• Sonuç bulunamadı

Curzon, Barrere ve ismet Paşa Boğazlar sorunu hakkın­

daki Amerikan görüşünün dayandığı prensibi bildirmemizden ötürü ayn ayn teşekkür ettiler. Şu anda öyle görünüyor ki Bo­

ğazlar ve Karadeniz' in bütün savaş gemilerine kapalı tutulma­

sını isteyen Ruslar, uzlaştırıcı bir çözüm yolu bulmaya yönel­

miş olan Türkler üzerindeki etkilerini yitirmişlerdir. Türk uz­

manları genel kuralları inceleyecekler. Şimdiki genel eğilim, Boğazlar ve Marmara çevresindeki bütün adalarda, Karade­

niz ve bütün geçitlerde her türlü tahkimat ve silahlanmanın en yüksek derecede sınırlanması merkezindedir. Bwıun sağlan­

ması, Yakın Doğu'da istikrarlı bir barışın kurulması için bü­

yük bir kazanç olacak.

Öğleden sonra yaptığımız bir görüşmede Danimarka de­

legesi Udenburg bana bütün tarafsız ülkelerin bu sabah alt ko­

misyonda kapitülasyonlar konusundaki görüşlerini bildirdik­

lerini, İspanya dışında hepsinin az çok uygun fikirler ileri sür­

düklerini bildirdi. Yalnız İspanya delegesi, Majeste Kralın her­

hangi şekilde olursa olsun kapitülasyonların kalktığını duy­

mak istemediğini söylemiş. Fakat ötekiler lspanya'nın bu ko­

nuda anlayışsız oldu�u, bu şekilde davranışının Türkleri kızdırmak ve büsbütün uzlaşmaz duruma getirmekten başka bir işe yaramayacağı fikrindedirler. Herkes kapitülasyonların kalkması gerektiğini biliyor. Onlar kalkmalı, yalnız yerine inandırıcı güvenceler elde etmeye çalışılmalı. Ana fikir bu ...

8 ARALIK, CUMA

Boğazlar sorunu .hakkındaki bir tartışmadan sonra Cur­

zon, Türkiye'deki Müttefik mezarlıklarının sahipliğinin

Müt-tefiklere verilmesini, bunun kuvvetli bir milli duygu mesele­

si olduğunu belirterek istekte bulundu.

İsmet Paşa, bir milletin kendi sınırları içindeki bir toprak parçasını bu şekilde başkalarına verdiğine dair tarihte bir ör­

nek olup olmadığını sordu. Curzon derhal cevap vererek Na­

polyon'un St. Helena Adası'nda yaşadığı ev ve gömüldüğü ye­

rin İngiltere tarafından Fransa'ya verilmiş bulunduğunu ve orada sürekli Fransız bayrağının dalgalandığını söyledi. Cur­

zon konferans masasında hiç şaşırmıyor ve söz altında kalmı­

yor. Yanımda oturan Venizelos 'un da Yunan mezarlıklarından söz etmek için yerinde kıpırdadığını gördüm; ama galiba ağ­

zını hiç açmamasının daha hayırlı olduğunu düşünerek bun­

dan vazgeçti. Fakat Çiçerin Romanya'nın dikkatli olmasını ve Yunanlıların durumuna düşmekten çekinmelerini salık verin­

ce, bir olay çıkarmaktan da kendini alamadı. Derhal karşılık veren Venizelos, uluslararası konferanslarda bu şekildeki ya­

kışıksız imaların yersizliğine işaret ederek Çiçerin'den sözle­

rini düzeltmesini istedi. Çiçerin kağıtlarını karıştırdı, danış­

manlarına danıştı, bir hayli bocalayarak yalnız genel ifadeler­

le enternasyonal bir duruma değindiği cevabını verdi. Veni­

zelos omuzlarını silkerek konferansı işgal etmemek için bu ko­

nu üzerindeki sözünü bitirdiğini ve üzerinde durmayacağını söyledi. Kendisine ister sempati duyalım, ister duymayalım, Venizelos konuştuğunda hepimiz dinliyoruz. Üzerine sürekli dikkati çeken bir adam; Barren�, Hayashi ve İsmet Paşa'nın tutuk ve renksiz konuşmalarından sonra onun serbest, kendin­

den emin ve aydınlık konuşmasını dinlemek zevkli oluyor. Ve­

nizelos daima aydınlık ve çok etkili; Curzon da aynı derece­

de çok açık, düşüncelerini en uygun kelimelerle ve en iyi şe­

kilde ifade etmekte hiç güçlük çekmiyor. Kesin açık ve

mü-kemmel cümlelerle konuşuyor. Barrere fısıldıyor, İtalyan Gar­

roni dinlenmeye değer hiçbir şey konuşmuyor, hep başkaları­

nın dümen suyundan yürüyor. Paşa kötü bir Fransızca ile du­

raklaya duraklaya konuşuyor, sık sık durarak, söyleyeceği ke­

limeleri arıyor veya notlarına bakıyor. Japon delegesi Hayas­

hi ise kötü bir İngilizce ile konuşuyor, her keresinde üç dört kelime söylüyor, sonra öteki kelimeleri buluncaya kadar dü­

şüncelerini elleriyle anlatmaya çalışıyor, kendisini bir hayli zo­

ra sokuyor. Çiçerin cam üzerine bir çivi sürüldüğü zaman çı­

kan sesle konuşuyor.

