadan Lozan'dan ay­

rılmayacaklarına inanmamıza hak veriyor. Başlangıçta da işa­

ret ettiğim gibi, bu konferans bir poker oyunu gibi geçecek.

Gerçekten de öyle oluyor.

14 OCAK, PAZAR İsmet Paşa'dan randevu alarak saat 22'de kendisini ziya­

rete gittim, yarım saat yanında kaldım. Konuşmamız derhal gösterdi ki, kendisi şimdiye dek gördüğümden çok inatçı ve uzlaşıcı olmaktan pek uzak ruh hali içersindedir. En önemli sorunları teker teker önüme serdi: Boğazlar - bir iki nokta dı­

şında, çözüldü; kapitülasyonlar - çözümlenmedi; azınlıklar -

(37)

çözümlendi; mali sorunlar, Musul - çözümlenn,ıedi; ve açık­

ça anlattı ki Türklerin görüşleri kabul edilmedikçe bu sorun­

larda anlaşmak olanaksızdır.

Konuşmamızın az sonraki bölümünde sanki tesadüfen yeri gelmiş gibi yaparak kendisine: "Siz delegemiz Child'e, Rıza Nur da bana, Türkiye'nin Amerika ile bir dostluk ve ti­

caret antlaşması yapmak istediğinden söz etmiştiniz" dedim.

Paşa, bu isteğinin değişmemiş olduğunu söyledi. Bu sorunu ne zaman görüşebileceğimizi sordum. Hemen "yarın ! " ceva­

bını verdi. Ben de Türklerle Müttefikler arasında bir antlaş­

ma imzalanacağı açıkça belli olmadan bu konuda gqrüşmele­

re başlamamızı doğru bulmadığımızı işaret ettim. Normal dip­

lomatik ilişkilere yeniden ve bir an önce başlamanın, bütün il­

gili ülkelerin yararına olduğunu söyledi.

Genel nitelikteki konuşmamız şunları ortaya çıkardı ve açıkça gösterdi ki:

(1) Paşa bizimle görüşmelere başlamaya isteklidir.

(2) Müttefiklere ödün vermek konusunda bir adım bile ileri gitmeyecektir - hiç değilse son ana kadar. Son anda ve kartlarını açtıkları zaman şimdiki davranışlarının ne derece­

ye kadar blöf olduğunu öğrenebileceğiz. Bu gece 1smet'i çok ciddi ve eskisine oranla daha katılaşmış gördüm; yüzünde sa­

mimi tebessümlerden eser bile yoktu. Bütün düşünce ve ka­

rarlarını çok kesin ve soğuk bir şekilde kestirip atıyordu. Bel­

li ki bugün tersliği üstünde, bu belki dün geceyi neşeli geçir­

miş olmasından. Belki de Hasan Beyin Ankara 'dan getirmiş olduğu talimatın kendisini kuvvetle destekleyici nitelikte ol­

masından ileri geliyordu.

15 OCAK, PAZARTESİ

Konferansın görünüşü herkesin canını sıkıyor, bütün de-

(38)

legelerde bir kötümserlik, ruh perişanlığı var. Barrere bile bü­

tün çareleri tüketmiş görünüyor ve hiç değilse konferansın bir başka süreye ertelenmesini savunuyor. Şimdiye kadar herkes­

ten daha iyimser olan, sürekli sabır tavsiye eden ve sonunda her şeyin yoluna gireceğini söyleyen Montagna otelin önün­

de Child'la karşılaşmış. Child kendisine: "Montagna, eğer iş­

ler hep öyle gider ve konferans bir sonuca ulaşmazsa Musso­

lini sana pek öfkelenmeyecek mi? Bu senin mesleki durumu­

nu sarsmayacak mı?" diye sormuş. Montagna'nın gözleri fal­

taşı gibi açılmış ve bir anda doğruca Curzon'un odasına dal­

mış. Daha sonra Curzon, Child'i gördü ve "Bu Montagna'ya da ne olmuş Allahaşkına? Şimdike dek içimizde en sakin ve iyimser olan oydu; bu sabah bütün tüyleri kirpi gibi dikilmiş bir durumda odama hücum etti ve "şu işleri derhal bitir, ge­

reksiz tartışmaları bırak ve Türklerin kafasına bir antlaşma projesi fırlatıver" diye bağırdı. "Kendisine ne oldu, anlamı­

yorum" diye sordu.

Curzon, Child' i çağırarak demiş ki: "Siz bir süre önce bi­

ze, eğer bir çıkmaza saplanıp kalırsak yardım edeceğinizi söy­

lediniz. Şimdi yardımınızı istiyorum. İtalyanlarda yürek yok.

Fransızlar hiçbir şey yapmıyor. Siz ne salık verirsiniz?" Child, İsmet Paşa'dan aşağı inmesini rica edeceğini ve üçünün bir­

likte konuşmasını teklif etmiş. Curzon, ikinci İngiliz delege­

si olan Rumbold'un da bulunmasını istemiş. Child, Rum­

bold'dan söz edilmesini bile istemediğini söylemiş. Curzon kendisine böyle emir verilmesine içerlemiş; o isteklerinin tar­

tışılmasına alışmamış bir adam. Fakat Child bu toplantının ya kendi önerdiği şekilde yapılmasını ya da hiç yapılmamasını söylemiş, bunun üzerine Curzon yüzünü kötü şekilde buruş­

turarak razı olmuş. İstanbul 'da Türk aleyhtarlığı ile iyiden iyi-

Referanslar

Benzer Belgeler

Creavit, işte bu bilinçle hareket ederek tasarladığı kusursuz banyolar sayesinde; genlerimize işleyen, suyun arındırıcı ve ferahlatıcı etkisiyle her yeni gün

- Türkiye’nin Kıbrıs sorununun Birleşmiş Milletler çerçevesinde ve Avrupa Birliği’nin kurucu ilkelerine uygun olarak kapsamlı çözümünün sağlanmasına yönelik

Buna rağmen, önce muharebeyi reddeden, fakat sonra, sevkulceyşi (strateji) bakımdan takarrür ettiği üzere Yunan ordusunu istediği yere çeken Türk Erkan-ı

Batılı bir hayatın kurulabilmesi için, evvela siyasi hayata hakim olan prensip ve müesseselerin değiştirilmesi, sonra da yeni hayat tarzının yeni bir hukuk düzeniyle

leri teşkil ettiği, ekonomik hayata egemen olduğu, ya da - prensip itibariyle olması gerektiği bir iktisadi rejim içinde, devletin (siyasal iktidarın) ödevi,

Mevhum (boş) mefkı1reler arkasında o mefkı1relere (ülkülere) vasıl olmak için değil, fakat isal etmek (ulaştırmak) hulyasıyla milleti ka­. yalara çarparak,

 TGBD Yönetim Kurulu Başkanı Faruk İnaltekin, Haziran 2021 tarihinde Teknoloji Geliştirme Bölgeleri’nin yapısı, çalışmaları, gelişimi ve önemini TRT

ceğinin açıklanması. 1 932: Türkiye'nin Milletler Cemiyeti'ne girişi. 1 933: Türkiye tarafından saldırganın tanımlanması anlaşmasının imzalanması. 1 934: Ulusal