10-21 ARALIK 1922 Barış konferanslannm her gün kaydettiği ilerlemeleri adım adım izlemek kolay değil. Lozan'daki komisyonlar ve alt ko­

misyonlar önlerindeki çeşitli sorunları tartışmaya devam ediyor­

lar, her oturum sonunda da çözülecek bir sürü sorun kalıyor ...

Kesin olarak ortaya çıkan bir şey varsa o da şu ki, şimdi­

den sonra konferansın en önemli çalışması konferans masa­

sında değil, fakat çeşitli ulusların delegelerinin kendi özel odalarında cereyan edecek. Noel tatili yapılmayacak, oysa ne Türkler ne de Müttefikler çalışmaların kesintiye uğramasını istemiyorlar! Adet yerini bulsun diye konferans salonundaki oturumlar devam edecek, ama pazarlık ve alışverişler iki ote­

lin odalarında yapılacak. Konferans oturumlarındaki görüşme­

leri bu hatıra defterine artık geçirmeyeceğim, çünkü bu birta­

kım öneri ve karşı önerileri sıralamaktan başka bir işe yara­

mayacak. Asıl ilginç olan notları, çeşitli delegelerle yaptığı­

mız özel görüşmelerden çıkarmak mümkün.

Boğazlar sorununda bir anlaşmaya varmak için 19 Ara­

lık toplantısında Müttefikler, Türkler ve Ruslarca ileri sürü­

len öneriler ve karşı Önerilerden sonra Curzon emredici bir

davranışla, ültimatom deyimini kullanmadı, ama gerçekte bir ültimatom verdi. Müttefiklerin son sözü söylemiş, Türklere son tavizi vermiş olduklarını, bundan daha ileri gidemeyecek­

lerini, fakat eğer arzu ederlerse Türklere ertesi günü bir daha cevap verme şansı bırakacaklarını söyledi. Daha sonra Cur­

zon bize büyük bir şans oyunu oynadıklarını bildirdi ve ob­

jektif bir gözle kendi kendisinin eğlenceli bir tasvirini yaptı:

Türklere karşı, sanki onlar barış şartlarını dinlemek için ga­

liplerin huzuruna sürüklenmiş mağlup düşmanlar gibi alaycı bir tonla konuştıığunu söyledi. Curzon'un dediği gibi İsmet cüretli ve sert bir cevap verebilir ve Müttefikleri bir delik içi­

ne sokabilir. O gün öğleden sonra ve ertesi gün otel koridor­

ları vızıldadı durdu. Romen delegesi "kıyamet bugün kopa­

cak, ama sonucu iyi mi, kötü mü olur bilmiyorum" dedi. Kim­

se neler olup biteceğini kestiremiyordu.

Nihayet 20 Aralık saat l l .06'da Lord Curzon' un "söz Türk delegasyonunundur" sözü ile bu nazik toplantı açıldı. İs­

met Paşa kalkarak Curzon 'un bir gün önceki sözlerini cevap­

ladı. Birçok önemli noktalar üzerinde hala ısrar etmekle be­

raber, ılımlı ve uzlaştırıcı bir tonla konuşuyordu. Curzon, İs­

met' e cevap vererek meselenin konferans odası dışında her i­

ki tarafın yararına daha uygun bir şekilde çözümleneceğine inandığını söyledi. Rusların hiç ses çıkarmaması hayret uyan­

dırdı. Çiçerin'in yüzünde alaylı bir tebessüm belirdi. Türkle­

rin müttefikliğini kaybetmiş ve Lozan 'daki çalışmalarının tam bir başarısızlığa uğradığını anlamıştılar herhalde.

Japonya delegesi Hayashi görülmemiş derecede patavatsız bir konuşma yaparak, "dünkü ültimatomu duyunca görüşmele­

rin akamete uğrayacağını sanmış ve korkmuştıım, fakat bunun önüne geçilmiş olduğunu görmekten memnun oldum" dedi.

Akşam bizimle birlikte yemek yiyen İngiliz delegesi Sir William Tyrel bana, Hayashi 'nin herkesin ağzına almaktan kork­

tuğu ültimatom deyimini kullandığını duyunca başından aşağı buz gibi bir suyun döküldüğünü hissetmiş olduğunu söyledi.

Bu dramatik toplantının bir anında İsmet' in yerinde ol­

mayı çok isterdim, çünkü o zaman mükemmel bir sayı kayde­

decekti. İstanbul'daki yabancı gemilerden söz ediliyor, İsmet bu gemilerin kaldırılmasını istiyordu ( 1 ). Curzon bu gemile­

rin tıpkı taksi ve arabalar gibi bir yerden başka bir yere rahat­

ça gitmeye olanak veren araçlar olduğunu lstanbul'un da Pa­

ris ve Berlin'den farklı olarak bir liman olmasından ötürü bu gemileri korumanın gerekli ve doğal olduğunu söyledi. İşte bu anda Paşa ayağa kalkıp "şu halde ekselansınızın da birli­

man olan Londra'da bir Türk gemisi bulundurmalarına hiçbir itirazı olmayacağını ümit ederim" deseydi Curzon'a dehşetli bir yumruk olurdu. Ama kendisinin kulakları işitmiyor, onun için de söylenenleri sekreterinin notlarından izlemek zorun­

da kalarak hazır cevaplık yapmaya olanak bulamıyor. Oysa Curzon bunun ustası. ..

Biz konferans odası dışındaki çalışmalarımızla daha ya­

rarlı olabiliriz, bunu da her gün yapıyoruz. Ama Türklerin bi­

ze karşı gösterdikleri iyi niyeti de yitirmemeliyiz. Çünkü biz de onlarla ayn bir anlaşma yapacağız. Konferansın başarıyla bitmesini çabuklaştırmayı ne kadar istersek isteyelim, Türk­

lerle aramızı bozmamaya çok dikkat etmeliyiz. Amacımız Türkiye'ye her sorunda yumuşaklık ve uzlaşmayı salık

ver-( 1) Stationaires adı verilen bu gemiler, yabancı bir limanda sürekli şekil­

de demirlemiş dururdu. Bunları orada tutmanın sözde amacı, bir ihtiliil ya da baş­

ka çeşit bir karışıklık çıkmasinda diplomatlar ve öteki resmi temsilcilerin rahat­

ça kaçabilmelerini sağlamaktı.

mek, fakat aynı zamanda onlara kendi çıkarlarıyla Müttefik­

lerin çıkarlarının aynı olduğunu anlatmaktır ...

İsmet Paşa'nın son önerisi şudur: Boğazlar için uluslara­

rası bir komisyon kurulsun, fakat bu komisyon yalnız Boğaz­

lardan geçecek savaş gemisinin sayısını kontrol etmek yetki­

sinde olsun. Bu önerinin pek muhtemel olarak kabul edilece­

ğini umuyorum. İşler ilerledikçe bu davaya bizim de karışma­

mızdan ötürü üzüntülü değilim ...

Eğer gazeteciler konferansın bazı oturumlarında bulun­

salar, bir sürü heyecan verici haberler toplayabilecekler. 21 Aralıkta azınlıklar sorununu inceleyen alt komisyonun toplan­

tısında Venizelos sakin bir havayla konuşmasına başlayıp, son­

ra ansızın fırtınalı bir şekilde Türklere hücuma geçti. Önce­

den Türklerin yüzbinlerce Yunanlıyı yurtdışına attıkları hal­

de, şimdi kendi istekleriyle Yunanistan'a dönmek isteyen bir­

kaç Yunanlıyı salıvermediklerinden şikayet etti. O kadar şid­

detli ve tecavüzkar konuşuyordu ki, Başkan Montagna kendi­

sini sükunete davet etti. Gittikçe daha çok kızışan Venizelos kollarını başının üstünde sağa sola sallayarak: "Sakinim, sa­

kinim" diye bağırdı. Ben tam onun yanı başında oturduğum için, kol hareketleri bir hayli rahatımı kaçırıyordu.

Bunun üzerine Türk delegesi Rıza Nur Bey söze karıştı ve masanın üzerinde Venizelos' a doğru bağırmaya başladı. So­

lo bir düet haline gelmişti. Montagna sükuneti sağlamak için iki elinin parmaklarıyla masaya vuruyordu. Fakat konuşma­

cıları yatıştırmanın olanaksız olduğunu anlayınca oturumu er­

teledi. Fakat bu adeta çılgına dönmüş olan Venizelos üzerin­

de bir etki yapmadı. Venizelos alt komite toplantılarında ço­

ğunlukla zaptedilmez duruma geliyor ve iki taraf için de uy­

gun şekilde çözülmüş, geçilmiş olan bazı maddeleri ve

gerek-siz sorunları tekrar tartışma konusu yaparak konu dışına çıkı­

yor. Montagna çok iyi bir başkan, her davayı iki taraf için de son derece uygun şekilde ustalıkla ortaya koyuyor, bir sorun­

da orta yolu tutarak çoğunlukla iki tarafı birleştiriyor. Fransız delegesi Laroche da iyi, fakat İngiliz delegeleri Rumbold ve Ryan çok zayıf ve güçsüz.